Otoriteye meydan okuyan bir yazar: Leyla Erbil

22 Mayıs 2023 - 11:30

Leyla Erbil, Emine Huriye Bilgin ve Hasan Tahsin Bilgin çiftinin ü. kızından ortancası olarak 12 Ocak 1931 tarihinde dünyaya gelir. Erbil’in Fatih’te doğduğu konak çıkan bir yangında yok olunca ailece Beşiktaş’a, çocukluğunun ve gençliğinin geçeceği eve taşınırlar. Burada Erbil, Esma Sultan İlkokulu ve Beşiktaş İkinci Kız Ortaokulu’nda ilk eğitimini alır. Beyoğlu Kız Lisesi’nde başladığı lise eğitimine ise bu kez Caddebostan’a taşınmaları sebebiyle Kadıköy Kız Lisesi’nde devam eder. Leyla Erbil daha küçük yaşlardan itibaren sanata ve edebiyata ilgi duyar. Şiirler ve öyküler yazmaya başlar. Bunda sanatın itibar gördüğü bir ailede yetişmesinin payı büyüktür. Nitekim aynı ailenin küçük kızı olan Sema Bilgin büyüdüğünde ressamlık mesleğini seçecek, en büyük kızı Mürvet Bilgin ise İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Coğrafya Bölümü’nü bitirdikten sonra sanat çevreleri ile yakın ilişkiler kurarak Leyla Erbil’i felsefe ve deneme üstadı Selahattin Hilav, ressam ve şair Metin Eloğlu gibi isimlerle tanıştıracak, ondaki sanat sevgisini körükleyecektir.

LEYLA ERBİL ANNESİ EMİNE HURİYE HANIM’LA, İSTANBUL, 1943 (FOTOĞRAF: ELMAS ŞAHİN ARŞİVİ)

Leyla Erbil, içinde yanan sanat ve edebiyat ateşiyle İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi’nde İngiliz Dili ve Edebiyatı Bölümü’nde okumaya başlar. Üniversiteye Çerkes Ethem’in yeğeni olan Aytek Şay ile yaptığı evlilik yüzünden bir müddet ara verse de bu evlilik çok kısa bir süre sonra nihayetlenince eğitim hayatına kaldığı yerden devam eder.

Leyla Erbil, edebiyat dünyasına olan yakınlığı ve ilgisi sayesinde 1953 yılında Sait Faik Abasıyanık ile tanışır. Leyla Erbil’in öykü ve şiirlerini kendisine okutmasıyla aralarında başlayan ustaçırak ilişkisi kısa zamanda dostluğa dönüşür. İkili sık sık Beyoğlu’nun muhtelif mekânlarına gider, orada edebiyat ve hayat hakkında sohbet ederler. Sait Faik ile olan dostluğu, Erbil’in Zihin Kuşları isimli eserinde de yankı bulur, Erbil bazı hatıralarını -hatta Sait Faik’in Alemdağ’da Var Bir Yılan isimli kitabının yayımlanmasını Beyoğlu’nun eski ve namlı mekânlarından biri olan Degüstasyon Lokantası’nda kutladıkları geceyi- okurla paylaşır. Yıllar sonra Yılmaz Varol ile yaptığı söyleşide Sait Faik için şunları söyler:

“Ben onunla tanıştığımda -1953 sonu 1954 başı olmalı- hayranlığım doruktaydı. Utana sıkıla kendi şiir ve hikâyelerimi okudum. Şiirlerimi eleştirdi, hikâyelerimi övdü. Alıngan, sinirli, dürüst, utangaç, alabildiğince alçakgönüllü bir adam… Yüreklendirdi beni; ben de kararımı düzyazıdan yana koydum. Oysa aynı yıllarda Ahmed Arif şair olmamda ısrar ediyordu."

Diğer yandan Sait Faik’in Leyla Erbil’e aşk duyduğu hatta bu aşk yüzünden çektiği elemin onun ölümüne sebep olduğu gibi bir tevatür İstanbul entelijansiyası tarafından bir dönem sıkça dile getirilir. Erbil, böyle bir şeyin söz konusu olmadığını, aralarında her daim dostluk olduğunu yüksek sesle belirtse de Nedim Gürsel, bir defasında bu konuyu Leyla Erbil’e de sorduğunu, Erbil’in Sait Faik’in kendisine bir dönem ilgi duyduğunu ancak bu ilginin tek taraflı olduğunu itiraf ettiğini, meselenin aslını yıllar sonra merak eden bu satırların yazarına açıklamıştır.

