Galatasaray tarihinin büyük yangını

Fotoğraf
Cengiz Kahraman Arşivi, Galatasaray Spor Kulübü Müzesi
26 Şubat 2021 - 13:27

Bundan seneler önce, kütüphanelerden birinde eski gazeteleri tararken Galatasaray Lisesi ve lisede vuku bulan yangınla alakalı bir haberle karşılaşmıştım. The Levant Herald & Eastern Express gazetesinin Fransızca bölümünde “L’incendie de Galata Serai” [Galatasaray Yangını] ve yine aynı nüshasında “Galata-Serai Aperçu Historique” [Galatasaray Tarihçe] başlıklarıyla iki habere rastladım. Gazete, lisenin tarihçesini ve yangının vuku bulduğu tarihteki durumunu son derece tafsilatlı bir surette anlatmıştı. Önce mektebin içinde eski yangınları da barındırdığı tarihçesinin anlatıldığı ve Stambouline [İstanbullu] imzasıyla yayımlanan makaleyi nakletmek istiyorum:

Galata-Saray Tarihçe1

1242 (1826) senesinde Sultan Mahmut, Galatasaray’daki eski Acemioğlan Kışlası’nda Tıbbiye Mektebi’ni kurdu. Bu bina 1846’da bir yangında tamamen kül olunca, buradaki bilimsel malzeme –balmumundan yapılma bir anatomik parça koleksiyonu dâhil– ile tüm okul, Haliç’te Kumbarahane’ye, Dâhiler Mektebi’nin içine taşındı. Temmuz 1847’de bu mektep Galatasaray’a gelecek, ünlü lisenin doğum süreci böylece başlayacaktı.

Mektep 1868’in Eylül ayında törenle açıldı. Mektebin doğumundaki ikili [çok yönlü] düşünce şuydu: Eğitim yabancı dilde verilecek ve bu Osmanlı halkı karakter ve öznelerinin kabulüne hazırlık amacına yönelik, ırkların birleştirilmesini amaçlayan ciddi bir deneme olacaktı. Ders yılı açılışında Fuad Paşa’nın büyük veziri Hariciye Nazırı Ali Paşa, Fransız Sefiri Bay Bourrée ile yan yana durarak yeni oluşumunun temellerinin atıldığını gösteriyordu.

Derhâl okula 900 talebe alınması için harekete geçildi. Derslerin idaresi ve öğrenimin hatırı sayılır bir bölümü, saltanat idaresinin talebiyle Fransız öğretmenlere emanet edildi. 400.000 franklık bir meblağ bilimsel malzeme alımı için ve öte yandan yıllık 500.000 franklık bir ödenek de cari harcamalar için ayrıldı. Hükümet, tamamı Osmanlı halklarından, farklı din ve mezheplerden çocuklara verilmek üzere 150 kişilik bir burs tahsis etti. Türk okullarında eğitimin ücretsiz olması gereğinden yola çıkılarak bu bursların aylık ödüller şeklinde dağıtılması kararını not etmeliyiz. Burada lise için liyakat esasının yürürlükte olduğu söylenebilir. Ödeme yapan öğrenciler için bir orijin [ırk, din mezhep] ayrımı bulunmamaktadır.

Acemioğlan Kışlası zamanında Galatasaray Ağasına bir örnek

Türk dilleri, Arabî, Farisî dersleri bütün sınıflarda ve bütün öğrencilere mecburi idi ve 5 yıl boyunca, beş Müslüman öğretmen tarafından veriliyordu. Ancak eğitimin büyük bölümü, bir kısmı Fransa’dan gelen, buradaki Fransızca konuşan hocalar arasından seçilen Fransız öğretmenler tarafından veriliyordu. Bu dersler Fransızca, edebiyat, tarih, coğrafya, temel matematik, fizik ve tabii bilimlerdi.

Bütün imparatorluk ırkları mecburi askerlik hizmetine tâbi idiler. Farklı unsurların bir çatı altına alınması, bir üniforma içine sokulmasının zor olması gibi, burada da farklı unsurların örneğin kendi dillerinde ders görmemelerinin memnuniyetsizliği vardı.

