Bitmeyen tartışmanın izinde: İttihat ve Terakki

Fotoğraf
İBB Atatürk Kitaplığı Arşivi
23 Ağustos 2024 - 10:11

Devleti kısmi bir tanımla güç merkezli organizasyon olarak nitelendirdiğimizde bu gücün kaynakları hakkında fikrî tartışmaya girmemiz gerekir. Rönesans ve reformla başlayan aydınlanma süreci, bu süreçten önce kurulan tanrısal güce dayalı devlet ya da imparatorluk sistemlerini kökten değiştirdi. Özellikle Fransız Devrimi’yle beraber doruğa ulaşan seküler milliyetçi anlayış dünyada din işlerinin devlet işlerinden ayrıldığı bir ulus devlet modeli inşa etti. 

1683 yılında Venedik’te askerî anlamda üstünlüğünü kaybetmeye başlayan, 1699 yılında Karlofça Antlaşması’yla diplomatik anlamda da yenilen Osmanlı bu tarihler sonrasında çöküş dönemine girer. Yukarıda bahsettiğimiz ulus devlet anlayışını temellendiren 1789 yılındaki Fransız Devrimi ise çok uluslu bir imparatorluk olan Osmanlı’yı iyiden iyiye sarsmaya başlar. Bu tarihî olay bir bakıma zaten ekonomik ve askerî olarak Batı’nın gerisine düşen Osmanlı’nın çöküşünü hızlandırır. İmparatorluk içindeki birçok azınlık milliyetçilik duygularıyla özerklik ya da tam bağımsızlık amaçlarıyla isyan eder. 

Coğrafi keşiflerin sonucunda ticaret yollarının değişmesiyle ekonomisi de ağır darbe alan Osmanlı artık Batı’nın üstünlüğünü kabul etmeye başlar. XVIII. yüzyıl İmparatorluğun Batılı tarzdaki reform yüzyılı olur. Yirmisekiz Mehmet Çelebi’nin yüzyılın başlarında Avrupa’ya gönderilmesi, Baron de Tott gibi askerlik uzmanlarından faydalanılması, Fransa düşkünlüğü ve askerî başarılarından dolayı Napolyon hayranlığı herkes tarafından bilinen III. Selim’in padişah olması Avrupaî atılımların İmparatorluktaki mihenk taşlarıydı. Özellikle III. Selim’in XVI. Louis’yle mektuplaşarak başlattığı Nizam-ı Cedit hareketi ve Avrupa’ya öğrenci göndermesi sonrasında “yenilikçi padişah” II. Mahmud’un Yeniçeri Ocağı’nı kaldırıp orduyu Batılı tarzda düzenlemeye çalışması ve yeni kurulan Asâkir-i Mansûre-i Muhammediye ordusuna subay yetiştirmek amacıyla Avrupa’ya öğrenci göndermeye devam etmesi gibi atılımlar aslında Osmanlı’nın son dönemlerindeki siyasal tarafların belirlenmesinin de temelini oluşturmuştu. 

Tıbbiye, Harbiye ve Mülkiye gibi modern eğitim kurumlarının inşa edildiği, Tanzimat ve Islahat fermanlarının ilan edildiği, kısacası Batılılaşmanın doruk noktasına ulaştığı XIX. yüzyılda Osmanlı Devleti’nin yönetim kademelerinde artık Enderun’da ya da medreselerde yetişen kişiler değil özgürlük-eşitlik-kardeşlik idealleri ve milliyetçilik ideolojisiyle donanmış Avrupaî eğitim alan kadrolar vardır. Dönemin bir diğer özelliği de fikir kulübü, dernek gibi oluşumların kurulmasıdır. Jön Türkler adıyla bilinen oluşum XIX. yüzyıl Osmanlı’sını politik anlamda dönüştürecek etkiye sahiptir. Tam da bu noktada birbiriyle karışan bazı kavramları anlatmak gerekir. Jön Türk (Jeune Turquie) tanımı Fransızların kullandığı bir tabirdir. Kelimenin tam Türkçe karşılığı genç Türklerdir; özellikle Namık Kemal ve Ali Suavi bu tanımı benimserken kelimenin Türkçe karşılığını Yeni Osmanlılar olarak belirlediler. Bu bakımdan Jön Türklerle Yeni Osmanlılar aynı topluluğu ifade etse de tarihsel olarak iki kavramın arasında bir fark mevcut. Avrupa’da hem I. Meşrutiyet için çalışan başta Namık Kemal ve Ziya Paşaların kuşağına hem de II. Meşrutiyet için çalışan başta Prens Sabahaddin, Mizancı Murat ve Ahmet Rıza Bey’in kuşakları için Jön Türk terimi kullanılırken Türkçe siyasal literatürde I. Meşrutiyet’i destekleyenlere Yeni Osmanlılar (Genç Osmanlılar), 1899 tarihinden itibaren siyasi sahneye çıkan ve II. Abdülhamid’e karşı olan hareket içindekiler için de Jön Türk terimi kullanılmıştır.

