İstanbul semalarında UFO'lar

27 Ağustos 2021 - 12:24

İstanbul’da geceleri gökyüzü, şehrin ışıklarından ötürü çok da net görünmez. Artık giderek kendi içinde bir ülke boyutlarına gelmiş bu mega şehir, bu kadar büyük olmasa da eskiden de herkes tarafından ilgi ve merakla izlenen bir şehir olmuştu.

1960’lı ve ‘70’li yıllarda özellikle geceleri birbiri ardına gökyüzünde görünen ışıklar, ekseriyetle Atatürk Havalimanı’na iniş sırası bekleyen tayyarelere ait diye düşünülürdü. O yıllara göre bile ülkenin en yoğun havalimanı olduğu için uçaklar havada kuyruğa girer, görünmeyen misinaya dizilmiş inci taneleri gibi sıraya dizilirdi.

O yıllarda birçok vatandaş gökyüzünde sıra dışı hareketlere tanık olmuş ama bunları çok da net bir şekilde belgeleyememişti. Medeniyetin beşiği Anadolu’nun her yerinde gözlemlenen ilginç, sıra dışı ve açıklanamayan hava olayları tabii ki İstanbul’da da gerçekleşiyordu.

Bu olaylardan en az bilineni ise Kınalıada açıklarında meydana gelen bir kazaydı. Teknesiyle sabahın erken saatlerinde lüfer tutmaya çıkan Kosta Usta’nın başına gelenler yıllar yılı kulaktan kulağa anlatılıp durmuş ama nedense yayılamamıştır.

Kosta yine o sabah takımlarını, kurşunlarını hazırlayıp lüfere çıkmak için hazırlık yapmıştı. Limandan ayrılalı henüz 10-15 dakika olmuştu ki, gökyüzü ağır ağır aydınlanmaya başladı. Herhalde bugün biraz geç kaldım, hava hemen aydınlandı diye düşünürken denize, teknesinin 100 metre ilerisine düşen bir cisim fark etti. Hemen dümeni suya düşen cisme doğru kırdı. Gördüklerine gözleri bile inanamıyordu. Kosta Usta’nın suyun üzerinde gördüğü şey, o zamana kadar hiç görmediği bir hava aracıydı. Yuvarlak, tabağa ya da tepeden bastırılmış bir düdüklü tencereye benzeyen ilginç bir araçtı. Aracın içinde 1,60 metre boylarında nur yüzlü, güleç suratlı bir pilot vardı. Düdüklü tencerenin düdüğüne benzeyen kapak mekanizmasını açıp içindeki pilota ulaştı. Suya sert inişin de etkisiyle sersemleyen pilot, kafasına geçirdiği kaskı çıkardığında Kosta Usta bildiği tüm duaları sırayla okumaya başladı. Pilot dediği kişi bildiğin, düpedüz bir uzay insanıydı. Pilot, Kosta’ya dönüp düzgün bir Türkçeyle “Sağolasın ustam, sen olmasan kim bilir başımıza neler neler gelecekti?” dedi.

Kosta Usta, onca şaşkınlığına rağmen dudaklarını aralayıp “Ne demek, insanlık ölmedi” dedi. Bunun üzerine karşısındaki nur yüzlü tuhaf pilot, “Daha ölmedi evet de çok da zaman yok aslında, şimdi moralini bozmayayım ustam” dedi...

Bu sıra dışı tanışmanın ardından feza yolcusu pilot kendinden bahsetti. Aslında başka bir galaksiden ya da gezegenden gelmediğini anlattı. Kendisinin bir zaman yolcusu olduğundan, gelecekteki İstanbul’dan geldiğinden dem vurdu.

Ne yazık ki geçirdiği kaza sonucu aracı kullanılamaz hale gelmişti. Kosta “İnsanlık ölmedi” dedi bir kez daha ve geleceğin İstanbul’undan gelen bu hemşerisine “Evim çok büyük değildir ama dilersen bende kalabilirsin, zaten eşimden sonra evde tek başına yaşamak bana iyi gelmiyordu. Dilersen birlikte yaşayıp gideriz. Zamanı gelince seni zamanının insanlarına ulaştırmanın bir yolunu buluruz” dedi.

