İstanbul’da ulaşım her dönemde “sorun” olarak varlığını sürdüregeldi. Anlatacağım dönem 20. yüzyılın ikinci yarısına denk geliyor. Daha Boğaz’ın üzerinde köprüler, altında tüneller yokken İstanbul’un toplu taşıma araçları olarak vapurları, iki hat çalışan banliyö trenleri, tramvayları, troleybüsleri ve belediye otobüsleri vardı.
Vapurlar için fazla söze gerek yok. İstanbul Büyükşehir Belediyesi, Şehir Hatları İşletmesi'ne bağlı vapurlar Boğaz’ın en uç noktası Anadolu Kavağı’ndan Adalar’a kadar her yöne sefer yapıyor.
Eski tramvaylar 1966’da hizmetten kaldırıldı. Şu anda nostaljik seferleriyle İstiklal Caddesi’nde ve Kadıköy’de devam ediyorlar.
Troleybüs denince yaşı 40’ın altında olanlar “O da neyin nesi?” diye sorabilirler. Anlatmak lazım. Hizmet verdiği yıllarda halk arasında kısaca “boynuzlu otobüs” adıyla anılır, elektrikle çalışırlardı. Şehir içinde yollar üzerine çekilen elektrik hatlarından aldığı enerjiyle hareket ederlerdi. İstanbul’da 1961’de hizmete girdiler ancak elektrik kesintileri nedeniyle sık sık yollarda kalıp trafiği engelleyince 1984’te hizmetleri sonlandırıldı.

İstanbul’un belediye otobüsleriyse her dönemde ayrı hikâyeleriyle kendi tarihlerini yazdılar, hâlâ da yazmaya devam ediyorlar. Benim öğrencilik hayatımın ortasında Üsküdar-Beykoz hattının yıldızları olan Skoda otobüsleri vardı. Çekoslovakya yapımı olan bu otobüsler 1950’lerin ikinci yarısında 300 adetlik bir sipariş sonucu İstanbul’a gelmişlerdi. O yılların modern “burunsuz” otobüsleriydiler. Şimdi “burunlu otobüs de mi vardı?” diye soracak olanlar için küçük bir izahat yapayım, evet vardı. Eski kamyonlarda olduğu gibi aracın motor bölümü bu burunda yer alırdı.
Skoda otobüslerinde ise motor aracın içinde şoförle en öndeki tekli koltukta oturan yolcu arasında uzanırdı. Arkeolojik kazılarda ortaya çıkan anıt mezar ebatlarındaydı neredeyse. Yolcularla aynı bölümde olması nedeniyle araç içinde motor sesinden başka ses duyulmazdı.
Ancak hakkını teslim etmek gerek, Skoda otobüsler İstanbul’da bir hayli sükse yapmışlardı. O kadar ki Vedat Türkali’ye Otobüs Yolcuları filminin senaryosunu yazdırmışlardı. Vedat Türkali belgeselini çekerken anlatmıştı: “İstanbul’a yeni otobüsler gelmişti. Çok güzel çalışıyorlardı. Filmin adını bu otobüslerden yola çıkarak koyduk.”
Başrollerini Ayhan Işık ile Türkan Şoray’ın oynadığı filmi Ertem Göreç yönetmişti. Ayhan Işık yeni otobüsün yakışıklı şoförü, Türkan Şoray da her sabah işe giderken en öndeki tekli koltuğa oturan güzel yolcu idi.
Ayhan Işık ile Türkan Şoray’ın arasında kalan devasa motor filmdeki kadar şirin değildi tabii. Motorun çelik kapağı ilk seferle birlikte ısınmaya başlayınca, otobüsün ön bölümü saunayı aratmayacak bir sıcaklık sağlıyordu. Bu durum soğuk kış günlerinde faydalı olsa da diğer üç mevsim yeryüzü cehenneminin mini kopyası olarak hizmet verirdi. Skoda otobüsleriyle 20 kilometrelik Üsküdar-Beykoz yolu 60 dakikanın üzerinde sürerdi.
Burunsuz Skodaların abileri de vardı. İsveç çıkışlı Scania Vabisler ve Almanya üretimi Bussingler de İstanbul yollarında az buz hizmet vermediler.
