Çerçöp, süprüntü pazar yeri.
Sesti, hareket gün boyu
Sattılar sattılarsa
Götürdüler kalanları.
Behçet Necatigil*
Semt pazarları ne kadar eskidir İstanbul yaşamında?
Konak yaşamının egemen olduğu dönemlerde, ileri gelen ailelerin bırakın semt pazarından alışveriş etmesi, mahalle bakkalından peynir satın almaları bile ayıp sayılırdı. Çünkü mutfakta kullanılan birçok malzeme “kapan” denilen yerlerden toptan alınırdı. Yağ kapanından yağ, tenekelerle alınırdı örneğin; un kapanından un torbalarla alınıp taşınır, konağın kilerine doldurulurdu. Eti, eski devirlerde Yeniçerilerin at sırtında getirip Etmeydanı’nda sattıkları biliniyor. Taze meyve ve sebzelerin de İstanbul köylerinden, bunları yetiştirenlerce getirilip satıldığı yine bilinen bir durum. Teknelerle taşınan meyve ve sebzelerin ise Yeniçerilerin denetimi altında limana yanaşabildiği kaynaklarda yazılıdır (Eski devirlerde, belediye zabıtasının görevlerini de Yeniçeriler üstlenmişti İstanbul’da).
İstanbul yaşamını kaleme alan yazarlar, daha çok pazarcı esnafının gürültücü, şamatacı, çenebaz, külhani yanlarını karikatürize ederler, sözcük oyunlarıyla arsızca laf sokuştururlarmış. Pazar yerinde kumaş satan birinin sözlerini bir romanında Kemal Tahir aktarır mesela: “Allı verelim, morlu verelim, sarılı verelim! Açıksa koyu verelim!”
Sermet Muhtar Alus, pazar yerine yakın oturan kimselerin, pazarın kurulduğu gün erken saatlerde uykuya veda etmek zorunda kaldıklarını; eşek anırması, at kişnemesi, araba gürültüsü ve pazarcı sesleriyle başlarının şiştiğini biraz da abartarak anlatır.
Yine eski İstanbul yazarlarına göre pazarcı esnafı Acem, Buharalı, Yahudi, Ermeni satıcılardan oluşur daha çok. Günümüzün pazarlarında onlara rastlamak pek mümkün değil... Yakın dönemlere kadar ise koca kentin semt pazarlarında çoğunlukla Kars’ın Göle ilçesinden gelmiş pazarcılar tezgâh açardı. Bugün de pazarlarda onların çocuklarına rastlayabilirsiniz.
Pazarcılar, İstanbul hallerinden aldıkları sebze ve meyveleri pazar yerine taşıyarak tezgâha dizerler. Ürünlerin dizilişine dikkat ederseniz, tezgâhın ön tarafına mostralıklar özenle yerleştirilmiştir. Çürük çarık olanlar ise arkada, satıcının hemen eli altındadır. Satış sırasında el çabukluğu yürürlüktedir.
Semt pazarlarından alışveriş yapanlar iyi bilir, pazarın kurulduğu sabah saatlerinde fiyatlar nispeten daha yüksektir. Pazarlığa kalkıştığınızda, pazarcılar burnundan kıl aldırtmaz; fiyat kırmaz, tezgâhtaki ürünü seçtirmezler... Ancak deneyimli ev hanımları özellikle ikindiüstü pazara çıkar. Burnundan kıl aldırtmayan o satıcılar fiyat kırmıştır akşama yakın saatlerde. Ürünün mostrası tezgâhta kalmıştır. İyi ürünü ucuza almanın keyfini çıkarır iş bilir hanımlar!
Şimdilerde örneğine pek rastlanmasa da İstanbul’un kimi köylerinde, örneğin Beykoz taraflarında, kendi evinin bahçesinde yetiştirdiği ürünleri pazara taşıyıp satan kadınlar ya da erkekler görürdünüz. Beslediği tavukların yumurtalarını satanlara rastlardınız. Bugün ise bir köşede, el emeği göz nuru örgülerini satmaya çalışan yaşlı kadınlar görürsünüz hâlâ...
*Şaire ait bu dizeler yayımlanmamıştır, “Pazarcılar Akşamı” başlığıyla elyazması olarak bulunduğu bilinir.

Pazarlarımızın satıcıları da alıcıları halktır, halktan insanlardır. Biri sınırlı sermayesiyle ticaret yapar; öteki sınırlı bütçesiyle geçimini sağlamaya çalışır. Alıcı da satıcı da bizdendir.
Günümüzde Anakent’in bütün semtlerinde bakkalların yerini alan marketler, pazarcı esnafını da ciddi biçimde tehdit etmektedir.