1866’da Darülfünun herkese açık bir okul olarak kurulma girişimiyle saltanat hükümetinin toplumun üstündeki baskıyı azaltmaya, farklı dil, din, kültürden gelen insanların bir arada mümkün mertebe kanuna uygun ve disiplinli yaşamasının boş bir hayal olmadığının ispatı olarak görülüyordu. Cuma Müslümanların, Cumartesi Yahudilerin, Pazar Hristiyanların tatil günüydü. Oruç zamanları, bayramlar bu işin yürümesinin zor olduğunu düşündüren faktörlerdi.

Görülüyordu ki, birilerinin korkuları ve diğerlerinin ön yargıları kötü konumlanmıştı. Gidiş yönü, sezgi, övgü, ölçü ve tarafsızlıkla bulunmalıydı. Saltanat idaresi, üzerinde titrenen bir eşitlik ve kimsenin bir diğerinden üstün olmadığının gözetildiği bir düzeni kurmak istiyordu.2

Toplumun geleneklerinde ve halkın günlük yaşamında mevcut olan hoşgörü esprisi, dikkat çekici bir yöntemle yabancılar tarafından yetiştirilecek bu yeni gençlikte ortaya çıkacaktır. Herkes kendi din ve kültürünün gereklerini özgürce ve saklayıp gizlemeden yerine getirecek, aynı zamanda diğer dinden arkadaşlarına da aynı hassasiyet ve özeni gösterecektir.

1 Eylül’de okulun açılışında mevcut 341 öğrencinin dağılımı şöyleydi:

Müslüman 147, Gregoryen Ermeni 48, Rum 36, Bulgar 34, Yahudi 34, Katolik Latin 23, Katolik Ermeni 19 [ve diğer unsurlarla] toplam 341. Bu öğrencilerden 240 tanesi Fransızcayı hiç bilmiyor, 60 tanesi anlamadan okuyor ve yazıyor, yalnızca 40 tanesi lisanı konuşup yazabiliyordu. Bir zorluk da şuydu: Farklı ve eşit olmayan kültürlerden gelme öğrencilerin çoğu kendi ana dillerini de yeterli düzeyde bilmiyordu. Bu öğrenciler evvela Fransızcaya aşinalık seviyelerine göre beş sınıf ve on iki kısma ayrıldılar. 5. sınıfa Fransızcayı iyi seviyede okuyup yazan öğrenciler yerleştirildi. Bunlara ilaveten Fransızca, edebiyat, coğrafya, tarih, matematik, kimya, tabii bilimler, fizik, Latince, cebir ve geometri dersleri okutuluyordu.

Lisenin açılışından bir ay sonra öğrenci sayısı 430’a, yıl sonunda 530’a yükseldi. [Böylece] okul idaresinin bir talebi daha reddedilmişti. Çünkü idare daha yüksek sayıda öğrencinin yetiştirilmesi amacıyla gerekli kadroları kurmak için zaman istiyordu. Hükümet, İstanbul’da genç Müslümanlar için, koleje geniş ve sağlam bir talebe kitlesi göndermeye yönelik bir hazırlık okulu açarak, idarenin işini kolaylaştırdı. Uygulama beklenirken lise büyümesine devam etti ve 1869 yılı sonunda 640 talebe rakamına ulaştı.

1871 yılında, daha sonraları can sıkıcı sonuçları olacak bir kararla, lisenin Topkapı Sarayı içinde, Gülhane’de bulunan Tıp Okulu ile yer değiştirmesi fikri ortaya atıldı. Bu mekân, bahçelerin içinde Karadeniz’den gelen poyrazın, çimenleri efil efil süpürdüğü harika bir yer olmasına karşın yola uzaktı. Özellikle nehari [gündüzlü] öğrenciler, sabahları ve akşamları evlerine varmak için uzun bir yol kat etmek zorunda kalıyorlardı. Bu sebeple öğrenci sayısı birdenbire 471’e indi.

