Usludan yeğdir delimiz

22 Mayıs 2024 - 14:14

"Sanman bizi kim şîre-i engûr ile mestiz 
Biz ehl-i harâbâtdanız mest-i elestiz 
(Bizi, üzüm suyu ile sarhoş olmuş sanmayın! 
Elest Meclisi’nden beri sarhoşuz)" 

Bağdatlı Rûhî 

Eski devirlerde İstanbul anılınca velisiyle delisi ayrı tutulmaz, bunlar olmaksızın bir hikâye de anlatılmazdı. Sermet Muhtar Alus, daha 1932’de kaleme aldığı yazılarına Eski İstanbul’da Hayat ismini veriyor ve meczupların giderek hayattan silindiğini duyuruyor. Bugün Alus’un onlar hakkında yazdıklarını Masal Olanlar ismiyle okuyoruz. 

Eski İstanbul’un demirbaşları arasında yer alan bu insanlar için Alus şunları söylüyor: "Evvelce, İstanbul sokaklarını, durup dinlenmeden dolaşan, bütün halkın malûmu olan müteaddit [birçok] meczup vardı. Masal olanlar arasında, bunların zikri de lazımdır."

NEYZEN TEVFİK (FOTOĞRAF: DEPO PHOTOS)

“Musa Kâzım Efendi, orta oyununda ara sıra Neyzen’i yanına alır, Beykoz’a Ahmet Mithat Efendi’ye giderlermiş; kendilerini ekseriya Muallim Naci karşılarmış. Manyasîzâde Refik Bey, İbnürrefik Ahmed Nuri Bey, Ahmed Rasim Bey ve arkadaşları sonradan gelip katılırlarmış, hep beraber orta oyunu oynarlarmış. Ahmed Rasim Bey ekseriya kavukluya yahut pişekâra çıkarmış. Taklitler çıkarken ve oyundan sonra Neyzen’e de ney üfletirlermiş. Bazen Akif de gelirmiş, başını Musa Kâzım Efendi’nin omzuna koyar, kendilerinden geçer bir hâlde Neyzen’i dinler imiş. İkisi de o dereceye gelirlermiş ki bazen yerde diz üstü otururlar, gözlerini de açarak ve hiç konuşmadan sükût ve huzur içinde Neyzen’i dinlemeye devam ederlermiş. Tiyatroyu, bilhassa Türk temaşa sanatını pek seven ve onunla da meşgul olan Ahmet Mithat Efendi bu oyunlardan hoşlanır ve bitmesini hiç istemezmiş. Oyunları uzun müddet seyre daldığını, sonra dayanamayıp birkaç taklide birden çıktığını ve ustalıklı makyaj yaptığını Neyzen anlatırdı.” 

Maddi kazanç peşinde koşmayıp istikbal kaygısı gütmeyen Neyzen Tevfik’in bu tavrı sık sık dönemin devlet ricaliyle başına dert açmakla kalmaz, sürgünle de sonuçlanır. Buna karşın haksızlık karşısında doğru bildiğini söylemekten geri durmayışıyla bugün bile anlatılır. Ona atfedilen hikâyelerin çoğu gerçekten uzak olsa da onun cesaretini anlatmak için II. Abdülhamid için kaleme aldığı, istibdat döneminde neşretmekten çekinmediği ve idama mahkûm olmasına neden olan şiirine bakmak yeterli: 

“Ben o cellâdım, vatanda açtığım her yârenin İltihâbı bir zaman etmez kabul-i iltiyâm Nerde Cengiz, Engizisyon, nerde Haccac ü Yezid, Nerde Timur, Hülâgû, nerde ecdâd-ı izâm (Ben o celladım vatanda açtığım yaralar artık kapanmaz Nerde Cengiz, Engizisyon, nerde Haccac ü Yezid, Nerde Timur, Hülâgû, nerde ulu büyükler) (...) Ol kadar ezdim şu miskin milleti ki etmesin Fasl-ı dâvâ eylemek’çün rûz-i mahşerde kıyâm! (Şu miskin milleti mahşer gününde ayağa kalkıp beni dava etmesin diye çok ezdim)”