LEYLA ERBİL SAİT FAİK ABASIYANIK İLE, İSTANBUL, 1954 (FOTOĞRAF: ELMAS ŞAHİN ARŞİVİ)

Leyla Erbil, Sait Faik’in ölümünden kısa bir süre sonra 1955 yılında bir ömür boyu soyadını kullanacağı İnşaat Mühendisi Mehmet Erbil ile evlenir. Eşinin işleri sebebiyle Ankara’ya yerleşen Erbil, burada da sanat dünyasıyla yakın mesai yapar. Nezihe Meriç, Vüs’at O. Bener, İlhan Berk, Can Yücel gibi isimlerin yer aldığı edebî mahfillerde sık sık boy gösterir. Onlarla yakın arkadaşlıklar kurar. Ancak Ankara’daki bu sıcak dost meclisinden yine eşinin işi sebebiyle İzmir’e taşınmasıyla ayrılmak zorunda kalır. İzmir’de olduğu sırada 1960 yılında Fatoş isminde bir kız çocuğu dünyaya getirir.

Erbil, İstanbul’a döndüğünde Teşvikiye’de, hayatının sonuna dek yaşayacağı, yazacağı evde yaşamaya başlar. Bir yandan da ayağının tozuyla yazın dünyasına adımını atar. Başta Dost, Türk Dili, Papirüs, Yeditepe ve Yeni Ufuklar olmak üzere dönemin maruf dergileri için yazılar kaleme alır. Ankara’da bulunduğu sırada yazdığı ve oradaki edebiyatçı dostlarıyla paylaştığı ilk öyküsü “Uğraşsız”ın da yer aldığı Hallaç isimli öykü kitabı 1960 yılında yayımlanır. Öykü dosyası Behçet Necatigil, Memet Fuat gibi isimler tarafından övgüyle karşılanır.

Erbil’in, yedi öyküden meydana gelen Gecede isimli kitabı ise 1968 yılında okurla buluşur. Kitap gerek edebiyat çevrelerinde gerek okur nazarında büyük beğeniyle karşılanır. Füsun Akatlı, Demir Özlü, Selim İleri, Nedim Gürsel gibi isimler tarafından kitap hakkında övgü dolu değerlendirme yazıları kaleme alınır. Ancak dosya Sait Faik Öykü Armağanı’ndan eli boş döner. Bunda Erbil’in sanata dair Marx ve Freud’u bir araya getiren ve ideolojik bir tepkiye yol açan yenilikçi tavrı kadar kadın oluşunun da etkisi vardır. Leyla Erbil bu durumu şöyle özetler: “… Gecede o günün köşe başlarını tutmuş, jüri üyeliği de yapan belli egemen kesim tarafından ya görmezliğe gelinmiş ya da ‘takbih’ edilmiştir.” Ödül Orhan Kemal ve Faik Baysal’a gider. Son kertede yenilikçi edebiyat, gelenekçi edebiyata yenilir.

Bu olay Leyla Erbil’in hayatında bir milat olarak yer alır. Metinlerinde her türlü iktidara ve dogmaya meydan okuyan Erbil, ödül mekanizmasının arkasındaki otoriteye de tavır alarak hayatının sonuna dek yazdıklarını yarışmalara sokmamaya ahdeder. Öyle ki eserlerinin başında “Bu kitap hiçbir yarışmaya katılmamıştır” ifadesinin yer almasına dikkat eder. Ancak bu tavrını çok sevdiği dostu Onat Kutlar’ı 1995 yılında bir bombalı saldırı sonucu kaybettiğinde bir kenara bırakır. Onun anısı için tertip edilen Onat Kutlar Anlatı Ödülü jürisinde olmayı kabul ederek dostuna son görevini eda eder.

LEYLA ERBİL, İSTANBUL, 2010 (FOTOĞRAF: KADIN ESERLERİ KÜTÜPHANESİ VE BİLGİ MERKEZİ VAKFI GÖRSEL KOLEKSİYON)

MUHALİF DURUŞU

Leyla Erbil, siyasi meselelere kafa yoran ve buna tepki duyan, çeşitli dernek ve partilerde yer alan, bununla birlikte aydın sorumluğundan kaçanlara tavır alan bir yazar olmuştur. 1961 yılında Türkiye İşçi Partisi’ne üye olan Erbil, partinin kültür ve sanat bürosunda görev alır. 1970 yılında Türkiye Sanatçılar Birliği’nin ve 1971 yılında Aziz Nesin’in başı çektiği Türkiye Yazarlar Sendikası’nın kuruluşunda yer alır.

Her daim düşünce özgürlüğünün ve bireysel özgürlüğün yanında durur. Siyasi iktidarlara hoşnutsuzlukla bakar. Öyle ki 2008 yılında Türkiye’nin onur konuğu olarak Frankfurt Kitap Fuarı’na davet edildiği hâlde, organizasyon Kültür Bakanlığı destekli olduğu için davete icabet etmez. Şöhrete tamah etmek yerine yalnızca yazıya itibar eder. Okurdan onay beklemez. Bu tutumunu Nalan Barbarosoğlu’nun kendisiyle yaptığı bir söyleşide şöyle dile getirir:

Anlattıklarım kimler tarafından algılanıyorsa o kadardır, bunu zorlamıyorum. Taviz vermiyorum, ödüllere katılmıyorum, televizyonlara çıkmıyorum. Zor olan nokta okura yaranmak için yazmak noktasında. Bukalemun gibi değişiyorlar.

