Mizahın dev imzası Tan Oral: Karikatür bir çığlıktır!

Fotoğraf
Sebati Karakurt
24 Ağustos 2023 - 14:59

Türkiye’de karikatür denildiğinde akla öncelikle “1950 kuşağı” gelir. Modern karikatürün de öncüleri olan bu dönemin çizerleri arasında Turhan Selçuk, Ali Ulvi, Ferit Öngören, Semih Balcıoğlu, Nehar Tüblek, Altan Erbulak, Bedri Koraman, Ferruh Doğan, Mustafa Eremektar (Mıstık), Eflatun Nuri akla gelen ilk isimlerdir. Onları Yalçın Çetin, Tonguç Yaşar, Oğuz Aral ve Tan Oral takip eder.

Karikatür tarihimize ait metinlerde 1950 kuşağı isimleri arasında yer alan Tan Oral’a tek itiraz eden var, o da Tan Oral’ın kendisi! Röportaja “Sizin de aralarında olduğunuz 1950 kuşağı” diyerek başlayınca hemen ilk itirazını yaparak “Beni pek 1950 kuşağından saymazlar” diyor:

“1950 kuşağını anlatmaya çalışayım… Ama beni bu kuşağın içinde saymazlar. Çünkü 1950 kuşağı Türkiye’de ağırlıklı olarak iş yaptığı zaman, ben daha yeni yeni onları tanıyordum. Öyle uzaktan severdim, meraklıydım. Sonradan tanıştık, arkadaş olduk. Benden sonra gelen 1970 kuşağı var. Beni bu iki kuşağın arasında kuşaksız olarak hep inceledi karikatür üzerine araştırma yapan dostlar.”

TAN ORAL

TEDAVİ OLAN MİMAR

Tan Oral kendisinin dahil gözüktüğü ama içlerinde olmadığı 1950 kuşağına yakınlığına ise hiç itiraz etmiyor. Onlarla çok yakın dostluklar kurduğunu, kafa dengi olduğunu, neredeyse tamamının aramızdan ayrıldığını, bu yüzden de kendini yetim hissettiğini söylüyor.

Şu tespiti de yapmadan geçemiyor: “1950 kuşağının hem Türk siyasetinde hem Türk karikatüründe hem benim hayatımda çok ağırlıklı bir yeri vardır.”

DİPLOMASI HEDİYE GELDİ

Tan Oral hafızalardan silinmeyen eski adıyla Güzel Sanatlar Akademisi Mimarlık Bölümü yeni adıyla Mimar Sinan Üniversitesi Mimarlık Fakültesi’nden diploma almış bir karikatürcü. Hayatını çizerek idame ettirmiş. İlave olarak çizgi filmle de meşgul olmuş. Bu durumda “meslek” sorulduğunda hangi cevabı veriyor? Bir röportajda bu sorudan kaçamayacağını bildiği için tane tane anlatıyor:

“Onu açmak isterim gerçekten. Mimarlık araya girip bitirip kurtulduğum bir şey. Bana mimarmışsınız denildiğinde ‘evet öyleydi ama tedavi oldum’ diyorum. Yani kentleşme problemlerinin sorumlularından biri ben değilim çünkü inşaat yapmadım! Bir tek Aziz Nesin Vakfı inşaatının projesini hazırladım. Kontrolünü yaptım. Bir de ünlü mimar Sedat Hakkı Eldem’in asistanlığını yaptım bir süre. Yani borcumu ödedim diye düşünüyorum.”

Mimarlıkla bağları o kadar “manevi” düzeyde kalıyor ki anlı şanlı okulun mezuniyet belgesi bile aklına gelmiyor:

“Diplomamı da almadığımı çok sonradan fark ettim. Kuzgun Acar bir sergi açılışına gelirken bana armağan olarak bir rulo getirdi. Açtım benim diplomam! Üşenmemiş, akademiden diplomamı arattırmış, bulmuş, rulo yapmış ve bana hediye diye getirdi. O da şu anda nerede bilmiyorum!”

