Yazma arzusu daha ilkokulda, öğretmeni Maide Coşkuner’in teşvikiyle uyanmıştır Fahrettin Cüreklibatır’ın. Bostan bekçiliği yaptığı yaz aylarının birinde Eskişehir bozkırından geçen kara trenin penceresinde gördüğü mavi gözlü sarışın kıza âşık olur. O günden sonra hep trenin camında gördüğü sarışın kızın hayalinin peşine dökülecektir kaleminin sırları.
Başlangıçta çok heveslidir. Çok okur, öykülerine çok özenir. Yaşama uğraşından arta kalan o büyük soru işaretinin yanıtını hep sayfalarda arar. Çeşitli röportajlarında 1953 yılında Eskişehir Lisesi’nde okurken akranları arasında bir hikâye yarışmasına girip birinci seçildiğini anlatır.
1955’te liseden mezun olup İstanbul’a gelir, tıp fakültesine yazılır. Hayatının bu yeni sayfasında edebiyat tutkusu daha da güçlenecektir. İstanbul Üniversitesi’nin diğer bölümlerinde okuyan benzer durumdaki öğrencilerden kafa dengi arkadaşlar edinir. Onca yoksulluğa rağmen harçlık birleştirerek Erek adında tek yaprak, iki sayfalık bir dergi çıkarırlar.
CEMAL SÜREYA RESME GİRİYOR
1957 yazında, o dönem mülkiye müfettişliği yapan Cemal Süreya (memuriyetteki adıyla Cemalettin Seber) Eskişehir Vergi Dairesi’ni denetlemek için şehre gelir. Süreya’nın geldiğini duyan edebiyat meraklıları derhâl şairin peşine düşerler. Fahrettin de ekibe katılır, böylece tanışırlar. İş orada kalmaz, basbayağı arkadaş olurlar. Daha sonra İstanbul’da görüşmeye devam edecek kadar. Fahrettin çekingen tavırlı ancak kendine göre girişkenlikleri olan hatta biraz da uyanık bir tiptir. Bu sırada Cemal Süreya ve yine onun vasıtasıyla tanıştıkları Muzaffer Buyrukçu ile Fatih, Akdeniz Caddesi’ndeki öğrenci evine gitmeye başlar.
Daha sonra İstanbul Üniversitesi’nde a dergisini çıkaran ekiple buluşur Fahrettin. a dergisi gerçek bir öğrenci yayınıdır ancak belli bir düzeyi tutturmayı hemen ilk sayısından başarır. Adı Adnan Özyalçıner’in önerisiyle koyulmuş, bu küçük harfli a her şeye sıfırdan, en başından başlamayı işaret etmektedir. Dergi çevresinde Adnan Özyalçıner, Onat Kutlar, Demir Özlü, Hilmi Yavuz, Doğan Hızlan, Konur Ertop, Ülkü Tamer gibi isimler de vardır.
Fahrettin sonradan bu döneme dair yazıp söylediklerinde dergi ekibinden Erdal Öz ve imtiyaz sahibi görünen Kemal Özer’le olan (gerçek adı Özer Özler) arkadaşlığından bahseder. Bu arkadaşlık sayesindedir ki öyküsü “İnsan Çiti” a dergisinin yirmi sekizinci sayısının altıncı sayfasında, dört sütun ve tam sayfa olarak çıkar. Yıl 1960, aylardan mayıstır. Böylece o güne kadarki en büyük hayali gerçekleşmiş olur Cüreklibatır’ın.
Eskişehir’den kalkıp İstanbul’a gelen isimsiz gencin imzası henüz beş yıl geçmeden matbaa mürekkebine bulaşmış, edebiyat âlemine doğru ilk ve en önemli adımını atmıştır. Dergideki baskıya girmez ama sonradan kitaplarından birine “Masa” adıyla aldığı bu öykünün dibinde “21 Ağustos 1959” tarihi ve “Emel’e” yazılı bir ithaf ibaresi de yer alacaktır.