Leyla Erbil kişiliğinin yanı sıra metinleriyle de put kırıcılığı yapar. Talat S. Halman’ın kendisi için dediği gibi “Camus gibi o da başkaldırıyı bir yaratıcı sanat düzeyine yükseltir.” Aile, dinsel dogmalar ve geleneklere kafa tutar. Bilhassa kadın iffetinin ilahlaştırılmasını, cinsiyet ayrımcılığını, kadının ötekileştirilmesini ve psikolojik şiddete uğramasını anlatır. Ama öyle naif bir yazar tavrıyla değil aksine rahatsız edici, sert bir üslupla… Keza Tuhaf Bir Kadın isimli romanı onun toplumsal cinsiyet rollerini, anneliği ve cinselliği hikâyenin harcına kattığı, patriyarkayı taşladığı eserlerinin başında gelir. Onun toplumsal kaideleri ve tabuları eleştirmesi toplumun bazı kesimleri tarafından tepki ile karşılanır. O, bunların hiçbirine aldırmaz.

Her ne kadar edebiyatın ideolojik bir işlevi olduğuna inansa da ve metinleri kendi dünya görüşünden izler taşısa da yazdıkları hiçbir zaman dönemin siyasi olaylarının gölgesinde değildir. Erbil, “Türk yazınının yatağını değiştiren ve ardıllara yeni ufuklar sunan” diye nitelendirdiği Sait Faik’in izinden ilerleyerek yeni bir yol arayışına girer. İnsanı merkeze alan, onun ruh hâletinin otopsisini yapan metinler yazmaya girişir. Kırık hayatları, yaralı, kendi içine dönmüş insanları anlatır ekseriyetle. Kimi zaman umutsuzluk ve boşlukla cebelleşenleri... “Ben insanların tümünün yaralı ve hasta olduklarına inanıyorum. Sanatımın kaynağı da bu her insanda gördüğüm zavallılıkla, delilikle ilgilidir” diyen Leyla Erbil, bu açıdan öykü sanatına felsefi bir derinlik kazandırır.

ANKARA YILLARINDAN MEKTUPLAR, 1956 (FOTOĞRAF: BÜ, NÂZIM HİKMET KÜLTÜR VE SANAT ARAŞTIRMA MERKEZİ, LEÖK)

Yalnızca ele aldığı konularla değil, biçimsel olarak yaptığı yeniliklerle de geleneksel Türk öykücülüğüne meydan okur. Kendi dilini ve o dilin içinde kendine özgü kuralları –virgüllü ünlem, yan yana üç virgül kullanmak gibi yenilikleri- yaratır. Çağdaşı olan pek çok yazardan farklı olarak dili yalnızca bir aktarım aracı olarak görmek yerine dil üzerine düşünmeye, onu değiştirmeye, dönüştürmeye, son kertede kendine özgü bir hâle getirmeye çalışır. Nasıl söylendiğinden ziyade ne söylendiğini esas alan toplumcu edebiyatın muteber sayıldığı bir dönemde Erbil’in yaptığı âdeta bir devrimdir. Nitekim yazarlığındaki bu alametifarika, 2002 yılında PEN Yazarlar Derneği’nin kendisini Nobel Edebiyat Ödülü’ne aday göstermesiyle sonuçlanır. Erbil, ülkemizde Nobel’e aday gösterilen tek kadındır.

LEYLA ERBİL’İN MEKTUPLARI

Leyla Erbil metinlerinde sık sık otobiyografik ögelere yer verir. Hayatından kesitleri öykü çerçevesinde okurla paylaşır. “Başka türlü yaratma da olmaz” diyerek kendisi de kabul eder bunu. Hayatına giren dostları, ahbapları, ailesinin fertleri zaman zaman boy gösterirler metinlerinde. Leyla Erbil’in kimi eserlerinde -1988 tarihli Mektup Aşkları gibi- okurların izine rastladıkları bir isim de şair Ahmed Arif’tir. Erbil ve Arif arasındaki ilişki hem dostluktur hem de dostluktan biraz daha fazlasıdır. Arif’in cephesinde ise çok daha fazlasıdır… Ahmed Arif, Leyla Erbil’e karşılığı olmayan bir aşk duyar ve hislerini göstermekte bir beis görmez. Öyle ki 1954 ile 1959 yılları arasında ve son olarak 15 Mayıs 1977’de bıkmadan usanmadan onun için aşk mektupları kaleme alır. Arif, kimi zaman aşkına karşılık göremediği için sitem eder, “Zalim!” diye seslenir ona. Kimi zaman da “Hasretinden prangalar eskittim” gibi unutulmaz dizelerle hitap eder, en güzel şiirleri sevdiği kadın, “Leylim Leylim” dediği Leyla Erbil için yazar…

