134 yıllık garda geleneksel lezzetler

28 Ağustos 2024 - 14:08

Sirkeci Garı, XIX. yüzyıl sonunda ulaşımda yeni bir dönemi başlatan, kitaplara/filmlere konu olan Orient Express’i (Şark Ekspresi) yıllarca ağırlayan ve kendinden sonra inşa edilen Avrupa garlarına mimari açıdan ilham veren 134 yıllık bir yapı. Tarihî Yarımada’nın Haliç girişine kurulan bu garın temeli 1888’de atıldı, açılışı ise 3 Kasım 1890’da II. Abdülhamid adına Ahmed Muhtar Paşa tarafından yapıldı. Yazının başında XIX. yüzyıl sonunda ulaşımda yeni bir dönemin başlamasına sebep olduğundan bahsettim zira gar, Avrupa demiryolu ağının son (ya da bir yandan ilk) durağı olma özelliğine sahip. Bu sebeple de yapımı bittiği andan itibaren Avrupalılar için “Doğu’nun kapısı”, Osmanlılar içinse “Avrupa’ya açılan kapı” olarak tanımlanmış. 

Prusyalı mimar August Carl Friedrich Jasmund tarafından tasarlanan Sirkeci Garı, oryantalist mimari örneklerinden biri. Osmanlı mimarisini incelemek için 1887’de İstanbul’a gelen Jasmund, önce Hendese-i Mülkiye’ye mimari tasarım hocası olarak atanmış, daha sonra Rumeli Demiryolları Şirketi Müdürü Sarrazin tarafından Sirkeci Garı’nın tasarımıyla görevlendirilmiş. Jasmund, Sirkeci Garı’nın yanı sıra İstanbul’da birçok önemli yapıya da imza atmış bir isim. Alman Büyükelçiliği’nin Tarabya’daki yazlık binasının bahçesindeki Moltke Anıtı (1889), Sarayburnu Antrepoları (1890) ve Rumeli Han’ın (İstiklal Caddesi) mimari projeleri kendisine ait. Ayrıca Alman bankası Deutsche Orient Bank için Germanya Han’ı tasarlamış, II. Abdülhamid’in mabeyincisi Ragıp Paşa ve kızı Tevhide Hanım için de Caddebostan’da iki köşk inşa etmiş. 1894’teki büyük İstanbul Depremi sonrası Sultan II. Abdülhamid, Jasmund’u depremden etkilenen yapıların restorasyonu için oluşturulan komisyonun başkanlığına getirmiş. Ünlü mimar 1907’ye kadar Osmanlı Devleti’nin hizmetinde bulunmuş.

RESTORANIN PERON, İÇ VE DENİZ TARAFINDA BÖLÜMLERİ VAR

Jasmund imzalı Sirkeci Garı’na ulaşan binlerce tren içinde en ünlüsü elbette Orient Express. 1883’te Paris-İstanbul arasında yapılan ilk seferde Rusçuk kasabasının karşısındaki Giurgiu mevkisine gelinip buradan deniz yoluyla İstanbul’a geçilmiş. Raylar aracılığıyla ilk kez İstanbul’a varış ise 1895’te gerçekleşmiş. Orient Express, siyasetçilerden sanatçılara, kraliyet mensuplarından casuslara kadar dönemin en ünlü isimlerini taşımasıyla biliniyor. Hatta Agatha Christie’nin ünlü romanı Şark Ekspresi’nde Cinayet’e (Murder on the Orient Express) de ilham kaynağı oluyor. 

Günümüzde Orient Express sadece Paris’ten İstanbul’a uzanan bu efsane trenin adı değil, aynı zamanda Sirkeci Garı içindeki restoranın da adı. Geçmişi çok eskilere dayanan, 1950-1960’larda altın çağını yaşayan mekân (o zamanki adıyla Gar Lokantası), basın ve edebiyat dünyasının ikinci adres olarak bellediği bir yer. Müdavimleri arasında Selahattin Hilav, Fethi Naci, Edip Cansever, Oğuz Atay gibi isimler var. 1982’de Alaattin Seyhan ve Rasim Özkanca tarafından işletmesi alınan mekân, 1994’te Alaattin Bey’in tek başına yola devam etme kararı almasıyla isim değiştiriyor. İşte Orient Express de bu şekilde doğuyor.

