İstanbul ve graffiti

Fotoğraf
Serkan Eldeleklioğlu, Tunç "Turbo" Dindaş Arşivi
23 Kasım 2022 - 18:44

20. yüzyılı baz alırsak, modern graffitinin 60’ların başında Amerika Birleşik Devletleri’nin Philadelphia şehrinde ortaya çıktığını söyleyebiliyoruz. 60’ların sonuna doğru ise günümüzde graffiti denince akla gelen ilk şehir olan New York’a sıçrıyor; Manhattan’dan, Brooklyn ve Bronx’a pek çok bölgeye yayılıyor. Dönemin graffiticilerinin şehrin muhtelif yerlerinde duvarlara takma isimlerini yazmasıyla başlıyor her şey. Furyayı başlatan ise ailesiyle birlikte -kendileri gibi- Yunan göçmenlerin bol olduğu 183. Cadde’de yaşayan Demetrius isimli bir ergen oluyor (bugün 70’ine merdiven dayamış durumda, graffiti yapmasa da soyadını hâlen paylaşmıyor). Demetrius, 1969 yazında, aşırı sıkıldığı bir gün duvarlara gelişigüzel “TAKI 183” yazıyor. TAKI, Yunancada kullanılan ve “ufak” manasına gelen bir kısaltma. 183 ise Demetrius’un yaşadığı 183. Cadde’den gelme. Liseye başladığında bu sefer okula gidip geldiği metro hattında, yarı zamanlı kuryelik yapmaya başladığında ise geçtiği yollarda duvarlara TAKI 183 yazmaya devam ediyor. İki yıl içinde iş öyle bir noktaya geliyor ki New York Times TAKI 183 üstüne tam sayfa haber yapıyor.

70'lerin ortalarına gelindiğinde New York’ta metro vagonu boyamak öyle bir yaygınlaşıyor ki bazılarının camlarından dışarıyı görmek bile mümkün olmuyor. Dönemin belediye başkanı tarafından başlatılan “vagonları graffitiden arındırma operasyonu”, 80’lerin sonuna dek sürüyor. Tabii “yazma” eylemini gerçekleştirenlerin artmasıyla tarzlar da çeşitleniyor, yazmaya iten motivasyonlar da... TAKI 183 imzası, her ne kadar graffiti için bir milat olsa da ne bir isyan barındırıyor ne de başkaldırıyı temsil ediyor aslında. İmzanın sahibi, kendini hiçbir dönemde bir sanatçı olarak konumlamadığını da her fırsatta belirtiyor. Yine de graffiti, zaman içinde isyanın sesi de oldu, sokak sanatı denince akla gelen ilk şey de.

TUNÇ “TURBO” DİNDAŞ

Tunç “Turbo” Dindaş, graffiticinin ana motivasyon kaynağının “fame” yani şan, şöhret olduğunu söylüyor. Daha doğrusu “spot” dedikleri noktalara bırakılan imzalar ne kadar çok olursa -hele ki bu noktalar insanlara “oraya nasıl yazmış yahu” dedirtiyorsa- graffitici de o kadar meşhur oluyor. Trenlere yazılması ise daha hızlı yayılsın ve daha fazla insan görsün diye. “Duvar olduğu yerde duruyor, önünden geçip gidiyorsun ama tren hareket hâlinde” diyor Tunç “Turbo” Dindaş. Konu graffiti olduğunda Turbo, Türkiye’de alfabenin ilk harfi gibi bir konumda. Sokak sanatının graffitiyi kapsadığını ancak graffitinin kriterlerinin farklı olduğunu söylüyor: “Günümüzde graffiti kollara ayrıldı ve formunu değiştirdi. Street art [sokak sanatı] denilen bir yönü çıktı. Mural de bunun içinde. Muraller büyük duvarlara, bina cephelerine yapılan resimler. Neredeyse hiç graffiti barındırmazlar. Daha çok figürler içerirler. Ya da bir tema ile yapılan resimler olur. Graffitide ise kriter graffiticinin kendi stilinde takma adını yazmasıdır. Kaligrafik bir değeri vardır. Özünde yazıdır. Graffitide el yazısı stili önemlidir.” Malzemenin de bir kriter olduğunu ekliyor. Graffitide sadece sprey boya kullanılırken, sokak sanatı tahtadan demire ve kâğıda akla gelebilecek her şeyi kapsayabiliyor.