Derslere gelince, ilk neticeler alınmaya başlandı. Üçüncü yıl, 1871’in Temmuz ayında ancak sekiz öğrenci bachelier ès sciences [fen bilimleri] diplomalarını bir komisyonun önünde aldılar. Takip eden senelerde bu sonuçlar artarak devam etti. 1875 yılında lisede yalnızca 428 öğrenci kalmıştı. Bu durum, Galata-Saray’ın yer değiştirmesinden sorumlu bilge kesimin bir kabahatidir. Öngörülü olup, ilk günlerden önlem almalıydılar.

Sabah gazetesinin ilk sayfasında yayımlanan II. Abdülhamit'in Fermanı haberinin kupürü

Lise, en büyük gelişimini S.M.I [Sultan Majesty Imperial] Abdülhamid Han saltanatında gerçekleştirmiştir. Memleketin her tarafında görülen ve üzerine titrenen egemenlik ışığının etkisiyle, tüm dünyada ses getiren gelişmelerin sonucundan Galata-Saray da nasibini almış, saltanatın daha ilk yıllarında talebe sayısı hızla 750’ye yükselmiştir. Felaket esnasında mektebin öğrenci sayısı 1.200, hoca sayısı 80 idi. Bunun ülke için anlamı büyüktür. Kırk yıl içinde, devlet ve özel yönetim kademelerinde, ticarette, bilimde, serbest meslekte eğitimli, istiklal aşkıyla dolu, memleketine minnet ve eğitim bağlarıyla bağlı birçok genç nesil yetişecektir. Ve onları cesaretlendirircesine, saltanat hükümeti de yalnızca halkın değil, onların da menfaatlerini gözetmiştir. 

Galatasaray Lisesi yalnızca yerli, Hristiyan öğrencileri değil fakat aynı zamanda, özellikle 1873 yılından itibaren Türk dillerini, Arabî ve Farisî’yi öğrenmeye başlamış genç yabancılar için de eğitim programını hatırı sayılır şekilde genişletmiştir. Bunların içinde doğu dillerini çalışanlar azınlıkta idiler. Bu hizmeti ile Galatasaray bu memleketlerin entelektüel gelişim sürecinde yerini almıştır. Hoşgörü ve birliktelik ilkelerinden yola çıkarak onları yüce ve soylu istiklal hisleriyle donatmak suretiyle gelişme ve refahlarına katkı vermiştir.

Galatasaray Lisesi’nde 1907 senesinde çıkan yangın felaketi üzerine lisenin tarihçesinden ve o devirdeki durumundan bahseden tek gazete The Levant Herald değildi kuşkusuz. Türkçe gazeteler de yangına ve liseye sayfalarını cömertçe ayırmışlardı. Örneğin Sabah gazetesi, bu modern mektebi kat kat tüm ayrıntılarıyla anlatmıştı:

Mektebin Taksimat-ı Dâhiliyesi3

Mektebi Sultani binasına alt katındaki orta kapıdan girince iki tarafta iki yemekhane, sağında ser-mubassır, ikinci mubassır odalarıyla kahvehane, ders nazırı Cemil Bey’in odası, solda birinci, ikinci iptidai sınıflarıyla bir kütüphane. Mezkûr kapıdan bahçeye çıkılıp ileriye doğru gidilince bir cami-i şerif mahalli, bunun sağında sınıflar, bir müdüriyet odası. Solunda sınıflar, kiler, matbah [mutfak], şadırvan.

İkinci kat: Müdüriyet, muhasebeci, başkâtip, vezne odalarıyla on dokuz adet mütalaahane ser- mubassır, ikinci mubassır odaları, mubassırın ve muallimin odaları, hüsn-i hat ve resim sınıfları, müze, kimyahane.

Üçüncü kat: Bu katta talebenin yatakhaneleri, müdür-i saninin dairesi, bekçi odası mualliminin eşyasına mahsus depo, mubassırlar odası, hastahane.

Yatakhaneler: On odadan ibaret olup bunlardan ikisi yüzer diğerleri ellişer, altmışar yataklıdır. Birinde yetmiş yatak mevcuttur...

