Kaybedecek bir saniyemiz yok!

27 Ağustos 2021 - 12:36

Türkiye’de bu yaz yaşanan seller, özellikle güneyde onlarca yangın ve giderek artan kuraklık, iklim krizinin olumsuz etkilerinin artık ülkemizde fazlasıyla hissedildiğini gösteriyor. Kuruyan meralar ve susuz kalan ekinler, çok da uzak olmayan bir gelecekte gıda krizinin yaşanabileceğine işaret ediyor. Yaz başı Konya’ya gittiğimde Karapınar Ovası’nda birbirinin peşi sıra dev obrukları görünce kendimi distopik bir bilim kurgu filminin içerisinde gibi hissettim. Konya gibi halihazırda kurak bir yerde çok su isteyen ürünler ekilmiş. Vahşi sulama için binlerce kuyu açılıp yeraltı suları çekilmiş, yeraltı suları çekilince de yer yer toprak metrelerce aşağı çökmüş ve obruklar oluşmuş. Mutlaka Görülmesi Gereken Yerler listemde olan Meke Gölü’ne gitmekte geç kalmışım. O muhteşem görüntüsünden eser kalmamış, binlerce yıldır vaha görünümünü koruyan göl, altı yıl önce kurumuş.

İklim değişikliği şimdi burada ve biz onunla mücadele etmiyoruz. Hâlâ yanlış tarım yöntemleriyle ilerliyor, fosil yakıtların peşine düşüyoruz. Oysa çok iyi biliyoruz ki, iklim krizine sera gazları, sera gazlarına da fosil yakıtlar neden oluyor. Çok sayıda ülke fosil yakıtlardan çıkarken biz hâlâ kalitesiz linyit kömürü çıkarmak için ormanlarımızdan, tarım arazilerimizden vazgeçebiliyoruz. Dağlarımızı tıraşlatıp siyanürle altın aratıyoruz. Taş ocaklarıyla oyulmadık tepe bırakmıyoruz. Kömürlü termik santrallerle hem havayı hem toprağı hem de insanları zehirlemeye devam ediyoruz. Biz bunları yaparken iklim krizi şiddetleniyor. Ve biz bir dizi orman yangınını yaşarken dahi, iklim krizi dışında diğer her şeyi konuşuyoruz. İngiltere 2012’de elektriğinin yüzde 40’ını kömürden sağlarken bugün bu oran yüzde 2. Demek ki fosil yakıtları terk etmek mümkün. 2035 yılına kadar karbon emisyonlarını yüzde 78 oranında azaltmayı taahhüt eden ilk ülke olan İngiltere, 2024’e kadar kömür enerjisini tamamen devre dışı bırakacak; 2030 yılına kadar da yeni benzinli ve dizel araçların satışına son verecek; tarım sübvansiyonlarında ise yasal olarak bağlayıcı hedefler getiriyor.

2015’te Fransa’da BM İklim Değişikliği Çerçeve Sözleşmesi’nin (UNFCC) 21. Taraflar Konferansı’nda (COP21) Paris İklim Antlaşması kabul edildiğinde ben de oradaydım. Ve açıkçası o gün bugünden daha umutluydum. Aradan geçen zaman, dünyanın topyekûn bir şekilde iklim kriziyle mücadele etmekte epey yavaş hareket ettiğini gösterdi. Oysa iklim krizi, insanlığın en büyük krizi olmayı sürdürüyor ve durum gerçekten çok acil. 2017’de Antarktika sınırındaki sahanlıktan koptuğunda 5800 km2 alana sahip olan dünyanın en büyük buzdağı A68 geçtiğimiz nisan ayında eridi.

