İstanbul’un manevi mekânları, yüzyıllar boyunca yerel halk kadar tarihçilerin, seyyahların ilgisini çeken yerler. Şehrin en güzel yerlerinde bulunan, havası ve ruhuyla ziyaretçilerini etkileyen mekânların ortak özelliği, aradan geçen yıllar içinde kıymetlerinden bir şey kaybetmemeleri. Bugün de ferahlamak isteyenler, maneviyatta huzur arayanlar, buralara gidiyor, yüzyıllara tanıklık etmiş bu sakinlerle dertleşiyorlar.
İstanbul, maddi ya da manevi yönlerden insanları kendine bağlayan bir kültürel mirasa ev sahipliği yapıyor. Her an bir köşeden dönüp yüzyıllar önce yapılmış bir mescidin önünde bulabilirsiniz kendinizi. Ya da yan yana binalar arasında yalnız kalmış bir mezar taşı çarpabilir gözünüze.
Tarihiyle bu kadar iç içe yaşanan bir şehrin, ayırt edici özelliklerinden biri de kutsal mekânların şehrin hayatına karışmış olması.
Ahmet Hamdi Tanpınar, Beş Şehir eserinde İstanbul’daki bu manevi bolluğu şu cümlelerle açıklıyor:
"Eski medeniyetimiz dinî bir medeniyetti. Beğendiği, benimsediği adama ölümünden sonra verilecek bir tek rütbesi vardı: Evliyalık. Halkın sevgisini kazanmış adam mübarek tanınır, ölünce veli olurdu. Onun içindir ki, İstanbul evliya ile doludur. Bunların başında fetih ordusunun şehitleri gelir. Onların mazhariyeti hak ve millet uğruna kazanılan rütbeden de üstündü. Çünkü bu ordu, genç hükümdarından en son neferine kadar mübarek bir ordu idi, tuğralarını İstanbul surlarının karşısına dikmeden asırlar evvel övülmüştü. Hepsi veli idiler. Biz şimdi fetih tarihini garplılardan okuyor, Fatih’in hayatındaki aksaklıkları tenkit ediyor; ilim, sosyoloji filan yapıyoruz. Eskiler işi büsbütün başka türlü görüyorlar, İstanbul’u fetheden milli hamleye ilahi bir mahiyet veriyorlar, bu işte hiçbir izafiliğe yanaşmıyorlardı. Hemen her yerde, çoğu surların etrafından olmak üzere, fetih şehitlerinin mezarları vardır. Bunlar Türk İstanbul’un tapu senetleridir. İstanbul’da bizim hayatımız bu şehit türbelerinin etrafındaki hürmetle başladı."
“Evliyalar şehri” olarak nitelenen ve yüzlerce ziyaret yerine sahip İstanbul’un tarihî mirasının da bir parçası olan mekânlarından bir yol haritası çıkardık.
EYÜP SULTAN TÜRBESİ
İstanbul’un fethinin müjdecisi sayılan, bulunduğu semte ismini veren Ebu Eyyüb el-Ensarî, İslam tarihinin de önemli figürlerinden biri. Türbesinin İstanbul’da bulunması da yalnızca Türkiye’den değil dünyadan pek çok ziyaretçinin buraya gelmesine neden oluyor. Asıl ismi Halid b. Zeyd olan Eyyüp el-Ensarî, “ensar” lakabını Hazreti Muhammed’in Medine’ye hicreti sırasında ona ev sahipliği yapmasından alıyor. Müslümanların İstanbul’a yaptığı ilk seferde 669 yılında şehit düşen Eyyüp el-Ensarî’nin kabri Fatih Sultan Mehmet’in akıl hocası Akşemseddin tarafından bulunduktan sonra fethin manevi motivasyonunu da sağlıyor. Türbe, fetih sonrası İstanbul’a yapılan ilk eserlerden ve o günden beri yerli yabancı ziyaretçi akınına uğruyor.
Tarih içinde yapısı değiştirilen ve gelişen hazire (mezar yeri) gümüş bir sanduka içinde bulunuyor. Eyüp Sultan Cami’nde kullanılan İznik çinileri de çini sanatının önemli örnekleri arasında. Osmanlı padişahlarının kılıç kuşanma merasimlerinin yapıldığı Eyüp Sultan Türbesi, halkın da sünnet olan çocuklarını, yeni evlenenleri getirdiği bir ziyaret yeri. Eyüp Sultan Türbesi etrafında oluşan sosyal hayat, buraya zaman içinde külliyelerin, mezarlıkların, camilerin ve okulların yapılmasını da sağlamış. Bugün de Eyüp Sultan semti, İstanbul’un en çok ziyaret edilen yerleri arasında.
MERKEZ EFENDİ TÜRBESİ
Sünbül Sinan Efendi’nin öğrencisi Merkez Efendi’nin türbesi de en az hocasının haziresi kadar ziyaret edilen bir mekân. İstanbul’un dışı sayılan Zeytinburnu’nda yer alan türbe, Merkez Efendi’nin vefatının ardından, zaman zaman halvete girdiği çilehanenin bulunduğu yere kurulmuş. Sağlığında halk tarafından çok sevilen Merkez Efendi’nin türbesi de aradan geçen yıllar içinde kendisi kadar sevilen ve ziyaret edilen bir yere dönüşmüş. Burası aynı zamanda çilehanesi, kuyusu, darülkurrası, haremi, hamamı, çeşmesi, mutfağı, taamhanesi, derviş hücreleri de bulunan bir külliyenin içinde yer alıyor. Günümüze bunlar arasında en sağlam durumda olanı türbe. Tekkenin yanında bulunan suyun şifalı olduğuna, Merkez Efendi tarafından bulunduğuna ve hamamın bu yüzden buraya yaptırıldığına inanılıyor. Bu bölgeye yerleşimin başlaması da yine Merkez Efendi’nin buraya gelmesiyle hızlanmış.