TARİHE TANIKLIK ETMİŞ BİR MEKÂN 

Bu değişiklikten tam 30 yıl sonra bu tarihî restoranın içinde Egemen Seyhan ve Rabia Seyhan’la oturuyoruz. Babalarının üzerine titrediği mekânın tarihçesi üzerine sohbet ediyoruz. Marmaray’ın açılışıyla ulaşım yer altına indiğinden peron kısmı eskisi gibi insan seli değil. Ama birinci derece tarihî eser sayılan bu yapının içinde yer alan restoranın peron, iç ve deniz tarafındaki bölümlerinde tarihle kucaklaşan kocaman bir huzur var. Duvarlarda mekânı ziyaret etmiş ünlü isimlerin siyah-beyaz fotoğrafları, gazete kupürleri, illüstrasyonlar ve resimler yer alıyor. Deniz tarafındaki geniş balkonda çay ve kahvelerimizi içerken Yönetim Kurulu Başkanı Alaattin Seyhan’ın mutfaktan yetiştirdiği oğlu Egemen Seyhan’ı (Yönetim Kurulu Başkan Yardımcısı) dinliyorum. “Babam çok çalışkan ve disiplinlidir. Küçükken evde çok rahat denk gelemezdik. Ben de okuldan çıkar, vapura binip buraya gelir ve bunu telafi ederdim. İlk olarak lise döneminde yaz tatillerinde çalışmaya başladım, üniversite bitince de tam zamanlı olarak devam ettim” diye anlatıyor işletmeye dâhil olma hikâyesini. Mekândaki ilk işinin ne olduğunu sorduğumda şaşırmadığım bir yanıt veriyor: “Patates soymak.” Mutfaktan yetişmenin faydasını daha sonradan çok gördüğünü, şu an mekândaki her şeye sağlıklı şekilde müdahale edebildiğini anlatıyor.

MEKÂN 300 KİŞİ KAPASİTELİ

Rabia Seyhan ise yaklaşık 2 senedir Orient Express’te. Kendisi İstanbul Üniversitesi Biyoloji Bölümü’nde okurken her okul çıkışı soluğu burada alırmış. Daha sonra Mimar Sinan Güzel Sanatlar Üniversitesi’nde resim eğitimi alarak ressam olmuş ve hatta sonrasında felsefe de okumuş. Şimdi bir yandan resim yapmaya devam ederken diğer yandan kardeşiyle birlikte mekânı yönetiyor. 

Zamanında Babıali’nin etkisiyle gazeteci ve köşe yazarlarının sıkça ziyaret ettiği bu restorana Münir Özkul gibi Yeşilçam oyuncularının, akademisyenlerin ve yazarların da geldiğini anlatıyor Egemen Seyhan. Hatta ortaokul yıllarında ünlü yazar Yaşar Kemal’le tanışmış. “Yaşar Kemal’le benim aynı ortamda olmam normal şartlarda mümkün değil, nerede denk geleceğiz? Ama böyle tarihî bir yapıda bir araya gelebildik” diyor. Orient Express aynı zamanda İstanbul Üniversitesi, İstanbul Erkek Lisesi, Cağaloğlu Anadolu Lisesi, Galatasaray Lisesi gibi okullara yakın olduğu için mekânın eski mezunlardan ve eğitmenlerden oluşan müdavimleri var. Şehir dinamikleri eskisine göre değişse de hâlâ sinemacıların, oyuncuların, bira içmeye kaçanların, ailelerin, iş yemekleri düzenleyenlerin ve elbette turistlerin uğrak noktası burası. “Tarihî bir mekân, farklı bir dokusu var, farklı yapıdan insanların buluşmayı sevdiği bir nokta” diye yorumluyor Rabia Seyhan. Bir yandan da işçi göçünün tarihini vurgulayan bir detaydan bahsediyor: “Zaman zaman ‘Biz buradan trene binip Almanya’ya gitmiştik’ diye gelen müşterilerimiz oluyor. Burası toplumsal hafızada yeri olan bir mekân, dolayısıyla sadece bir restoran değil; o hafızanın getirdiği anılar da var.” Yakın zamanda burayı ziyaret eden Almanya Cumhurbaşkanı Frank Walter Steinmeier de “Ziyaretimize Sirkeci Garı’ndan başlamamız bir tesadüf değil. Belki buradan Almanya’ya artık bir tren gitmiyor ancak bu Tren İstasyonu, birlikte paylaştığımız onlarca yıllık bağlarımızın, insandan insana olan bağlarımızın taştan sembolüdür. Bu Tren İstasyonu iki ülke arasındaki yakın bağları temsil ediyor” demişti.