KARİKATÜRÜN OKULU OLMAZ

Buraya kadar sohbet gayet tatlı bir güzergâhta ilerliyordu. Ama Tan Oral’ın kalın hatlı, sabit köşeli tespitleri vardı. Meslek tanımı bunların başında geliyordu:

“Şimdi meslek konusuna gelince… Mesleğin en tipik tarifi; tarif edilebilen bir iş olmasıdır. Onun dışına çıkılmaz. Yani bir doktorun hem doktorluk hem de ayakkabı tamirciliği gibi bir mesleği olmaz. Meslek olması için (tarif edilebilir) bir şeyi kusursuz yapmak zorundasınız. Mizah, dolayısıyla karikatür hiçbir şekilde bir kalıba girmez! Girdiği anda hemen başka bir sınıfa geçer. İllüstrasyon, reklam resmi ya da başka bir şey olur. Ama karikatür değildir! İddialı bir açıklama! Ama bu iddiayı başından beri hem böyle hissettim, böyle yaşadım, sorulduğu zaman da böyle anlatıyorum. Dolayısıyla bakın bunun okulu da olmaz. Çok denenmiştir. Türkiye’de de denendi. Şiirin nasıl okulu olmazsa karikatürün de okulu olmuyor. Çünkü tarife gelmeyen bir şeydir. Hatta iyi karikatürcünün bir yaptığı bile başkasına benzemez!”

TAN ORAL

HEDEF PARA DEĞİL

“Bütün mesleklerde hedef; ilerlemek, başarılı olmak, yükselmek ve iyi para kazanmaktır! Karikatür ve mizah için bunların hiçbirisi hedef olamaz. Hedef olduğu zaman mizah hapı yutar. Ama çizerlik, bak çizerlik meslektir. Çizerliğin okulu vardır öğretilebilir, eleştirilebilir. Ve bir süreci de vardır. Bir ilerleme de vardır, para kazanmak için iyi bir yoldur ama mizah öyle değil. Mizah bir sebebe dayalı olarak ortaya çıkar, sebep olmadığı zaman da görünmez… Ben karikatürü çığlığa benzetirim. Bir insanın hiç beklemediği anda ayağına bütün gücünüzle basarsanız bir çığlık atar. Bu çığlığın okulu olmaz! Bu çığlığın eğitimi olmaz. Bu çığlık öğretilemez. Ayağına basmadığınız sürece de çığlık çıkmaz!”

CUMHURİYET’İN 86 YILLIK TANIĞI

Türkiye Cumhuriyeti 100, Tan Oral ise 86 yaşında… Neredeyse tamamına tanık olmuş bir canlı tarih. Düşünsenize, Tan Oral doğduğunda Atatürk hayatta… İkinci Cumhurbaşkanı İsmet İnönü 1938-1950 arasında görevde. 1950’de Cumhuriyet Halk Partisi’nin (CHP) 27 yıllık iktidarı sona eriyor, Demokrat Parti (DP) çok partili hayatın çıkış noktasında alkışlanıyor. O kadar ki İsmet Paşa bile DP’yi tarihî sözlerle tebrik ediyor: En büyük yenilgim, en büyük zaferimdir! Bu tarihte Tan Oral İzmir’de kalabalık aile içinde “gurbeti” yaşıyordu:

“1950 seçimlerinde İzmir’deydim. Dolayısıyla dedem, babaannem ve halamın olduğu küçük bir evde bir de ben başlarına dert olarak geldim. Dedem gazete aldığı için siyasi olayları izliyordum. Seçimler yapıldı. Büyük bir coşkuyla karşılandı DP’nin zaferi. Bakkallar boş konserve kutularını verdiler, marangozlar içine talaş koydular.

Bazıları da üzerine gazyağı döktüler, bu meşalelerle sokaklarda fener alayları oluşturup dolaşmıştık.”

TAN ORAL

PARTİ ÜYESİ OLMADI

Demokrat Parti’nin iktidardaki son yıllarında öğrenci hareketleri de sokaklara taşmaya başlamıştı. Tan Oral o dönem Güzel Sanatlar Akademisi’nde öğrenci… Ama Akademi, o yoğun siyasi hareketliliğin epeyce uzağında kalıyor. Eylemci öğrenciler Akademi’nin önünden geçerken apolitik yapıyı tek kelimeyle protesto ediyorlar: Baloya… Baloya! Bu tanıklık Tan Oral’a ait.

27 Mayıs 1960 sonrasında 1961 Anayasası’nın getirdiği özgürlük ortamı başta sanatçılar için yeni yaratıcılık alanları açıyordu.

