Askerî, siyasi ya da ekonomik değeri olan bilgilerin, sahibinin izni olmaksızın, yasa dışı yollardan elde edilmesi faaliyetine verilen isimdir casusluk… Tarihe iz bırakmış casusların büyük çoğunluğu I. ve II. Dünya Savaşı zamanlarında Avrupa, Orta Doğu ve Uzak Doğu’da görev yapmıştı. İngiliz casusu Lawrence, Alman casusu dansöz Mata Hari, Ankara’daki Alman elçiliğinde hizmetkâr olan İlyas Bazna ya da tarihe geçen adıyla Ankara casusu Çiçero, Sovyet casusları Alman sosyete falcısı Anna Krause ve Meksika’da Troçki’yi öldüren İspanyol Ramon Mercader gibi…
Osmanlı İstanbul’unun işgal günlerinde ortaya çıkan Türk casus Ahmet Esat Tomruk, namıdiğer İngiliz Kemal, bu casuslardan farklıydı. Parçalanan ülkesinin kurtuluşu için gözünü kırpmadan kendini feda edebilecek kadar vatanseverdi bir kere…
Ahmet Esat, 1893 yılında Fatih’te Altı Mermer semtinde doğdu. Dönem Sultan II. Abdülhamid’in istibdat dönemiydi. Galatasaray Sultanisi’nde öğrenci olan Ahmet Esat, istibdat yönetimine karşı teşkilat kuran öğrencilerden biri olduğu şüphesiyle tutuklanıp Yıldız Sarayı’na götürülüp sorgudan sonra serbest bırakılarak hamisi Sezai Bey’in isteğiyle 1908’de, henüz 16 yaşındayken kendisini İngiltere’ye giden bir gemide buldu. Kaçak olmasına rağmen gemi kaptanının iyi niyetiyle rahatça seyahat etti ve Londra’da kaptanın ailesinin yanında yaşamaya başladı. Burada koleje devam etti ve Galatasaray’da merak sardığı spora boks branşını da ekledi. Büyük başarı elde eden Ahmet Esat, kolejde İngiliz dilini, yaşam ve düşünce biçimini en ince ayrıntısına kadar öğrendi. 1914’te İstanbul’a döndüğünde topçu asteğmeni olarak Çanakkale Cephesi’ne gönderildi. Cephede bir İngiliz casusunu takip etmekle görevlendirilerek ilk kez casusluk faaliyetlerine başladı. Savaştan sonra İttihat ve Terakki liderlerinden Cemal Paşa aracılığıyla Teşkilat-ı Mahsusa’ya girdi. İlk olarak Kut’ül Amare’de esir edilen İngiliz generali Charles Townshend’ın bulunduğu hapishaneye, tutuklanan bir İngiliz vatandaşı görünümünde girerek ondan İngiliz ordusu hakkında öğrendiklerini raporladı.

Ahmet Esat 1918’de teşkilattan ayrılarak Beyoğlu’ndaki bir boks kulübünde çalışmaya başladı. Özel maçlarda gösterdiği başarıyla dikkatleri üzerine çekti. Daha sonra Köprülülü Kazım Bey’in yönlendirmesiyle bu kez Kuva-yı Milliye kuvvetleri için casusluk yaptı. Kendisine “İngiliz Kemal” kod ismi verildi. Önce işgal altındaki İzmir’e gönderilen İngiliz Kemal, ardından bir Amerikalı gibi halkı Kuva-yı Milliye’ye karşı kışkırtan Aznavur çetesinin içine sızdı. Topladığı bilgilerle çetenin çökertilmesini sağladı. Bu başarısından dolayı çağrıldığı Ankara’da Mustafa Kemal Paşa, İsmet Paşa ve Fevzi Paşa tarafından kabul edildi. İsmet Paşa’nın karşısında masada duran tabanca, bayrak ve Kur’an-ı Kerim üzerine elini koyarak, gerekirse vatan için canını feda etmekten kaçınmayacağına dair sadakat yemini etti ve Genelkurmay Başkanlığı İstihbarat Şubesi’ne alındı. İlk görevi İzmir’deki Yunan İşgal Karargâhı’na girmekti. Amerikalı bir gazeteci kimliğiyle bunu başararak edindiği bilgileri Ankara’ya ulaştırdı. Gerçek kimliğini öylesine başarılı bir şekilde sakladı ki Yunan Başkomutanı Papulas’la röportaj dahi yaptı. Yunan kralının Anadolu’da işgal edilen bölgelere yapacağı ziyareti takip edecek gazeteciler arasına girdi. Fakat 1920’de Yunan ordusuna sığınan Çerkez Ethem’in adamlarından biri onu tanıdı. Yakalanan Ahmet Esat, Divan-ı Harp’e verilerek İzmir’de hapsedildi ve işkence gördü ama kaçmayı başardı. Cumhuriyet’in ilanından sonra ise istihbarat görevlerinden tamamen ayrıldı. Yaşadıklarını kaleme aldı ve yayımladı. İstanbul’a yerleşen Ahmet Esat, geçimini sağlamak için kimi zaman tercümanlık kimi zaman da turizm rehberliği yaptı. Sporu hayatından hiç çıkarmadı. 1932 yılına kadar boks yapmaya devam etti. Soyadı Kanunu’nun çıkmasıyla, ringlerdeki sert yumruklarına istinaden Tomruk soyadını aldı.