TUNÇ “TURBO” DİNDAŞ, 1997, İSTANBUL. “S2K” (SHOT 2 KILL), TURBO’NUN KURUCUSU OLDUĞU TÜRKİYE’NİN İLK GRAFFİTİ TOPLULUĞU

İstanbul'da graffitinin ilk zamanları

Tunç “Turbo” Dindaş, 1985 yılından bu yana aktif olarak “boyuyor”. Resme çocukluğundan itibaren merakı olduğunu, kendini bildi bileli çizdiğini söylüyor. Graffitinin ne olduğunu 80’lerin başında “çözüyor”, yeteneğini de o zaman keşfediyor. Breakdans plaklarının kapaklarında gördüğü “şeyleri” (“O renkli şeyler hoşuma gidiyordu” diyor) bilmeden kâğıtlara çizdiğini ve onların graffiti olduğunu 1984’ün sonlarında izlediği Beat Street isimli bir film sayesinde keşfettiğini anlatıyor. “Graffiti zihnimi açtı diyebilirim. Çünkü graffiti özünde kuralsız bir sanat. İçerisinde her şeyi kullanabiliyorsunuz” diyor. Tabii 80’li yıllarda İstanbul’da bu dediklerini yapabilmesi o kadar kolay olmamış. “O dönemlerde sprey boya bulmak imkânsız gibi bir şeydi. Nalburlarda sadece beyaz renk sprey boya vardı. O da beyaz eşyaları boyamak için üretilmiş çok kötü kalitede bir boyaydı. Bir yıl sonra ise siyah ve kırmızı rengi çıktı. Rengarenk graffitiler yapmak yine imkânsızdı. 90’lara doğru ithal boyalar gelmeye başladı ama çok pahalıydı.”

Tunç Turbo Dindaş

İlk zamanlarda sadece Bakırköy’de takıldığını söyleyen Turbo daha sonra Anadolu Yakası’nı keşfetmeye başlamış: “O dönemlerde Bakırköy’de tag’ler [graffiticilerin duvarlara yazdıkları takma isimleri] görüyordum. Daha çok yurt dışından gelmiş graffiticilerin tag’leriydi bunlar. 87-88’de ise ufak ufak Anadolu Yakası’na geçer olmuştum. O dönemde Bağdat Caddesi’nde Ramon’un tag ve graffitilerini görüyordum. 90’ların başında Berlin’den birkaç graffitici gelip Sirkeci-Halkalı hattında boyadı. Cobolt bunların en ünlüsüydü.”

Türkiye’nin en uzun soluklu gençlik ve müzik dergisi Blue Jean’de yazmaya başlaması, Turbo’nun bir graffitici olarak isminin yayılmasını sağladığı gibi, Türkiye’de bir alt kültürün doğuşuna ve gelişimine de önayak oldu. “1995’te Cartel’in çıkışıyla hip hop kültürü Türkiye’de de alır gider diye düşünüp Blue Jean’in kapısını çaldım. 97’de dergide yazılar yazmaya başladım ve 2000’den sonra İstanbul’da graffiti patladı diyebilirim.” Turbo, “Yo! Türkiye” adını taşıyan sayfayı hazırladığı dergide ilerleyen yıllarda görsel yönetmenlik de yapacaktı.

Graffiti ve rap müziğin “isyan” ortak paydasında buluşup omuz omuza yürüdüğü bilinir. Turbo’nun hem kendi dünyasında hem Blue Jean için hazırladığı sayfada da durum böyleydi. “Ben graffiti hayatıma hip hop kültürü içerisinde devam ettim. O dönemler Public Enemy, Run DMC vs. dinliyordum. Protest rap hoşuma gidiyordu. Graffiti ise ‘bu şehirde ben de varım’ demekti benim için.” Grafittinin yanı sıra hip hop denince de öncü sayılmasının nedeni Blue Jean’de hazırladığı sayfanın on binlerce okuyucuya ulaşması değildi sadece. İstanbul menşeli bağımsız müzik dükkânı Kod Müzik’in bastığı 1999 tarihli Yeraltı Operasyonu isimli toplama albümü bir araya getiren ve albümün kapak tasarımını yapan isim de Tunç “Turbo” Dindaş’tı. Bu albüm Türkiye’nin ilk Türkçe rap toplama albümü olma özelliğini taşıyor ve Türkçe rap’in kilometre taşı sayılıyor.

