Teknolojiye yenik düşen Eyüp oyuncakları

Fotoğraf
Fadime Geleş Arşivi / Oyuncak Koleksiyonu: İBB Kütüphane ve Müzeler Müdürlüğü
01 Eylül 2020 - 13:33

İmparatorluğun başkenti İstanbul’un Eyüp semtinde, Eyüp Sultan Türbesi’ne giden İskele Caddesi üzerindeki Oyuncakçı Çıkmazı adlı sokakta karşılıklı sıralanmış dükkânlarda yüzyıllarca oyuncak üretilmiş ve satılmış. “Eyüp oyuncakları” tabiri, bir özele indirgeme ve yöresellik çağrışımı yapsa da geleneksel oyuncakçılığımızı tanımlamaktadır. Eyüp üretim merkeziydi; İstanbul ve Anadolu’ya dağıtım buradan yapılır, oyuncaklar aktarlar ve seyyar satıcılar aracılığıyla çocuklara ulaşırdı.1

Eyüp’te oyuncak yapımının ne zaman başladığı tam bilinemese de kayıtlara geçen ve ismi günümüze ulaşan ilk oyuncakçı Dökmeci Hasan Ağa’dır. Hasan Ağa, II. Mahmut’un padişahlığı döneminde (1808-1839) memleketinden İstanbul’a Nizam-ı Cedid askeri olarak gelmiş ve Rami Kışlası’nın açılış töreninde “dümbelek” çalmıştır. Askerlikten ayrıldıktan sonra, Eyüp’e yerleşen Hasan Ağa, ramazanlarda sahur maniciliği, diğer zamanlarda oyuncak yaparmış. “Tükürüklü Oyuncakçı” adı ile anılmıştır. Hasan Ağa’dan sonra Darbukacı Halil Efendi ve Küçük İsmail Efendi oyuncakçı dükkânları açarak bu sanatın yayılmasına hizmet etmişlerdir.2

Eyüp oyuncakları arasında ilk akla gelenlerden

Oyuncakçı Çıkmazı’ndan manzaralar

Ön tarafında camekânlı vitrinlerin olduğu oyuncakçı dükkânlarının arkası üretim yeriydi. Hem toptan hem perakende satış yapılırdı. Toptan müşteriler, İstanbul’un her semtinden ve taşradan gelen aktar sahipleri ile seyyar satıcılardır. Perakende müşterileri ise özel ve dinî günlerde Eyüp Sultan Türbesi’ni ziyaret eden ya da çarşıdaki balıkçı, tespihçi, yazmacı, kebapçı ve çömlekçilere alışverişe gelen ve dönüşte oyuncak alıp çocuklarını sevindirmek isteyenler olmuştur. Sokakta sadece çocuklarına oyuncak almak için gelenlere de, yanında çocukla yanlışlıkla sokağa girip oyuncak istediği için ağlayıp tepinen çocuklarını sakinleştirmek isteyen ana babalara da sık rastlanır.

Oyuncakçı Çıkmazı’nın ilginç bir özelliği, yan yana dizili farklı dükkânların camekânlarındaki oyuncakların boyutlarının, şekillerinin ve renklerinin aynı oluşudur. Geniş bir yelpaze oluşturan çeşitliliğe bakılırsa buna yaratıcılık eksikliği demek mümkün değildir; olsa olsa haksız rekabeti önleme biçimi ya da geleneksel yapının bozulmaması, alışılan üslubun değiştirilmemesi uğraşı denebilir.

20. yüzyıla kadar üretilen Eyüp oyuncakları arasında ilk akla gelenler çember, araba, dönme dolap, toprak testi, düdük, tef, dümbelek, fırıldak, top, topaç, tel dolap, sandalye, aynalı beşik, şakşak, kaynana zırıltısı, saplı davul, hacıyatmaz, havan, yayık, cambaz, çekirge, koyun-kuzu ve Karagöz-Hacivat tasvirleridir. Bunlardan bazıları, “günah sayılmasından dolayı Eyüp’teki oyuncakçılarda insan ve hayvan figürü işlenmemiştir” saptaması yapanların yanıldığını gösteren örneklerdir.