YAHYA EFENDİ TÜRBESİ
1495 yılında Trabzon’da dünyaya gelen Yahya Efendi, aynı zamanda Kanuni Sultan Süleyman’ın süt kardeşi. Oğlu doğduğu sırada Trabzon’da sancak beyi olan Yavuz Sultan Selim’in, Yahya Efendi’nin babası Ömer Efendi’yle kurduğu dostluk, çocuklarının süt kardeş olmasıyla neticelenmiş. Kanuni Sultan Süleyman’ın isteğiyle İstanbul’a gelen, devrin önemli alimlerinden olan Yahya Efendi’nin vefatının ardından yapılan türbesi de II. Selim’in isteğiyle Mimar Sinan imzasını taşıyor. Beşiktaş Çırağan sırtlarından İstanbul’a bakan Yahya Efendi Çıkmazı’nda yer alan cami ve türbeye yıllar içinde sultanlar, şehzadeler, âlimler, şeyhler defnedilmiş. Yahya Efendi’nin hayatında inzivaya çekildiği ve ev olarak kullandığı mekân, vefatının ardından bir ziyaret alanına dönüşmüş. Özellikle İstanbul Boğazı’ndan geçen gemiciler, Yahya Efendi Türbesi’ne geldikleri vakit, bir düdük çalmayı, selamlamayı ve Fatiha suresi okumayı âdet edinmişler. Yeşillikler içinde kalan türbe, çevresiyle bütünleşmesi ve korunaklı kalmasıyla büyüleyici bir güzelliğe sahip. Öyle ki burası, Ahmet Hamdi Tanpınar’ın şu sözleri yazmasına neden olmuş: "İlâhî mağfiret Yahyâ Efendi Dergâhı’nda âdeta güzel bir insan yüzü takınır. .lüm burada, hemen iki üç basamak merdiven ve bir iki setle çıkılıveren bu bahçede hayatla o kadar kardeştir ki bir nevi erme yolu yahut aşk bahçesi sanılabilir."
AZİZ MAHMUD HÜDAYİ TÜRBESİ
Denizciler tarafından sevilen, ziyaret edilen ve İstanbul Boğazı’ndan geçerken selamlanan bir diğer türbe de Aziz Mahmud Hüdayi Türbesi. Aziz Mahmut Hüdayi Efendi’nin şöyle bir duası bulunuyor: “Bize mensub olanlar, denizde boğulmasınlar; âhir ömürlerinde fakirlik görmesinler, îmanlarını kurtarmadıkça ölmesinler; öleceklerini bilsinler ve haber versinler ve de ölümleri denizde boğularak olmasın!..” Burası, yılın her dönemi zora düşenlerin, maddi manevi şifa arayanların geldiği mekânlar arasında. Aziz Mahmud Hüdayi Efendi, Celvetiyye tarikatının kurucusu ve Sultanahmet Camii açıldığında, burada ilk hutbeyi okuyan isim. Aziz Mahmud Hüdayi Efendi’ye atfedilen menkıbe ve kıssalar türbesinin de yıllar içinde eksilmeyen bir ziyaret yeri olmasını sağlayan etkenler arasında.
FATİH SULTAN MEHMED TÜRBESİ
İstanbul’un fethinden sonra yapılan ilk selatin cami olma özelliğini taşıyan Fatih Camii aynı zamanda İstanbul’u fetheden Fatih Sultan Mehmed’in türbesine de ev sahipliği yapıyor. 1766 yılındaki depremde büyük hasar görse de yeniden yapılan, 1782 yılındaki Cibalikapı Yangını’ndan da etkilenen türbe, bugünkü hâlini 1952-1953 yılları arasında restorasyonla almış. Türbede Abdülhak Hâmid Tarhan’ın “Merkâd-ı Fâtih’i Ziyâret” adlı şiirinin büyük boy levhası asılı. İstanbul’un en çok ziyaret edilen yerleri arasında bulunan mekânın haziresinde Plevne kahramanı Gazi Osman Paşa gibi isimlerin de türbeleri bulunuyor.
HAZRETİ YUŞA VE TELLİ BABA
İstanbul Boğazı’nın iki yakasında bulunan bu iki ziyaret yeri, aynı zamanda İstanbul Boğazı’nın da koruyucusu sayılıyor. Sarıyer’de bulunan ve özellikle evlenmek isteyen, çocuk sahibi olmak için dua edenlerin ziyaretine uğrayan Telli Baba, ismini türbesine konulan gümüş tellerden alıyor. Beykoz’da bulunan Yuşa Tepesi ise Bizans döneminde de önemli bir manevi mekân. Tam olarak kimin yattığı bilinmese de kabrinin Yahya Efendi tarafından keşfedildiği rivayet ediliyor. Burada bulunan yatır-mezar, İstanbul’u ziyaret eden seyyahların eserleri arasına girecek kadar önemli bir mekân.
HIRKA-İ SAÂDET VE HIRKA-İ ŞERİF
Hazreti Muhammed’in ashabından Kâ‘b b. Züheyr’e hediye ettiği hırka bugün Topkapı Sarayı’nda; Hz. Peygamber’in Veysel Karanî’ye verilmesini vasiyet ettiği söylenen hırka İstanbul-Fatih’te bulunduğu camiye de adını veren “Hırka-i Şerif”te bulunuyor. Bu iki kutsal emanet de İstanbul’un önemli ziyaret mekânları arasında. Topkapı Sarayı’na yılın her dönemi ziyaret gerçekleşirken Hırka-i Şerif yalnız Ramazan ayında ziyarete açık oluyor.