TUNÇ “TURBO” DİNDAŞ’IN 17. İSTANBUL BİENALİ’NİN PARALEL ETKİNLİKLERİ KAPSAMINDA BRIEFLYART’TA GERÇEKLEŞEN İSTANBUL SERGİSİNDEN "ADA VAPURU"

Graffitinin makûs tarihi

Graffitinin doğuştan sahip olduğu en temel özelliğini söylemeden de geçmeyelim. Graffiti aslen illegal bir eylem olarak tanımlanabilir. Yeraltı ve isyan gibi kavramlarla birlikte anılması hem bu özelliğinden kaynaklanıyor hem de “illegal” bir eylem içerdiği için bu kavramları bir şekilde doğuruyor. Peki, illegal bir eylem nasıl bu kadar görünür ve yaygın? İstanbul’da hâlen geceleri “boyamaya” çıkan, takma ismini duvara yazan, yüzünü göstermeyen graffiticiler var. Kamu malı kabul edilen bir alanı izinsiz boyamak yasal değil, mülkiyet sahibinin rızası olmadan o mülkü boyamak da öyle. Böyle bir “an”da yakalanmak cezai sonuçlar doğurabiliyor. Pek çok graffiticiye göre graffitinin güzelliği de burada zaten. İllegal yönüyle yeraltı kültürünün bir parçası olmaya devam eden, öte yandan izinle ve belli bir bedel karşılığında cephelere icra edilebildiği için gittikçe yaygınlaşarak ana akıma göz kırpan graffitinin bu ikilemini, “makûs talih” diyerek açıklıyor Turbo:

"Bütün underground kültürler sokaktan doğar. Gençler arasında yayılır, popüler olur. Sonra büyük şirketler ürünlerini gençlere tanıtmak ve onların dikkatini çekmek için bu underground kültürleri kullanır. Punk kültürünün doğduğu yıllarda punk’lara ileride Paris’te modeller sizin tarzınızla podyumda yürüyecek dense inanmazlardı. Underground kültürlerin ana akımda da tüketilmesi makûs talihleridir. Bence önemli olan bu işi gerçekten sokakta yapmış insanların işi bu seviyede temsil etmeleridir. Eğer iyi bir iş yapıyorsanız birileri gelip size bunu benim için de yap diyecektir."

Tunç "Turbo" Dindaş'ın işlerini instagram.com/tuncdindas uzantısından takip edebilirsiniz. 

"GRAFFİTİNİN DOĞDUĞU ŞEHİR NEW YORK’UN METROSUNU BOYAMAK KARİYERİMİN ZİRVESİ OLDU DİYEBİLİRİM" DİYOR PARS

"İzinli boyadığım yerlerde hiç keyif alamıyorum”

DSK, İstanbul’un en eski graffiti topluluklarından. Başından bu yana grubun kadrosunda yer alan Pars’a eskisi kadar aktif olup olmadıklarını sorduğumuzda “şehrin önemli yerlerinde hâkimiyetinizi korumanız gerekir” cevabını alıyoruz. Yüzlerini göstermeden tren hatları ve sokakları renklendirmeye devam ediyorlar.

DSK, İstanbul’un neresinde, ne zaman, nasıl bir motivasyonla kuruldu?

DSK, 2003 yılında Eyüp, Yeşilpınar semtinde Poet2, Dear ve Side tarafından kuruldu. Benim gruba dahil olmam 2004 yılında gerçekleşti. O yıllarda genelde aynı mahallede ya da okulda graffiti yapan gençler bir araya gelip “crew” oluşturmaktaydı. 2001 yılında yaşadığım yer olan Fatih, Topkapı ve Çapa semtlerinde bulabildiğim ucuz sprey boyalarla “tag” dediğimiz imzalar atmaya başladım. O zamanlar yaptığımız şeyin adının graffiti olduğunu bile bilmiyorduk. Duvara yazarken duyduğumuz korku, heyecan ve gizemli olma duygusu kısa sürede bu işe tutkuyla bağlanmamızı sağladı.

Bir graffiti topluluğu nasıl faaliyet gösterir?