Türkiye İşçi Partisi (TİP) 1965 seçimlerinde 15 milletvekili ile Meclis’e girmeyi başarıyordu. Aydınlar, sanatçılar bu partiye yoğun ilgi gösteriyordu. Tan Oral o yılları nasıl yaşadığını şöyle anlatıyor:

“Hiçbir partiye üye olmadım. TİP de dahil… Partili olmaya yapım elverişli değildi. Benim herhangi bir futbol takımını tutmam nasıl ki yol gösterici olmuyorsa siyasal ya da ideolojik bir tarafın militanı ya da savunmanı olmamı da gerektirmiyordu. Ancak dünyada gezip tozduğum zor coğrafyalarda tanık olduğum vicdan sarsıcı adaletsizlikler ile buna çözüm olur gibi ortalarda dolaşan ve bana kadar gelen soyut öneriler bir araya gelince ister istemez dünya görüşüm toplumculuğa doğru meyledip belirginleşti.”

POLİTİKA VE CUMHURİYET

1970’ler Tan Oral’ın yıldızının parladığı yıllar olarak bilinir. İşçi sınıfının hızla politikleştiği, Taksim Meydanı’nda gerçekleşen kitlesel 1 Mayıs kutlamaları, büyük grevler, direnişler, fabrika işgalleri Tan Oral’ı da etkileyecekti. Türkiye Devrimci İşçi Sendikaları Konfederasyonu (DİSK) ve bağlı sendika yayın organlarının neredeyse hepsinde Tan Oral’ın çizgileri yer alıyordu. Bu dönemin eylem afişlerinde de onun imzası bulunuyordu. 1975’te TRT Genel Müdürlüğü’nden ayrılan İsmail Cem Politika adlı günlük gazete çıkarınca Tan Oral da o gazetede günlük karikatürler çizmeye başlıyor. Birkaç yıl süren bu dönem gazetenin el değiştirmesiyle Tan Oral açısından sonlanıyor. Ardından Cumhuriyet gazetesinde Mustafa Ekmekçi’nin yazılarına çizgileriyle katkı yapıyor. Bir gün yazı işleri müdürü Okay Gönensin yanına geliyor, “arka sayfaya her gün bir karikatür çizeceksin” diyor. Tam 32 yıl düzenli olarak Cumhuriyet gazetesinde siyasi karikatürler çiziyor. O siyasi karikatürlerin baş aktörlerinden biri de iki askerî darbe görüp yedi kez başbakan olduktan sonra cumhurbaşkanlığı görevine seçilen Süleyman Demirel’di. Onun Tan Oral’daki yeri çok farklıydı:

“Süleyman Demirel’in o kadar çok karikatürünü çizmişim ki, üstelik pek çoğu çok sert… Cumhurbaşkanlığı görevi bitince sadece onun karikatürlerinden oluşan bir sergi açtım Ankara’da. Adı da ‘Demirel ve Demokrasi’ idi. Demirel’i de çağırdım. Geldi, her karikatürün önünde durdu. Karikatürde neyi eleştirdiysem o konuda aynı düşüncesini aynı heyecanla savundu. Çok hoş bir adamdı. Kıymetini sonradan anladık!”

34. ULUSLARARASI İSTANBUL KİTAP FUARI’NIN ONUR ÇİZERİ TAN ORAL, 2015

SEVEN VE SEVİLEN ADAM

İş Bankası Kültür Yayınları’ndan 2006 yılında Kitabın Adı Budur: Tan Oral Kitabı adlı nehir söyleşi tarzındaki çalışma Aydın Engin imzasıyla çıkmıştı. Kitabın arka kapağında şu bilgi yer alıyordu: “Bütün kadınları seven bazı kadınlarca sevilen hüzünlü bir çizerin hayat hikâyesi!”

Tan Oral gibi bir çizer hem seviyor hem de seviliyor ise neden bu hüzün? Kadınlar sadece hüzün mü verdi? Bu satırların yazarı Tan abisiyle 1970’lerden günümüze uzanan yarım yüzyıllık bir dostluğa sahip olduğuna göre bütün içtenliğiyle izah edecektir diye düşünüyorum. O da beni yanıltmıyor, bütün içtenliğiyle açıklıyor:

“Önce kadınların verdiği hüzünden başlayayım, durmuyorlar, beni bırakıp gidiyorlar! O kitap çıktığı sırada dört yıldır yalnızdım. Aydın Engin ile sık sık buluşup konuşuyorduk. Dolayısıyla o yalnızlık dönemime denk geldiği için kitabın arka kapağı öyle çıktı.”

Artık yalnız olmadığını birden fazla ziyaretim ve bu röportaj sırasında gördüm. Yirmi yıla yakın zamandır birlikte olduğu hayat arkadaşı Elif Aydoğdu ile “Tan Oral Müzesi” kıvamındaki evlerinde masalsı bir beraberlik yaşıyorlar.

