Hünkâr Suyu mesiresi

Fotoğraf
Gökhan Akçura Arşivi
30 Mayıs 2023 - 16:30

Bir zamanlar “Boğaziçi suları” denilince her şeyden önce Sarıyer ve Büyükdere’deki su kaynakları çevresinde kurulan mesire mekânları kastedilirdi. “Sulara gidelim” denilince kalkıp buralara gidilirdi. Aslında, bu semtin mesire olarak önemi çok eski dönemlere uzanır. Evliya Çelebi Seyahatnamesi’nde Sarıyer’in etrafının tamamen bağ ve bahçe olduğunu belirtir. Yine Çelebi, geniş bir dere içinde bulunan Çelebi Solak Bahçesi’nin bir cennet bağı olduğunu söyledikten sonra şöyle devam eder: “Bundan başka hepsi 7000 bağdır. Bütün dağları süsleyen kırmızı renkli sulu kirazı meşhurdur. Hisar kirazı adıyla meşhur olan güln.r bu Sarıyer’indir ki her birinden yüzer damla su akar, övülmesinde dil yetersiz kalır. Her sene İstanbul halkı bu şehirde üç ay sohbet ederler." Evliya Çelebi Büyükdere’nin de “çeşit çeşit yeşillikler, çayırlıklar ve akarsular ile yaratılmış Selim dinlenme yeri” olduğunu söyler.1

Sarraf Hovannesyan ise 19. yüzyılın başında kaleme aldığı İstanbul Topografyası’nda, “Sarıyar’ın havası ve suyu hastalar için çok iyidir” dedikten sonra şöyle devam eder: “Vaktiyle, Sarıyar vadisinde, birbirinden az mesafede üç manastır bulunmuştur ki hâlen mevcut Kestanesuyu, Gümüşsuyu ve Fındıksuyu denilen sular, mezkûr manastırların ayazmaları idi. Bunların yakınındaki bir havuzun içinden fışkıran Hünkârsuyu da, eski bir manastırın ayazması idi.”2

HÜNKÂR SUYU’NDA BİR SAZ HEYETİ, 29 HAZİRAN 1934

Ahmet Rasim’in “oraya Sarıyer denileceğine suluyer denmeliydi”3 dediği bu sular, esas olarak beş tanedir: Hünkâr, Şifa, Fındık, Kestane ve Çırçır. Dağlarda ve eteklerinde kaynayan bu sular, İstanbul ahalisinin sıcak yaz tatil günlerinde vapurlara binerek akın akın Sarıyer’e gelmelerine neden olurdu. Sermet Muhtar Alus anlatıyor: “Cuma ve Pazar günleri Sarıyer’e yanaşan vapurlar tıklım tıklım müşteri indirir, oraları Sırat köprüsünün başına döndürürdü.

Caddeyi, Dere boyunu tutan tutana... Ard arda talikalar [bir çeşit fayton]; sürü sürü eşekliler; alay alay tabana kuvvetler... Kimi ilerideki üç yol ağzından sola kıvrılıp Hünkâr suyuna gidiyor, kimi karşıki Fındık, Kestane sularına vuruyor. Kimi sağı tutup Şifa’yı, Çırçır’ı boyluyor...

Gidişdeki şevki cümbüşü görmeyin... Talikalarda utlar, sazlar zurnalar ve çifte nâralar; şarkılar, türküler... Eşektekilerde maniler, semailer; sarıklı ve cübbeli kesanda [kimselerde], aşır okur gibi ayınları çatlata çatlata gazeller... Yanlarında sefer tasları, sepetler, çıkınlar... Yayanların feslerinin altında mendil; ceketleri omuzlarında, sıcaktan b.rtmüş haldeler... Kafile kafile, kadınlar arasında dermanı kesilmiş kocakarılar, al çuha olmuş orta yaşlılar ve tazeler; ellerinde, kucaklarında, memelerinde sübyanlar...”4

BİR DAĞBAŞI TAHTI

Bu sular arasında Hünkâr Suyu öne çıkar. Selahattin Güngör, Yeni Mecmua’da Hünkâr’a methiyeler düzer: “En tatlı tabiat renklerinden örülerek set set vücude getirilmiş bir dağbaşı tahtı: İşte Hünkâr Suyu... Güneşin yüzü, burada daima yeşil bir peçe ile saklıdır. Bağdatlı bağrı yanık Fuzulî, Hünkâr suyunu görseydi, muhakkak ki meşhur ‘Su’ redifli gazelini, gelir bu nefis dekorun içinde yazardı.” Hünkâr Suyu’nun isim babası, rivayete göre IV. Murat’tır. Bu efsaneyi Güngör şöyle aktarıyor: “Bir gün kiraz bağlarından geçerken kesif bir kestane ormanının ara yerinden [padişahın] kulağına bir su şırıltısı gelir: ‘Baka be!’ diye maiyetine seslenir, şu akar sudan bir tas doldurup getirin!.. Tası doldurup sunarlar, pek hoşuna gider. Ve o günden sonra fırsat buldukça, bu suyun başında kuzu püryanları çevirterek, âhu bakışlı dilberlerin dudaklarından akan renge; şarabını katık ederek, sazlı, sözlü, meyler, heyheyli demler geçirmeye başlar. Gel zaman, git zaman suyun adı da Hünkâr suyu olarak kalır.”5