Grubumuz kurulduğundan beri tren hatları ve sokaklarda faaliyet gösteriyor. Bir araya gelirken önceliklerimiz dostluk, samimiyet ve güvendi. Bir tren garına atlayıp boyamaya başladığınızda yanınızda boyayan arkadaşınıza %100 güvenmeniz şart. Aksi hâlde kendinizi kodeste bulabilirsiniz. Bizim için yazıda stil hiç önemli değil. Çünkü tehlikeli ve işlek yerlerde boyarken en hızlı ve okunur şekilde çalışmanızı yapıp oradan sorunsuz ayrılmalısınız.

Bu kadro yıllar içinde ne kadar değişti?

2000’li yılların ortalarında yakın çevremizdeki “writer” [İngilizce yazmak fiilinden gelen, graffitici anlamında kullanılan ifade] arkadaşları da aramıza alarak kontrollü şekilde genişledik. Farklı dünya görüşlerimiz olsa da graffiti yaparken eğlenmek ve aynı amaca sahip olmak bizi birbirimize kenetledi. Yıllar içinde boyarken yaşadığımız aksiyonlar dostluklarımızı kale gibi sağlamlaştırdı. Yeri gelmişken grubun gelmiş geçmiş tüm üyelerini saymak isterim: Poet2, Dear (Cool), Side, Bei, Pars, Cold, Gas, Semi, Emar (Stars), Rash, Creme ve Casio.

"Dünyanın en renkli ve güzel suçu graffiti!"

Şimdilerde ne kadar aktifsiniz?

Bazı grup üyeleri hayatın getirdiği değişimlerle boyamayı bıraktı. Aramızda müzisyen, esnaf, oyuncu, iş insanı gibi çok farklı meslek dallarında arkadaşlarımız var. Ben askerlik görevimi yerine getirdiğim süre dışında 2001 yılından beri aktif olarak boyamaktayım. Sanırım beni ben yapan en önemli özelliğim istikrarlı olmak. Her zaman şehrin önemli yerlerinde hâkimiyetinizi korumanız gerekir. Graffitide birkaç yıl aktif olmazsanız unutulup gidersiniz.

İstanbul’un hemen her yerinde imzanız olduğu söylenir. Kaldı mı DSK imzasını taşımayan bir bölge, boyamayı hayal ettiğiniz bir yer?

Benim sokak boyarken mantalitem “All City”, yani tüm şehirde var olmak. İstanbul büyük bir metropol olduğu için her köşesinde olmanız çok olası değil. Ancak zaman buldukça daha önce hiç gitmediğim, hatta herhangi bir graffiticinin bile var olmadığı semtlerde boyamak motivasyonumu artırıyor. Karaköy, Beşiktaş, Kadıköy gibi insanların sokak sanatına olumlu baktığı yerlerde boyamak kolay iken Sultangazi, Sancaktepe, Pendik gibi yerlerde boyamak daha riskli olabiliyor. Oralarda insanların verdiği farklı tepkiler beni daha çok cezbediyor açıkçası. Kendi adıma graffitide hayal ettiğim her şeyi gerçekleştirdim diyebilirim. Bundan sonrası ha alık sosyal aktivite gibi hissettiriyor.

İlk zamanlarından bu yana İstanbul’da graffiti sizce nasıl bir ivme kazandı? Neler kaybedildi, ne gibi kazanımlar oldu?

Son 10 yılda graffiti İstanbul’da Karaköy, Taksim, Kadıköy gibi semtlerde çok görünür hâle geldi. Birçok yabancı writer’ın ülkemize gelip boyaması, farklı sprey boya markalarının Türkiye’de var olmaya başlaması ve graffiticilerin kendilerini geliştirmesiyle beraber bu artış ortaya çıktı. Eskiden sokakta boyayan birçok arkadaşımız artık sanat galerilerinde boy göstermeye başladı. Bu olumlu bir gelişme gibi görünse de graffitinin yerinin sokaklar olduğunu hatırlatmak boynumun borcu.

DSK

Bu işin doğasında riskten beslenmek var belli ki. Bu anlamda sizin için unutulmaz olan bir deneyimi anlatmanızı istesek?