ÜÇLER, BEŞLER, DELİLER 

Bu zevatın son örnekleri arasında Pazarola Hasan Efendi, Neyzen Tevfik, Meczub Hatib, Ayaşlı Şakir Efendi var. Sokaktan ve hayattan giderek çekilseler de bu insanlar, yüzyıllar boyunca İstanbul’un ayrılmaz bir parçası. Balıkhane Nazırı Ali Rıza Bey Eski Zamanlarda İstanbul Hayatı kitabında şöyle anlatıyor: “Yakın zamanlara kadar gürûh-ı mecâzibden [deli cemaati] birçok adamlar cuma günleri ve kandil akşamları Eyüp’te toplanırlardı. Mahall-i ictimaları [toplandıkları yer] Akgömlek Mehmet Efendi Kabri ve Beşir Ağa Türbesi yanları idi. Bunlar seele [dilenci] kıyafetinde perişan bir hâlde olup, kimi gündüz elinde koca bir fener dolaşır, kimi de daima çubuk içerek gezer, diğeri baş açık, ayakları çıplak muttasıl [daima] koşar. Öbür elinde asa ayağında yüksek nalın olarak ağır ağır geşt-ü güzâr [gezip tozar] eder. Bazısı hiç söz söylemez, sükûtîdir. Öbürü ale’d-devam [sürekli] bir şeyler söyler, bağırır. Başkası ‘hû’ çeker, başını sallar, dervişlik eder. Cümlesinin üstleri, başları pis ve mülevvesdir [kirli].”

İstanbul’da Fatih Sultan Mehmed döneminden başlayarak meczuplara rastlıyoruz. Bunların ilki, İstanbul’un Fethi’yle beraber anılan Horoz Mehmed Dede. Fetih için gelen orduda görevli olan ve her sabah askerleri “Kalkın ey gafiller” diye horoz gibi öterek uyandıran Horoz Mehmed Dede’nin Hoca Ahmed Yesevi’nin dervişi olduğu, Hacı Bektaş Veli’yle beraber Anadolu’ya geldiği rivayet olunuyor. Türbesi Unkapanı’nda bulunuyor.

Farklı hareketlerine rağmen deli muamelesi görmeyen, toplumdan dışlanmayan ve aksine hürmetle karşılanan meczuplar, Allah aşkıyla yaşayan insanlar sayıldığından yaşarken de vefatlarından sonra da saygıyla anılmış.

Bugün tarihe geçmiş meczupların çoğunu Evliya Çelebi sayesinde tanıyoruz. İstanbul’un Fethi’ni geciktirdiği anlatılan Yâvedûd Sultan, uyumak için gürül gürül yanan ekmek fırınının içini seçip balık sırtında Mısır’a gittiği söylenen Kapanî Mehmed Efendi, IV. Murad’a Revan’ı yedi günde fethedip yedi günde kaybedeceğini haber veren Yetmiş Guruş Dede eserde geçen isimler arasında. Evliya Çelebi, Kapanî Mehmed Dede’yi şöyle anlatıyor: “Giysüdâr Mehmed Efendi derlerdi, zira yalın ayak ve başı kabak olup kâkülleri büklüm büklüm, salkım saçak ve dağınık şanlı bir derviş olduğundan Giysüdâr lâkabıyla ünlü bir kimse idi. Yaz ve kışta beyaz bir İmroz kabasinden başka elinde bir teber ile ‘Lâ-cübbete velâsivâllâh’ diye dolaşır idi… Konya’da Erlizâde hazretlerinden el aldıktan sonra ilâhî cezbeye erişmiş, meczup ve harâbâtî erenlerinden olup Giysüdâr olmuştu…” Kadın meczuplar da var. Bir örnek giyinip birlikte gezdikleri için Çifte Kumrular denilen hanımlar ya da yolda kendi kendine zikir yapmaya başlayan Sallabaş Emine Hanım ilk akla gelenler. 

OSMANLI DÖNEMİNDE SOKAKTA BİR MECZUP (FOTOĞRAF: İSTANBUL ÜNİVERSİTESİ, SULTAN II. ABDÜLHAMİD HAN YILDIZ FOTOĞRAF KOLEKSİYONU)

MECZUPLARIN SEVMEDİĞİ PADİŞAH: II. MAHMUD 

Asabiyeti ve reformları gerçekleştirirken takındığı sert tavırla, Osmanlı tarihinin en çok tartışılan isimleri arasında yer alan II. Mahmud, sık sık bu Allah dostlarının hedefinde yer alıyor. 

