Beyazıt parlamentosu: Küllük Kahvesi

Fotoğraf
Gökhan Akçura Arşivi
23 Ağustos 2023 - 13:14

“Sanmayın avare bülbüller gibi güllükteyiz Biz yanık bir kor gibi akşam sabah Küllük’teyiz.”1

Küllük, 1930’lu ve 1940’lı yıllarda İstanbul’un en ünlü kahvesi. Âdeta bir parlamento gibi taraflar ayrılmış, herkes kendi köşesinde demlenmekte. Abidin Dino, Küllük’ün bu parlak dönemini anlatıyor: “Henüz en şanlı günlerini yaşamakta direnen Küllük Kahvesi, kızlı erkekli rengârenk cıvıl cıvıl bir yer. Üniversiteli kızlar, asistan kızlar, burada oturma hakkını kavgalardan sonra rektörden koparmışlar... Yurda döndüğünde, bu yeni kaynaşmayı gören Halide Edib Adıvar, şaşıp kalmış, olayı bir gazete yazısı ile kutlamak gereğini duymuştu! Ne varki Küllük, ‘sol’la ‘sağ’ arasında çabucak bir çatışma konusu olmuştu ve gençkızlar genellikle ‘sol masalarda’ oturuyorlardı... ‘Sol masa’ olur mu diyeceksiniz? Olur. Kutuplaşmıştı kahve, hem de sol kanat ezici bir üstünlük sağlamıştı çabucak. Bunda derin siyasal nedenler aramak belki yersiz. Sağcı çevre üyeleri, asık suratlı, kasılmış, medrese kaçkını tiplerdi çoğunlukla. Solcu çevre ise (burada sol deyimi tutuculuğa karşı herkesi kapsıyor), hiçdeğilse biraz delişmen, neşeli, kızlarla eşitlik içinde tartışmayı, konuşmayı seven kişilerdi. Sanatçılar da dadanmıştı buralara, eski kuşaktan, yeni kuşaktan.”2

Küllük, Beyazıt Camisi’nin Aksaray yönüne bakan tarafında yer alıyordu. Caminin bir yanında Çınaraltı, öbür yanında ise Küllük bulunuyordu. Kahvenin konumunu Nevzat Sudi’nin anılarından aktaralım: “Küllük kahvesi, Beyazıt camiinin Beyazıt’a bakan kapalı kapısı önüne yerleştirilmiş üstü mermer masalarla, bahçeyi ortasından ikiye bölen dar yolun öbür yanındaki ünlü Emin Efendi lokantasının mutfak bölümüne bitişik, önü tümüyle cam, tek katlı, limonluk benzeri bir yapıdan oluşmuştu. Bu bölümde çoğunlukla öğretmen emeklileri, üniversite öğrencileri prafa, blum, pastra ya da briç oynar, tavlacılar zar atarlardı. Kahve ocağı da buradaydı.”3 Kışın bu küçük bölümle sınırlı kalan Küllük, bahardan itibaren sandalyeleri dışarı atar, meydana doğru yayılırdı.

KÜLLÜK ADI NEREDEN GELİYOR?

Kahvenin ne zamandan beri orada var olduğu konusunda ise rivayet muhtelif. 1920’li yıllarda vardı diyenler çoğunlukta. Küllük’ün bir edebiyat mahfili olarak önem kazanması daha sonradır. Harbiye Nezareti’nin Darülfünûn’a (İstanbul Üniversitesi) devredilmesi, 1933’teki üniversite reformu ile yabancı hocaların Darülfünun’a gelişi, 1939’da aynı meydanda Beyazıt Kütüphanesi’nin açılması, Sahaflar Çarşısı’nın kahvenin hemen yanında yer alması Küllük’üentelektüeller için bir buluşma noktası hâline getirmiştir.4 Kahvenin adının niye Küllük olduğu konusunda da fikir birliği yok. Fikret Adil, kahvenin ilk adının “Güllük” olduğunu ileri sürer. Sıtkı Akozan ise Küllükname’nin “Ön Söz”ünde bu mekânın diğer iki adından söz eder: Muallimler Bahçesi ve Akademi Meydanı. Salâh Birsel de “Bir demeye göre, kahvenin biraz ötesinde, eskiden Beyazıt Camii İmaretevi’nin küllerinin döküldüğübir yer vardır, kahve adını buradan almıştır” diyerek bilgilerimize katkıda bulunur.5