HÜNKÂR SUYU, 1938

Sermet Muhtar Alus Osmanlı döneminde Hünkâr Suyu’na nasıl çıkıldığını şöyle anlatır: “Hünkâr suyu tepede. Arabalar dağın eteğinde durur; eşeklilere hava hoş, tıkır tıkır bayırı çıkıverirler; yayanlar da soluk soluğa, kan ter içinde, feslerinin altında yazma mendil, göbekliler kan boğacak derecede pancar kesilmiş, hanım nineler ve sıska hatunlar yorgunluktan bitik, sık sık mola vere vere, sarp dağı tırmanır, tepeye varınca külçe kesilirlerdi.” Onun anlattığına göre bu mekânın ortada yer alan meydanı erkeklere mahsustur. Bunun ortasında da bir havuz, hemen yanında bir kahveci sundurması, .bür başında bir tiyatro sahnesi ve gerideki setlerde de önü kafesli hanımlar mahalli bulunmaktadır. Ortadaki meydanda ya incesaz olur ya da hokkabaz oynar. Veya Kavuklu Hamdi orta oyunu fasılları yapardı.6

Hünkâr Suyu’nda 1930’lu yıllarda her cuma ve pazar günleri müzik olurdu. Hafız Bey idaresinde İnce Saz Heyeti ya da “7 kişiden mürekkep ince saz heyeti: Kemani Bogos, kemani Hrant, udi Hırant, hanende Hafız Saim ve Veli beyler, hanende Mari Hanım, hanende Nevzat Hanım.” 1933 yılında yayımlanan bir ilandan burada “güzide muganniyeler Behire Ziver ve radyo sanatkârlarından Seniye hanımların iştirakile Beylerbeyi Musiki Heyeti’nin ailevi konserleri”nin yapıldığını öğreniriz. Daha eskisini ise Semih Mümtaz S. anlatır: “Bizim gençliğimizde, hatta Meşrutiyet’in ilanından sonra (1908), İstanbulumuzda umumi saz fasılları sahnelerde verilmezdi” der. Peki nerelerde verilirdi diye sorulunca da şu cevabı verir: “Meraklılar bunu yazları ve kışları kahvehanelerde, tiyatrolarda ve kıraathanelerde, mesirelerde dinlerlerdi. Şehzadebaşı’ndaki merhum Fevziye Kıraathanesi, Çırçır ve Hünk.r sularının bahçemsi gibi yerlerinde vesaire; şunun, bunun saz takımları icrai ahenk ederler, halkı arkalarından koştururlardı. Meşhurları da şunlardı: Kemani Bülbül Salih ve Memduh efendilerle, Tatyos efendinin saz takımları gibi.”7

HÜNKÂR SUYU, 1943

KEL ALİ BEY’İN GAZELİ

Meşhur besteci Kel Ali Bey Hünkâr Suyu’nun girişinde görüldü mü saz birdenbire susar, Ali Bey bir kenara serilmiş hasıra bağdaş kurup otururmuş. Gerisini Arı rumuzuyla yazan Ulunay anlatsın: “Zenbilden nevaleyi çıkarır… Etrafa bir iki âşinalık eder. Ondan sonra faslı idare eden hânende edebile huzuruna varıp ‘Hocam, ne emir buyuruyorsunuz?’ der. Etraftan da ricalar edilir. O zaman Kel Ali Bey bir taksim eder, yani gazel okur… Ama gazel!.. Bütün makamatı dolaşarak her birinde sanatın ve kudretin yapabileceği bütün incelikleri göstererek bu taksim en aşağı yarım saat, üç çeyrek sürdüğü de olur. Üstad, çeyrek ses farketmeden giriştiği makamda karar verince -o zaman alkış olmadığı için- halk ‘Var ol!’ ‘Nur ol!’ nidaları ile kendisine teşekkür ederler. O zaman Ali Bey yeni bestelediği bir eseri okuyuverir. Sazendelerin hepsi de biribirinden üstün, eserin seyrini hemen kavrarlar ve pek güzel peşrevlik ederler.”8