O yüzden eski dostları rahat olsunlar, Tan Oral emin ellerde!

TAN ORAL

YANLIŞLIK ‘TAN’ OLDU

“Ben dünyaya gelince Adana’da edebiyat öğretmeni olan halam telgraf çekerek adı Tunç olsun diye bir öneride bulunuyor. ‘Tunç’a uzun ömürler dileriz’ diyorlar. Tunç ve Tan harfleri çok birbirine benzeyen şeylerdir. Askerliğimi muhabere yedek subayı olarak yaptığımdan gayet iyi bilirdim mors alfabesini. ‘Tan’a uzun ömürler’ diye telgraf geliyor. Bizimkiler de halama ‘Tan ellerinizden öper’ diye yazıyorlar. Oradan tekrar bir şey geliyor ‘Tan kim?’ diye. Ya işte siz koydunuz ya adını falan diye postacı koymuş oluyor Tan adını yani. Babam bu işlere çok önem veren bir askerdi. Doğumumun ertesi günü doğru nüfus müdürlüğüne gidip Tan telgrafından sonra adımı orada kaydettiriyor. Yani PTT’nin azizliğine uğramış güzel bir ismim var!”

“TAN”CA FİKİRLER

Her röportajda son söz konuğundur. Benim sormadığım, senin söylemek istediğin başka bir şey var mı? Hem gazete ve dergi röportajlarında hem de televizyon programlarında bu soruyu sormadan edemem. Tan Oral’a da sordum. Sadeliğini özetleyen bir zarafetle iki sayfalık “Çaresizlik ve Mizah” başlıklı notlarını uzattı:

*Kendime dönük bir iki gevezelik ile bir iki kimlik kurcalama denemesi; ben kimim? İşte düşünce tarihinin her zaman taze kalmış kadim sorusu!

*Bu ülkede neden herkes gibi ben de kendime, mevcutlar içinden bir siyasi parti seçip onun adına canla başla tartışmalı savunularla ve fedakârca çalışmalara girişmiyorum da dalgacı bir tavırla çiziktiriyorum acaba?

*Bir defa müstahsil değilim, memur, tüccar, sanayici hiç değilim. Sonra yerleşik olmayan ve okuduğum okullar ile münevver ilgileriyle sınırlı kalan çevrelerde göçebe bir yaşamın peşinden savrularak biçimlenmeye uğramış biri olarak ne sınıfsal, ne siyasal, ne örgütsel, ne bölgesel, ne dinsel, ne mesleksel, ne ekonomik, ne de etnik bir topluluğa mensup sayılmamışım.

*Bunlardan herhangi birine katılma becerisini de gösterememiş, zaman zaman bunu denemiş bile olsa haklı olarak kabul görmemiş biri kimliğiyle bu çaresizliğin doğal tepkisi olan mizahı bir ifade aracı gibi sineye çekmiş biri olmalıyım. Sanırım bu beni diğer bağlantılardan masun kılan asıl neden sayılmalıdır.

*İyi de nasıl geçindi bunca zaman? İş talep etmedi hiç kimseden. Elinden gelen el ürünü yaptıklarını bağırmadan, kapıları çalmadan; sadece görünmeyen, gayret eden bir sokak satıcısı olarak işlerini sergileyerek… Ne uzadı ne kısaldı.

*Ama bunca sorumsuzluğun ve başıbozukluğun bana yüklediyse ağır ve muğlak sorumluluk olmuştur!

*1973 Temmuz’unda İzmir’de açtığım karikatür sergimi gezen bir izleyici şöyle demişti: Sıkıntıdan mıdır, kederinden midir; çizdikleriniz insanın yüreğine yumruk gibi oturuyor! İki kelimelik uzun bir yanıt vermiştim: Çaresizlik abicim!

TAN ORAL, HÜZÜNTÜ

HÜZÜNTÜ

Tan Oral’ın son kitabı Hüzüntü yaza-dize son derece özenli bir tasarımla yayımlandı. Kitabı tanıtmaya gerek yok. Kapağındaki imza yeterlidir. İçinden tadımlık birkaç örnek sunalım:

Söze birkaç yalanla
başlamak istiyorum,
inanırsanız…

***

Yalanlar
bitince
acılar
başlar

***

Lider
başaramaz üzer,
başarırsa ezer.
ezip üzmeyen lider
ne gezeeer.