NAMIK KEMAL (1840-1888)

İTTİHAT’A UZANAN YOL VE MEŞRUTİYETÇİLER 

1839’da büyük umutlarla ilan edilen Tanzimat Fermanı yaraya merhem olmaz, toprak kayıpları ve ekonomik darboğaz devam eder. Sultan Abdülaziz’in memurları sürgün etmeyi bir alışkanlık hâline getirmesi, Osmanlı Devleti’ne karşı büyük devletlerin uyguladıkları müdahaleci politikanın yanı sıra gayrimüslimlerin kendi devletlerini kurmak için çıkardıkları isyanlar karşısında askerî ve diplomatik anlamda başarısız olan Osmanlı yönetiminin çıkmaza girmesiyle bazı aydınlar, devleti kurtarmak için meşrutiyet rejiminin benimsenmesi görüşünü savunmaya başlar. İşte kendini Genç Osmanlılar olarak tanımlayan; Ali Suavi, Şinasi, Ziya Paşa, Namık Kemal, Agâh Efendi gibi isimlerin yer aldığı zümre Avrupa ve İstanbul’da çıkardıkları Ulum ve İbret gibi gazetelerde insan hakları, eşitlik, hürriyet, adalet, vatan sevgisi, meşrutiyet, meclis sistemi, anayasal sistem vs. gibi konuları tartışmaya açtı. Özellikle Namık Kemal ve Ziya Paşa gibi aydınlar tam monarşik sistemin ülkeyi yönetemediğini ve anayasal meşrutî bir sürecin başlaması gerektiğini savundu. Jön Türklerin; dönemin Osmanlı yönetiminde Mithat Paşa, Hüseyin Avni Paşa, Mütercim Rüştü Paşa gibi destekçileri de vardı.

Bu isimler 1876’da Abdülaziz’i zorla tahttan indirdi ve yerine V. Murad’ı tahta çıkardı fakat akli sorunları olan bu padişah tahtta uzun süre kalamadı ve tarih, etkileri günümüze kadar sürecek bir siyasetin sembol ismini hazırladı. Meşrutiyeti ilan etme konusunda olumlu fikirlere “sahip görünen” II. Abdülhamid tahta çıktı. Yapılan çalışmalar sonucunda her ne kadar Kanun-i Esasi (1876 Anayasası) kabul edilip 23 Aralık 1876'da I. Meşrutiyet ilan edilse de bu kadük bir girişim olarak kalacaktı. Çok geçmeden Sadrazam Mithat Paşa’yla II. Abdülhamid arasında yetki paylaşımı konusunda tartışmalar çıkacak, devrim kendi çocuklarını yiyecekti. I. Meşrutiyet’i destekleyen tüm kadrolar tasfiye edilecek, Mithat Paşa hakkında idam cezası verilecek fakat daha sonra bu ceza Taif’e sürgün olarak değiştirilecekti. 

19 Mart 1877 yılında açılan ilk Osmanlı Parlamentosu, II. Abdülhamid’i eleştirmeye ve denetlemeye başlayınca merkeziyetçi bir yönetim anlayışı olan padişah, bu tablodan tedirgin olup Kanun-i Esasi’nin 7. maddesine dayanarak 13 Mart 1879’da Meclis’i feshetti. Bu tarihten sonra 30 senelik İstibdat Devri başladı. Bu devrin muhalefeti de Genç Osmanlıların siyasi mirası üzerinde şekillenecekti.