Bunun en çarpıcı örneği, Kadıköy’ün ünlü Salı Pazarı’nın, semt halkının elinden alınışında görüldü. Salı Pazarı, Kadıköy’de sınırlı bütçeyle yaşayan insanların en önemli beslenme alanıydı. Ev kadınları ellerindeki alışveriş torbalarıyla her salı pazara iner, haftalık sebze ve meyve gereksinimini satın alırdı. Semtin marketleri o gün müşterisiz kalmamak için sebze ve meyve fiyatlarında indirim yaparlardı.
Gün geldi AKP’li Anakent Belediyesi, Kadıköy’ün merkezindeki Salı Pazarı’nın arsasına göz dikti! Bu değerli arsa üzerine AVM yaptırma sevdasına düştü. Bu amaçla Salı Pazarı esnafının bir bölümünü Hasanpaşa’ya, âdeta sürgüne gönderdi. Böylelikle AKP’ye oy çıkmayan Caferağa Mahallesi’nin insanları, marketlerden alışverişe mecbur edilerek cezalandırılmış oldu! Salı Pazarı kaldırılır kaldırılmaz, marketlerdeki sebze meyve fiyatları ikiye, hatta üçe katlandı!
Kadıköy Belediyesi duruma seyirci kalamazdı: AVM yaptırmayı tasarlayan Anakent Belediyesi yöneticilerinin bu kararını mahkemeye taşıdı... Kötü niyetli bu plan hayata geçirilemedi. Ama semt halkının ucuza alışveriş yaptığı gelenekselleşmiş bir pazar yeri hayatımızdan çıkmış oldu! Şimdi marketlerdeki fiyatları tutabilene aşk olsun...
Semt pazarları yakın bir zamana kadar ucuzluğuyla dar gelirli yurttaşlara soluk aldırırdı. Bugünse âdeta bilerek isteyerek azdırılmış enflasyon canavarı, hiç kuşkusuz pazarcı tezgâhlarında da yurttaşın sınırlı bütçesini yiyip yutuyor! Dar gelirli insanlarımız, alacağı ürünü beş on kuruş daha ucuza alma kaygısıyla, bütün bir pazarı dolaşıp duruyor.
Eskiden pazar yerlerinde et, ciğer, sakatat gibi gıda ürünleri de satılırmış. Zamanla bu ürünler yalnızca dükkân ya da marketlerde satılmaya başlamış. Bu türden bozulmaya, mikrop kapmaya yatkın gıdaların açık alanlarda satışı muhtemelen belediyelerce sakıncalı bulunmuştur.
Tezgâhlarda satılan ürünler gibi pazarcıların görüntüsü de zamanla değişikliğe uğramış denebilir... O, eski İstanbul yazarlarına malzeme olmuş yarı külhani, eli bıyığında, güzel kadın gördü mü imalı laflar atmaktan kendini alamayan pazarcılar tarihe karıştı... Onların yerine, esnaf olmaya daha yatkın, bıçkınlığını kendine saklayan, köylüyle kentli arasında tipler belirdi dersek yalan olmaz.
Kadıköy yakasında, Kozyatağı semtinin pazarcılarından bir delikanlı, tezgâhının ardından orta yere sesleniyordu bir gün:
"Hayat kısa... Kuşlar uçuyor!"
Rastlantı bu ya... Tam da o sırada Cemal Süreya’nın yeğeni tezgâhın önünden geçiyordu. Pazarcı delikanlıya yaklaşıp sordu:
"Bu söylediğin dizelerin kime ait olduğunu biliyor musun?"
Bir yerlerden duymuştu bu adı; ama kimdir necidir, bir bilgisi yoktu delikanlının.
"O şair benim dayım olur,” diye açıkladı ve sonra çantasından, annesinin kaleme aldığı kitabı çıkarıp pazarcıya armağan etti Cemal Süreya’nın yeğeni. Dizelerini diline doladığı şairi tanıma şansı vermişti ona.
Belki de pazarcı çocuk, o günden sonra Cemal Süreya’nın izini sürecekti, kim bilir...

Yalnızca pazarcı esnafı değil, zaman içinde pazarlar da değişiklik gösterecekti İstanbul’da... Örneğin halk pazarları yanında, "sosyete pazarı" denilen yerler açılacak ve ilgiyle karşılanacaktı. Bu değişim olgusunun tarihini doksanlı yıllar olarak saptayabiliriz. İlk sosyete pazarı yanılmıyorsam Ulus’ta ortaya çıkmıştı. Bu bir rastlantı değildi elbet. Sosyeteye mensup kimselerin çoğunlukta olduğu semte de böylesi bir düzeyde pazar yakışırdı kuşkusuz (bu fakir, o pazarı gezip görmedi ama sosyete yazarı gazeteci arkadaşlarımızdan çokça işitmişliğimiz vardır). Söylediklerine göre nitelikli, bir benzerine ancak anlı şanlı mağazalarda rastlanabilen mallar satılıyordu bu pazarda. Üstelik mağaza vitrinlerinde dudak uçuklatan fiyat etiketlerinin çok altında satılıyordu her şey. Sosyete pazarından nitelikli malları ucuza almak isteyenler, nerede olurlarsa olsunlar, Ulus semtine kadar gitmeyi göze alıyorlardı.