Sohbet ederken gözüm duvardaki Agatha Christie fotoğraflarına takılıyor ve yazarın bir hayranı olarak hemen onun ziyaretiyle ilgili detaylar soruyorum ama tabii o dönem işletmenin de mekân isminin de başka olduğu çok eski zamanlar. Egemen Seyhan, “Agatha Christie’nin 1930’larda buraya geldiği söyleniyor ama bununla ilgili bir ispatımız yok. O dönem burası bir Rum meyhanesiymiş, onun da kitabı yazdığı dönem olmalı” derken Rabia Seyhan mekânın 1963 tarihli James Bond filmi From Russia with Love’da da (Rusya’dan Sevgilerle) göründüğü bilgisini veriyor.

EN İDDİALI OLDUKLARI YEMEK KUZU TANDIR

300 kişi kapasiteli Orient Express, geleneksel Türk mutfağına sahip. En iddialı oldukları yemek kuzu tandır, restoranın ilk açıldığı zamanlardan beri müşterilerin favorisi. Ayrıca beğendili kebap, pilaki (“Burada yediğim pilakiyi hiçbir yerde yemedim” diyen müşteriler var.) ve krem karamel de çok tercih ediliyor. Alaattin Seyhan zamanında Ankara Gar Restoranı’yla bu işe başlamış. Daha sonra Anadolu’ya giden trenlerin yemekli vagonlarını işletmiş. 1982’de ise ortağıyla ihaleye girerek Sirkeci Garı’nın işletmesini almış. Yani kaderi âdeta garlar üzerinden yazılmış. 17 kişilik personelin en eskisi 24 yıllık. Mutfakta ve serviste çalışanların pek çoğu da uzun yıllardır müşterilere hizmet veriyor. Yani burası tam anlamıyla bir aile işletmesi. Egemen Seyhan'ın eşi Nalan Seyhan da mekânın halkla ilişkiler ve sosyal medyasını yönetiyor. Egemen Seyhan, “Evimde, ailemin yanında gibi hissettiğim bir yer burası. Çocukluğumdan beri tanıdığım insanlar var, saçları gözümün önünde beyazlıyor, benimkiler de yavaş yavaş beyazlamaya başladı” diyor gülerek. 

Mekânın isminin nereden geldiği elbette aşikâr ama bu ismi kimin koyduğunu merak ediyorum, Egemen Seyhan anlatıyor: “Öncesinde buranın adı Gar Lokantası. Babamın tek başına devam etmeye karar verdiği zaman eylül ayına denk geliyor. Orient Express o zamanlar eylülün ilk çarşambası İstanbul’a gelirdi, hiç şaşmazdı. Babam, Orient Express’in genel müdürü Jean-Marie Beyefendi’yle sohbet ederken restoranın ismini değiştirmeyi düşündüğünden bahsediyor ve o da bu fikri veriyor babama. Burası trenin son durağı, dolayısıyla isminin Orient Express Restaurant olması kadar doğal bir şey olamaz. Çok anlamlı."