Müze: Mekteb-i Sultani’nin müzesi orta katta olup derununda hakikaten kıymettar mevad mevzu idi. Eşya-yi mevcude meyanında beş metre uzunluğunda bir balık iskeleti var idi ki, bu cesim balık Dersaadet sularında sayd edilmiş [avlanılmış] idi. Mekteb-i mezkûrun bir de laboratuarı mevcut olup bunun mükemmeliyeti de fevka’l-gaye idi.

 Yangının çıktığı tarihlerde Lise'nin müdürlüğünü yapmakta olan Abdurrahman Şeref Bey

Yukarıdaki makalelerden Galatasaray’ın şimdiki zamandan daha da fazla olmak üzere ne kadar önemli bir mektep olduğu anlaşılıyor. 1907 senesinin 9 Mart günü, cumartesiyi pazara bağlayan gece 02.30 sıralarında çıkan yangın, bu ehemmiyetin padişah katında dahi ne denli yer tuttuğunu gösteriyor. Öyle ki, çıkan yangın üzerine ertesi günü Padişah II. Abdülhamit bir ferman yayınlayarak yangın sebebiyle harap olmuş binanın derhâl yeniden inşasını ve tedrisata ara verilmeden devam edilmesini buyurmuş. Padişahın bu fermanı üzerine yangın hem gazetelerde önemli bir yer işgal etmiş hem de devrin önemli şahsiyetlerini yangın yerinde buluşturmuş. Önce The Levant Herald’a göz atalım:

Galatasaray Yangını4

Geçtiğimiz Pazar günü sabah saat 02.30 sularında, Galatasaray Sultanisi müdür muavini Bay Feuillet’in dairesinin mutfağındaki bir gaz hortumunun yarılmasından kaynaklanan bir yangın çıktı. Binanın ahşap olan içi bölme ve duvarları tamamen yandı. Yardım gelene kadar felaket her yeri sardı. Hiçbir şey kurtarılamadı.

Müdür S.E. [Sir Excellence] Abdurrahman Bey’in ilk sözleri “Çocukları kurtarın!” oldu.

Müdür muavini lojmanının bitişiğinde hizmetçilerin yatak odası vardı. Onlardan bir kadın, Çatalcalı bir Hristiyan uyandı. Aradaki ahşap bölme alevlerin içindeydi. Umutsuz yardım çağrılarıyla ve kız kardeşinin yardımıyla bölmeyi itmeye ve yangını söndürmeye çalıştı. Kalın bir duman ortalığı kapladı. Bay Feuillet, karısı ve oğlu irkilerek uyandılar. Dumanlar, bir talebe yatakhanesinin de bulunduğu üst katı tamamen kapladı. Mubassırlar (Gözetmenler) uyandılar. İlk şokun ardından yangına müdahaleye çalıştılar, ancak alevler dört bir yanı sarmış olduğundan bu çabaları sonuçsuz kaldı.

Bay Feuillet’in dairesi artık yoktu. Alevler sağ taraftan Abdurrahman Bey’in lojmanından ve sol taraftan talebe koğuşlarından geliyordu. Okul gazla aydınlatıldığından lambalar alevlerle buluştukça felaketin boyutu artıyordu.

Galatasaray İtfaiyesi görev başındaydı. Ellerinden geleni yapıyorlardı. Fakat yanan gaz borularından yükselen alevler bütün gayretleri boşa çıkarıyordu. Pera İtfaiye Müfrezesi de olay yerine intikal etmişti.

Alevler üst katı sarmış olduğundan, itfaiyeciler binaya giremedi. Döşemeler birbiri ardına çöküyordu. Kasa dairesi açıldı ancak paralar kurtarılamadı. İkinci katta etüt salonu dışında revir, dispanser, büyük tören salonu ve müze bulunmakta idi. Alevler çabucak giriş kata ulaşırken, kırk civarı sınıf ve mubassır koğuşları da kül oldu. Yalnızca mutfak ve hizmetlilere ayrılan bölüm felaketten kurtarılabildi.