Gazeteci Vural Sözer’in Ahmet Esat’la yaptığı, Pazar mecmuasının 31 Ocak 1960 tarihli sayısında yayımlanan -belki de onunla yapılan son röportaj ilginç detaylarla dolu.
“(…) ‘Nasıl olup da ölmediğime en fazla şaşıranlardan biri de rahmetli Atatürk’tü. İzmir’de işgal hapishanesinin lağımından kaçmıştım. Kimse kaçabileceğimi ümit etmediği için öldüğüme hükmedilmiş, şayia Atatürk’ün kulağına kadar gitmiş. Rahmetli çok üzülmüş. Fakat bir hafta sonra, beni karşısında görünce hayret etmiş, şunları söylemişti: ‘Cesedini gözlerimle görmedikten sonra artık ölüm haberine inanmam. Sen ölemezsin.’ (…)
Bu işlerin sonunu yahut bir casusun akıbetinin ne olacağını sorarsanız, en hassas mevzuya temas etmiş olursunuz. Bu yönden İngiliz Kemal kırgındır. Kimseye değil, kendine kırgındır. Gözünün önüne bir anda Atatürk’ün İzmir’deki evi gelir ve bir sohbet sırasında ‘Kemal artık atini [gelecek] düşünmen lazım, sana ne yapalım’ dendiğini, o sırada oradaki mecliste bulunanların ‘Maaş bağlansın’ seslerine şu cevabı verdiğini anlatır: ‘Enerjim, kuvvetim, zekam henüz sönmedi. Tecrübelerim bilakis daha fazlalaştı. Sağ kalır ve çalışamayacak bir duruma düşersem, milletimin sinesine sığınırım. Yapacağım hizmetler asıl şimdi başlıyor. Maaşa bağlanıp emir altına girmek yerine, vatan uğruna serbest çalışmayı tercih ederim. İşleri halleder, mukabilini beklemem. Çok sonra, yaşlılığımda bana yardım vadederseniz olabilir. Bugün için bir şey istemem. Yeter ki, ahir ömrümde aç ve bimekan kalmayayım.’
Söz verildi mi? diye soracak olursanız ‘Verilmişti’ der. Yerine getirildi mi bari? sualinize ise ‘Birçok şeyler gibi bu da unutuldu. İstirahat zamanımın geldiğini hissediyorum fakat maişet [geçim] derdim, hala beni didinmeğe mecbur ediyor’ cevabını verir.”