Türkiye’nin Nisan 2016’da 175 ülkeyle birlikte imzaladığı ama henüz onaylayıp taraf olmadığı Paris Antlaşması’nın hedefi, küresel ortalama sıcaklık artışının sanayileşme öncesi döneme göre 2°C’nin altında tutulması; ayrıca bu artışın 1,5°C’nin altında tutulmasına yönelik küresel çabaların sürdürülmesi. Buzul çağından itibaren binlerce yıl boyunca yeryüzü sıcaklığı aynı seviyedeyken, son 120 yılda “insan faaliyetleri” sonucunda 1°C arttı. Ve eğer insanlık 2050’de bu artışı 1,5°C’yle sınırlamaya yönelik tedbirler almazsa bugünkü felaketlerin çok daha büyükleri yaşanacak.

BM İklim Değişikliği Çerçeve Sözleşmesi (UNFCC) Taraflar Konferansı’nın 26’ncısı (COP26) bu yıl 2-13 Kasım tarihleri arasında İngiltere’nin Glasgow kentinde düzenlenecek. Sözleşmeye taraf 197 ülkenin bir araya gelip iklim değişikliğini ve ülkelerin bununla mücadelesini bir kez daha masaya yatıracağı bu yılki toplantıyı öncekilerden önemli kılan, hükümetlerin Ulusal Katkı Beyanı (NDC) adı verilen iklim hedeflerini daha iddialı hale getirerek yenileyecek olması. 2021 boyunca gerek ABD Başkanı Biden’ın Küresel İklim Zirvesi’nde gerekse G7 ve G20 gibi, liderlerin öncülük ettiği toplantılarda pek çok ülke sera gazı azaltımına dair yeni hedeflerini sundu. 1990 yılına göre yüzde 68’lik azaltım hedefleyen İngiltere, diğer hükümetlerin de iklim taahhütlerini iyileştirmesi için kömürü sona erdirmek, kirletici araçların aşamalı olarak kaldırılması, tarımı daha sürdürülebilir hale getirmek, ormansızlaşmayla mücadele etmek ve gelişmekte olan ülkeleri finansmanla desteklemek gibi konularda ikili görüşmelerini sürdürüyor.

Yine küresel sıcaklık artışının 1,5°C’de sınırlandırılması hedefiyle yürütülecek COP26’da yerel halkları ve doğal alanları korumak için uyum, iklim finansmanını harekete geçirmek ve tüm paydaşların iş birliği konuları öne çıkacak.

BM İklim Değişikliği Çerçeve Sözleşmesi kapsamında kentlerle ilgili uygulamaları takip eden Yerel Hükümetler ve Belediye Yönetimleri (LGMA) birimi ise COP26’da hükümetler dışındaki aktörlerin de iklim hareketine dahil olmasını sağlamak için “Multilevel Action COP” (Çok Düzeyli Eylem) adı altında çalışmalar yürütüyor. Bu bağlamda, 500’den fazla kentin 2050 yılına kadar net sıfır emisyon taahhüdü vermesi başta olmak üzere, yerel düzeyde iklim hareketi için finansman, döngüsel ekonomi, sosyal adalet gibi konularda kentlerin harekete geçmesi için çalışıyor.

LGMA, hükümetlerin iklim hedeflerini içeren Ulusal Katkı Beyanlarının (NDC) Paris Antlaşması’yla tam uyumlu olmadığına, çok düzeyli eylem, iklim tarafsızlığı ve 1,5°C gibi temel hedeflere değinmediğine, çünkü hepsinin antlaşmanın kabulünden önce hazırlandığına dikkat çekerek şöyle diyor: “Bu nedenle COP26’nın başarısı, yerel ve bölgesel yönetimlerle iş birliği içinde tüm uluslar tarafından COP26’dan önce hazırlanacak yeni ve iddialı Ulusal Katkı Beyanlarına bağlıdır.