Leyla’ya varmaya çalışan Mecnun’dur bir nevi o; toplumdan, siyasetten, devrimden, yoksulluktan ve sürgünlükten bahsederken bile aklında, mürekkebinde Leyla vardır mütemadiyen. Ona kavuşamayacağını bilse de… Arif şikâyetçi de değildir bu durumdan; sanatının membasının bu aşk olduğunu, çektiği acıyla şiirini beslediğini belirtir. Gerçek ve özverili bir aşktır onunkisi; sahiplenmeden, mülkiyetçilik gütmeden hatta karşılık bile beklemeden… Leyla Erbil’in hisleri karşısında saygılıdır. Her daim onun mutlu olmasından yanadır. Evlendiğinde mektup yazmaya devam etse de âşığı olarak değil, bir dostu olarak hayatında yer almayı yeğler. Keza Erbil evlendikten sonra kaleme aldığı 23 Nisan 1955 tarihli mektuptan Leyla Erbil’e düğün hediyesi olarak üç şiir yazdığını öğreniriz.

Ahmed Arif’in mektuplarında yalnızca aşk ya da tutku değil, zaman zaman dönemin siyasi ve edebî meseleleri veya ikisinin ortak arkadaşlarının bahisleri de yer alır. Keza Yaşar Kemal ile yakın bir dostluğu olduğu anlaşılan Arif, Erbil’e Kemal ile hukukunu derinleştirmesi konusunda tavsiyede bulunur.

Leyla Erbil yalnızca Ahmed Arif’le değil, çok yakın dostu olan Tezer Özlü ile de mektuplaşır. İkilinin arasındaki mektuplaşma Özlü 1988 yılında geçirdiği hastalık yüzünden vefat edene dek sürer. Erbil, Zihin Kuşları isimli eserinde dostluklarının portresine yer verir. Özlü’yü ilk defa çok küçük yaşta tanıdığından, onun Sezer Duru ve Demir .zlü ile kendisine Teşvikiye’de yaptıkları ziyaretlerden, bilhassa Özlü ile aralarından zaman zaman çıkan fikir ihtilaflarından, buna rağmen kurdukları sanatsal ve siyasi yoldaşlıktan bahseder. İkilinin mektupları 1995 yılında Tezer Özlü’den Leyla Erbil’e Mektuplar adıyla yayımlanır.

Leyla Erbil’i aramızdan ayrılışının (19 Temmuz 2013) onuncu yıldönümünde saygıyla ve hayranlıkla anıyoruz. Onun kendini edebiyata adayan, piyasa edebiyatı yapmak yerine özgün, yenilikçi bir tutum benimseyen, ödüllere, şöhrete ve okur takdirine aldırmayıp bildiği yolda ilerleyen yazar ahlakının genç edebiyatçılara ilham olmasını diliyoruz.

Leyla Erbil
Edebiyat
Kadın Edebiyatçılar
Roman
Portre
Biyografi
Tezer Özlü
Sait Faik Abasıyanık
Nobel Ödülleri
Sayı 014

BENZER

Toplumlar arası ilişkilerin artmasıyla birlikte, belli bölgelere özgü olan bazı hastalıklar dünyaya yayıldı ve milyonlarca insanın ölümüne yol açtı. Tarih boyunca önemli bir liman kenti olan, iki kıtayı birleştiren İstanbul’un da bu salgınlardan etkilenmesi kaçınılmazdı. Kitlesel ölümlere yol açan ve kentin hafızasına kazınan salgın hastalıklardan biri, 19. yüzyılda dünyayı kasıp kavuran koleraydı.
Yakın arkadaşı Nâzım Hikmet’in kitap kapaklarını hazırladı, akıllarda yer eden marka logolarına imza attı. Sophia Loren’den Alain Delon’a pek çok ünlüyü fotoğrafladı. “Paparazi”nin tanımı değişmeden önce bu alanda dünya çapında bir isimdi…
Geleneksel Türk Tiyatrosu’nun Kukla, Meddah, Karagöz ve Ortaoyunu türleri, geçmişten ve birbirinden beslenerek kentin her yerinde din, ulus, yaşam biçimi ayırmadan kadın, erkek, çocuk demeden herkesi kucakladı, isteklerine, umutlarına, yaşamlarına dokundu. Bugün artık örneği azalan bu oyunlar, seyredenleri gülümsetirken yer yer yaşama ilişkin birçok konuda düşündürmektedir.