Ahmet Esat Tomruk’un anıları daha sonra Recai Sanay tarafından derlenerek Türk Casusu İngiliz Kemal adıyla iki cilt hâlinde yayımlandı. Anıların halk tarafından çok beğenilmesi, sinemacıların ilgisinden de kaçmayacaktı elbette. Türk sinema tarihinin ilk film şirketi Kemal Film, 26 yıl ara verdiği film yapımcılığına Osman Fahir Seden’in şirketin başına geçmesiyle yeniden başlamış, Kani Kıpçak’ın yönettiği İstanbul Kan Ağlarken/Hrisantos ve Lütfi Ömer Akad’ın yönettiği Kanun Namına adlı başarılı filmlerden sonra İngiliz Kemal’in hayatını da filme almaya karar vermişti. Osman Fahir Seden arşivimde yer alan yarım kalmış anılarında o günleri şöyle anlatıyor:
“1952’de İngiliz Kemal’in hayatını film yapmaya karar vermiştim. Kendi ölçülerime göre bir süper prodüksiyon tasarlamıştım ve halkın o zamana kadar kendisine sunulan padişahlı, yeniçerili filmlerden bıktığına kesin olarak inanmıştım. Süper prodüksiyon denince hemen büyük padişahlardan birinin hayatı ele alınıyor, ordu yardımı ile yüzlerce figüran (bölük bölük asker) yeniçeri kıyafetine sokuluyor, biraz mehter marşı, birkaç çarpışma sahnesi, bol ezan ve dualarla filmler yapılıyordu ki, hepsinin de artık tadı tuzu kalmamıştı. Başka bir şeyler yapmak lazımdı. İngiliz Kemal diye tanınan Ahmet Esat, dünyaya nadir gelen çelebi, hoş sohbet, son derece mütevazi bir insandı. (…) Ne yazık ki anılarının filme çekilme hakkını Erman Film Hürrem Erman’a satmıştı. Hürrem Bey’e o hakkı bize devretmesi için ricada bulundum, kabul etmedi. ‘Kendim çevireceğim’ dedi. (…) Ahmet Esat’la her gün ve özellikle her akşam beraberdik. Namuslu adamdı, ‘Bir kere Hürrem Bey’e sattım, elimden bir şey gelmez’ diyordu. Bu arada ben bir avukat arkadaşımla (rahmetli Muzaffer Atak) devamlı temas halindeydim. Sonunda bir akşam Ahmet Esat’la Bomonti’de bir meyhaneye gittik. ‘Bana kitapta yazılı olmayan serüvenlerini anlat’ dedim. Birtakım şeyler anlattı. Oldukça ilginç hikâyeler... Vehbi Hoca’ya sorduk, ‘Doğrudur’ dedi. ‘Esat yalan söylemez’ dedi. Bu defa bir adım daha ileri gittim, gene meyhanede Lawrence’ı (meşhur İngiliz casusu Lawrence) tanıyıp tanımadığını sordum. Güldü. ‘Mütareke senelerinde, sen gazeteci rolünde Pera Palas salonlarında, işgal kuvvetlerinin davetlerinde bulundun hemen hemen her gece, orada gördüklerinden biri Lawrence olamaz mı yani’ dedim. ‘Lawrence oralara hiç uğramadı’ dedi. ‘Böyle bir şey yaparsan tekzip ederim’ diye terslendi hafifçe. ‘Ben yalan olduğunu bile bile yapayım, sen tekzip et’ dedim. Sonunda anlaştık... Ben Lawrence adını kullanacaktım ama filmin o bölümünün hayali olduğunu da belirtecektim. O zaman için kendisine büyük, çok büyük bir para verdik. Parayı alırken içi rahat değildi.
Nebioğlu Yayınevi’nin sahibi rahmetli Osman Nebioğlu iyi tanıdığımdı. ‘İngiliz Kemal Lawrence’a Karşı’ adlı bir yazı dizisini kendisine yirmi güne kadar teslim edeceğimi, bu iş için ücret almayacağımı, kendisinin sadece bunu çok iyi bir reklam sonrası Yirminci Asır mecmuasında yayınlamasını istediğimi söyledim. Derhâl kabul etti. Yirmi gün sonra yazı dizisini kendisine yetiştirdim ve hemen filme başladık. Ben kendi yazdığım bir eseri filme çekiyordum ve hukuki açıdan buna kimsenin itirazı olamazdı. Hürrem Erman yasal yollara başvurdu. Kendisi yüzde yüz haklı olduğu için davayı kaybetti. Ben yüzde milyar haksız olduğum için davayı kazandım. Hürrem Bey seneler sonra beni affetmek büyüklüğünü gösterdi. İngiliz Kemal gerçekten büyük prodüksiyon oldu. Prensibimize sadık kalarak gene Şehir Tiyatrosu’ndan sadece üç oyuncu almıştık: Gülistan Güzey, Talat Artemel ve Şadıman Ayşın... Ayhan Işık ve Muzaffer Tema gene aramızdaydı. (…) Halk tek kelime ile filme bayıldı. Tam bir Amerikan filmi diyorlardı. O zamanlar Amerikan filmi övgü olarak kullanılıyordu. Çok, çok zengin bir film oldu. Çok itinalı şekilde çekilmişti ve bu filmle Lütfi Ömer Akad, sinemadaki hareket olgusunun zirvesine çıkıyordu. Senaryo alışılmamış bir tarzda yazılmıştı, çok çok hareketli ve sürükleyici idi. Bu, Türk filmlerinin ağır, melankolik temposuna alışanları şaşkına çeviriyordu ve halk Kanun Namına’da çok beğendiği Ayhan Işık’ı bu filmde bir hafta içinde ilahlaştırıyordu. ‘İngiliz Kemal Lawrense Karşı’ o günlerin gişe rekorlarını kırdı…”