Bay Feuillet hiçbir eşyasını kurtaramadı. Abdurrahman Bey’in dairesinden bir Kur’an ve üç halı kurtarılabildi. Bütün kitaplar ve öğrenci kayıtları kül oldu. İkinci kattan sadece birkaç kitap kurtarıldı.

Genel Sekreter Abdul Nafi Bey diri diri yanmaktan son anda kurtuldu. Kendini yataktan atması ile üzerine bir örtü alıp dışarı çıkması bir oldu. Kendisine elbiseleri sonradan verildi. Bu çalışan, yangında bütün kitaplarını ve büyük miktarda ziynet eşyasını kaybetti. Okulun kütüphanesi, fizik ve kimya laboratuarlarının araç gereçleri ve müzede sergilenen eşya da alevlerden kurtarılamadı.

İçlerinde Müdür Salih Arif Bey, Mazhar Kazancı, Faik Üstünidman, Ruşen Eşref, İhtifalci Ziya Bey, Ata Bey'in de bulunduğu bir hatıra

S.M.I. Sultan yangın mahallinde birçok insan görevlendirdi. Pera Belediye Başkanı S.E. Hamdi Bey, Szechenyi Paşa5 ve Mehmed Paşa, şehrin itfaiye amirleri, bahriyeliler ve birçok diğer görevli olay yerine intikal ettiler. Ne mutlu ki, bu felaket bir Cumartesi günü yani okul tatile girdikten sonra meydana geldi. Okulun 950 öğrencisinden sadece 240 tanesi bu gece okuldaydılar.

Bu talebeler derhâl tahliye edilerek Pera Mutasarrıflığı misafirhanesine götürülerek burada odalara yerleştirildiler.

Ayakta kalan mutfak ancak dün çalışmaya başladı. Hasar görmüş olan hizmetli odası da boşaltılıp temizlendikten sonra buraya da talebeler yerleştirildi. Mektep, Sultan’ın emriyle yeniden inşa edilecek.

Maarif Nazırı okulu ziyaret etti, öğrencilerin geçici olarak barındırıldığı mekanları inceledi ve okulda eğitimin on gün içinde başlayacağı müjdesini verdi. Bu esnada Pera’da, lisenin taşınacağı uygun bir yer aranacaktır. Ölü veya yaralı yoktur. Maddi zararın 70.000 Türk lirasına kadar çıkabileceği bildirildi.

İlk bakışta, lise binasının inşasına çok yakında başlanabileceği görülmektedir. Eski Seraskerat görevlileri, şimdiki mevcut binanın 8.800.000 pts’ye (piastre) mal olduğu bilgisini verdiler. Hazine-i hassa mühendislerinden Kadri Bey hasarlı binada yaptığı incelemeden sonra, ayakta kalan duvarların kullanılabileceğini, yıkılan duvarların yeniden inşası ile mükemmel bir tadilat yapılabileceğini söyledi.

Bu mühendis 34.000 liraya bu işin bitirilebileceğini söyledi. Eş zamanlı olarak mektebi ziyaret eden Grande-Maitrise inşaat heyeti başkanı İhsan Paşa bu tadilatın yalnızca 30.000 liraya biteceğini bildirdi.

Kemâleddin Bey ve Vedat Bey isimli iki mimar, duvarların muhafaza edilmesi ile bu rakamın 26.000 liraya ineceği görüşündeler. Duvarlar yıkılıp yeniden yapılırsa rakam 50.000 liraya çıkıyor. Masraflara Maarif Nezareti dışında birkaç kurum katkıda bulunacak.

Talebeler ders başı yapmaya başlıyorlar. Bu maksatla gereken malzeme tedarik edildi. Lisenin hasarlı kısmında yatan öğrenciler Pangaltı’daki Surp Agop evine daha önce yerleştirilen arkadaşlarının yanına yollanacaktır.