Küresel iklim müzakereleri kapsamında kentler adına en güncel ve kayda değer haber ise COP26’ya 100 gün kala geldi. Kentler ve sendikalar, iklim değişikliğiyle eşitsizliği birlikte ele alma sözü verdi. Los Angeles, Akra, Austin, Barcelona, Houston, Londra, Milano, Phoenix, Sao Paulo, Seattle ve Tshwane kentlerinin belediye başkanları ile sendikalar birlikte; yeni istihdam, yeni beceriler, sosyal adalet, eşitsizlikle mücadele, yeni ortaklıklar ve yeni yatırımlar başlıkları altında bir eylem planı belirlediler. Ayrıca, kentlerin de dahil olduğu, sıfır karbona ulaşmayı amaçlayan en büyük küresel iklim hareketi olan “Race to Zero” (Sıfıra Doğru Yarış) kampanyasına 1000 kentin katılımına söz verdiler. Burada şirketler, yatırımcılar ve yükseköğretim kurumlarının yanı sıra 773 kent de temsil ediliyor. Bu küresel kampanyaya katılan kentler, 1,5°C hedefini benimsiyor, en geç 2050 yılına kadar sıfır emisyona ulaşmayı hedefliyor ve kentler yıllık olarak bu hedef doğrultusunda gerçekleştirdikleri eylemleri raporluyor.

İklim krizi, insanlığın en büyük krizi olmayı sürdürüyor ve durum gerçekten çok acil

Yereliz Derneği’nden Ezgi Öz, sadece Türkiye’de değil dünyanın dört bir yanında sellerden kontrol edilemeyen yangınlara aşırı hava olaylarının yaşandığı bir kriz sürecinden geçtiğimize vurgu yapıyor ve ekliyor: 'Somut adımların atılmadığı, hedefleri yüksek iklim politikalarının yürürlüğe konmadığı her geçen gün Paris İklim Antlaşması’nın hedefi olan ortalama sıcaklık artışlarını 1,5 °C seviyesinde tutma ihtimalimizi zayıflatıyoruz. Bu bakımdan COP26’nın nasıl geçeceği gezegenimizin bugünü ve geleceği açısından oldukça önemli.'

Race to Zero’nun kentler bileşeni, iklim konusunda harekete geçen yerel yönetimlerden oluşan önemli küresel ağlar tarafından yürütülüyor. Bunlardan iklim değişikliğiyle mücadele konusunda kararlı mega kentlerin oluşturduğu en önemli ağlardan biri olan C40-Büyük Kentler İklim Liderlik Grubu’na Türkiye’den sadece İstanbul üye.

Sürdürülebilir enerji politikalarını destekleyen Başkanlar Sözleşmesi’ne (Global Covenant of Mayors) Türkiye’den üye olan il ve ilçe belediyelerinin sayısı yirmi altı. Sürdürülebilir Kentler Birliği ICLEI’a ise Türkiye’den iki büyükşehir ve on ilçe belediyesi üye. Bu ağlara dahil olan kentler, şeffaf bir şekilde sera gazı envanterlerini, azaltım ve uyum eylem planları ile hedeflerini raporluyorlar.

Race to Zero sera gazı azaltım konusuna eğilirken aynı aktörlerin kardeş kampanya olarak yürüttüğü “Race to Resilience” (Dirençliliğe Yarış) kentlerin iklim değişikliğinin etkilerine uyumunu sağlamak ve direncini artırmak amacı taşıyor. İklim değişikliğinin etkilerine maruz kalacak toplumların direncini artırmak öncelikli olarak ele alınıyor.

Yereliz Derneği’nden Ezgi Öz, sadece Türkiye’de değil dünyanın dört bir yanında sellerden kontrol edilemeyen yangınlara aşırı hava olaylarının yaşandığı bir kriz sürecinden geçtiğimize vurgu yapıyor ve ekliyor: “Somut adımların atılmadığı, hedefleri yüksek iklim politikalarının yürürlüğe konmadığı her geçen gün Paris İklim Antlaşması’nın hedefi olan ortalama sıcaklık artışlarını 1,5 °C seviyesinde tutma ihtimalimizi zayıflatıyoruz. Bu bakımdan COP26’nın nasıl geçeceği gezegenimizin bugünü ve geleceği açısından oldukça önemli.