Filmin çok büyük ilgi görmesinden hareket eden Osman Nebioğlu da boş durmayacak, Osman Fahir Seden’in yazdığı tefrika romanı 1953’te kitap olarak basacaktı. Erman Film sahibi Hürrem Erman, film haklarına sahip olduğu orijinal Türk Casusu İngiliz Kemal kitabından hiçbir zaman bir film yapmadı. Fakat becerikli yapımcı Osman Fahir Seden 1958’de ikinci bir İngiliz Kemal macerasını İzmir Ateşler İçinde adıyla filme aldı. Bu filmin akıbeti pek iyi olmadı. Başrol oyuncusu Ahmet Mekin, yayına hazırlanan kitabımızda bu filmi şöyle anlatıyor:
“Filmin çekimleri 1959 yılının Mart ayında yapıldı. (...) Kemal Film’le yaptığım mukavelemin ilk filminin, benim sinemadaki yolumu daha da açacağına inanıyordum. (…) Filmin sansüre gönderilme süresi içerisinde Türk dış politikasındaki beklenmedik bir değişiklik beni hüsrana uğrattı. Sansür Kurulu Yunanistan’la olan dostluğumuzu zedeler endişesiyle senaryosunun filme çekilmesine izin verdiği filmin gösterilmesini yasakladı… Çünkü aynı günlerde Türk, Yunan ve İngiliz devletleri Kıbrıs’ın geleceğini belirleyen Londra-Zürih anlaşmalarını imzalamışlardı. Barış havası esiyordu. (…) Sansürden denilmiş ki ‘Yunanistan’la olan münasebetlerimiz bakımından bugünkü şartlar içinde oynatılması uygun olmayıp ilerde oynatılmasına müsaade olunması düşünülmektedir.’ Bunun üzerine Kemal Film, filmin hem negatifini hem de sansür için basılan tek pozitif kopyasını İstanbul Belediyesi’nin Aynalıkavak’taki film deposuna koydu. Aradan bir ay bile geçmeden meşhur yangın oldu ve bütün filmler yandı. Filmin fazla çekilen ya da kullanılmayan sahnelerinden elde kalanlarla yeniden bir kurgu yapıldı. 27 Mayıs’ta değişen dengeler sansür kurulunu da etkilemişti ister istemez. İktidarın değişmesinden sonra yumuşak yüzlü olmak zorunda kalan Sansür, İzmir Ateşler İçinde’ye izin verince, mevsimin yaz olmasına aldırmadan şirket filmi Güney ve Güneydoğu Anadolu sinemalarında gösterime soktu…”

Ahmet Esat Tomruk, 1960’ta Pazar mecmuasından Vural Sözer’le yaptığı röportajda 66 yaşında olmasına rağmen ekonomik sıkıntı çektiğinden bahsediyordu. Bu sıkıntı Ankara’da TBMM’nin de kulağına gitmiş olacak ki, 26 Haziran 1964’te Resmî Gazete’de yayımlanan “İngiliz Kemal namıyla maruf Ahmet Esat Tomruk’a vatani hizmet tertibinden aylık bağlanmasına dair” 487 no.lu özel bir kanun çıkarıldı. Kendisine hayatta olduğu sürece 500 lira aylık maaş bağlandı. Ancak Ahmet Esat Tomruk bu maaşı bir süre alamadı. Uzun zamandır beklediği maaşı eline geçtiğinde artık hastaydı. 9 Şubat 1966’da geçirdiği beyin kanaması onu Taksim’deki Fransız Pastör Hastanesi’nin ıssız bir odasına mahkûm etti. Bu odada 16 Şubat günü son nefesini verdiğinde yanında İngiliz eşi Mrs. Brayt’tan başka kimse yoktu. Ahmet Esat Tomruk, 17 Şubat 1966’da Şişli Camii’nde kılınan ikindi namazından sonra Emirgan’daki aile mezarlığına defnedilirken tüm yaşamı yeni bir Yeşilçam filmine konu ediliyordu. Arzu Film, Ertem Eğilmez ve Burhan Bolan’a yazdırdığı yeni İngiliz Kemal filmi için Kartal Tibet ve Sema Özcan’la çoktan sete çıkıyordu. Osman Fahir Seden de durmuyor, Fikret Hakan ve Figen Say’la İngiliz Kemal’in Oğlu adlı bir casusluk filmi çekerken hiç çocuğu olmayan Ahmet Esat Tomruk’a kahraman bir evlat armağan ediyordu…