Dönemin edebiyatçıları anılarında sık sık sözü Küllük’e getirirler. Hilmi Büyükşekerci 1939 yılı İstanbul Üniversitesi’ne başladığı dönemde tanışır Küllük’le: “Küllük kahvesinin ağaçlıklı bahçesi, Beyazıt Camisi’nin alana bakan ön cephesinin solunda cami duvarının dibinden başlardı. Alandan, doğrudan bahçeye girilirdi. Girişte, sağda ünlüEmin Efendi (Emin Mahir) Lokantası... Onu izleyen yapı da Küllük kahvehanesiydi. Kahvehane sıradan ve heyecansız bir barınaktı; oradakileri dışarıdakiler ilgilendirmediği gibi dışarıdakileri de oradakiler ilgilendirmiyordu. Kültür panayırı, gölgelerin altındaydı; bahçedeydi. Orada bulunduğunuz sürece (yaşlı, genç, eski, yeni) ilgi duyduklarınızı ya görürdünüz ya da görüşürdünüz.” Sanatçıların ve edebiyatçıların dışında başka bir dünya daha vardı kahvenin çevresinde:

“Küllük, eski cemaat göreneğinden kalma her türlüsatıcının, çıkarcının yasaksız dolaştığı bir yerdi: Simitçiler, gazete satıcıları, meyve, hıyar gezdirenler, dilenenler, fal bakanlar, kelepir reklamcıları vb. masaları boşlamazlardı. Küllük cemaatinin rahmeti, onların üzerlerindeydi.”6

KÜLLÜK DERGİSİNİN KAPAĞI (DESEN: ABİDİN DİNO)

KÜLLÜK DERGİSİ

Hasan İzzettin Dinamo da Küllük’te geçirdiği 1940 yazının anılarını aktarır. Hiç de keyifli olmayan anılardır bunlar çünkü Hitler Almanyası’nın Avrupa’da girmediği ülke kalmamıştır. Demokrasi kalesi olarak nitelenen Fransa ise 15 günde işgal edilmiştir. Dinamo, “Avrupa’nın göklerini karartan müthiş kasırganın ilkin biz Türk sanatçılarının ruhunda kamçı gibi şakladığını duyduk” diye aktarır o günlerdeki duygularını.7 Bu sıkıntılı günlerde kahvede toplanan, genellikle sol eğilimli edebiyatçılar bir dergi çıkarmayı düşünür. Derginin isim babası Hasan İzzettin Dinamo’dur. “Madem bu kahvedeyiz adı da Küllük olsun dergimizin” der. Derginin yöneticisi ise o dönemin en etkili isimlerinden olan Abidin Dino’dur.

Küllük, ilk sayısı yayımlanır yayımlanmaz emniyet müdürüMuzaffer Akalın imzasıyla gönderilen 26 Eylül 1940 günlübir yazıyla “Dahiliye Vekâleti”nin buyruğuyla kapatılır. Derginin kapanmasının nedeni olarak Orhan Veli’nin şiiri gösterilir. Ama şiirde görülebileceği gibi “sakıncalı” hiçbir şey yoktur. “Tahattür” başlıklı şiir şöyle: “Alnımdaki bıçak yarası/ Senin yüzünden/ Tabakam senin yadigârın/ ‘İki elin kanda olsa gel’ diyor/ Telgrafın./ Nasıl unuturum seni ben/ Vesikalı yârim?” Derginin neden kapandığı konusunda kesin bir cevap yoktur. Çıkaranların sol eğilimli olması, ileride yapabilecekleri “sakıncalı” şeyler düşünülerek önlem almışlardır kanımca…

1941 yılında Gavsi Ozansoy Son Posta gazetesindeki köşesini kahvemize ayırır. Aydınların Küllük’e neden bu denli çok gittiklerinin cevabını bulmaya çalışır: 

“Edebiyatçılarımızı Küllüğe çeken birinci hususiyet ucuzluğudur. Fakat, bu sene Dünya Harbi buraya da tesir etmiş. Kahve 5 kuruştan altıya çıkmış. İkincisi de temizlik hususundaki kalenderliği olacak. Zira modernist şairler, bunda özel bir cazibe, diğer hususiyetleri de gölgesinin, dilencisinin ve kundura boyacılarının bolluğu.”8 Aynı yıl buranın müdavimlerinden sayılan kadın gazetecimiz Neriman Hikmet de kahvenin gediklileri ile röportaj yapar. Konuştuğu bir kişi Küllük’e gelenleri şöyle anlatır: “Küllük yaman bir yerdir. Bu kahvede sınıf ve zümre sistemi caridir. Sabahtan saat on bire kadar masaları emekliler doldururlar. Sabah gazetelerini baştan sonuna kadar, tâ başmuharrirden müdürü mesule kadar hepsini okuyup hatmederler. Hemen her mevzu üzerinde muhafazakâr bir titizlikle durup her şeye acı acı itiraz ederler. Öğle oldu mu, üçe, dörde kadar profesörler, üniversite kâtipleri burada buluşarak sohbet ederler, eş ve dostlarıyla birkaç saat bir arada otururlar. Mesleki münakaşalarda da bulunurlar. Onların içinde buraca en meşhurları Mükrimin Halil’dir. Yaman hikayeler anlatır. Yavuz Abadan mükemmel briç oynar. İsmail Hakkı Uzunçarşılı daima nargile fokurdatır. Ahmet Hamdi Tanpınar, görüş ve mütalâalarıyla şöhret kazanmıştır. Bunların arkasından da yeni edebiyatçılar birer birer bir köşeyi doldurmaya başlarlar.”