***

Savaş gençleri kırar
Barış yaşlılara kalır

***

bir bahane
aradı durdu
bulamayınca
uydurdu

***

susmak başka
sessiz kalmak başka
biri kaygıdan
biri saygıdan

***

-İstanbul’dan mısın abi?
-Evet, nereden bildin.
-Çok yıpranmışsın!

SEBATİ KARAKURT, TAN ORAL'IN FOTOĞRAFLARINI ÇEKERKEN...

BU RÖPORTAJIN HİKÂYESİ

İST’in elinizdeki sayısı için Tan Oral’ın İstanbul’daki evine iki kez gittim. İlkinde ses kayıt cihazlarıyla Sertaç Çelik vardı, ikincisinde Babıali’nin yetiştirdiği en iyi foto muhabirleri arasında ön sırada gelen Sebati Karakurt.

Tan abi, verdiği sayısız röportajda aynı kareleri çekmek isteyen kolaycılardan gına geldiği için kendi kanunlarını yazmıştı:

“Kütüphane önünde kitap alırken poz vermem. Elimde kalemle kâğıda bir şeyler çizer gibi yapmam. O dar küçük masaya oturmam!”

Tan Oral ile Sebati Karakurt böylesi bir çalışma için bir araya gelmemişlerdi. Elbette birbirlerini tanıyorlardı. Daha doğrusu Sebati, Tan Oral’ı tanıyordu da Tan abi Sebati’nin fotoğraf çekerken ne kadar “zalim” olabileceğini bilmiyordu. Evden içeri girdiğimizde “Tan abi” dedim:

“Sebati’nin yaptıramayacağı hiçbir şey yoktur, bunu en baştan bil ve teslim ol, vakit kaybetmeyelim!”

Tan abi nasıl biriyle karşı karşıya olduğunu kısa sürede anladı. Sebati’nin bir basketbol oyuncusu eforuyla çalışmasından hoşnut kaldı. İki saat süren çalışma sonunda, Sebati’ye neden hiç sorun çıkarmadığını da açıkladı:

“Diğerleri benimle meşgul oluyorlar, Sebati ise fotoğraf makinesiyle ilgiliydi hep… Onu gördüm ve iş birliği yaptım.”

Tan Oral
Karikatür
Karikatürist
Mizah
Politik mizah
Altan Erbulak
Cumhuriyet gazetesi
Nazım Alpman
Sayı 015

BENZER

Kendini Üsküdar çocuğu olarak ifade etmeyi seviyor Ceza. Üsküdar onun çocukluğu, doğup büyüdüğü, beslendiği yer. Ayrıca Beykoz, Samatya, Çengelköy... Kendi ifadesiyle, ikamet etmediği semt hemen hemen yok gibi. Belki de bu yüzden, her semtin gençliğine, kültürüne, dokusuna aşina olduğundan, semtler arası ayrışmalara dikkat çekiyor. Ayrıca, İstanbul’un sadece belli semtlerindeki gençlerin kendilerini ifade edebildiği bir özgürlük tanımının yerine, tüm şehri kapsayan topyekûn bir özgürleşmenin peşinden gidiyor. Ünlü rap’çiye göre İstanbul taşıdığı müthiş potansiyeli bu şekilde harekete dönüştürebilir.
Kış uykusundan uyanma vakti... Sahillere, ormanlara, parklara gidip derin derin nefes alma; kış boyu atıl kalan kasları, eklemleri açma; depresif ruh halinden sıyrılma vakti. Şehrin birçok yerinde ücretsiz spor aleti, yürüyüş parkurları, ucuz bisiklet kiralama sistemi varken, bunları değerlendirelim dedik. En etkili ve hatasız sporu nasıl yapacağımızı profesyonel eğitmenlerimize sorduk.
Türkiye’de ilk televizyon yayınını TRT’nin 1968’de Ankara’da başlattığı söylenir. Ancak esasında İstanbul Teknik Üniversitesi tamamen kendi imkânlarıyla 1952’de televizyonu kurmuş, deneme yayınlarına başlamış ve Erkan Yolaç, Halit Kıvanç, Fecri Ebcioğlu, Sezen Cumhur Önal gibi daha sonra ekranlardan hayatımıza girecek pek çok isme okul olmuş, Âşık Veysel’den Zeki Müren’e, Ajda Pekkan’dan Cem Karaca’ya pek çok müzisyeni ağırlamıştı.