Lodosta kırılan bardaklar

19 Şubat 2024 - 14:18

Yüzmeyi çok seviyorum. Neden bilmiyorum, belki de insan iyi yaptığı şeyleri daha bir sever ya ondandır. Matematik derslerini hiç sevmezdim, üniversitede okurken yıllarca girmedim derslere. İnsanda merak yoksa olmuyor. Yıllar sonra “Neden matematiğe ilgim yok?” diye düşünüp internetten matematik dersleri almaya başladım. İrrasyonel sayılar, olasılık, türev filan öğrendim 45 yaşından sonra kendi kendime. Benim de kafam geç açılıyor, ne yapalım? 

Yüzmeyi çok seviyorum, bebeklikten beri yüzüyorum. Heybeliada’da başladım yüzmeye. Bir zaman sonra Ada’da su sporları kulübü açıldı. Adalı çocuklar olarak hemen yüzmeye katıldık. İnceciğim, kaburgalarım sayılıyor, ekibin en zayıf çocuğuyum. Antrenör bana “Cımbız” diyor. 

Deli gibi yüzüyoruz. Günde iki antrenman yapıyoruz. Biri sabah, diğeri akşam. Sonrasında tüm vücudum, fırından taze çıkmış ramazan pidesi gibi yanıyor geceleri. Bazen ormanda koşuyoruz antrenmandan önce, bazen de denize atlayıp adalar arası ya da Ada çevresinde yüzüyoruz. Bir seferinde artık kulübe dönerken ekibin en önündeki arkadaşım Ömer’e ses ettim: “Ömer biraz yavaşla ya, herkes yoruldu, bittik!” Ömer, önden yardıra yardıra Dolmabahçe vapuru gibi gidiyor, bana döndü, “Ben yorulmak nedir bilmem” dedi. Yıllar sonra Ömer’i gördüm, ne olmuşsa bir yorgunluk gelmiş üzerine. Yüzmeyi ve su topunu bırakan tüm iri yüzücüler gibi feci şekilde kilo almış. Bir de sigaraya başlamış Ömer. En son gördüğümde “Günde üç pakete düşürmeye çalışıyorum” diyordu. Adalarda iki tür insan vardır: Birisi yokuş çıkanlar, ikincisi de yokuş çıkarken durup dinlenenler… Ömer’in artık dinlenesi gelmiş herhâlde… 

Tam bir Pepe hayatı yaşıyorum. Aşırı tembelim, Ada’nın ilkokuldan sonra ortaokul sınavına girip Sen Jozef’i kazandım. Aynı tembellik çizgisini koruyarak üniversiteye girdim. Yıldız’da mimarlık okuyorum hesapta ama aklım fikrim başka yerde. Zaten orta birde davula başlamışım. Bir de üniversiteye gelince iyice elim ayağım ayrı oynamaya başladı. Bir müzik grubumuz var, Nil vokalde. Prova için Boğaziçi Üniversitesi’ne gidiyorum Yıldız’dan Hisarüstü otobüsüne binerek. O yıllarda öğrenciler istediği gibi istediği üniversiteye girebiliyordu. Şimdi hocaları bile almıyorlar okullarına. Ne acı…

Neyse, baktım provaya daha iki saat var, zamanım boşa geçmesin diye bir arkadaşımın da girdiği Fizik 101’e girdim. Girmez olaydım, çok hoşuma gitti. Bir de üzerine Kimya 101 patlattım çünkü neden olmasındı… Gel zaman git zaman Yıldız’da mimari proje derslerini sallayıp Uğur Tanyeli’nin verdiği tüm dersleri takip etmeye başladım. Alt katta Emre Arolat var, yandan onun dersine kaynıyorum. Öğrenmek mezun olmak değildi artık benim için. İhsan Bilgin var, onu da kaçırmıyorum. Nevzat Sayın var, ensesindeyim, fark etmiyor. Kalan zamanlarımda da fakültenin kütüphanesine gidiyorum çünkü okuldaki en güzel manzaralı yer orası. Mimarlık Fakültesi’nin en tepesinde. Bir de kimsecikler yok. Hatta internet bile var. Sene 95-96… İnsan daha ne ister? 