Dönemin sosyal ve siyasal hayatını gözlemleyen Fransız şarkiyatçı Jean-Henri Abdolonyme Ubicini, Sultan Mahmud’un yaşadığı bir protestoyu naklederken çevresindekilerin bu tepkiyi nasıl “meczuplara” mal etmeye çalıştığını da ortaya koyuyor: 

“Padişah 2. Mahmud muhafızları arasında Galata köprüsünde ilerlerken kalabalığın arasında biri öfkeyle ona doğru bir hamle yaptı, ‘Gavur padişah, bu yaptığın zulüm yetmiyor mu?’ diye sordu. Padişah bir anlık panik ve telaşın arasında sesin geldiği yöne bakarak; ‘Kim bu kendini bilmez?’ diye sadrazamına bağırdı. ‘Delinin biri bağırıyor galiba’ cevabını aldıktan sonra atını sürmeye devam etti. Öfkesi yatışmayan Şeyh Saçlı; ‘Deli mi deli değilim ben, Yüce Allah bana gerçeği söylememi buyurdu, soruyorum size’ dedikten sonra hemen olay yerinde tutuklandı ve idam edildi.”

Uzun yıllar Beyazıt’ta sahaflık yapan ve sohbetleriyle tanınan ünlü sahaf ve vaiz Muzaffer Ozak da Karagümrük’te bulunan Cerrâhî Asitanesi’nde yaşayan Said Baba’nın Sultan II. Mahmud’la ilişkisini gösteren bir hikâye anlatıyor: 

“Saîd Baba, Sultan Mahmud’a ‘Mahmud’ diye hitap edermiş, padişah, Saîd Baba’nın mecâzib-i ilâhiyyeden olduğunu çok iyi bildiği için ona hiçbir şey yapmazmış. Bir gün Saîd Baba tekkenin önünde yolları süpürüyormuş, padişah da atın üzerinde tekkeye geliyormuş. Padişah Saîd Baba’yı görünce, ‘Saîd Baba, ne yapıyorsun?’ diye sormuş. Saîd Baba, ‘Senin b.klarını temizliyorum’ demesin mi! Padişah, hiç sesini çıkarmamış. Saîd Baba, padişaha ‘Sen tekkeye git, ben birazdan geliyorum’ demiş. Padişah tekkeye geçmiş. Tabii tekkede herkes suspus olmuş. Biraz sonra Saîd Baba da gelmiş ve şeyh Abdülazîz Zihnî Efendi Hazretleri’ne herkesin duyabileceği yüksek bir sesle: ‘Mahmud geldi mi?’ diye sormuş. Tabii herkesin ödü patlıyor, çünkü Sultan Mahmud son derece asabî bir padişah, adamı astırabilir, öldürtebilir. Şeyh Efendi, Saîd Baba’ya eliyle sus işareti yapmış. Saîd Baba, hiç oralı olmayıp yine ‘Mahmud geldi mi?’ diye bağırınca, bu sefer eliyle yukarıyı işaret etmiş. Saîd Baba, âdeta Şeyh Efendi’yi zor durumda bırakmak istercesine, ‘Yahu niye yukarıyı işaret ediyorsun, geldi mi gelmedi mi şunu doğru dürüst söylesene’ diye bağırmasın mı!” 

KORKU SALAN MECZUPLAR 

Bazı meczuplar var ki yaşadıkları dönemde ahalinin yüreğine indiren cinsten. Bu netameli isimler arasında Yuvacı Dede ve Pamuklu Osman Dede sayılabilir. XVIII. yüzyılda yaşadığı rivayet edilen Yuvacı Dede, elinde bir cenaze çömleğiyle gezer, çömlekteki suyu hangi evin ya da dükkânın önüne dökerse, hemen o gün oradan bir cenaze çıkarmış. Ne zaman bir yere gitse, halk heyecan içinde kalır, gelmesinden korkarmış. Acıçeşme Kahvesi’ne devam eden Yuvacı Dede, bir gün çömleğindeki suyu kahve ocağına dökmüş. Mustafa Şevki Efendi’nin dervişi olan kahveci, hemen korkarak koşup şeyhine “Aman Efendim, ben çoluk çocuk sahibiyim, bu meczub netamelidir, böyle yaptığı zaman mutlaka bir ölü çıkar, ne olur beni kurtarın” diye yalvarıp yakarmış. Şeyh Efendi kalkmış, “Gel buraya!” diye meczuba bağırmış. Bağırınca Yuvacı Dede kaçmaya başlamış. Nihayet Şeyh Efendi onu yakalayıp kahveye getirmiş, döktüğü suları toplatmış. Meczup suları çömleğe doldurduktan sonra orada hakkın rahmetine kavuşmuş. 

Osman Dede de ölümle beraber gezenlerden. Şehzadebaşı’nda oturur, oturduğu yerden gelen geçen insanın sırtına bir pamuk atar, pamuk kime isabet ederse o kimse ölürmüş. Herkesin yıldığı bu zat yüzünden kimse oradan geçemez olmuş. En sonunda halk Yahyâ Şerâfeddin Moravî Hazretleri’ne iltica etmiş. Hazret gelenlere bir pamuk vermiş, “Alın bunu fark ettirmeden arkasından atıverin” demiş. Pamuğu alıp meczuba atmışlar. Pamuk isabet edince “Eyvah! Şerâfeddin beni yaktın” demiş ve ruhunu teslim etmiş.

