1921 yılının 28 Temmuz günü Yunan komutanlar Kütahya’da, Kral Konstantinos başkanlığında bir araya geldikleri savaş konseyinde taarruz kararı aldı. Küçük Asya Ordusu Başkomutanı Papoulas; Afyon, Kütahya ve Eskişehir’in alınmasını yeterli gördüğü için taarruz konusunda isteksizdi. Genelkurmay Başkanı Victor Dusmanis ise “Ankara’da durmamalı Kızılırmak’a kadar ilerlemeliyiz” ama “Bu sefer Kemal’i elimizden kaçırmamalıyız” diyordu. İngiliz baskısını ensesinde hisseden Yunan hükümeti de taarruzu gerekli görüyordu. Albay Sarıyanis ve Albay Pallis gibi Megali İdeacı kurmaylarının etkisinde kalan, başkomutanlık mevkiini yitirmekten korkan Papoulas da sonunda taarruzu onayladı. Taarruza karşı çıkan tek kişi İkmal Şube Müdürü Spridonos oldu. O, derinliğe dikkati çekiyor, derinlik avantajının Kemal’in elindeki en korkunç silah olduğunu vurguluyordu. Gerçekten Yunan cephesinin karşısında Türk ordusunun bulunduğu yerden doğu sınırlarına kadar Türkiye daha bin 300 kilometrelik bir derinliğe sahipti. Türkler savaşmadan çekilirse Yunan ordusu onu takip edebilecek ve yeni bir taarruz yapabilecek miydi? Spridonos hayır yanıtını Papoulas’a vermiş ancak ordunun Türkiye’nin kaynaklarına el koyarak ilerleyebileceği ve onu yere sereceği yanıtını almıştı. Peki, Türkler yere serilince Yunan ordusu ne elde edecekti?
Yunanistan’ın taarruz amacı Türklerin imhasıydı. Gunaris bunu şöyle açıklıyordu: Türkler taarruz sonunda Yunanistan’dan barış isteyecek ve Yunanistan’ın yararına olan bir barışı kabul edeceklerdi. Türklerin askerî kuvveti dağılacak, böylece savaş bitecek, barış dönemine geçilecek ve Yunanistan askerlerini terhis ederek ülkesindeki savaş karşıtlarının sesini dindirebilecekti. Ankara az zamanda işgal edilirse büyük devletlerle yeni görüşmelere gidecek olan hükümete bir kolaylık temin edilmiş olacaktı. General Stratigos ise taarruzdan Yunanistan’ın ne kazanacağı sorusunu yanıtlarken Batı Anadolu’da Çanakkale ve İstanbul Boğazı’nı da içine alan 160 bin kilometrekarelik bir hat çizmişti ki bu Sevr sınırının on katıydı. İşte Yunan böylesine umutlarla taarruz için hazırlıklara girişip Eskişehir’de yeni bir ikmal merkezi kurdu; yeni fırınlar, depolar inşa etmeye, askerin giysi eksiğini gidermeye, İzmir’den orduyu besleyecek ikmali yapmaya ve Türklerin geri çekilirken kullanılmaz kıldığı demiryollarını onarmaya başladı. Ankara’da ise umut ve umutsuzluk gibi zıt duygular yan yana yaşanıyordu.