Atmosferi yalnızlık, hayatın kıyısında kalmışlık duygusuyla örülen, Kafkaesk çağrışımları olan bu öykü Fahrettin’in o dönem içinde bulunduğu yaşama koşullarını bire bir yansıtmaktadır.
Bu arada ülkede de işler kötü gitmekte, çok partili demokrasi deneyi askerî darbeyle kesintiye uğramaktadır. Acı bir tesadüf eseri, Fahrettin Cüreklibatır imzalı “İnsan Çiti” öyküsünün yayımlandığı Mayıs 1960 tarihli yirmi sekizinci sayı a dergisinin sonu olur. 27 Mayıs Darbesi’yle birlikte dergi kapanır.
FAHRETTİN DOKTOR ÇIKIYOR
Fahrettin 1961 yazında tıbbiyeden mezun olup doktor unvanını alır. Mezuniyet vesilesiyle basılan Stajyerler Albümü’nde ona ayrılan sayfada, soyadının yanlış yazılmasını saymazsak, hakkında söylenenler gerçekle şaşırtıcı derece uyum içindedir. 1172 Fahrettin’in edebiyat tutkusundan bahsedilir orada. Metnin üstüne çiziktirilen karikatürüne dikkatle bakarsak genç doktorun koltuğunun altında kıvrılmış bir dergi görürüz ve derginin lejantında, zor da olsa, “TEPE” yazısını okuyabiliriz. Anlaşılan Fahrettin okulda kolunun altında Yeditepe dergisiyle dolaşmaktadır.
Mezuniyet sonrası doktor olarak ilk tayini Adana’nın Feke ilçesine çıkar. Dağ köylerinde gezici sağlık hizmeti verirken yine kitaplara ve yazmaya sığınır.
1962 yılının Haziran ayında güzel bir haber alacaktır. Öyküsü “Kukla” Ankara’da Salim Şengil tarafından çıkarılan Dost dergisinde Oğuz Aral’ın desenleri eşliğinde yayımlanmıştır. Her ne kadar soyadını bu kez tamamen yanlış yazmış olsalar da Seçilmiş Hikâyeler dergisinin devamı mahiyetindeki Dost dönemin ciddiye alınan, önemli sanat dergilerinden biridir. Haziran 1962 tarihli dokuzuncu cilt, 15 numaralı o sayıda kendi alanlarında çok önemli isimler eşlik eder (yanlış yazılmış hâliyle) Cüreklibatur’a: Ataol Behramoğlu, Konur (Ertop), Suat Taşer, Nihat Ziyalan, Nusret Hızır, Oben Güney, Sabahattin Kalender…
Önce çok sevinir, sonra yavaş yavaş söner sevinci genç hekimin. Günlüğüne şu notları düşer:
“Öyküm Dost dergisinde çıktı. Uzun bir zaman sonra onu yeniden okuyunca, değerini ve kusurlarını daha iyi gördüm. Adamın biri doğrulup o deniz kıyısında, sonra sırtı, arkasında kalan şeyleri birden silişine kadar bir şey yok bu öyküde. Bir de adamın, çocukların ve otların karşısında kendini eski, yalnız bulması - kıyıya seken bir tavşan. Adamın bu dolu tavşan gözlerinden başka bir şeyi yok yani. Ve kırmızılıkta köpüklü bir kıyı, birkaç kuş ve kulübe resmi. Ben asıl “Çöp Tenekesi”ne güveniyorum. Yeniden okumaya ve ne olursa olsun yazmaya başladım- kötü de olsa korkmadan. O psikanaliz gibi öykü bir türlü baş ve son bulamıyor. O güzel karıları olan adamların duvarlarına işeyen muhtarın sırtı, buna çaresiz bir çift incecik erkek eli ve olanları bir kıyıda sessizce seyreden o çocuk ve yıllar sonra bir handa uyku taklidi yaparken her şeyin anlaşılması ve son cümleler aklımdan çıkmıyor.” (1963)
Genç Fahrettin’in kaleme aldıkları sonraki yıllarda çeşitli mecralarda ortaya çıkacaktır. Bazı öyküleri bu sayede okurlarla buluşur. Örneğin yazılışlarından yirmi yıl kadar sonra, 1983 yılının temmuz ayında, Ses dergisi dört hafta sürecek “Cüneyt Arkın’dan Hikâyeler” başlıklı bir dizide bu öyküleri yayımlar.