Özellikle Haydarpaşa, Sirkeci ve Halkalı tren garlarında sayısız maceramız oldu. Kimi zaman dayak yedik, kimi zaman arkamızdan ateş edildi, kimi zaman da trenlerin altına yatarak güvenlik görevlisinden saklandık. Tren boyamak aslında bir kedi-fare oyunu gibi. Yakalanma korkusu ve sizin trene çalışmanızı yapma arzunuz ortaya acayip bir aksiyon çıkartıyor. Bir tanesini kısaca anlatayım. 2009 yılında Emar ile Sirkeci’de gece tren garına atladık. Eldivenlerimizi takıp tam boyamaya başlayacakken güvenlik görevlisi trenin içinden bir anda üzerimize atladı ve silah doğrulttu. Henüz treni boyamadığımız için kaçmaya yeltenmedik ve teslim olduk. Birlikte gar binasına geçerken güvenlik görevlisi bizden daha heyecanlıydı ve soğukkanlı davranışlarımız karşısında şaşırdı. Birkaç saat gar müdürlüğü odasında bekledikten sonra bizi Sirkeci Karakolu’na teslim ettiler. Orada bulunan polisler bize gayet iyi davrandı ve sabaha kadar komiserin gelmesini bekledik. Gelen komiser şansımıza gençti ve graffiti hakkında bilgi sahibiydi. Karakoldaki çöp kutularını boyarsak bizi serbest bırakacağını söyledi ve yanımızda bulunan sprey boyalarla çöp kutularına dekoratif şekiller çizerek onları güzelleştirdik. Komisere yakında yayımlanacak olan Bosphorus isimli graffiti dergimizden bahsettik ve dergi çıktığında mutlaka kendisine getirmemizi tembihledi. Dergimiz matbaadan çıkar çıkmaz komiserin yanına gittik ve hediye ettik. Ancak kendisi ısrarla ücretini vererek bizi çok mutlu etti. Umarım her writer’ın karşısına böyle iyi insanlar çıkar.

İzinsiz boyamak bu işin raconu ama izinli, teklifli boyamak da var ve oldukça da yaygın. Bu bir çelişki mi yoksa gelişimin, değişimin, yaygınlaşmanın doğal bir sonucu mu?

Graffitinin 70’lerde ortaya çıkış amacı insanların sokaklarda ve trenlerde iz bırakmasıydı. Her ne kadar zamanla sergi salonlarında var olmuş olsa bile bu işin ruhunda sisteme isyan ve başkaldırı var. Kurumlar istediği kadar izinli duvar gösterse de birileri çıkar ve bu işin aslını icra eder. Şahsen izinli boyadığım yerlerde hiç keyif alamıyorum. Bu işi bu kadar çekici yapan şey yasal olmaması. Bazı alanlarda vandalizme dönüşse de bence dünyanın en renkli ve güzel suçu graffiti!

MECK

"Graffiti tüm gelişmiş kentlerin olmazsa olmazı"

2005’ten beri boyayan Meck’in öncelikli tercihi trenler... Döviz kurlarındaki artışın graffitiyi çok pahalı bir hobiye dönüştürdüğünü ve kendisi de eskisi kadar aktif olmadığını söylese de yeni neslin işlerini takip ediyor ve desteklemeye çalışıyor.

"2004 yılında sketch çizmeye, 2005’te duvarda boyamaya başladım. İlkokuldan beri resme merakım vardı. Ortaokul ve lise zamanlarında da bu merakım devam etti. Lisede önce bir arkadaşımla herkesin ismini yazıp, bu tarz yazıların duvarlara renkli boyalarla yazıldığını görünce kendimiz de böyle yapmaya başladık. İlk graffitimizi arkadaşımla Beykoz Korusu’nun içindeki siyah metal bir kutu üzerine yapmıştık. 

İstanbul’da Beyoğlu kozmopolit yapısıyla beni her zaman kendine çekmiştir. Graffiti de aynı şekilde. Sokakları, tarihi, insanları... Her kültürden insanın olduğu bir semtte graffiti kültürü de oluştu ve diğer semtlere doğru yayıldı.

İstanbul’da boyamayı özellikle hayal ettiğim bir nokta yok. Her zaman çıktım ve istediğim yeri boyadım. Trenler duvarlara göre daha zor ve riskli. Bu sebeple her zaman o heyecanı yaşamak istiyorum. Hem yurt içinde hem yurt dışında anım çok. İtalya’da bir köprü üzerinde, alttaki metrolara bakıp nasıl boyayacağımızı düşünürken güvenliklerin 5 dakika içinde önümüzü kesip pasaportlarımızı alması bizi çok şaşırtmıştı. Meğerse her boyamak için gelen önce köprüden bakıyormuş. Köprüyü gösteren kameralar varmış. Elimizdeki boyalara el koyup bizi saatlerce karakolda beklettikten sonra birtakım İtalyanca evraklar imzalatıp salmışlardı.