Öz’e göre, hükümetlerin alacağı kararların ve atacağı somut adımların hepimiz için hayati olmasının yanı sıra meselenin bir de yerel yönetim ayağı olduğunu unutmamamız gerekiyor. Şöyle izah ediyor Öz: “Küresel nüfusun yarıdan fazlası artık kentlerde yaşıyor ve 2050 yılında kentsel nüfusun, dünya genel nüfus oranının yüzde 70’i olması bekleniyor. Küresel ölçekte kentler birincil enerji kullanımının yüzde 60 ila yüzde 75’inden, CO2 salınımlarının da yüzde 70’inden sorumlu. İklim krizi altyapıdan ulaşıma, ekonomik faaliyetlerden sosyal hayata bir kentin gündelik hayatını doğrudan ve çok katmanlı şekilde etkiliyor. Ayrıca dezavantajlı grupların sağlık, güvenlik ve diğer temel haklara erişimlerinin kısıtlı olması nedeniyle iklim krizi bir adalet sorunu olarak da karşımıza çıkıyor. Bu bakımdan yurttaşa en yakın idari birimler olan yerel yönetimler, iklim kriziyle mücadelede önemli bir aktör olarak yer almalı. İklim kriziyle mücadelede küresel hedeflere ulaşmak için ulusal ve yerel politikaların uzun erimli oluşturulması, eşgüdümlü ve koordineli olması dirençli, afetlere dayanıklı kentler için elzem.

Öz’ün de atıfta bulunduğu, BM Genel Sekreteri Antonio Guterres’in bir önceki iklim zirvesi açılışında yaptığı konuşmadaki sözleri meseleyi özetliyor: “Kafasını kuma gömen, gezegen yanarken vızıldayan bir nesil olarak mı hatırlanmak istiyoruz gerçekten? Cevabımız ‘Hayır’ ise küresel, ulusal, bölgesel, yerel iş birlikleriyle somut ve kararlı adımlar atmak için acil eylem zamanı!

Çevre
İklim değişikliği
Paris Antlaşması
BM İklim Değişikliği Çerçeve Sözleşmesi
Yereliz Derneği
Melis Alphan
Sayı 007

BENZER

Çocukluğu ve gençliği Beyoğlu’nda geçmiş, sanat yaşamının büyük bölümü burada şekillenmiş, pek çok kitabının ve oyununun içinden İstanbul geçen üstat Ferhan Şensoy, geçen yıldan beri, aslında emekliliğini geçirmeyi planladığı Bodrum’da, söylediğine göre artık kendilerini görmekten bıkan dört köpeğinin yanında eşiyle birlikte “mülteci” vaziyetinde. Halini ve “halimizi” Tolga Akyıldız’a anlattı.
İstanbul'un ve İstanbullunun yaşam kültürü dergisi İST, ikinci sayısıyla kentin bugününe ve tarihine ışık tutuyor.
Yağmurlu bir İstanbul sabahına uyandınız. Bu havada kaldırımlarda nasıl yürürüm demeden giyiyorsunuz topuklu ayakkabınızı ve keyifli bir güne ilk adımı atıyorsunuz. Sizi iş yerine götürecek otobüse binerken ne arkanızdan geleni ne yanınıza oturanı kollamanıza gerek yok. Akşam mesaiye mi kaldınız? Gece bindiğiniz taksinin plakasını arkadaşınıza mesaj atma ihtiyacı da duymuyorsunuz. Çünkü siz, sokaklarında tedirgin ve telaşlı adımlar atmadığınız, kadın dostu bir kentte yaşıyorsunuz... Peki böylesi bir düş nasıl mümkün olur? Kadınların “kent hakkı”nı Melis Alphan yazdı.