Öykülerin yayımlanış sırasına göre isimleri şöyledir: “Kalıt”, “Çam Kabuğu” (ilk adı “Uslu” olan bu öykü 1956 tarihlidir), “Kukla” (1962’de Dost dergisinde çıkmıştır) ve “Yıldızlar Toprağı Deldi.”
1950-60 aralığında yazılmış bu öykülerden yola çıkarak Cüreklibatır’ın edebî tarzı üzerine bir değerlendirme yapmak kısmen mümkün olabilir. Bütün bu metinlerde yalnızlık çeken bireyin hayata tutunma gücünü sorgulamayı üstlenmiştir. Bunu yaparken de en çok tabiattan, insanlar arası çekişmelerden, kaynağı belirsiz korkulardan yararlanır. Ayrıca yazarın kapalı bir anlatımı benimsediğini, o yılların hâkim edebî tarzı toplumcu gerçekçilikten ısrarla uzak durduğunu ve olay örgüsü yerine atmosfere odaklandığını söyleyebiliriz. Bu unsurlar benimsediği bireyci yaklaşımla birleşince kaçınılmaz olarak daimî bir ölüm düşüncesinin kıyısında dolaşır Cüreklibatır.
Yazarak rahatlamaya çalışan, köşeye sıkışmış bir yazarın feryatlarını çağrıştıran satırlar, öyküler boyu tekrarlanır. Dekor değişse de atmosfer hep aynıdır. Yazma macerasının başındaki hemen her yazar gibi insanı tanımaya, onun gizlerini çözmeye elindeki en sağlam malzemeden başlamıştır Fahrettin, kendisinden.
Ne yazık ki sonraki hayatının oyalamalarına takılıp yürümeye başladığı çetin yolun devamını getiremeyecek, attığı temelin üzerine beklenen tuğlaları bir türlü koyamayacaktır. Edebiyat parantezi onun için 1950’lerin ikinci yarısında açılıp 60’lara doğru taşan bu öykülerle birlikte kapanır. Hayatında bambaşka bir dönem başlamış, sinemaya girerek Cüneyt Arkın olmuştur.
ADINI UNUTAN ADAM
Yeni maceranın başlarında, 4 Ekim 1965 tarihli Perde dergisine tek başına kapak olur sayın jön. “Ben Cüneyt Arkın” başlığı altında kaleme aldığı makalede şöyle der:
"(…) Kukla, Soytarı, Güneşin Kokusu, Yıldızlar Toprağı Deldi, Çöp Tenekesi, Kötü Adamlar, Aşk Şarkısı İstedi, Kalıt, İnsan Çiti gibi bir yığın hikâye yazdığımı söylemeliyim örneğin. Ama kötü şeylerdi hepsi de. Vazgeçtim..."
Sinema kariyeri boyunca sıklıkla yazmakla ilişkisini vurgulayan röportajlar verir Cüneyt Arkın. Bunların en belirgini, en vurgulusu 7 Eylül 1968 tarihli Ses dergisinde çıkar. Okuduğumuza göre bir öykü kitabı hazırlamakla meşguldür. Öyküleri yazan Fahrettin olduğu için de onun imzasıyla çıkaracaktır kitabını. Başlığını da Üzüntü Çiçeği koymuştur. Charles Baudelaire’in Elem Çiçekleri’ni çağrıştıran isimli bu kitap yayımlanmaz.