Aradan geçen yıllar içinde, gördüğü ilgi nedeniyle başka semtlerde de “sosyete pazarı” açıldığını görecektik... Erenköy, Yeşilköy, Bakırköy sosyete pazarlarının adları da İstanbul sosyal yaşamında yerini almıştır.
Bunun dışında, Feriköy’ün “Antika Pazarı”nı burada mutlaka anmak gerekiyor. Oldukça iddialı bir pazar burası... “İddiası nedir,” diyeceksiniz. Türkiye’nin en büyük antika pazarı! Eski zamanlardan kalma eşya satıldığı için bitpazarı diyenler de var. Ne olursa olsun, İstanbul’un alışveriş yaşamına renk katan bir semt pazarı olduğu kesin.
Feriköy’de ayrıca bir organik pazar kurulduğunu belirtmeliyiz. Bu pazarın kurucusu ise Buğday Derneği. Feriköy Halk Pazarı içinde cumartesi günleri kuruluyor ve organik ürünler satışa sunuluyor. Meyve ve sebze dışında ev makarnası gibi hamur işleri de satılıyor. Özellikle cumartesi sabahları börekli köy kahvaltısı için Feriköy pazarının yolunu tutanlar olduğunu biliyor musunuz?
İstanbul’un en eski semt pazarlarından biri de Fatih’te kurulan Çarşamba Pazarı’dır, bilenler bilir. 90’lı yıllardan beri Çarşamba Pazarı’na bir ilimizin katkısı oldu. İstanbul’u mesken tutmuş Siirtli yurttaşlarımız, kendi yöresel yiyeceklerini bu pazara taşıdılar. Sarıburma tatlısı, büryan kebabı, kelle, işkembe çeşitleri, Pervari balı, otlu peynir, semt halkının damak zevkini yönlendiriyor nicedir. Yöresel yemekleri açık havada yapıp satarken Siirtli kimi esnaflar zamanla birer dükkân edinerek, pazarı haftanın her gününe yaydı.
Yöresel ürünleri İstanbul halkıyla buluşturan bir pazar da Kasımpaşa’da... Beyoğlu’nun koltuk altında, tarihî Kasımpaşa semtinde kurulan pazara, birkaç yıldan beri yeni bir değer eklenmiş bulunuyor: İnebolu Halk Pazarı... Cumartesi gününden kamyonlarla yola çıkarılan sebze ve meyveler, yöresel ürünler pazar günü Kasımpaşa’da tezgâhlara konuluyor. Hal binası depolarına girmeyen ürünlerin tazeliğini belirtmeye gerek yok. Mutfağının gereksinimlerini karşılamaya çalışan halktan insanların yanı sıra çevredeki aşevleri de bu pazarı kolluyor taze ürün alabilmek için.
İnegöl Halk Pazarı’ndaki ürün çeşitliliği azımsanacak gibi değil... Meyve sebze dışında, ev yapımı ekmekten tereyağına, peynire; yumurtadan reçel çeşitlerine, pekmeze; salçadan naneye, köy tavuğuna kadar birçok gereksinim tezgâhlarda âdeta alıcısına gülümsüyor. Yalnızca Kasımpaşalıların yararlandığı bir pazar yeri değil burası. İstanbul’un çeşitli semtlerinde yaşayan ve damak tadına önem veren, üşenmeden kalkıp zaman zaman Kasımpaşa’nın yolunu tutan kimseler de var.
İstanbul’un semt pazarlarını genel bir görüntü içinde anmaya çalıştık. Yazıya, Beşiktaş pazarının eski müşterilerinden bir şairimizin, merhum Behçet Necatigil’in dizeleriyle başladık... Konuyu noktalamadan önce ise bir başka edebiyatçımızın, çevresinde eleştiri yazıları kadar “gurme” oluşuyla da tanınan Doğan Hızlan’ın bir sözünü aktarmak isteriz buraya:
"Ünlü pazarlarına uğramadınızsa, o şehrin anatomisini bilmiyorsunuz demektir! Pazarları gezin, İstanbul’da yaşadığınızın farkına varın..."
Doğan Hızlan’ın bu anlamlı önerisinin üzerine başka bir şey söylemeye gerek var mı?