Hayaller ve gerçekler
Ankara seferine devam kararı alınmasında Yunanistan’a güven ve cesaret veren şey, Kütahya-Eskişehir Muharebeleri’nde Türklerin enkaz haline getirildiği düşüncesiydi. Yunan hükümetinin askerî müşaviri olan General Stratigos “Kemalist ordudan geriye enkaz kalmıştır. Bu enkaz, Ankara’ya doğru kaçıyor. Onun yok olması da gecikmeyecektir. Kısacası Türk ordusu artık askerî bir değer taşımıyor” demişti. Papoulas da Associated Press muhabirine Ankara yolunun Yunanlara açık olduğunu bildirmişti. Savunma Bakanı Theotakis büyük bir iyimserlik içindeydi. Kuşkusuz bu iyimserlikte Lloyd George’un Kütahya-Eskişehir Muharebeleri’nin hemen ardından “Yunanistan Mustafa Kemal’i yenmekle Sevr Antlaşması şartları ile yetinemez. Ve daha elverişli imtiyaza sahip olması lazımdır” güdülemesinin de etkisi büyüktü. Yunanlara göre Mustafa Kemal zor durumdaydı. Ülkede isyan havası egemendi. İstanbul nazarında zaten asi olan Mustafa Kemal’in askerî bir darbeyle indirilebileceği bile düşünülüyordu. Gerçekte Türk ordusu büyük bir hızla, silah ve ağırlıklarıyla birlikte 25 Temmuz 1921 akşamına kadar Sakarya’nın doğusuna çekilmiş, ordu sırtını Polatlı-Haymana ve Mangal Dağı’na vermişti. Sakarya Nehri’nin iki kıyısı kapalıydı. Ardında da kendisine yedek güç ve ikmal sağlayacak Ankara demiryolu bulunuyordu. İsmet Paşa karargâhını Alagöz’de kurmuştu. Bununla birlikte Türk kamuoyunda Afyon, Kütahya ve Eskişehir gibi stratejik kentlerin düşmesi kurtuluş umuduna gölge düşürmüştü. Ankara’yı gergin ve tedirgin bir hava kaplamıştı. Meclis’in içi de kaynıyordu. TBMM 23 Temmuz günü ilk üçü gizli olmak üzere dört oturum yaptı. Fevzi Paşa çekilmenin amacının orduyu dinlendirmek ve takviye etmek olduğunu vurguladı. Fakat Meclis Ankara’da kaldığı sürece ordunun rahat hareket edemeyeceğini söyleyerek hükümet merkezinin Kayseri’ye taşınmasını istemesi gerginlik ve kaygıyı artırdı. Pek çok milletvekili bu düşünceye karşı çıkarken en etkili hitap Diyap Ağa’dan (Yıldırım) geldi: “Efendiler biz buraya kaçmaya mı geldik, yoksa kavga ederek ölmeye mi?” O gün mecliste iki eğilim belirmişti: Savaşsız Ankara’nın terk edilmemesi ve orduyu bu duruma getiren kumandanların cezalandırılması. Bu son eğilim 2 ve 4 Ağustos’ta yapılan görüşmelerde Mustafa Kemal’in sorumluluk üstlenmesi talepleriyle kendisini gösterdi. Muhalifler de Mustafa Kemal’i işaret etti ancak onlar düşmandan değil, Mustafa Kemal’den kurtulmak istiyordu. Ordunun Yunan’ı yeneceğine inanılmıyordu. 5 Ağustos’ta Mustafa Kemal Paşa başkomutanlığı şartlı olarak kabul ettiğini bildirdi. Şartı ise ordunun maddi, manevi kuvvetini artırmak ve eksiklerini tamamlamak, sevk ve idaresini bir kat daha güçlendirmek için Meclis’in orduya ilişkin yetkilerini üç ay süreyle kullanmaktı. Yetkinin genişliğine işaret ederek “Mesele düşünmeğe değer, çok düşününüz” diyerek kararı Meclis’e bıraktı. O gün Meclis’in gizli oturumunda oylamaya katılan 183 milletvekilinden 169’unun, açık oturumda ise 184 milletvekilinin olumlu oyuyla Mustafa Kemal Paşa’ya Başkomutanlık yetkisi veren yasa kabul edildi. Böylece Yunan’ın darbeyle devrileceğini düşündüğü Mustafa Kemal Paşa siyasi savaştan Başkomutan olarak çıktı. Sıra askerî zaferdeydi.