Nahid Sırrı Örik Hünk.r Suyu’nun 1938 yılında mühim bir para sarfile mamur bir hâle getirildiğini, “lüks, Avrupaî, konforlu bir yer” olduğunu söyler. “Oturmadan önce tarifeyi de inceler. Pazar günleri kahve 40 kuruştur. Belki de bu pahalılık yüzünden, mekânda sadece kır saçlı ve pardesülü bir adam oturmaktadır.” 1947 yılında Akşam gazetesinde çıkan bir röportajdan ise Hünkâr ve Çırçır sularına gidenlerin azaldığını öğreniriz. “Aileler artık yemekleriyle kır gazinolarına gidiyorlar, ya da evlerinde radyolarını açıp oturmayı tercih ediyorlarmış.”9

Hünkâr Suyu’nun hep yakınılan yolunun 1930’lu yılların sonunda bir ölçüde düzenlendiğini Selahattin Güngör’ün yazısından öğreniyoruz: “Ben görmiyeli burası bir hayli değişmiş. Vaktiyle ya eşek sırtında, yahut da dilimiz bir karış dışarı çıkarak, nefes nefese tırmandığımız patikanın yerinde şimdi kumsal bir dağ yolu var. Otomobiller mesireye kadar kolaylıkla gidip geliyorlar. Altımızda dalga dalga kıpırdayan yeşil vadi. Tepemizde cıvıl cıvıl kaynaşan bakir koru...” Yazı Hünkâr Suyu mesiresi ile ilgili yeni bilgiler edinmemizi de sağlayarak şöyle devam ediyor: “Yanıbaşımızda çağıl çağıl akan buz gibi kaynak suyu! Kimin canı isterse testisini, şişesini alıp serbestçe dolduruyor. Etrafı nadide mevsim çiçeklerinin  tarihleriyle süslenmiş fiskiyeli havuza karşı, haftanın yorgunluğunu dinlendirmeye gelenler arasına biz de karıştık. Buğusunu hiçbir buzdolabından almamış nefis Hünkâr suyu ile yapılmış gazozdan içerek, akşam geç vakte kadar orada kaldık. Hünkâr suyu müsteciri Emin, bize mesirenin her tarafını ve bu arada yeni su ve gazoz fabrikasını gezdirdi. Su menbadan el değmeksizin mesire yerinin altındaki fabrikaya iniyor ve orada gene el değemeden kaynar sularla yıkanan galonlara ve hasırlılara dolduruluyor. Eski Hünkâr suyundaki laubali sahnelere yenisinde rastlamadım. Kulağım hiçbir sarhoş narasıyla zedelenmedi ve gönlüm hiçbir müstekreh manzara ile bulanmadı. Buraya gelenlerin hemen hepsi de ağırbaşlı insanlar. Koca mesirede hemen de çıt yok. Herkes kendi aleminde.”10

HÜNKÂR SUYU HATIRASI, 1945

SEYYAR ÇALGICILAR SAHNEDE

Sulara çıkmak önceleri atlı arabalarla olurdu. Vakti zamanında 250-300 arabanın sıra beklediği yerde, 1947 yılında ancak sekiz araba durmaktadır. Ve işler son derece durgundur. “Ailelerle Sulara doğru bir kır gezintisi tertip etmenin azalmasındaki sebebi çalgılı gazinoların artmasına atfeden arabacıların iki şeyden yüreği yanık! Birincisi otomobillerin artması, diğeri de çalgılı gazinolarla radyoların günden güne çoğalması.” Bu arada arabacılar Sulara gidenleri inceleyip bazı sonuçlara varmışlardır. Cumartesi ve pazar günleri nişanlılarla sevdalılar; diğer günler ise aileler geliyor diye düşünürler.11 Aynı yıl Ağustos ayında Sular’ı ziyaret eden Akşam gazetesi yazarı Cemalettin Bildik de bu mekânları  işletenlerden bilgi alır: “Sabahın erken saatlerinde buraya öğle ve akşam yemekleriyle gelen aileler; bira, rakı ve şarap yerine menbaında iyi su içmek suretiyle hem keselerini hem sıhhatlerini korumayı düşünüyorlar!” Anlaşılacağı üzere, işler iyi gitmemekte, savaş sıkıntısını üzerinden atamamış insanlar para harcamaktan kaçınmaktadırlar.12

Aradan bir 10 yıl geçtikten sonra, 1958 yılında yapılmış bir röportaja göz attığımızda Hünkâr Suyu’nun giderek seviye kaybettiğini görürüz. Elbette eski saz heyetleri artık yoktur. Onların yerini sokak şarkıcıları almıştır. Turhan Gürkan anlatıyor: “Bu iki çalgıcının birinin elinin elinde cümbüş var, diğeri hanende! Avazı çıktığı kadar okuyor. Bu seyyar çalgıcıların tek özellikleri, ikisinin de kadın oluşları. İkisi de ferah ferah elllinin üstündeler. ‘Geceler, ahhh gecelerrr’, yanık yanık okuyorlar. Parça bitince hanende siyah çantasını başlıyor masalarda gezdirmeye. Herkes çıkarıp birkaç kuruş atıyor.” Bedia ve Münevver adlı bu müzisyenlerin hikâyesini aktardıktan sonra yazı şöyle noktalanıyor: “En çok fakir tabakanın rağbet ettiği Hünkâr işte öyle sazıyla, ahengiyle bir mevsim daha geçiriyor. Herkes hayatından memnun. Fakat şu dönüşte 1,5 saat otobüs kuyruğunda beklemek olmasa…”13