Böylece Kınalıada’da Kosta Usta’yla birlikte sabahları balığa çıkan, Adalıya ve Ada’daki lokantalara taze balık satan bir Adalı daha peyda oldu. Gelecekten gelen bu zaman yolcusunun adı Selim idi. Selim, Kosta Usta’yla zaman içinde çok iyi arkadaş oldu. Giderayak Ada’yı o kadar çok sevmişti ki, kendi zamanındaki İstanbul’a dönmek için yapması gereken işleri aksatmaya başladı. Uzay gemisinden çıkardığı parçalar zamanla Ada havasıyla paslanıp kullanılamaz hale geldi. Öte yandan ‘70’lerde kalmış olmaktan dolayı hiç de mutsuz görünmüyordu. Sürekli Kosta’ya “Bu denizlerin kıymetini bilemedik be Kosta” diyordu. Selim, geldiği zamanda artık Marmara Denizi’nin kalmadığından, onun yerinde dev bir jöle göleti bulunduğundan, içinde artık hiçbir canlının yaşayamadığı devasa bir çöp tenekesine dönüştüğünden bahsediyordu.

Kosta sordu “Peki gelecekte hiç mi güzel bir şey yok be Selim?” Selim biraz düşündü: “Eşimiz, dostumuz var be abi, başka ne olsun?” dedi. “Dev bir kule var bir de” dedi, “Artık ne yapacaksak? Şehrin sembolü koskoca, sopa gibi bir kule oldu. Baksana şu güzelliğe, bunların hiçbirinin değerini bilemedik yıllar içinde abi” dedi...

Selim o zamandan sonra kendi zamanına geri dönme fikrinden iyice uzaklaştı. Deniz kıyısına gidip uzun uzun oturuyor, Ada’dan şehrin manzarasını izleyip gün batımında sigarasını yakıyor, kendi kendine efkârlanıyordu. Zaman içinde Adalılara da kendini sevdirdi, balıkçılıkla hayatına devam etti. Selim’in çevresindekilere sürekli “İstanbul’un bu halini izlemek bana çok iyi geliyor, ruhum gençleşiyor âdeta” dediğini anlatırlar. Gerçekten de Selim’in, Kosta Usta’nın vefatından sonra da 30, hatta 40 yıl daha yaşadığı söylenir.

Eski İstanbul, güzellikleriyle, kuşuyla, balığıyla, suyuyla, havasıyla zaman yolcusu Selim’in ömrüne ömür katmıştı. Rivayet odur ki, Selim zaman gemisini tamir etmiş ve Kosta’yla ilk tanıştıkları yıla geri dönmüş. Böylece zaman içinde sürekli aynı yere gidip eski İstanbul’da, sonsuza kadar yaşamanın sırrını bulmuş...

İstanbul
UFO
Uzaylı
Kınalıada
Kaan Sezyum
Mizah
Sayı 007

BENZER

İstanbul Anadolu Yakası’nın en eski sanayi tesislerinden biri olan Hasanpaşa Gazhanesi’nin artık yeni bir adı ve misyonu var. “MüzeGazhane” bundan böyle kentlinin kültür sanatla buluşma noktası olacak. İBB’nin restorasyon çalışmalarına hız vermesiyle atıl halinden kurtulan mekânın önündeki tek engel şimdilik pandemi.
İstanbul’un her köşesi, özellikle Osmanlı döneminde, farklı bir amaca hizmet eden tarihî bir taşa ev sahibiydi. Ok için taş, kıble için taş, dua için taş, çamaşır için oluklu taş... Bunların bir kısmı halen aramızda yaşamaya; beton blokların arasında hayata tutunmaya devam ediyor.
Azapkapı’dan Unkapanı Köprüsü’ne girerken sağda yıllardır gördüğümüz iki dev vinç, bu şehirde sabit kalan, hâlâ bildiğimiz, tanıdığımız yerde yaşadığımızı hatırlatan, bu yüzden de güven veren birkaç şeyden biri. Tarihin bekçileri gibi... O iki vincin ait olduğu Haliç Tersanesi ise dışarıdan köhne ve terk edilmiş gibi dursa da içinde koskoca bir hayat var. Bu 70 dönümlük arazide, İstanbul’un iki köklü kurumu; 565 yaşındaki Haliç Tersanesi ile 169 yaşındaki Şehir Hatları bir arada çalışıyor. Umarım şu anda bu yazıyı bir vapurda okuyorsunuzdur ve o vapur Haliç Tersanesi’nden suya inmiştir.