Lise binasında inşaat devam ederken çekilen bir mezuniyet hatırası, 23 Ağustos 1908

11 Mart 1907 tarihinde yayınlanan Sabah’ın ilk sayfasında da yangın bütün teferruatıyla yazılmış. Gazete, olayla ilgili The Levant Herald’da olmayan bazı tafsilatları da nakletmiş okurlarına:

Harikin Suret-i Zuhuru [Yangının Ortaya Çıkışı] 6

Harik evvelki gece saat sekiz (alaturka saat ile) raddelerinde müdür-i sani Mösyö Fuviye’nin dairesinden zuhur etmiştir. O gece Mösyö Fuviye’nin hizmetçisi Çatalcalı Hristiyan bir kadın biraz rahatsız olduğu cihetle beray-ı muavenet [yardım için] hemşiresini nezdine celp etmiş. Gece yemekler pişirildikten, çaylar içildikten sonra Mösyö Fuviye, zevcesi ve çocuğu ile beraber hâb-gâhına [yatak odasına] çekilmiş. Hizmetçi kadınlar da mezkûr daire dâhilinde bulunan matbah yanındaki odalarında yatmışlar. Hizmetçi kızların yattıkları oda ile matbah arasındaki kapı açık imiş. Uyku esnasında yani saat sekizde hizmetçi kızlar duman teneffüsü ile uyanıp matbah tavanını ateşler içinde görmekle feryada başlamışlar ve derhal Mösyö ve Madam [Madame] Fuviye’yi uykudan uyandırıp keyfiyetten haberdar eylemişlerdir.

Mösyö Fuviye ateşin matbah tavanından alev- riz olduğunu [alevlendiğini] müşahede edince, gerçi bir taraftan vesait-i itfaiyeye müsâraat, diğer taraftan mektep mubassırlarına ihbar-ı keyfiyet eyleyip mubassırlarla müstahdemin itfa-yi harike son derece sarf-ı gayret etmişler ve müdür-i mektep müşarünileyh Abdurrahman Bey Hazretlerini uyandırmışlar ise de, tavanların pek yüksek olmasına ve su isalesi ile diğer vesail [vesileler] itfaiyenin icrası imkânı elde edilememesine mebni ateş sürat ile binanın çatısını sarmıştır. Mektep ise kâmilen bir çatı altında bulunduğundan çatı araları ateşi boru çeker gibi çekmiş ve harik gittikçe kesb-i vüs’at [genişlik kazanmış] ve şiddet eylemiştir.

Müdür-i mektep, harikin artık gayr-i kabil-i itfa [söndürülemez] bir hâlde bulunduğuna ıtla-yı hâsıl ettiğinden [hükmettiğinden] yatakhanelerde uykuda bulunan talebenin telaş ve heyecanına meydan verilmeyecek surette kaldırılıp, mektep bahçesine isâl edilmelerini emretmiş ve hemen muktezasına tevessül kılınarak [gereği yapılarak] filhakika talebe birer birer ve kemâl-i sükûn ile yataklarından kaldırılıp cümlesi bahçeye çıkarılmıştır.

Harik çatıdan çatıya mektebin her tarafına istila ettiğinden üst katlardan orta katlara düşen enkaz, ateşin orta katları dahi alevlendirmesiyle müdür-i mektep Abdurrahman Beyefendi Hazretleri ailesini tahlise [kurtarmaya] teşebbüs etmiş ve haber aldığımıza göre kendisi ancak üzerinde bir palto, bir pantolon olduğu hâlde mektepten bahçeye çıkmış ve bütün eşyası kıymettar kütüb-i nadiresi lehib olmuştur [yanmıştır].

Galatasaray yangınını haber veren gazetelerden Tercüman-ı Hakikat’te ise yukarıdaki istihbarata ilaveten yangında kaybolan paradan da bahsedilmiş: 7

... Mektepte bulunan kasada 150 lira mevcut bulunduğu gibi başkâtip saadetli Nafi Beyefendi Hazretlerinin mevcut nakdi ve sermubassır Mösyö Admo’nun parası çıkarılamamıştır...