KÜLLÜK KAHVESİ (DESEN: MİHRİBAN SÖZER)

BAKIRCILARIN GECE SEANSI

Neriman Hikmet bu noktada dayanamayıp araya girer: “Yeni edebiyatçıları nasıl ayırd ediyorsunuz?” Hemen cevap gelir: “Hallerinden belli, bir tecrübeli göz kendilerini derhâl fark eder. Her zaman gelirler, otururlar, konuşurlar, giderler. Yalnız pazar günleri hiç uğramıyorlar. Herhalde işsizlik tatili yapıyor olmalılar.” Ardından sözü bir başkası alıp devamını getirir: “Beşten sonra memurlar akın eder. Tüccarlar, iş sahipleri akşam ezanında bir iki nefes çekerek, iki üç lakırdı ettikten sonra evlerinin yolunu tutarlar.” Öğrenciler için ise belli bir zaman yoktur: “Günün her dakikaları Küllük’te geçer.

Talebe fakülteye kayıtlıdır. Fakat her sabah kahveci Enver ‘mevcut defteri’ni Küllük’te tutar.” Peki ya geceleri? “Küllük’ün gece hayatını bakırcılar yaşar. Küllük gece oldu mu, artık bambaşka bir hüviyete bürünür. Tıpkı bir köy odasına benzer. Köy kahvelerini andırır. Bakırcıların bir küçük okur yazar çocukları vardır. Ona gazete okuturlar ve hepsi çocuğun etrafını alarak onun okuduklarını dinleyerek dünyadan, memleketten haberdar olurlar.” Gedikli müdavimlerin son sözleri ise Küllük’ün anlamını özetler âdeta: “Beyoğlu’nda Nisuaz, Degustasyon müşterileri muayyen bir sınıf, bir fikir seviyesi ifade eder. Halbuki Küllük Kahvesi bir umumi parlamentodur.”9

Bu karmaşık yapısına, Abidin Dino’nun söz ettiği gibi sağ ve sol kamplara ayrılmış olmasına rağmen Küllük’ün genellikle sükûnetini muhafaza ettiğini görürüz. Öğrenciliğinden itibaren buranın müdavimlerinden Tarık Buğra anlatsın: “Birbirimizle kavga ederiz, dost oluruz, gruplara ayrılır, borçalır, öder veya ödemeyiz, borçverir, alır veya alamayız. Sırası gelir küskünlüklere son verir, sırası gelir dostlarımızla bozuşur ve mizaçlarımıza göre, bütün bu hâlleri santimantal, hattâtrajik, alaycı veya umursamayan bir edâile yaparız. İçimizde mirasyediler vardır, üçaylıkları veya kırmızı renkli havâle kâğıdını bekliyenler vardır, hele hele hiçbir şey beklemiyenler vardır. Karıları ikinci gençlik çağını yaşıyan askerlik emeklileri, sevgililerini bir defacık olsun öpmemiş, hattâselamlamamışebedîüniversiteliler, asla yaşamamışmetreslerden bahseden tığgibi fakat kadınsız, fakat kadından kaçan delikanlılar. Bunlar, hepsi, yâni hepimiz, evlerimizden, pansiyonlarımızdan veya varı yoğu bir şilte ile bir bavul ve üçbeşkitap – büyük aşklara, büyük hayatlara dair; büyük, ah! ve sefil şartlar– olan odalarımızdan, daha gün kendini bulmadan fırlar, şehrin her yönünden Küllük’e dökülürüz.”10 Ressam Arif Kaptan da burada en fazla ağız münakaşası yapıldığını söyler: “Her dalı birbirini kucaklayan bu ağaçların dibinde dostlar da birbirini kucaklar görünürler ama bu görünüşe pek de aldırışetmek doğru olmaz çünkübiraz sonra münakaşalar soyunup dökünüp ağız kavgası kılığına girebilirler.”11