Türk ordusu hazırlanıyor
Mustafa Kemal Paşa 6 Ağustos günü orduya ve millete beyannamesini yayımlayarak “düşmanı ana yurdun harim-i ismetinde boğma” sözü verdi. Zaten hazırlıklara başlamıştı. Maliye vekili Hasan Bey’in (Saka) deyimiyle halka dünyada eşi benzeri olmayan bir taleple gidildi. 7-8 Ağustos günlerinde Tekalif-i Milliye Emirleri yayınlandı.Türk halkı akla gelen bütün yiyecek maddelerinin yüzde kırkını, yük ve koşum hayvanlarının yüzde yirmisini ve mıhtan vazeline, çarık derisinden kundura çivisine elinde ne varsa bedelini savaş sonunda almak üzere ordusuna verdi. Yetmedi, bedenen de çalışmak için yarıştı. Sevkiyat ve Nakliyat Müdürlüğü yeniden yapılandırılırken ordunun ekmek gereksinimi için cephe boyunca uygun yerlerde fırınlar inşa edildi. Batı Cephesi’ne silah ve cephane kaydırılırken İstanbul’da da gizli örgütler –özellikle Felah Grubu– Anadolu’ya silah ve mühimmat nakli yaptı. 12 Ağustos 1921 günü Başkomutan Mustafa Kemal Paşa, Fevzi Paşa ile Alagöz karargâhına geldi. Hazırlıklar kontrol edildi. Türk ordusu artık komutanından erine savaşa hazırdı.
Yunan yürüyüşü
Yunan Küçük Asya Ordusu, 14 Ağustos 1921’de Eskişehir ve Seyitgazi’nin doğusunda bulunan üç kolordusuna bağlı dokuz piyade tümeni, bir süvari tugayı ve Afyon bölgesinde bulunan Trikupis grubuyla yürüyüşe geçmişti. Sakarya Nehri’nin güneyinden, Seydideresi yönünden taarruza kalkarak çevirme harekâtı yapacaktı. Türk ordusu ise on altı piyade, dört süvari tümeni ve bir süvari tugayı ile muharebeye katılacaktı. Yunan tümenlerinin mevcudu Türk tümenlerinin üç katıydı. Mustafa Kemal ve Fevzi Paşalar cepheye gelmiş, hazırlıkları kontrol etmeye başlamıştı. Ne var ki Mustafa Kemal 16 Ağustos’ta İnlerkatrancı yakınında atının ürkmesiyle düşüp iki kaburgasını kırmış, doktorların kesin dinlenme önerisiyle Ankara’ya dönmüştü. Yunanlar ise üç gün boyunca kuzeyden şaşırtmalarla taarruzun asıl yönünü gizlemeye çalışarak dümdüz Polatlı’ya doğru ilerlemeyi sürdürmüştü. Yunan ordusu 17 Ağustos’ta Sakarya’nın güneyine sarkmaya başladı, 19 Ağustos’ta Sakarya’nın güneyine, Türk cephesinin sol kanadının hizasına ulaştı. 20 Ağustos’ta Ankara’da bulunan Mustafa Kemal Paşa ile cephede bulunan Fevzi ve İsmet Paşalar arasında kurulan iletişim sonucunda Yunan’ın güneyden taarruz edeceği netleştirildi. Böylece Papoulas’ın düşündüğü baskın taarruzu, baskın karakterini yitirirken Mustafa Kemal Paşa o gün cepheye gitti, savaşı hem Batı Cephesi hem de başkomutanlık karargâhı olan Alagöz’den yönetecekti.