Graffiti tüm gelişmiş kentlerin olmazsa olmazı. İstanbul özellikle 2010-2020 arasında altın çağını yaşadı. Kültür tamamen oturdu. Ama son yıllarda döviz artışından dolayı boyalar aşırı pahalı ve artık graffiti de çok pahalı bir hobi hâlini aldı. Sokakta graffiti yapan insanlar boyamayı yavaşlattı. Aynı ivmede devam etmeliydi ama artık bu mümkün değil."

HIGH HERO'NUN MALALA YOUSAFZAI PORTRESİ (instagram.com/highhero)

Graffiti başka mural başka

Sokak sanatı” her dönem popüler bir uğraş, bir ifade şekli olmuşsa da son yıllarda kapsamının genişlemesi suretiyle görünürlüğü arttı, yaygınlaştı. Bununla birlikte farklı işlevler de yüklendi. On yıl önce resmî bir binanın duvarına “sokak sanatı” icra edileceğini duysak şaşırabilirdik ama günümüzde bu tür “karşılaşmalar” çoğaldı, çoğaldıkça da doğallaştı. Örneğin muraller. Furkan “Nuka” Birgün, Esk Reyn ve Wicx gibi sanatçılar tarafından Hasanpaşa’da yer alan Kadıköy Belediyesi binasının cephesine 2015 yılında, yine belediyenin ev sahipliğinde düzenlenen Mural İstanbul Festivali kapsamında yapılan muraller, bir resmî kurum binasına gerçekleştirilen ilk “müdahale” olma özelliğini taşıyordu. Bu bir ilkti ama son olmadı...

Takip etmeli

Boyamaya graffiti ile başlayıp son yıllarda mural ve ötesine meyledenler de var. Graffitiyi terk etmiş değiller ama farklı formlarda ürettikleri işlerle de öne çıkıyorlar. Onlardan bazıları:

High Hero

Graffitiye 2001’de, daha 11 yaşındayken başlayan Hero, sokak sanatının son yıllardaki en popüler isimlerinden. Duvarlara tavşan çizmesiyle de bilinir. Kadıköy Mesleki ve Teknik Anadolu Lisesi duvarına yaptığı Nobel Ödül’lü Malala Yousafzai portresi öne çıkan işlerinden.
instagram.com/highero

Leo Lunatic

Cidde doğumlu sanatçı, uzun süredir İstanbul’da. Bir duvarda kocaman bir panda mı gördünüz? Oradan muhtemelen Leo Lunatic geçmiştir.
instagram.com/leolunatic

Mr. Hure

2000’de boyamaya başlayan ve 15 yıl boyunca sokaklarda aktif olan Mr. Hure, son dönemlerde soyut işlere imza atıyor. instagram.com/mrhure

SCR Crew

Faal graffiti topluluklarından. İşleri ve iş birlikleri takibe değer.
instagram.com/scrgraffiti

İstanbul
Graffiti
Tunç Turbo Dindaş
Tunç Dindaş
S2K
Sokak sanatı
DSK
Meck
Mural
High Hero
Esk Reyn
Hip Hop
Rap
Sayı 012

BENZER

Türkiye futbol liginin “ezelî” rakipleri olarak anılan Fenerbahçe ve Galatasaray takımlarının ilk müsabakasının hikâyesini merak ediyor musunuz?
Sahaf denince akla gelen ilk semtlerdendir Kadıköy. Bu güzel semtin bir de nevi şahsına münhasır bir sahafı var. Gelin Lütfü Seymen’in, herkesin bildiği ismiyle Sakallı Lütfü’nün hikâyesine ortak olalım.
1930'ların İstanbul’unda şehrin dört bir yanından nameler yankılanırdı. Cumhuriyet döneminde halkın her kesimi için ulaşılabilir hale gelen müzikli eğlenceler, İstanbulluların vazgeçilmezlerinden olmuştu. Günümüzün tozlu raflarında bir hatıra olarak duran İstanbul’un yazlık bahçelerine bir yolculuğa çıkalım...