Üniversite bitmek bilmiyor. Nursel, bir gün bana “Kaan sen bir işe gir, reklamcılık filan yap istersen” dedi. Yakın bir arkadaşım var, ablasının da ajansı var. Arkadaşlara bak bendeki… Hemen aradım Ali’yi, Ali de ayarlamaları yaptı, ajansta da zaten tuhaf bir tip olduğum için beni hemen sevdiler. Ülkenin en nefis reklam ajanslarından birinde aylarca staj yaptıktan sonra bir gün ilk maaşımı aldım. Geceleri de Nevizade’de Gizlibahçe var, orada çalıyorum, diceylik gibi bir şey. Ajda, Erkin Koray, Orhan Gencebay’ın eski eserleri, nadir bulunan Türkçe 45’likler filan… İlginçtir, yıllar sonra çalıştığım ajans İstanbul Modern’in geçici binası oldu. İstanbul’un güzel yerleri… Sonra başka ajansa geçtim. Ajans Maslak’ta, ajansta cam yok, oksijen basıyorlar içeri. 120 personelli dev bir denizaltı gibi… Daha metro gibi bir şey yok. Minibüslerde Kemal Sunal Atla Gel Şaban filmindeki gibi gidiyoruz her gün. O sırada Enka’yı fark ettim. Hemen yakındaydı, öğlenleri yemek arasında mesai arkadaşlarım kebapları, dönerleri, lahmoları gömerken (O zaman istediğimiz kadar dışarıda yemek yiyebiliyorduk.) ben Enka’da yüzüyordum. Yaz demeden, kış demeden yüzdüm, niye bilmiyorum, yüzmeyi çok seviyorum. 

Adalardan Modalara uzanan süreçte bir noktada Nursel’i kaybettik. Sonra Deniz’le birlikte yaşamaya başladık. Sonra Deniz’le de ayrıldık ama neyse ki her gün görüşüyoruz. İşte o bir ara ben biraz dağıtmışım. Erol Evgin’in de dediği gibi “Nerede akşam orada sabah” misali Moda’da sürünüyorum.

Bir gece, mekânımda oturup sokaktan gelene geçene bakarken yan masama ince bir çocuk oturdu. Yüzü asık, buralara yabancı, tedirgin ama bir yandan da keyfi yerinde gibi. Mekândaki anne kedi, hopladı bunun kucağına çıktı. “Aman, yeni anne oldu, tadı kaçık olabilir” dedim çocuğa. Kediydi mediydi derken ayrı ayrı iki kişi tek başına oturacağına, yan yana otursun dedik ve sohbete başladık. Burgazlı çıktı çocuk şansa. “Adalar’dan Modalara” dedim, güldük. İki en ucuz biradan daha söyledik masaya. Lodos vardı o gün, vapurlar iptal olmuş, bu da Kadıköy’de mahsur kalmış. “Ne yapıyorsun?” dedim… Utana sıkıla, “Vapurdan çıkanlara bakıyorum” dedi. En sevdiğim şey vapurdan çıkanlara bakmak. Kim nereye gidiyor, ne kadar yorulmuş, Ada’ya geldiğine neden sevinmiş, iskelede birisine mi bakıyor, vapur yanaşmadan ilk mi atlayacak? Neler neler olacak? 

Lodos estiğinde -esiyor da mübarek- vapurun sallanmasından konuşuyoruz. Ama önce kış aylarında vapurda içilen bozadan. Sonra eğlence başlıyor. İkimizi de deniz tutmadığı için fırtına denizde, biz karada her an ayrı bir keyif hâline geliyor.

İlk kez benim gibi ısrarlı bir işsiz görüyordum. Ya da Ada’da yaşamanın bir yanı, vapurdan çıkanlara bakmak. Bilemem. Konuştukça bir sürü ortak noktamız çıktı. İstanbul Erkek Lisesi’nde okumuş. “E, ben de erkek lisesinde okudum!” güldük bolca. Sonra gitmiş yurt dışına, döndüğünde de yazı yazmaya başlamış. Aslında hep yazıyormuş. Yazı da müzik gibi başladın mı bırakamıyorsun. O gece kalacak yeri yoktu, sabaha daha vardı. Oturdukça oturduk, içtikçe açıldık, adalar arası tempolu bir şekilde yüzer gibi yorulmak nedir bilmeden sohbet ettik. Saat 4 gibi son siparişleri plastik bardağa alıp kalktık. Gidecek yeri yoktu, o gece misafirim oldu Sait. Sabah da sessiz bir şekilde çıkmış gitmiş adasına. Çıkarken bir de not bırakmış kibarca. Haftaya tekrar buluşacağız inşallah. Onu da bir sonraki sayı anlatırım.

Lodos
Moda
Moda Sahili
Kadıköy
Adalar
Heybeliada
Ada vapuru
Mizah
Sezyum
Sayı 017

BENZER

İşgal dönemi İstanbul’una spor üzerinden bakan Mehmet Yüce imzalı Esir Şehirde Spor, okuyucuyla buluşuyor.
Mahalle kahvelerinde oyuncular arasındaki hararetli atışmalar, tekme tokat meydan okumalar, havada uçuşan tezahüratlar… Edebiyat âleminde de kayda değer bir yer bulmuş olan tavlanın İstanbul’daki serüveninden okuyanın içini ısıtacak hikâyeler…
SALT’ın Perşembe Sineması “Evde” konseptiyle başladı. 29 Kasım’a kadar devam edecek programa dair ayrıntıları derledik.