Eyüp oyuncakları beş kategoriye ayrılıyor

19. yüzyıl başlarında 25-30 oyuncakçı dükkânı varken, 1921 yılındaki yangınla yok olan Oyuncakçı Çıkmazı’nda sadece iki dükkân kalmıştır. 1958’deki Eyüp Meydanı ve çevre düzenlenmesi ile son iki dükkân da ortadan kalkmış, bu tarihten sonra yalnızca İskele Meydanı’ndaki bir dükkânda turistik anlamda oyuncak satışı yapılagelmiştir.

Ne yazık ki bazı oyuncak örnekleri günümüze ulaşamamıştır. Yine de, 20. yüzyıl başlarına tarihlenen “İstanbul Büyükşehir Belediyesi Eyüp Oyuncakları Koleksiyonu” ışığında, bu oyuncakları ve özelliklerini daha yakından tanıma imkânına sahip olabilmekteyiz.

28 parçadan oluşan koleksiyon 1939 yılından itibaren Beyazıt’taki İnkılap Müzesi’nde sergilenmiş. 1945 yılında müzenin taşınmasından sonra, eser sayısının artması ve mekân imkansızlıkları nedeniyle sergiden kaldırılmış, 1991’de de geçici bir sergilemeden sonra tekrar depoya konmuşlardır. Müzenin envanter defterindeki kayıtlarda örnekler hakkındaki bilgiler kısıtlı olmakla beraber, birçoğunun harap durumda oldukları yazılıdır. Fakat adı geçen sergi öncesi yaptırılmış olan bakım-onarım sonrası, bugün çoğunun daha iyi durumda olmaları sevindiricidir.

Tef

Oyuncakların gruplandırılması

Mekanik ve statik tasarımları ile çocuğu, yetişkinlerin dünyasını taklit yeteneğini geliştirerek hayata hazırlamayı hedefleyen Eyüp oyuncakları beş kategoriye ayrılır: İtilip çekilebilen oyuncaklar, hareketli oyuncaklar, müzik aletleri, minyatür ev eşyaları ve toprak oyuncaklar. İtilip çekilebilen oyuncaklarla çocukların kaslarını geliştirmeleri amaçlanır.4 Top, topaç, fırıldak gibi tüm dünyada geleneksellik kazanmış olan oyuncaklarla kas ve göz koordinasyonunun gelişmesi hedeflenmiştir. Tef, trompet, davul gibi oyuncaklar eğlendirici olmalarının yanında, ritim duygusunu destekleyen araçlar olmuştur.

Malzeme bakımından incelendiğinde ana malzeme olarak tahta ve toprak; yan malzeme olarak deri, kâğıt, teneke, tel, çivi, boncuk kullanıldığı görülmektedir. Bezeme olarak toprak boya ve sarı yaldızla, yine çocuklara hitap edecek dikkat çekici renkler (kırmızı, mavi, yeşil, beyaz) kullanılmıştır. Stilize, fazla karmaşık olmayan, yumuşak dalgalı şeritler, benek bezemeler, ışınsal ve basit çizgilerle yüzeylerin hareketlenmesi sağlanmıştır.5

Oyuncaklar, geri dönüşüm bilinci ile atık ahşap, deri, ip, kâğıt, boncuk gibi malzemeler bir araya getirilerek üretilmiştir. Üretilen her oyuncağın tekrar geri dönüşebilmesini önemseyen Eyüp oyuncak ustaları, çocukların sağlığına zarar vermeyecek malzemeler kullanmaya da özen göstermişlerdir.

1950'li yıllarda Eyüp'teki bir oyuncakçı dükkânı ve oyuncak seçen sünnet çocukları

20. yüzyıl başlarından itibaren kentin tarihsel, sosyal değişimi ve Batılılaşma hareketleri ile diğer sanayi ürünleri gibi çeşit çeşit ithal oyuncak da Beyoğlu’ndaki şatafatlı dükkânlarda satılmaya başlanmıştır. Japon Mağazası’nın İstiklal Caddesi’ne açılan geniş, uzun vitrinlerinde çoğu ithal ürünle beraber oyuncaklar da sergilenirdi. Askerler, tanklar, tüfekler, kovboy şapkaları, minyatür mutfaklar, buzdolapları, sebze-meyve, pastalar, kimonolar, Japon bebekler, yelpazeler gibi alışılagelmiş oyuncaklarımızdan oldukça farklı oyuncaklardı bunlar. 1930’da açılan Beyoğlu Bonmarşesi’nde ise sadece oyuncak satılırdı. Burada ağırlıklı olarak ithal savaş oyun malzemelerinin yanında, hacıyatmaz, top, cambaz gibi Eyüp üretimi yerli oyuncaklar da satılırdı.6