İTTİHAT VE TERAKKİ’NİN SIFIR NOKTASINDA 

Kapatılan Meclis ülkedeki dağılan muhalefeti toplar ve Abdülhamid’in baskıcı rejimine karşı tekrar Kanun-i Esasi’yi ilan etmek gayesiyle bazı kesimler harekete geçer. Yurt dışında ve içinde gizli örgütler kurulur. İttihat ve Terakki Cemiyeti (İTC) de bu amaçla kurulan örgütlerden biridir fakat bu örgütün kuruluşunun arkasında kilit bir isim ve çekirdek bir örgüt vardır. Arnavut asıllı İbrahim Temo 1889 yılında İttihat-i Osmani’yi (İO) kurarken aynı zamanda İTC'nin de temellerini atmış olur. Yazının başında belirttiğimiz Avrupa’dan etkilenen genç figürünün bir parçası olan İbrahim Temo bu örgütü de İtalya gezisinde gözlemlediği Carbonari Cemiyeti’nin kurallarına göre tasarlar.

15 ŞUBAT 1896 TARİHLİ MEŞVERET GAZETESİNİN LOGOSUNUN ALTINDAKİ “ORDRE ET PROGRES/ NİZAM VE TERAKKİ” İFADESİ POZİTİVİST AKIMIN İKİ ANA PRENSİBİDİR

"ORDRE ET PROGRÈS" 

İbrahim Temo’nun önderliğinde daha çok Balkanlar ve Romanya’da meşrutiyet yanlısı örgütlenmeleri olan İO’nun İTC’ye dönüşmesinde Ahmet Rıza Bey’in yadsınamaz bir etkisi vardır. Paris’te yaşayan bir Jön Türk olan Ahmet Rıza, Auguste Comte’un pozitivist görüşünü cemiyetin baş düsturu hâline getirir. İO’nun ilk nizamname taslağının ona gönderildiği bilinir. Selanikli Dr. Nazım Bey’in oluşuma katılma teklifini kabul eden Ahmet Rıza cemiyetin adı konusunda İstanbul merkeziyle bir tartışmaya girer. Ona göre bu ad aynı zamanda pozitivist akımın iki temel prensibi olan Nizam ve Terakki/Ordre Et Progrès olmalıdır. Bu teklif İO’nun kurucuları tarafından İttihat ve Terakki olarak değiştirilerek kabul edilir. Görüldüğü gibi İO’nun isim değiştirmesi aynı zamanda bir kabuk değişimidir. Cemiyetin yeni ismi İTC'dir ve Avrupa’daki bölük pörçük tüm Jön Türk hareketleri bir çatı altında toplanmıştır. II. Abdülhamid’in işi artık daha zordur. Ahmet Rıza’yı ülkeye dönmeye ikna etmekle Paris Sefiri Yusuf Ziya Paşa’yı görevlendiren Sultan, 2.500 altını da Paşa’ya gönderir. Yusuf Ziya bu parayı kabul etmediği gibi daha sonra İTC’nin programının da yer alacağı Meşveret gazetesinin başına geçip ayrıca bu gazeteye ek olarak Mechvéret Supplément Français’i çıkarmaya başlar.

Daha sonra Ahmet Rıza’nın laik ve pozitivist tavrı muhafazakâr Jön Türkleri rahatsız edecek ve cemiyet içinde başını Mizancı Murat’ın çektiği bir kanat oluşacaktı. İstanbul’dan Mısır’a kaçan Murat’ın burada Mizan’ı çıkarmaya başlaması cemiyet içinde İslami bir kliğin örgütlenmesine ve fikrî ayrılıkların oluşmasına yol açtı. Fransa’da çıkan Mechvéret Supplément ve Mısır’da çıkan Mizan üzerinden cemiyet içinde bir iktidar kavgası başlamıştı. Bu kavganın galibini İmparatorluk içindeki İTC’ciler belirleyecekti. Onlar artık Murat’ı bir lider olarak görüyordu. Bu ortamda Murat’ın Paris’e gitmesi Ahmet Rıza’ya son darbeyi vurdu ve 1896 sonlarında cemiyet içinde yeni bir düzenlemeye gidilerek Ahmet Rıza’nın yerine Mizancı Murat, İTC’nin başına getirildi fakat bu gelişme liderlik tartışmalarını dindirmeyecekti.