The Guardian’ın 2015 yılında “Avrupa’nın En İyi 10 Gar Restoranı” arasında gösterdiği Orient Express’le aynı listede Paris, Amsterdam, Berlin gibi şehirlerin istasyon mekânları da var. Ünlü gazetenin “gürültülü bir istasyonun ortasında huzurlu bir sığınak” olarak tanımladığı mekânla ilgili şu yorum yapılmış: Yüksek tavan ve yuvarlak vitray pencerelerin altında kahve ya da çayınızı yudumlayıp tatlınızı yiyebilir, bir yandan da duvardaki siyah-beyaz Agatha Christie fotoğraflarını inceleyebilirsiniz. Ünlü trenin meraklıları ise biraz ilerideki ücretsiz Orient Express Müzesi’ni (İstanbul Demiryolu Müzesi) gezebilirler.”

KARİKATÜRİST SEMİH POROY’UN ÇİZİMİ

Orient Express ismi günümüzde özel tren yolu işletmeleri tarafından kullanılıyor ve nostaljik seferler düzenleniyor. Yılda iki kez Parisİstanbul ve İstanbul-Paris hattında turistik yolculuk yapmak mümkün. Avrupa’da başka güzergâhlar da mevcut. Tıpkı orijinal Orient Express yolculuklarında olduğu gibi gelen tren kırmızı halı ve mehter takımıyla karşılanıyor. Bu 1900’lerden beri süren bir gelenek. Hatta Egemen Seyhan, kadın yolcuların tıpkı o dönemlerdeki gibi tüylü şapkalarla, erkeklerin de smokinlerle perona indiğini anlatıyor. Bavulları üniformalı görevliler taşıyor. Zamanında “yürüyen saray” olarak adlandırılan bu lüks tren yolculuğu şimdilerde turistlere hoş bir nostalji yaşatıyor. Bu karşılamayı bir gün canlı canlı yerinde izlemek istediğim için Orient Express’in Sirkeci Garı’na ulaşacağı günü kendime not alıyorum. Bir yandan gördüğüm manzara sebebiyle zaman tünelinden geçip de 1900’lerin başına yolculuk etmişim gibi hissetme ihtimalim var, diğer yandan da restoranın lezzetli mezelerinden tadıp yanında soğuk bir bira yudumlamak var. Kulağa son derece cazip geliyor.

Sirkeci Garı
Sirkeci
Orient Ekspres
Orient Express
Orient Express Restaurant
Yeme içme
Melis Danişmend
Sayı 019

BENZER

Birleşmiş Milletler Genel Kurulu, 3 Haziran’ı Dünya Bisiklet Günü ilan ettiğinde ihtimaldir ki o günün büyük bir şairin ölüm yıl dönümüne denk geldiğini bilmiyordu. 3 Haziran 2018’de dünyanın birçok yerinde ilk bisiklet günü kutlanırken başka yerlerde bu dünyadan 55 yıl önce göçen Nâzım Hikmet anılıyordu.
İsveç’in İstanbul Başkonsolosu Peter Ericson, diplomat, siyasetçi gibi unvanlarla yan yana telaffuzuna pek alışık olmadığımız özelliklere sahip biri. Doğallığı, teklifsizliği ve enerjisiyle ışıldayan başkonsolosu Beyoğlu’nda bulunan ve 150. yılını kutlama hazırlığı yapan İsveç Sarayı’nda ziyaret ettik.
1956’da başlayan ve dönemin başbakanı Adnan Menderes’in “İstanbul’u bir kere daha fethedeceğiz” şiarıyla yönettiği imar operasyonları, tarihî yarımadadan Yeşilköy’e, Tophane’den Beykoz’a kadar kentin her yerinde büyük bir değişime yol açtı. İstanbul’u dev bir şantiyeye dönüştüren ve dört yıl kesintisiz süren imar operasyonları şehrin yalnızca görüntüsünü değil kimliğini de değiştirecek, eskinin kozmopolit Doğu Akdeniz kenti, yerini ulusal bir metropole bırakacaktı.