Tevfik Fikret'in hamisi olduğu Galatasaray futbol takımının 1909 senesi İstanbul Ligi şampiyonluk şildiyle birlikte lise bahçelerinden birinde alınmış fotoğrafı

Padişah II. Abdülhamit’in iradesi ve 1908’de mektebe müdür tayin edilen Tevfik Fikret’in gayretiyle iki sene gibi o devir için kısa bir sürede onarımı tamamlanan lise 1909’da yeniden hizmete girdi. Bu süre zarfında Galatasaray futbol takımı oyuncuları da dâhil olmak üzere pek çok talebe Beylerbeyi’nde hastaneden bozma barakalarda eğitimlerine devam etmek mecburiyetinde kaldılar. Canım bina ile beraber Mekteb-i Sultani’nin tarihinin de yanıp kül olduğu bu felaket, halen faal olan tarihi binalara gösterilmesi gereken özen ve dikkat konusunda ders verir nitelikte. Ancak bundan sadece birkaç sene önce Ortaköy’deki Galatasaray Üniversitesi yangını, bu uyarılara pek de kulak asmadığımızı bizlere hatırlatıyor.

 

Dipnotlar

1 The Levant Herald & Eastern Express, 16 Mart 1907, Vol: XXVII, No: 11, s. 152. The Levant Herald & Eastern Express gazetesinden alıntılanan metinler Fransızca’dan dilimize Galatasaray Lisesi 1982 yılı mezunu Ahmet Özügül tarafından çevrilmiştir.

2 Gazetenin istibdat devrinin doğası gereği saltanat ve hükümetten bahsederken, sözcükleri çok dikkatli seçtiği, son derece temkinli bir lisan kullandığı hatta aşırılığa kaçan bir övgü düzme gailesi içinde olduğu görülüyor.

3 Sabah, 11 Mart 1907, Sayı: 6262, s. 2.

4 The Levant Herald & Eastern Express, 16 Mart 1907, Vol: 27, No: 11, s. 147.

5 1871 senesinde Padişah Abdülaziz tarafından İstanbul’a davet edilen ve İstanbul Askeri İtfaiye Teşkilatı’nı kuran Macar itfaiyeci Kont Odön Szechenyi’ye, 1877’de II. Abdülhamit tarafından paşalık unvanı verilmiştir. Szechenyi Paşa 1922’deki vefatına kadar tam 52 sene itfaiye teşkilatına hizmet etmiştir.

6 Sabah, 11 Mart 1907, Sayı: 6262, s. 1.

7 Tercüman-ı Hakikat, 11 Mart 1907, Sayı:9313, s.2.

Galatasaray
Galatasaray Lisesi
Galatasaray Lisesi Yangını
Tarih
İstanbul
İstanbul Yangınları
Mehmet Yüce
Sayı 005

BENZER

Galata Kulesi, şehrimizin en belirgin silueti. Kalabalığın arasında parmak uçlarına kalkmış merakla etrafı kolaçan eden, kafası külahlı bir çocuk o. Hınzır değil, dedikoducu değil. 1500 yıldır tanık olduğu sayısız felaketin ve tanımsız şiddetin ağırbaşlılığı var sanki üzerinde. Dönem dönem üstlendiği güvenlik ve yangın gözlem kuleliği görevlerinin verdiği alışkanlıkla belki, hep iyi miyiz diye bakıyor sanki. Ama şehri de onu çok seviyor, öyle böyle değil.
İstanbul’da taksicilerin ilk grevi 1926 yazında gerçekleşti. Belediye ile taksiciler arasındaki çekişme takip eden yıllarda da sürdü. Nâzım Hikmet taksi grevinin olduğu günlerde şehirdeki hareketlilikten çok etkilenmişti. “Sesini Kaybeden Şehir” şiiri işte böyle bir ortamda yazıldı...
Kadının seçme ve seçilme hakkını elde etmeye yönelik sürdürülen Süfrajet hareketi içinde, hatta genel olarak kadın hakları mücadelesi içinde bisikletin önemli bir yeri vardı. Bu, bugünden düne bakılarak yapılan bir saptama değil; zamanın kanaat önderlerinin de altını çizdiği bir görüştü. Sahiden de bir yerde kadınlar (ve kız çocukları) özgürlükten ne kadar uzaksa, bisikletten de o kadar uzak oluyordu...