II. Abdülhamid’in 1896 yılında çıkardığı af sonrası Mizancı Murat’ın İstanbul’a gitmesi, cemiyeti zora sokunca Ahmet Rıza kaybettiği desteği tekrar bulmuştur fakat bu arada II. Abdülhamid yine devrededir. Fransız Hükûmeti’ne baskı yaparak hem Meşveret’i kapattırır hem de Ahmet Rıza’yı sürgün etme kararı aldırtır. Bunun üzerine Fransız basını tepkisini gösterir ve kendi hükûmetlerine baskı yaparak bu kararı geri çektirir. Tüm bunların üzerine Ahmet Rıza, Türkçe Meşveret’i önce İsviçre’de sonra Belçika’da yayımlatmaya çalışır. Gazetenin Fransızca baskısıysa II. Meşrutiyet’e kadar çıkmaya devam eder.

 

II. MEŞRUTİYET PROPAGANDA KARTPOSTALINDA HÜRRİYETİ TEMSİL EDEN KADININ ETRAFINDAKİLER MİTHAT PAŞA, PRENS SABAHADDİN, FUAT PAŞA, NAMIK KEMAL. ZİNCİRİ KIRANLAR: NİYAZİ VE ENVER BEYLER

JÖN TÜRK KONGRELERİ 

1899 yazında Ahmet Rıza, Cenevre Jön Türkleri’yle anlaşarak önce kendileri adına propaganda yapmak için Lahey Silahsızlanma Konferansı’na, sonra da Chiristiania’daki uluslararası konferansa katılır. Tam da bu dönemde en az Ahmet Rıza kadar sinematografik bir hayatı olan Prens Sabahaddin adından sıkça söz ettirmeye başlar. Babası Damat Mahmud Celâleddin Paşa aynı zamanda Sultan Abdülmecid’in damadıdır. Adındaki prens unvanı buradan gelir. 

Prens Sabahaddin babasıyla birlikte 1899’un sonlarına doğru Fransa’ya kaçar. Hanedan damadının ve oğlunun Fransa’ya kaçması Avrupa basınında geniş yer bulur. Her ne kadar baba Damat Celâleddin Paşa, Ahmet Rıza’yı desteklese de Sabahaddin, Jön Türklerin siyasi lideri olmak ister. Sahip olduğu para ve gücü kullanarak kendine taraftar toplayan Prens Sabahaddin çağrı yaparak Paris’te I. Jön Türk Kongresi’ni “Osmanlı Umum Muhalifin” adıyla 4-9 Şubat 1902 tarihlerinde toplar. Tarih Ahmet Rıza’nın iktidarını bu sefer de Prens Sabahaddin üzerinden test edecektir. Bu kongre safların daha fazla ayrılmasına yol açar. Bir tarafta Comte’un hümanist felsefesini kendisine program edinen Ahmet Rıza’nın İttihat ve Terakki Cemiyeti varken diğer tarafta devlet merkezinin gücünü azaltarak yerel yönetimlerin yetkilerinin artırılmasını savunan ve Prens Sabahaddin’in Teşebbüs-ü Şahsi ve Âdem-i Merkeziyet Cemiyeti bulunur. Bu ayrılığı bitirmek isteyen Prens ikinci bir kongre çağrısıyla 1907’de Jön Türklerin toplanmasını sağlar. Bu kongre Osmanlı için bir dönüm noktasıdır.

