Birbirleriyle yeni tanışan insanlar sohbet biraz koyulaştığında ilk olarak kökenlerini sorarlar: “Siz nerelisiniz?” Eğer cevap olarak “İstanbul” denilirse o zaman peşinden gelen soru da değişmez.
“Esas memleket neresi?”
Bu yazının konusu olan gazeteci-yazar Hıfzı Topuz bir hayli “eski İstanbullu” olarak bilinir. Ne kadar eski derseniz Osmanlı İmparatorluğu yıllarından beri demek yanlış olmaz.
Hıfzı Topuz otobiyografik eseri Elveda Afrika Hoşça Kal Paris’te ilkokul öncesi çocukluk yıllarının geçtiği mekânı şöyle anlatır:
"Sözünü ettiğim köşk 1920’li yıllarda Kartal çarşısına 4-5 kilometre uzaklıkta bir sırtta 70 dönümlük bir arazinin içindeydi. Çam ağaçları, vişne bahçeleri ve bağlarla çevriliydi. Uzaktan denizi ve Büyükada’yı görürdü. Babam bu arazi ve köşkü 1916’da almıştı. Babam bağları ve vişneleri kendi dikmiş, gevenlerle kaplı boş araziyi buğday tarlalarına dönüştürmüştü."
Kartal Çiftliği 1916’da alınmış ama İstanbul’daki esas yerleşim Nişantaşı ve buradaki konut da dededen kalma bir konak. Hıfzı Ağabey artık gönül rahatlığıyla “esas memleketim de İstanbul” diyebilir herhâlde...
Öyleyse buradan devam edelim. Hıfzı Topuz 25 Ocak 1923’te İstanbul’da (Nişantaşı) dünyaya geldi. 1942’de Galatasaray Lisesi’ni bitirdikten sonra Güzel Sanatlar Akademisi’nde mimarlık okudu. Birinci yılın sonunda “mimarlık bana göre değil” diyerek İstanbul Üniversitesi Hukuk Fakültesi’ne girdi. 1948’de mezun oldu. Avukatlık stajını tamamladıktan sonra altı ay mesleğe devam etti. Strasbourg Üniversitesi’nde 1957-59 arası devletler hukuku ve gazetecilik dallarında yüksek lisans yaptıktan sonra ise 1960’ta aynı üniversitede gazetecilik doktorasını tamamladı.
Hıfzı Ağabey Türkiye’nin ilk doktoralı gazetecisidir. Aynı zamanda Fransa’nın da doktor unvanlı ilk gazetecisi olma şerefine nail olmuş medarıiftiharımızdır!
Gazeteciliğe öğrenciliği döneminde 1947’de Akşam gazetesinde başlıyor. Kısa sürede istihbarat şefi ardından da yazı işleri müdürü oluyor. Sadece habercilik yapmıyor, gazetecilerin özlük haklarıyla da yakından ilgileniyor. İstanbul Gazeteciler Sendikası’nın kurucuları arasında yer alıp başkanlık görevini üstleniyor.

Fransa’da yüksek lisans ve doktora yaptığı yıllarda UNESCO’ya giriyor. Özgür Haber Dolaşım Şefi olarak uluslararası gazetecilik örgütleri arasında mesleki iş birliği, basın ahlakı, gazetecilik eğitimi ve gazetecilerin korunması projelerini yönetiyor. Afrika ülkelerinde, Hindistan’da, Filipinler’de eğitim seminerleri düzenliyor. Kara Afrika’da kırsal basın projesini oluşturuyor.
Afrikalılar onun bu hizmetlerini unutmuyorlar. 23 Kasım 2013’te Kongo Demokratik Cumhuriyeti Lulumbashi Üniversitesi “Fahri Doktora” unvanı veriyor.
Hıfzı Ağabey’in 1940’larda “Beyoğlu muhabirliği” ile başlayan gazetecilik yolu Akşam, Vatan, Milliyet, Cumhuriyet gazetelerinden geçip 1974-75 yıllarında TRT Genel Müdür Yardımcılığı’na kadar ulaşıyor. TRT’nin Radyo-1, Radyo-2 ve Radyo-3 projeleri onun yöneticilik yıllarında hayata geçiyor.
Hayatından geçen ünlülerin isimlerinden bir müze oluşturulabilir. Hepsini bu yazıya sığdırmak elbette mümkün değil. Ama birkaç tarihî şahsiyeti burada anabiliriz. Hıfzı Ağabey’in en çok gurur duyduğu tanıklıklarının başında Mustafa Kemal geliyor: “Atatürk’ü Ankara ve İstanbul’da pek çok kez gördüm. Pendik İstasyonu’nda da elini sıkmıştık. Ona bakmaktan duyduğum heyecanı hiç yitirmedim!”
Hıfzı Topuz ülkemizdeki en eski ve en aktif Atatürkçü unvanına sahiptir. Atatürk’ü 10’lu yaşlarında görüp de 90’lı yaşlarında onun hakkında kitap (Bana Atatürk’ü Anlattılar) yazan başka biri var mıdır?
Atatürk’ten devam edelim. Hıfzı Topuz, Anadolu’ya çıkan Yunan ordusunun komutanı General Nikolaos Trikupis ile Atina’daki evinde röportaj yapmıştı. Yunan general esir düştükten sonra Atatürk ile karşılaşma anını Hıfzı Ağabey’e şöyle anlatmıştı:
"Mustafa Kemal Paşa ‘Üzülme General, Napolyon da savaş kaybetmişti,’ diyerek beni teselli etmişti."
Paris yıllarında ise pek çok dünya yıldızını görüp tanımıştı. Olimpia’da Charles Aznavour’u, Dalida’yı dinlemişti. Dalida için “Yıldızı yeni parlıyordu, cıvıl cıvıl bir kızdı” diye yazmış notlarına. Başkaları da var: “Jacques Brel’i ilk kez 1953’te Pigalle’de küçük bir tiyatroda dinlemiştim. Bağımsız sol eğilimliydi. Yves Montand’ı birkaç kez dinledim. Montand Fransa Komünist Partisi üyesiydi."

Paris röportajlarının "en babası" Nâzım Hikmet ile olan görüşmesidir. Onu da Abidin Dino aracılığıyla sağlıyor. Aralarında samimi bir dostluk bağı kuruluyor. Paris’e her geldiğinde buluşup hasret gideriyorlar. 1961’de Havana dönüşünde bir araya geldiklerinde Hıfzı Ağabey’in oğlu Kerem elini uzatıp “Bonjour Monsieur” deyince Nâzım şaşırıyor: "Oğlum bak ben monsieur falan değilim, senin amcanım amcan!"
Hıfzı Topuz UNESCO’dan emekli olup Türkiye’ye döndükten sonra büyük bir disiplinle kitap yazmaya başlıyor. Remzi Kitabevi’nden çıkan devasa bir Hıfzı Topuz külliyatı oluşmuş bulunuyor.
Benim yolum Hıfzı Ağabey ile 2000’li yıllarda kesişti. Digitürk İZTV’de onun belgeselini yapmak kısmet oldu. Çok da iyi arkadaş olduk.
Hıfzı Topuz gerçek bir Cumhuriyet çocuğu olarak 25 Ocak 2023’te 100 yaşına bastı. Hem de Türkiye Cumhuriyeti’nden dokuz ay önce... Onun bileğinin hakkıyla kazandığı pek çok unvan var. En eskisiyse doğduğu büyüdüğü şehir ile ailesi arasındaki güçlü bağlardan geliyor:
"Asırlık İstanbullu Hıfzı Topuz!"