Bu sırada ülkenin çeşitli noktalarında anlamsız protestolar başlamıştı; robotların çalışanların işlerini ellerinden alacağı, mahallelerindeki huzur ve güvenlik ortamını bozacağı konuşuluyordu. Oysa, bu tarz tartışmalar çok geride kalmıştı.
Türkiye’nin ürettiği ilk robotlarda birtakım eksikler vardı. Neyse ki kendini bilime ve pozitivist düşünceye vermiş Türk bilim insanları robotların yazılımlarını günden güne yeni sürümleriyle güncelliyor, robotlardaki eksiklikler kapatılmaya çalışılıyordu.
Robotları üretirken Asimov’un 3 robot yasası en temel ilke olarak ele alınmıştı. Bu kurallara göre:
1. Robotlar bir insana zarar veremez ya da bir insanın zarar görmesine seyirci kalamaz.
2. Robotlar 1. kuralla çelişmediği sürece bir insanın emirlerine uymak zorundadır.
3. Robotlar 1. ve 2. kuralla çelişmediği sürece kendinin zarar görmesine izin veremez.
Tabii bu kuralların yanı sıra robotlara iyi ahlak da yüklenmesi düşünülmüştü. Güzel ahlak kavramını evrenselleştirmek için tüm dinler ve genelgeçer ahlak değerlerine göre olumsuz davranış olarak tanımlanan davranışlardan uzak durulmalıydı.
1. Robotlar asla yalan söyleyemezdi.
2. Robotlar para ya da mevki karşılığında kararlarını etki altında bırakamazdı.
3. Robotlar açgözlü olamazdı. (Örneğin, hidrolik yağı azalmış bir robot hiçbir zaman ihtiyacından fazla yağ depolayamazdı)
4. Robotlar sinirlenemez, öfke, kin, haset ya da kıskançlık besleyemezdi.
5. Hiçbir robot yaptığı işten, statüsünden ya da ahlak anlayışından dolayı başka bir robotu ya da insanı aşağılayamaz ve hor göremezdi...
Bu kurallar yüklenince robotlar pırlanta gibi çalışmaya koyuldular. Türkiye’nin yeni tarım hamlesinin en büyük ayağında kısa bir süre içinde ülkeyi tekrar denizcilikle ve tarımla kendi kendine yetebilecek bir yer hâline getirdiler. Hatta bununla da kalınmadı. Türkiye, o yıllar içinde dünyanın en büyük sebze ve meyve üreticisi konumuna geçti. Hasatların lezzeti ve kalitesi sayesinde tüm dünya “kayısı” dendiğinde “Malatya”, “lüfer” denildiğinde “İstanbul” diyebilecek kadar Türkiye’yi tanır hâle gelmişti. Hatta bir ara Meksikalılar bir şehirlerine o yılda “Çorum” adını koymayı bile düşündüler. Dediklerine göre, beyaz leblebi tekilanın yarattığı yanmayı alıyormuş...
Robotlar iş gücünün ülkedeki her kolunda delicesine çalışıyordu. Yıllar önce TOKİ’nin yaptığı hayalet ve güvensiz binalar şimdi “canlı olarak görülmedikleri için” robotlara tahsis edilmişti. Toplu konutlarda sıkış tepiş bir hayat yaşayan robotlar her gün işlerine gitmek için Magnetbüs’te saatlerce balık istifi gibi seyahat ediyordu.
Kimse şikâyetçi değildi...
Robotların bu kadar efendi ve kadirşinas olmasının da verdiği heyecanla Türkiye dünyanın her yerine artık robot da üretmeye başlamıştı. Yurt dışına giden robotlar oralarda kendi mahallelerini kurmuş, boş zamanlarında rastlantısallığını sevdiklerinden ve bilemedikleri başka bir duygudan dolayı tavla oynar olmuştu...
Zar ve pul sesleri önce tüm Avrupa, ardından Amerika ve Asya’da bile yankılandı.
Robotlar bulundukları toplumlara da güzel bir şekilde uyum sağlamışlardı. Yurt dışındaki robotların tek farkları ucuz olsun diye kıyafetlerini de Türkiye’nin tekstil merkezi Mahmutbey’den almalarıydı. Mahmutbey’dekiler ellerindeki eski kahverengi – gri – pötikareli takımları yurt dışındaki yüz binlerce Türk robotuna göndermiş, hem ellerindeki eski tasarımlardan kurtulmuş, hem de kârlarına kâr katmışlardı. Asgari ücretle çalışan robotlar ise bu kadar ucuza böylesi güzel elbiselere sahip olmalarını çok avantajlı buluyorlardı. Hatta Viyana ve Berlin’deki birkaç robotun bu duruma “sevindiği” belirtilir. O zamanlarda robotlarda “sevinme – üzülme” gibi karmaşık duygular daha programlanmamıştı. Yapay zekanın içindeki kendiliğinden oluşan bu sinyallerle robotların en büyük gizemi çözülecekti. Böylelikle robotlara inceden birtakım duygular da yüklenecekti... Türk bilim dünyası ve tüm Türkiye bir önemli keşfin daha haklı gururunu ve sevincini İstanbul Yeniportal alanına evlerinden katılan 6 milyonluk hologram bir kalabalıkla kutlayarak yaşadı.
Ne olduysa ondan sonra oldu. Keşke robotlara bu hisler hiç yüklenmeseydi... Bu da bir başka yazının konusu.