KERAMET EHLİ İSİMLER 

Meczupların halktan bu kadar iltifat görmesinin bir nedeni de keramet sahibi olduklarına duyulan inanç. Yüzyıllar boyunca pek çok ilginç hadiseyi çevrelerinde toplayan bu zatların hazireleri hâlâ ziyaretçi ağırlıyor. 

Fatih Cami’nin Boyacılarkapısı içinde oturan, göklere uzanan ve içinde kimsenin oturmadığı kat kat kulübeler yapan Hasan Dede, koltuğunun altında bir boynuz bulunduran ve tanıştığı herkese tanımasa da ismiyle seslenip “Hani benim boynuzum?” diyenlere bir boynuz veren Divâne Ahmed Dede, daha önceki yazılarımızda bahsi geçen ve Köpeklerin Babası (Ebû’l-Kilâb) olarak tanınan Köpekçi Hasan Baba türlü keramet gösteren meczuplardan. 

1800’lerin son zamanlarında yaşayan ve dönemin gazetelerine, dergilerine de konu olan Çıplak Mustafa’ya atfedilen bir olayla bu bahsi sonlandıralım. Bu arada yeri gelmişken söylemek lazım, çıplaklık toplumun bu kesiminde sıkça rastlanan bir durum. Kışın çıplak karlara yatması ve terleyerek kalkmasıyla tanınan Sultan I. Mahmud dönemi meczuplarından Çıplak Ali gibi. 

Çıplak Mustafa da kimseden para istemeyen, verilen parayı almayan, giydirilen kıyafeti daha sokağın sonuna gelmeden başkasına giydiren biri. Bu hikâye de ona ait: Bir arife günü Çıplak Mustafa, Kapalıçarşı’da Kalpakçılar başında bayram için alışveriş yapan bir kolağasının önünü kesip “Çıkar paraları!” der. Meczubu tanıyan kolağası para kesesinde ne varsa ona verir. Çıplak Mustafa paraların içinden üç sarı altını seçer, fırlar gider. Kolağası yaverine takip etmesini, nereye gittiğini kendisine söylemesini tembihler. Koşa koşa Beyazıt’tan Aksaray’a, Aksaray’dan Samatya’ya iner. Hristiyan mahallesinde bir evin kapısını tekmeyle açtıktan sonra paraları içeri fırlatır, “Alın kaldırın şunu” der. Yaver görür ki orada yoksulluktan ailesinin cenazesini kaldıramadığı fakir biri vefat etmiştir. Çıplak Mustafa’nın hizmetine vesile olan kolağasıysa, eve döndüğünde binbaşılığa terfi ettiği haberini alır. 

İşte böyle. Biraz masal biraz gerçek. Ne demiş eskiler, “Pirlerin himmetleri üzerimize sayeban [gölge] olsun.”

DİPNOT 

1 “Gönlüme doğruluk güneşinin ışığı yansıyınca (vurunca) Şarap içerken Bektaşi göründüm ney icra ederken oldum Mevlevi.” 
2 Allah aşkıyla mecnun olmuş (delirmiş).

Meczup
Neyzen Tevfik
Efsane
Ayça Örer
Sayı 018

BENZER

Şevval Sam, evde kalma günlerini yeni şeyler öğrenmek, yeni besteler yapmak ve bu yeni dünya halinin bize ne anlatmak istediğini düşünerek geçiriyor ve “Farkındalık her yaşın, her dönemin, her koşulun tek anahtarı” diyor.
Rumeli demiryolu hattının hayata geçirilmesiyle Müslüman ahali tarafından sayfiye yeri olarak keşfedilen eski Rum köyü Yeşilköy, son elli yıldaki beton talandan diğer tüm semtler gibi nasibine düşeni aldı ancak yine de bazı köşklerini ve sayfiye tadını korumayı başardı. Eski adıyla Ayastefanos’u turist rehberi ve yazar Turgay Tuna kaleme aldı.
Hayatını ve sanatını anlatan, bunu yaparken ülkenin yakın geçmişine ışık tutan 2020 tarihli İyi ki Yapmışım belgeseli sayesinde hasret giderme fırsatı bulduğumuz Metin Akpınar, kendi deyişiyle tam da kendisini emekliye ayırmak üzereyken bu kez Metin Akpınar ile Muhabbet isimli interaktif gösterisiyle karşımıza çıktı.