II. MEŞRUTİYET’E DOĞRU 

II. Jön Türk kongresinin önemi Abdülhamid karşıtlığının iyiden iyiye askerî bir boyuta varmasıyla alakalıdır. Kongrede aslında azınlıkta olan Ahmet Rıza ve ekibi, İsmail Kemal’in ileri sürdüğü orduyu ayaklandırma tezine ikna olur. Meşrutiyet fikirlerinin Makedonya’daki 3. Ordu tarafından benimsenmesi, Ahmet Rıza’nın bu görüşe ikna olmasında önemli bir yer tutar. Cemiyetin siyasi felsefesini program hâline getiren ve kabuk değişiminin başat karakteri olan Ahmet Rıza bu kararla hareketin omuzlarına âdeta apolet takar. Talat, İsmail Canbolat, Mithat Şükrü (Bleda) gibi İTC’nin Selanik grubu üyeleri gizli olarak “Osmanlı Hürriyet Cemiyeti”ni kurar ve 1907’de Ahmet Rıza’nın Paris grubuyla birleşir; birleşme sırasında yapılan anlaşmayla “Osmanlı Hürriyet Cemiyeti”, “İttihat ve Terakki” adını alır. Rusya ve İngiltere’nin gerçekleştirdiği Reval Görüşmeleri 3. Ordu subaylarını rahatsız eder zira bu subaylar görüşmede Osmanlı’yı parçalama planları yapıldığını düşünür ve 1908 Temmuz’unda isyan edilerek dağa çıkılır. Bu gelişme üzerine II. Abdülhamid fazla dayanamaz ve 23 Temmuz 1908’de II. Meşrutiyet’i ilan eder.

ENVER PAŞA (1882-1922)

"DEVR-İ CEDİT (YENİ DÖNEM)" 

II. Meşrutiyet’in ilan edilmesinden sonra “ebü’l-ahrâr/hürriyetçilerin babası” Ahmet Rıza İstanbul’a döner. 16 Ekim 1908 tarihinde II. Abdülhamid’le görüşür, daha sonra İttihat ve Terakki’nin merkez komite üyeliğine atanır ve Aralık 1908’de Meclis-i Mebusan’ın başkanlığına getirilir. Burada Allah üzerine yemin etmekten kaçınır, ayrıca II. Abdülhamid’in onu kendi safına çektiği yönünde dedikodular ortaya çıkar. Ahmet Rıza gücünün doruğundayken İTC'yle arası açılmaya başlar. Bu yeni dönem yeni karakterlerin de ortaya çıkışına zemin hazırlar niteliktedir. Hürriyetçilerin babası, apoletli İttihatçıların yapacaklarından hoşlanmayacaktır. Hasan Fehmi, Zeki ve Ahmet Samim beylerin suikasta kurban gittiği 31 Mart Olayı bunlardan biridir. 1910 yılından sonra İttihat’ın merkez komitesinden dışlanır ve giderek cemiyetteki gücünü kaybeder. Her ne kadar 31 Mart Olayı’nı bastırmak üzere İstanbul’a gelen ve kurmay yüzbaşısının Mustafa Kemal olduğu Hareket Ordusu, Ahmet Rıza’nın görevine geri dönmesini istese de “hürriyet’in babası” daha sonra İTC’nin Merkez-i Umumisi başkanlığından, 1911 yılında da Meclis-i Mebusan reisliğinden vazgeçer. 1910’larda dünya artık başka bir yöne doğru gider. Kapıdaki dünya savaşı tüm devletler tarafından hissedilir. Entelektüel cümleler yerini subayların “Hazır ol!” nidalarına bırakır. Buna paralel olarak İttihat ve Terakki’de artık Ahmet Rıza gibi münevverler değil Enver Paşa gibi subayların sözü geçmeye başlar. 