ORHAN VELİ (SOLDAN ÜÇÜNCÜ) KÜLLÜK'TE

SONA DOĞRU

Sanırım Küllük’le ilgili en son röportaj 1956 yılında Şehir gazetesinde Nejat Işın tarafından yapılmıştır. Röportajdan Küllük’ün eski havasını yitirdiği hemen anlaşılır. “Eskiden beri şairlerin, profesörlerin, lise hocalarının devam ettiği tarihî bir yer olan Küllük, şimdi turistlerin de uğradığı bir yer olmuştur.” Nejat Işın kahve içinde bulunan dükkânında 25 yıldır berberlik yapan Halim Seval’e kahvenin eski müdavimlerini anlattırır. Halim Bey anılarını noktalarken kahvenin garsonlarından biri seslenir: “Halim ağabey, turistler geldi, yine ezan dinleyeceklermiş! Daha vakit var mı?”12

Fikret Adil, 1957 yılı Mart ayında yayımlanan bir yazısında Küllük ve Emin Efendi Lokantası’nın Beyazıt Meydanı’nı genişletme çalışmaları sırasında ortadan kaldırılacağını söyler. “Cami etrafını sarıp mimarisini kapatan yapıların” yıkılma kararının alındığını belirtir ve buna itiraz eder: “En eski zamanlardan beri camiler etrafında bu neviden kahveler vardır. Ağaçlar –ki her caminin yanında bulunması bir nevi mimari icabıdır– atılan masa ve sandalyelerde, namaz vaktini beklemek, camiden çıktıktan sonra ahbaplarla görüşmek, oralarda buluşmak, cenazelerde cemaati toplamak gibi, bu kahvelerin sosyal faaliyetleri de vardı. Beyazıt, üniversite merkezi olduğundan ‘Küllük’ bir nevi de onun devamı, lokantası ve teneffüshanesi idi.”

Kahvenin, zaman içinde bu vasıflarını kaybettiğini ama yine de özellikle yazları şehrin “turistik” cazibe merkezlerinden birini teşkil ettiğini de sözlerine ekler.13 Fikret Adil 1960 yılı başlarında artık yıkılmış olan kahvenin yeniden yapılacağını duyar ve çok sevinir. “Küllük”ü yeniden gündeme getirmek için hemen kaleme sarılır: “Küllük (…) sosyal bir boşluğu dolduruyordu. Onu kaldırmak yanlış bir hareket oldu. Kaldırmak değil, temiz ve güzel bir hale getirmek lâzımdı” diye başlar ve daha önce de yazdığı gibi bu tip kahvelerin ne denli önemli olduğunun altını çizer.14 Ama duydukları ne yazık ki gerçekleşmez ve Küllük tarihin derinliklerine doğru yol alır.

ABİDİN DİNO (FOTOĞRAF: SALT ARŞİV)