Avrupa’da 19. yüzyıla kadar elle ve kalıplara dökülerek üretilen oyuncaklar 20. yüzyıl başından itibaren makineler yardımı ile üretilmeye başlandı. Batı oyuncakçılığı gündelik yaşamdan esinlenen objelerle çeşitlilik kazanarak önemli sanayi kolları arasında yerini alırken, bizim geleneksel oyuncakçılığımız ne yazık ki teknolojiye yenilmiştir. Neyse ki, son yıllarda artan girişimlerle Eyüp’teki oyuncak kültürü yeniden canlandırılmaya ve gelenek devam ettirilmeye çalışılıyor.

Dipnotlar

1 Fadime Geleş, “Eyüp Oyuncakları-Bir Sevgi Masalı”, Oyuncak Sergisi, Yapı Kredi Yayınları, 2011, İstanbul, s. 74.

2 Sadi Yaver Ataman, Türk İstanbul, İBB Kültür İşleri Daire Başkanlığı Yayınları, 1997, İstanbul, s. 177.

3 Füsun Kılıç, ‘‘Eyüp Oyuncakçılığı ve İstanbul Belediyesi Koleksiyonu’’, Toplumsal Tarihte Çocuk, Yayına Haz: Bekir Onur, Tarih Vakfı Yurt Yayınları, 1994, İstanbul, s. 133.

4 Tosun Yalçınkaya, Eğitici Oyun ve Oyuncak Yapımı, Esin Yayınevi, 1996, İstanbul, s. 48-52.

5 Fadime Geleş, “Eyüp Oyuncakçıları”, Tarihi, Kültürü ve Sanatıyla V. Eyüpsultan Sempozyumu - Tebliğler (11- 13 Mayıs 2001), Eyüp Belediyesi, 2002, İstanbul, s. 219.

6 Giovanni Scognamillo, “Beyoğlu Oyuncakçıları”, Toplumsal Tarihte Çocuk, Yayına Haz: Bekir Onur, Tarih Vakfı Yurt Yayınları, 1994, İstanbul, s. 139-140.

Oyuncak
Eyüp Oyuncakları
Eyüp
Fadime Geleş
İstanbul Büyükşehir Belediyesi Eyüp Oyuncakları Koleksiyonu
Sayı 003

BENZER

Zafer Bayramı’mızın 98. yıldönümüydü bu yıl. Coşkuyu, sevinci yaşarken bir kez daha gördük ki; memlekete, İstanbul’a, insanımıza cumhuriyet ve demokrasi ne kadar da çok yakışıyor. Bize bunu armağan eden Mustafa Kemal Atatürk’e ve silah arkadaşlarına şükran borçluyuz.
Pazarola Hasan Bey, sokakta kime sorsanız tanınan o meşhur simalardandı. Bâbıâli’nin ağır toplarından, üstatlar üstadı Ahmed Rasim Bey bile bir yazısında onun koca kafasından dem vurmuştu. Önünden geçtiği dükkâncılara, esnafa içinden gelir de “Pazar ola!” derse bereket sayılırmış. “Bu yazıda bu meşhur simayı -en azından doğru kaynaklarla- şimdiki nesillere anlatmak istedim” diyor Mehmet Yüce.
Mustafa Kemal, Nutuk’u kaleme aldığında henüz 45-46 yaşındaydı. Soyadı Kanunu çıkmamış, daha “Atatürk” ilan edilmemişti. Ama birkaç uzun insan ömrüne ancak sığacak kadar çok şey yaşamıştı. Anlatmalı, aktarmalı, gelecek kuşakları uyarmalıydı. Nutuk işte bu ihtiyaçtan doğmuştu. Bu yıl, aynı döneme ait yayımlanmış anı kitaplarından alıntılarla; kimin kim, hangi olayın ne olduğunu içeren bilgi kutularıyla zenginleştirilmiş ve güncel dile uyarlanmış haliyle yeniden hayat buldu.