Yunan ordusu 22 Ağustos günü birleşerek taarruz durumunu almıştı. Türk ordusu da Yunan’ı karşılamaya hazırdı. O gün kuvvetlerinin büyük kısmını sol kanadına kaydırmayı tamamladı. Mihail Roda, “Türk ordusu[nun] tertibini değiştirmesi çok süratli oldu” diyecekti. 23 Ağustos sabahı Yunan taarruzu başladı. 1. Yunan Tümeni Demirözü’ne, 2. Tümeni de İnlerkatrancı ve Ilıca’ya girdi. Asıl kanlı muharebeler Mangal Dağı önünde oldu. 24 Ağustos sabahı dağ tümüyle Yunan’ın eline geçti. 25 Ağustos’ta General Kontoules komutasındaki I. Kolordu taarruza kalktı. Yunanların 7. Alayı Türkler tarafından âdeta biçildi. Türk süvarileri de iş başındaydı. Uzunbeyli’de menzil noktası ve havaalanı inşa edildiği anlaşılınca Albay Fahrettin’in (Altay) süvari grubu 26 Ağustos günü baskın yaptı. Ancak o sırada cepheye yardıma çağrıldığı için taarruz durduruldu. Böylece General Papoulas, Veliaht Kral Yorgi, kurmaylar elden kaçırıldı. Zira Uzunbeyli’de Yunan genel karargâhı konuşlanmıştı. Yunanlar, telaş içinde karargâhı İnlerkatrancı’ya taşırken Yunan 12. Tümeni şiddetli bir muharebe soncunda Türbetepe’yi ele geçirdi. Türk kuvvetleri Ankara’nın 50 kilometre güneyine kadar çekildi. Mangal Dağı’nın ardından Türbetepe’nin de düşmesiyle meydan muharebesinin Ankara’ya kadar intikal etmesi ihtimal dahiline girdiğinden Başkomutan Mustafa Kemal Paşa 26-27 Ağustos gecesi Millî Savunma Bakanı Refet Paşa’ya TBMM’nin Kayseri’ye taşınmasını isteyen emrini gönderdi. Ancak Yunan taarruzunun durduğunu haber alınca aynı gece emri iptal etti ve şu tarihî karara imza attı:
Hattı müdafaa yoktur, sathı müdafaa vardır. O satıh, bütün vatandır! Vatanın her karış toprağı, vatandaşın kanıyla ıslanmadıkça, terk olunamaz. Onun için küçük büyük her birlik, bulunduğu mevziden atılabilir; fakat, küçük büyük her birlik, ilk durabildiği noktada tekrar düşmana karşı cephe teşkil edip muharebeye devam eder. Yanındaki birliğin çekilmeye mecbur olduğunu gören birlikler, ona tabi olamaz. Bulunduğu mevzide nihayete kadar sebat ve mukavemete mecburdur.
Bu emir ertesi gün etkisini gösterdi. Yunan II. Kolordu Komutanı Prens Andrea, Türklerde ilk defa görülen bir savunma azmi diyerek etkiye işaret edecekti. 28 Ağustos günü Yunan ordusunun ileri taarruzuyla tüm cephede şiddetli muharebeler ve mevzii boğuşmalar oldu. Yunanlar Ankara yolunu açmak için tüm gücüyle yüklenirken Türk ordusu da aynı inatla cephesini korudu. 29 Ağustos günü muharebe bütün şiddetiyle sürdü. Tepeler, mevziler sürekli el değiştirdi. Yunanlar üç tümenin iş birliğiyle Güzelcekale’yi o akşam ele geçirdi. Sonuç önemliydi, zira o gün Türk cephesinin Haymana yönünde yarılması mümkün olmuştu. Buna karşılık Yunan kayıpları da çoktu. 30 Ağustos sabahı Yunan ordusu üç kolordu ve 7. Tümeni’yle yeniden taarruza kalktı. Hedefleri Çal Dağı’ydı. 31 Ağustos günü Yunan birlikleri Türk savunma hattının en güçlü yanı olan Çal Dağı önlerine geldi. Çal Dağı’ndaki Türk cephesinde 15 kilometrelik bir gedik açtıkları halde taarruz güçlerini kaybettikleri için devamını getiremediler. 1 Eylül’de Yunan ordusu Haymana ve Çal Dağı yönlerinde önemli gelişme kaydetti. Başkomutan Mustafa Kemal Paşa bütün ihtiyat güçlerini muharebeye sürdü. Haymana’nın düşmemesi için eldeki tüm olanaklar kullanıldı. O gün Haymana önünde Türk ordusu bine yakın askerini kaybetti.