Sinemadaki Cüneyt Arkın karakterlerinin genç nesil tarafından sahiplenilip kült seviyesine yükselişi milenyumla birlikte durur. Gençler beyaz camın .nünden kalkar, başka ekranlara dadanır. TV’nin mevtiyle birlikte klasik manada Yeşilçam da tamamen tarihe gömülür. “Zoomer” adı da verilen Z kuşağı ve küçük kardeşleri, yani kabaca 2000 sonrası doğan kitle Cüneyt Arkın’dan habersiz büyüyecektir. Dr. Fahrettin Cüreklibatır kamera karşısına geçen otuz yılı aşkın bir sürenin ardından kendine yeni uğraşlar aramaya başlar. Otuz yıl ertelenen kitap çıkarma fikri o sırada nihayet gerçekleşir.
Adını Unutan Adam 2001 yılında okurlarla buluşur. Nedense öyküye geri dönmeyi düşünmemiş, daha çok kesik kesik sahnelerden oluşan, araya şiirlerin girdiği bir anılar toplamı koymuştur ortaya. İsmi de dâhil olmak üzere her yönüyle en başarılı kitabı bu ilk verimidir Cüreklibatır’ın. Kitaba adını veren bölümde kendisi de şöyle demektedir:
"Bu kitapla uzun, sonu belirsiz bir yolculuğa çıkıyorum. Doktor Fahrettin Cüreklibatır’ı arayacağım."
Başlangıç bölümünde geçmişiyle, gençlik hatalarıyla hesaplaşır. Kendisiyle dalga geçer. Çekinmeden aleyhinde atılan manşetlere yer verir. Alkol bağımlılığı döneminde yaptığı çılgınlıkları, örneğin Paris’te Ajda Pekkan’ın oturduğu eve (ev bir apartmanın ü.üncü katındadır) çiçek pazarından satın aldığı bir beygirle girmeye kalkışını samimi bir pişmanlıkla, kendisiyle dalga geçerek çok tatlı anlatır. Sinema anılarında da hakikaten başarılıdır Fahrettin’in kalemi. Eski dönemleri anlattığı bölümler genellikle esprili, hoşlukları olan, itiraflarla süslenmiş, sıcak parçalardır. 246 sayfalık kitapta bol miktarda fotoğraf, afiş, set arkası hatırası yer alır. Hatta kendi çizdiği resimlere bile rastlarız bunların arasında. Tercih edilen dalgacı, dünyayla barışık üsluptan fotoğraf altlarını dahi Cüreklibatır’ın bizzat yazdığı anlaşılmaktadır.
En sonda da günlüğünden parçalarla birlikte “Uslu” ve (1960’ta a dergisinde “İnsan Çiti” adıyla yayımlanmış olan) “Masa” adlı öyküleri yer alır.
Adını Unutan Adam yayımlandığı dönemde pek fazla ilgi uyandırmaz, tekrar baskısı yapılmadan tükenir gider. Bugün artık sadece sahaflarda bulunan, aramızdan ebediyen ayrılmış yazarının yüzü suyu hürmetine astronomik fiyatlarla satılan önemli bir “parça” hâline gelmiştir.
İlk denemeden tam on üç yıl sonra bu kez Fakir Gencin Hikâyesi ile çıkar Fahrettin okurunun karşısına. Aradan geçen zamanda biriktirdiği güncel konuları hafızasını deşerek hatırladığı anılarla birleştirmiştir. Ortaya çıkan eser, format olarak bir öncekinin aynı yani bölüm bölüm ilerleyen ancak o b.lümler çoğu kez bir önceki kitabın tekrarı olan, savruk bir toplamdır.
"Fikret Hakan’ı Öz Abim Gibi Sevdim”, “Eşref Kolçak İşsiz Kaldı”, “Kadir Savun Sinemacılara Küstü”, “Erol Taş’a İşkence”, “Orhan Günşiray Ağladı”, “Hüseyin Peyda’yı Ölüme Terk Ettiler”, “İşsiz Kalan Cüneyt Arkın” bölümleri, biraz melodrama göz kırpan üslupla yazılmış olsalar dahi, eski yıldızların hayatlarının sonunda geldikleri noktalara dair birinci elden tanıklıklar içerir.