33 YAŞINDA BİR HARBİYE NAZIRI: İSMAİL ENVER 

İstanbul’da 1882 yılında orta hâlli bir ailenin çocuğu olarak doğan İsmail Enver henüz 8 yaşındayken Manastır’daki askerî ortaokula gitmek ister. Okula kaydolması için çok ısrarcı olan ailesiyse İmparatorluğun geleceğine nasıl bir etki yaptıklarının henüz farkında değildir. Bu ısrarlar sonucunda okula kaydolan Enver, sessiz ve terbiyeli olduğundan hocaları tarafından sürekli sevilmiş ancak hiçbir zaman parlak bir öğrenci olamamıştır; askerî rüştiyenin ilk senesinde sınıfın 17’ncisidir. Buradan sonra Mekteb-i Harbiyye-i Şahane’ye giren Enver o dönemdeki tüm yüksekokul öğrencileri gibi II. Abdülhamid aleyhtarı görüşten etkilenir. Harbiye-i Şahane’yi 9. olarak bitirip erkânıharp sınıfına dâhil olan Enver buradaki eğitimi sırasında Yıldız Sarayı’na götürülerek sorgulanır fakat hüküm giymez. Bu olay kendisinin tam olarak İTC’nin faaliyetlerinde yer almadığının bir göstergesi olarak nitelendirilebilir. 

1903 yılının Ocak ayında erkânıharp yüzbaşısı rütbesiyle Manastır’daki 13. Seyyar Topçu Alayı’na tayin edilir. Balkanlarda görev yaptığı sırada Bulgar, Rum ve Arnavut çetelerine karşı yapılan askerî harekâtlarda üstün başarılar kazanır. Bunun mükâfatını da Eylül 1906’da binbaşılığa yükseltilerek alır. 1906 yılı Enver için bir “adını duyurma” yılıdır. Bu yıl içinde İTC’yle birleşen Osmanlı Hürriyet Cemiyeti’ne üye olur.

31 MART OLAYI SIRASINDA İSTANBUL'A GELEN HAREKET ORDUSU

II. Meşrutiyet ilan edilmeden önce Haziran 1908’de dağa çıkarak ihtilalin başarılı olmasında kilit rol oynar. O artık “kahraman-ı hürriyet”tir. İTC’nin askerî kanadının liderlerinden biridir. Ünlü Alman hayranlığı 1909’da Berlin’de askerî ateşe olmasından kaynaklanır. Karacı olan Enver Paşa sistematik bir kara ordusu olan Alman ordusuna gıptayla bakar. Daha sonra I. Dünya Savaşı’nda Osmanlı’nın Almanya’yla birlikte savaşa girmesinin ardında yatan nedenlerden biri de Sultan Mehmed Reşad’ın yeğenlerinden Nâciye Sultan’la nişanlanarak hanedan damadı olan Enver Paşa’nın bu hayranlığıdır.

31 Mart Olayı üzerine İstanbul’a dönen İsmail Enver burada Hareket Ordusu’na katılır. Enver Paşa’nın askerî geçmişine bakıldığında başarılarını nizami bir harp neticesinde değil “silah kullanarak yaptığı siyasi faaliyetleri” sayesinde elde ettiği görülür. Balkanlardaki çetelere karşı yaptığı harekâtlar, Meşrutiyet’in ilanı öncesinde dağa çıkması ya da 3 Eylül 1911 tarihinde Selanik’te yapılan İTC merkez-i umûmî toplantısında İtalyanlara karşı bir gerilla savaşı yürütülmesi fikri ve bunu Mustafa Kemal’le birlikte pratiğe dökmesi bu görüşün bir kanıtıdır. 

Bu siyasi faaliyetlerin en kanlısı hiç şüphesiz Enver Bey’le İTC’nin ileri gelenlerinin 1913 tarihinde yaptığı Babıali Baskını’dır. Kâmil Paşa Hükûmeti bu baskın sonrasında zorla istifa ettirilir. Kâmil Paşa’nın yerine Mahmut Şevket Paşa sadrazamlığa getirilir. II. Balkan Savaşı sırasında Edirne’ye giren Enver Paşa toplum nezdinde karizmasını arttırmış ve sonuç olarak Harbiye Nazırı olarak Ahmet İzzet Paşa’nın yerine atanmıştır. Artık Enver Paşa ve dolayısıyla İTC, İmparatorluğun tek güç merkezidir. 