Çal Dağı’ndaki muharebeler de farksızdı. Ancak Yunan ordusunun durumu da parlak değildi. Cephane, yiyecek, su yoktu. Genel karargâhta görüş ayrılıkları başlamış, iyimserlik yitmişti. 2 Eylül’de I. Yunan Kolordusu genel taarruza kalktı ve Çal Dağı’nı ele geçirdi. Bu stratejik dağın Yunan’ın eline geçmesi muharebelerin Türk ordusunun aleyhine döndüğüne işaret ediyordu fakat Başkomutan Mustafa Kemal Paşa yılmadı. “Bir asker her yerde muharebe eder. Tepenin üstünde, tepenin altında, derenin içinde muharebe eder” düşüncesiyle kumanda ettiği ordunun zafere inancını perçinledi. Yunan ordusu ise açlık, susuzluk ve yorgunlukla mücadele ediyor, taarruz güçleri tükeniyordu. Bu nedenle 2 Eylül’deki başarıdan yararlanamadı. 3 ve 4 Eylül’de Yunan ordusunun almış olduğu tüm düzen durduruldu. Durum, Yunan için günden güne kötüye gidiyordu. 5 Eylül’de bütün kolordulara ertesi gün taarruzlarını durdurup bulundukları mevzilerde kalmaları emredildi. 6-9 Eylül günlerinde Yunan ordusu yerinden kıpırdamadı. Başkomutan Mustafa Kemal Paşa ise Yunan III. Kolordusu karşısında yaptığı yığınakla taarruza hazırlanıyordu.
Türk karşı taarruzu ve zafer
10 Eylül günü Türk karşı taarruzu başladı. Asıl sonuç getirecek harekâtsa 11 Eylül günü sağ kanatta Mürettep Kolordu’nun Duatepe’ye doğru yaptığı taarruz oldu ve Duatepe’nin alınmasıyla sonuçlandı. Papoulas, saat 22.00’de ordusuna muharebeyi kesme ve Sakarya’nın batısına geçme kararını bildirdi. Yunan’ın Küçük Asya Ordusu bütün tümenleriyle mevzilerini terk edip Sakarya Nehri’ni geçmeye başlamıştı. 13 Eylül’de Sakarya’nın doğusunu tamamen boşaltan Yunan ordusu 22 Eylül’de Eskişehir-Afyon bölgesine geri gelmişti. “Geri çekiliş çok zahmetli ve akla gelmeyen yokluklar içinde cereyan etmişti. Türklerin morali hiçbir zaman geri çekilme sırasında Yunan’ı kovaladığı zamanki kadar yüksek olmamıştı.” Sakarya savaşları sırasında esir düşen bir Türk subayının üstünde Mustafa Kemal Paşa’nın “Bu mevziler Türkiye’nin son kalesidir” notu çıkmıştı. Türk subay ve erleri kanı ve canı pahasına o kaleyi savunmuş ve zaferi kucaklamıştı.
Yunan General Andrea, Sakarya için “Anadolu seferinin kaderini tayin eden ve oradan kovuluşumuzun başlangıcı olan kesin bir savaştı” diyecekti. General Stratigos’a göre Yunan iradesi, Mustafa Kemal’in daha üstün iradesi önünde baş eğmişti. Spridonos’a göre “Hasım tarafında başkumandanın bükülmeyen ciddiliği, genel faaliyeti zedeleyen her gecikmeye karşı en ağır otorite olarak kendisini göstermişti. Türk başkumandanı akıllı ve kararlarında inatçı bir kimse idi. Her karış arazinin savunulmasını emretmişti.” Buna karşılık Papoulas, “beceriksiz, kararsız ve dengesizdi. Yunan ordusunun cesaretini ve aynı zamanda onun büyük bir ideale olan inancını o bozkırın ortasına gömmüştü.” Özetle, Sakarya harekâtı Yunan ordusunu bitirmişti.