Ben 1970’li yılların sonunda arkadaşlarımla Hünkâr Suyu’na ilk kez bir gezi yapmış, doğanın ortasında yer alan bu mekândan oldukça etkilenmiştim. 1980’li yıllarda mekânın kapatıldığını, tellerle çevrilmiş araziye girmenin yasaklandığını öğrenince nedenlerini merak etmiştim. Arazinin sahibi olan Hamamcıoğlu ailesi, Hünkâr Suyu’ndaki 650 yıllık ıhlamur ağacının14 köklerinin suyu kaçırdığını söylemişlerdi. Kaynakta çok az su kaldığı için artık bahçeyi açmalarının anlamının da pek olmadığını düşünüyorlardı. Suyun kaynağını kaçırdığı için ıhlamurun da kuruduğunu ve dallarının koptuğunu öğrendik. Yıllar ve yıllar sonra bu yazı vesilesiyle merakımız tekrar uyandı. İnternete girip baktık. Evet, Hünkâr Suyu dimdik ayakta duruyordu. Ama artık öyle “gidip bir göreyim” deme şansımız yok. Mekân “düğünler ve davetler” için komple kiralanıyor ancak. Evrim böyle bir şey galiba…

DİPNOTLAR

1 (Günümüz Türk.esiyle) Evliya Çelebi Seyahatnamesi: İstanbul, C. 1,Kitap 2, İst.2004 (2.B.), s.420-21.

2 Akt. Hrand D.Andreasyan (Tercüme ve notlar), Ğ.İncicyan, XVIII. Asırda İstanbul, İst.1976 (2.B), s.120.

3 Ahmet Rasim, Şehir Mektupları 1-2, Arba Yayınları, İst.1992, s.170.

4 Sermet Muhtar Alus, “Sulara Gidiş”, Yeni Tarih Dergisi, C.I, S.9 (Eylül 1957), s.273.

5 Selâhattin Güngör, “İstanbul Suları”, Her Hafta, 30 Ağustos 1947.

6 Sermet Muhtar Alus, “Sarıyer sularında Cuma gezintileri”, Son Posta, 4 Ağustos 1945.

7 Semih Mümtaz S., “Eski hâtıralar”, Akşam, 9 Mayıs 1949.

8 Yeni Sabah, 25 Kasım 1950.

9 Cemalettin Bildik, “Hünkâr ve Çırçır sularına gidenler niçin azaldı?”, Akşam, 18 Mayıs 1947.

10 Selâhattin Güngör, agy.

11 Akşam, 18 Mayıs 1947.

12 Cemalettin Bildik, “Pazar gezmesine sulara gidenler”, Akşam, 26 Ağustos 1947.

13 Turhan Gürkan, “Hünkâr’ın seyyar kadın çalgıcıları”, Şehir, 29 Temmuz 1958.

14 Hünkâr Suyu’ndaki bu ıhlamur ağacının fotoğrafı için bkz. Çelik Gülersoy, İstanbul’un Anıtsal Ağaçları (I- Rumeli Kavağı-Kağıthane arası), İst. 1984, s.35).

Mesire yeri
Mesireler
İstanbul
Hünkar Suyu
Sarıyer
Büyükdere
Gökhan Akçura
Sayı 014

BENZER

O, şaşaalı bir edebî hayat yaşamış, kâinatça tanınmış bir Türk Şiir Kralı’ydı. Tıbbi raporu da olan üstün zekâlı bir şairdi. O, Florinalı Nâzım’dı...
1500’lerde Portekiz Kralı’nı bile peşine düşürecek bir servete sahip olan banker Dona Gracia’yı Kanuni Sultan Süleyman’a sığınmaya iten olaylar, entrikalar...
Dünyanın pek çok şehri için “edebiyatlı gezi rotaları” hazırlanıyor. Bu rotaların bazıları eserler aracılığıyla çiziliyor, bazıları ise edebiyatçıların yaşam ve üretim mekânlarını kapsıyor. 8 Mart Dünya Kadınlar Günü kutlamalarına, Sevengül Sönmez aracılığıyla, İstanbul’da yaşamış, düşünmüş, üretmiş, bugüne yazınıyla seslenmiş edebiyatçı kadınları anarak katılıyoruz.