BİR DEVRİN SONUNA DOĞRU 

1914 yılı Osmanlı Devleti için sonun başlangıcı olur. Balkan Savaşları, aynı zamanda birbirlerinden hoşlanmadıkları ve aralarında sadece ast-üst ilişkisinin olduğu tarihî belgelerle ispatlanan iki Osmanlı subayı için de bir kırılma noktası olacaktır. Ordunun siyasete bulaşmaması gerektiğini söylediğinden cemiyetten dışlanan Mustafa Kemal, Çanakkale Cephesi’nde başarı kazanırken etrafındaki tüm kurmaylarının ağır kış şartlarında ileri kara harekâtı yapmaması için baskı yaptığı Enver Paşa, Kasım 1914’te verdiği emirle Allahüekber Dağları’nda 90.000 askerin ölmesine sebebiyet vermiştir. Bu iki cephe Mustafa Kemal Paşa’nın I. Dünya Savaşı’ndan sonra Anadolu’ya gitmesine, Enver Paşa’nın da Anadolu dışına çıkmasına hatta kaçmasına zemin hazırlayacaktır. 

Sarıkamış Bozgunu II. Abdülhamid yönetiminden bile daha ceberut bir baskı kuran İTC’nin ömrünü tüketir. Kendisi de o harekâtta bulunan Hafız Hakkı Paşa’nın “Şereften başka her şey mahvoldu” sözü o dönemin hazin sonunu anlatan bir vecizedir. 

10 Ocak 1915’te İstanbul’a dönen Enver Paşa’yla birlikte artık İTC de yolun sonuna gelir. I. Dünya Savaşı’nda alınan yenilgiler sonrasında Ekim 1918’de Talat Paşa Hükûmeti kabineden çekilir. Talat, Enver ve Cemal paşalar Alman Genelkurmayı’yla anlaşarak bir torpidoyla İstanbul’u terk eder. Memleketi kurtarma vaadiyle ortaya çıkan İTC, İmparatorluğu daha büyük bir yıkıma sürüklemiş ve iktidarda olduğu dönem boyunca yaptığı siyasi faaliyetlerle günümüze miras kalan sorunlar bırakmıştır. 4 Kasım 1918’de son kongresini toplayan İTC, kendisini feshetme kararı alır. Bu son kongrede, İttihat ve Terakki’nin yurt içinde kalan yöneticileri Teceddüd Fırkası adlı bir parti kurarak etkinliklerini sürdürmeyi denedilerse de başarıya ulaşamazlar.

Osmanlı Tarihi
Jön Türkler
İttihat ve Terakki Cemiyeti
Enver Paşa
Namık Kemal
II. Abdülhamid
Sultan Abdülaziz
Prens Sabahaddin
II. Meşrutiyet
Tarih
Sayı 019

BENZER

Ahmet Tanrıverdi, namıdiğer Fıstık Ahmet, doğma büyüme Büyükadalı ve uzun yıllardır burada Prinkipo Meyhanesi’ni işletiyor. Pek çok eser yayımlamış bir ada yazarı aynı zamanda. Büyükada’ya dair merak ettiğimiz her şeyi kendi hikâyesi eşliğinde anlattı bize...
Bir kuyumcu ustası nasıl dünyaca tanınan bir fotoğraf sanatçısı hâline geldi? Üsküdar İcadiyeli Aramis Kalay, büyüdüğü ortamı, okul hayatını, fotoğraf çekmeye nasıl başladığını, ilk sergisini ve Ara Güler’le “meşhur" anısını anlatıyor…
Trabzon "uşacuğu" (çocukcağızı) Ekrem İmamoğlu, Haziran 2019’dan beri dünyanın kültür ve tarih mirası yönünden belki de en zengin şehri İstanbul’un belediye başkanlığı görevini yürütüyor. Coğrafya merakı ve okuma sevdasıyla; çocukluktan beri biriktirdiği kartpostallar, dergiler ve kitaplarla İstanbul’u çoğu İstanbulludan iyi, çok başka yönleriyle tanıyor. Kendisi de koleksiyoner olan Osmantan Erkır, İmamoğlu’yla kendisini Karadeniz’den çıkarıp bu büyük şehrin en büyük “kültür sanat yatırımcısı”na dönüştüren yoldaki insanları, eserleri, mekânları ve Askıda Fatura projesiyle aldığı Bloomberg Küresel Belediye Başkanları Yarışması birinciliğini konuştu.