Yunan’ın taarruza çıkarken güttüğü amaçların hiçbiri gerçekleşmedi. Türkler barış yapmaya zorlanamadı. Sevr ya da başka bir barış projesi Türklerin gündemine bile alınmadı. Gunaris’in Fransa ve İtalya’yı Türklere destekten alıkoyma düşüncesi gerçekleşmedi. Aksine Fransa, Ankara İtilafnamesi ile işgal ettiği bölgeleri hemen Türklere terk etti. İtalya ise kısa bir süre sonra çekilecekti. TBMM, 19 Eylül 1921 günü Mustafa Kemal Paşa’ya Mareşal rütbesi ve Gazi unvanını verirken Yunan tarafında komutan dökümü başlayacak, Papoulas emekliye sevk edilecekti. Son kaleyi kurtaran Başkomutan Gazi Mustafa Kemal Paşa ise şimdi Yunan’a son darbeyi indirmeye hazırlanıyordu.
KAYNAKÇA
Altay, Fahrettin, İstiklal Harbimizde Süvari Kolordusu, İnsel Kitabevi.
Altay, F., 10 Yıl Savaş ve Sonrası 1912-1922, İnsel Yayınları, İstanbul, 1970.
Emirce, İoannis, II. Kitap, Atina, 1928, ATASE Başkanlığı Kütüphanesi Daktilo Çeviri.
Erdoğan, Selim, Sakarya-Türk Bitti Demeden Bitmez, Kronik Yayınları, İstanbul, 2021.
Kondilis, Aleksandros [Kontoules, Alexandros], Küçük Asya Seferi II. Devre, çev. Konstantinos İoannis Emirce, II. Kitap, Atina, 1928, ATASE Başkanlığı Kütüphanesi Daktilo Çeviri.
Müderrisoğlu, Alptekin, Kurtuluş Savaşı’nın Mali Kaynakları, Maliye Bakanlığı Yayınları, Ankara, 1973.
Roda, Mihail, Yunanistan Küçük Asya’da, çev. Yorgi Kundakçıoğlu, Atina, 1950.
Selek, Sabahattin, Millî Mücadele, C. II, Örgün Yayınevi, İstanbul, 1982.
Spridonos, Yorgos L., Harp ve Hürriyetler, ATASE Başkanlığı Kütüphanesi Daktilo Çeviri.
Stratigos, Xenefon, Yunanistan Küçük Asya’da- Tarihi Bir Müşahede, çev. Cemal Tosun, 2. Kitap, Atina, 1925, ATASE Başkanlığı Kütüphanesi Daktilo Çeviri.
Vasilopedos, Andrea, Eskişehir- Sakarya 1921, çev. Cemal Tosun, Agon Kitabevi, Paris, 1928, ATASE Başkanlığı Kütüphanesi Daktilo Çeviri.
Vutureidu, İlia, Sakarya Ötesi Harekâtı, çev. Niko Grigoriadis, Atina, Deli Matbaası, 1922, ATASE Başkanlığı Kütüphanesi Daktilo Çeviri.
Türk İstiklal Harbi [TİH], İdari Faaliyetler, C. 7, Genelkurmay Harp Tarihi Başkanlığı Yayınları, Ankara, 1975.
Türk İstiklal Harbi, Batı Cephesi- Sakarya Meydan Muharebesi, II. Cilt, 5. Kısım, 2. Kitap, Genelkurmay Basımevi, Ankara, 1973.
TBMM GCZ, C. II. “Başkumandanımızın Ordu ve Millete Beyannamesi”, Hakimiyet-i Milliye, 7 Ağustos 1921.
“Hamiyetli Halkımıza”, Hakimiyet-i Milliye, 9 Ağustos 1921.