1968-69’da İngiltere’den 300 adet Leyland otobüs gelince, her gün işe ve okula belediye otobüsleriyle gidenleri bir sevinç dalgası sardı. Otobüsün içinde koca bir motor yoktu! Aracın en arkasında bulunan motor sesi yolculara kedi mırıldaması gibi geliyordu. Leyland otobüslerin küçük vites kutusu da bir hayli beğeni kazanmıştı. İstanbul’un nüfus artışı da hızlanmış, otobüslerde ayakta gitmek normalleşmişti. O yıllarda otobüslere arka kapıdan binilir, kapının yanına kurulmuş biletçiden nakit para ile bilet alınıp ön kapıya doğru ilerlenirdi. İnişler ise ön kapıdan yapılırdı.

Motor sesinin yerini yolcuların şoföre yaptıkları uyarılar almıştı. Mesela otobüs kalkış noktasından çok yolcuyla hareket etmişse koro hâlinde “şoför bey durak harici yapsana kardeşim” diye kitlesel muhalefet başlardı. “Durak harici” demek, inecek yolcuları durağı biraz geçtikten sonra indir, binecek olanlar da otobüse yetişip binemesinler, içerdekiler de rahat etsinler, demekti.
Bazı şoförler yolcuların taleplerini yerine getirir, bazıları ise hiç dikkate almazlardı. Günlerden bir gün Üsküdar’dan hayli dolu olarak hareket eden 15 hat numaralı Beykoz otobüsü henüz Kuzguncuk’a varmadan yolcuların “durak harici yapsana” isyanına sahne olmuştu. Şoför “lahavle” çekerek yoluna devam ediyordu. O aldırmadıkça yolcular daha gür sesle şoföre yükleniyorlardı. Otobüs Çengelköy’ü geçip de Kuleli Askerî Lisesi’nin önüne gelince yüzü sinirden kıpkırmızı olmuş şoför el frenini çekip ayağa kalktı. Yolculara dönerek o güne kadar hiçbir şoförün yapmadığı bir şeyi yaparak “ölüm tehdidi” savurdu:
"Hepiniz susun! Eğer bir kişi daha konuşursa otobüsü buradan denize atarım!.."
Gerçekten de yapabilecek gibi görünüyordu. Yol, Kuleli’nin önünde denize sıfır olarak ilerliyordu. Herkes sustu. Şoför koltuğuna oturdu. Beykoz’a kadar 20’yi aşkın durak vardı. Ama o hiçbirinde durmadan ilerliyordu. Arada yavaş sesle “inecek var” diyenleri, diğer yolcular susturuyorlardı:
"Hiişşşt sus! Adam delirdi, baksana hiçbir durakta durmadan gidiyor!”
O günün en mağdurları Kandilli Kız Lisesi’nde “bakıştığı” kız öğrenciyi görmek için son dersten kaçıp bu otobüse binen liseli gençlerdi. Lise durağı önünde sıra olmuş otobüs bekleyen kızların şaşkın bakışları arasında, delirmiş şoför hızla akıp geçmişti.
Gerçi Kandilli Kız Liseli kızlar ile Kuleli Askerî Liseliler arasında geleneksel bir duygu bağı söz konusuydu. Askerî disiplin içindeki Kuleli öğrencilerinin okulu kırmak gibi bir lüksleri yoktu. Onlar her 19 Mayıs Gençlik ve Spor Bayramı kutlamasında Kandilli Kız Liseliler ile Dolmabahçe Mithat Paşa Stadyumu’nda dans gösterileri yaparlardı. Buradan hareketle dilden dile anonim bir efsane dörtlük doğmuştu:
"Kandilli ile Kuleli/ Birbirini tamamlar/ Ebedî aşklarını bilmeyenler/ Sevgiden ne anlar!"
Beylerbeyi Sarayı’nın içinden geçen tek araç genişliğindeki dar tünel de başka bir sahne olurdu. Ama bu da belediye otobüs şoförlerine bağlıydı. Bazı şoförler kısa tünelden geçerken araç içi lambaları yakmazlardı. Zifiri karanlık liseli gençlerin birbirlerine yakınlaşmalarını sağlardı. Hayatının ilk öpüşmesini Beylerbeyi Tüneli’nden geçen belediye otobüsünde yaşayanların sayısı hiç de az değildir, Üsküdar-Beykoz hattında... Bu içi karanlık otobüslerden indikten sonra nikâh dairelerine koşanlar da oluyordu. Böylesi izdivaçlara “helal olsun” yerine doğru adrese gönderme yapılırdı:
"Otobüse de aşk olsun!"