KÜLLÜK KAHVESİ MÜDAVİMLERİ

İbnülemin Mahmud Kemal İnal, Mükrimin Halil Yınanç, Abdülhâk Hâmid, Rıfkı Melûl Meriç, Fazıl Ahmet, Doktor Nihad, Şemseddin Reşad, Kâzım Nâmi Duru, Burhan Ümit, Ali Canib Yöntem, Selim Nüzhet Gerçek, Ali Nihad Tarlan, Hilmi Ziya Ülken, Peyami Safa, Sadettin Nüzhet Ergun, Ferit Kam, Kilisli Rıfat Bilge, HüsnüHamit Ongunsu, Haydar Niyazi, Rıdvan Nafiz Ergüder, Mustafa Şekip Tunç, Reşat Nuri Güntekin, Şevket Aziz Kansu, Avni Başman, Mehmed Fuad Köprülü, Şemseddin Günaltay, Lütfi Ömer Barkan, Akdes Nimet Kurat, Yahya Kemal, Sadri Ethem Ertem, Nurullah Ataç, Enver Behnan Şapolyo, Emin AlîÇavlı, Ahmet Refik Altınay, Mesut Cemil Tel, Neyzen Tevfik, Reşid RahmetîArat, Ragıp Özdem, Ziya Fahri Fındıkoğlu, Mehmet Halit Bayrı, İbrahim Alâeddin Gövsa, Mehmet Behçet, Şükûfe Nihal, Sıtkı Akozan, Ercüment Ekrem Talu, Agâh Sırrı Levent, Fatih Gökmen, Necmettin Halil Onan, Yunus Kazım Koni, Hamamcıoğlu İhsan, Hikmet Feridun Es, Tevfik Kut, Muhsin Ertuğrul, Ali Canip, Necip Fazıl Kısakürek, Yusuf Ziya Ortaç, Orhan Seyfi Orhon, Burhan Toprak, İsmail Hakkı Uzunçarşılı, Abdülbaki Gölpınarlı, Tahir Kudsi Makal, Salih Zeki Aktay, Tevfik Yalıner, Ahmet Muhip Dranas, Halit Fahri Ozansoy, M. Behçet Yazar, Cemal Nadir Güler, Burhan Felek, Osman Cemal Kaygılı, Nâzım Hikmet, VâlâNurettin (Vâ-Nû), Refik Ahmet Sevengil, Behçet Kemal, Ethem İzzet Benice, Abidin Daver, Nizamettin Nazif Tepedelenlioğlu, Sabri Esat Siyavuşgil, Mahmut Yesari, Mithad Cemal Kuntay, Zahir Güvemli, Hakkı SühâGezgin, Turhan Tan, Mazhar Osman, Ekrem Reşit Rey, Reşad Ekrem Koçu, Suût Y. Ebusuudoğlu, Ahmed Caferoğlu, Kenan Hulusi Koray, Enver Ziya Karal, Profesör Vehbi Eralp, Kâzım Esat, İsmail Suat Gürkan, Niyazi Akıncıoğlu, Yaşar Nabi Nayır, Hıfzı Veldet Velidedeoğlu, Hilmi Ömer Budda, Mehmet Kaplan, Çallı İbrahim, Şevket Rado, Prof. Türkan Rado, Prof. Süheyla Bayrav, Orhan Veli, Abidin Dino, Güzin Dino, Arif Dino, Nail V., Hasan İzzettin Dinamo, Orhon Murat Arıburnu, Ömer Faruk Toprak, Suat Derviş, Sabahattin Aksal, Tarık Buğra, Hüsamettin Bozok, Agop Arad, Burhan Arpad, Asaf Halet Çelebi, Bedri Rahmi Eyüboğlu, Sait Faik Abasıyanık, Oktay Akbal, Faruk Nafiz Çamlıbel, Neriman Hikmet, Rıfat Ilgaz, Salâh Birsel, Arif Kaptan, Samim Kocagöz, Özdemir Asaf, İlhan Berk, Cahit Sıtkı Tarancı, Celal Sılay.

Küllük
Küllük Kahvesi
Beyazıt
Orhan Veli
Abidin Dino
Küllük Dergisi
Tarih
İstanbul
Gökhan Akçura
Sayı 015

BENZER

Cumhuriyet’in ilanından sonra kurulan Cumhuriyet Halk Partisi ilk yüzyılını geride bırakıyor. Mustafa Kemal Atatürk’ün kurduğu Türkiye Cumhuriyeti’nin ilk siyasi partisini bir daha tanımak ve kuruluşunu anlatmak önümüzdeki yüzyılın nasıl şekilleneceğine dair bir ipucu niteliğinde.
Bu sene Kurtuluş Savaşı’nın kilometre taşlarından biri kabul edilen İnönü Zaferleri’nin 100. yılı. İnönü Muharebeleri, Millî Mücadele’ye duyulan inancı pekiştirerek güç dengesini İstanbul’daki saraydan Anadolu’daki halk lehine çevirmiş, istilacı kuvvetleri moral çöküntüye sürüklemiş ve böylece Cumhuriyet yolunu açmıştı. Nedenleri ve nasıllarıyla 100. yılında İnönü Muharebeleri’ni anlatan kapsamlı bir kitabın İBB tarafından yayına hazırlandığı günlerde, kitabın yazarlarından Prof. Dr. Şaduman Halıcı İST için dönemi kısaca toparlayarak kaleme aldı, kitabın resimlemesini yapan Selçuk Ören’in illüstrasyonları da yazıya eşlik etti. Tadımlık.
Yeni yıla girişi yeni, “tam istediğim gibi” bir ben yaratmaya vesile etme eğilimi vardır çoğumuzda. Her yıl neler yapılacak, neler yapılmayacak diye listeler hazırlamak ne de zevklidir! Herhalde her yıl yenisini yapabilmek için listelerimize hiç uymayız... Sonbaharda bebek kedisini kaybettikten sonra iki ay boyunca günlük yürüyüşlerine çıkmayı, hatta evinden çıkmayı bırakan ama böyle durumlarda her defasında küllerinden doğan Sezyum’dan öneriler istedik. Sabredin dedi Sezyum, kararlarınıza tutunun, şöbiyet sizi gömmesin!