Mizaç ve dünyaya bakış itibarıyla almaşık, biraz gitgelli olsa da kitabın en sert çıkışı yazarın “Gezi Parkı” başlığı altında kaleme aldığı parçanın son kısmında yer bulur. Fahrettin Cüreklibatır açıkça Gezi’de toplanan gençlerin yanına geçip iktidardakileri bu gençlere kulak vermeleri için uyarmaktadır:
“Özellikle, yönetenler, siyasetçiler bu halkın yürek güzellikleri, zenginliklerinden pay almamışlardır. Yarım kalırlar. Memleketin doğrularından uzaklaşırlar. İşte bu büyük halk, ilk kez bu kadar yoğun, siyasetçilere dedi ki:
‘Artık söyleyeceklerim var. Beni dinleyin.’
Dinleyen çok haz aldı ama, dinlemeyenler, hele biri şöyle dedi:
‘İktidarı devirmek için ayaklandılar.’
‘Aşırı uçlar.’
‘Bu işin içinde başka işler var.’
İşin özeti:
‘Bunalanın üzerine gidilmez.’ Gençliğin üzerine hiç gidilmez."
Cüreklibatır’ın son kitabı Benim Kahramanım Türk Halkıdır 2022 yılının Mart ayında çıkar. İçeriği hazırlarken önceki iki kitabından bir hayli faydalanmıştır. Bu kez bir dönem gazetede yaptığı köşe yazarlığı tarzını benimsemiştir. Uzunlu kısalı makalelerle güncel olaylara değinerek fikirlerini beyan eder, dünyayı algılayış biçimini aktarmayı seçer okurlarına. Hatıralar bölümünde daha önce de anlattığı Emel Sayın’dan yediği dayağın hikâyesi, film çekimleri sırasında rol icabı at sırtında geçtikleri akarsuda oyuncuların bıyıklarının suya kapılışı, atına iyi bakmayan seyisi cezalandırması, Cumhurbaşkanı Fahri Korutürk’ün daveti, filmlerde öpmeden nasıl çocuk yapıldığı ya da Cüneyt Arkın’ın yüz elli ayrı kadınla nasıl başa çıktığı gibi daha pek çok bölüm tekrar eder.
Cüneyt Arkın, filmlerinde dublör kullanmadığı gibi kitaplarını yazarken de bütün işi kendi yapmış örneğin bir gölge yazardan ya da baskın bir editörden yardım almayı tercih etmemiştir. Altmış küsur yaşında tekrar kaleme sarıldığında yazacak ne çok şeyi vardır: Sinemada tanıklık ettiği çalkantılı dönem, setlerde yaşadıkları, özel hayatında başından geçenler… Malzeme boldur. Ne yazacağı konusunda asla sıkıntı çekmez, iş gelip nasıl yazacağında tıkanır. Seçtiği yöntemin de pek isabetli bir tercih olduğu söylenemez maalesef.
Özellikle siyaset, âleme verilen nizam ve hamaset kısımları elendiğinde yer yer son derece lezzetli, ışıltılı satırlar dökülür kaleminden. Örneğin eski günleri anışı, sadece Cüneyt Arkın’ın tanık olabileceği şekliyle sinema tarihini anlatışı okurları bazen gülümsetir bazen gözyaşına sürükler. Sayfalar arasında gezinirken hakiki hazinelere rastlamak olasıdır.
Yazdıklarının hepsini okuduktan sonra kendi kendime sormadan edemedim, “acaba şu sinema işi hiç çıkmasa, edebiyat merakı onu nerelere kadar götürebilirdi,” diye. Bu sorunun yanıtı belirsiz elbette. Ama yeteneği olan, duyuşu ve algılayışıyla kesinlikle önemsenmesi gereken bir kalemdir karşımızdaki. Keşke yazmayı hiç bırakmasaydı.
Bu yazının geniş hâlinin yer aldığı, Cüneyt Arkın'ı birçok açıdan ele alan Cüneyt Arkın kitabı İBB Yayınları'ndan çıkıyor. İstanbul Kitapçısı şubeleri, istanbulkitapcisi.com ve birçok çevrimiçi kitapçıda...