27 Nisan 1912’de açılan köprünün kısa tarihi: "Şu bizim Galata Köprüsü..."

Fotoğraf
Feza Kürkçüoğlu Arşivi
22 Şubat 2023 - 11:42

"Dikilir köprü üstüne,
Keyifle seyrederim hepinizi"
“Galata Köprüsü”, Orhan Veli Kanık, 1949

Faik Abasıyanık, 1947’de Uzun Ömer’le yaptığı röportajda Galata Köprüsü’nü anlatmaya şu cümleyle başlar: “Şu bizim Galata Köprüsü...” Galata Köprüsü, çok sayıda seyahatname, hikâye, roman, şiir, film, fotoğraf ve resme konu olmuştur. Gelin, Galata Köprüsü tarihinde kısa bir yolculuğa çıkalım...

Nâzım Hikmet, 30 Kasım 1934’te Akşam gazetesine Orhan Selim mahlasıyla yazdığı “Köprü’nün açılışı ile kapanışı” yazısında şöyle anlatır Galata Köprüsü’nü:

"Bizde ‘Haliç’ Frenkçede ‘Altın boynuz’ denilen akarsuyun iki yanındaki iki İstanbul parçası, gövdesi daracık, küçücük bir kuşun koskocaman açılmış kanatlarına benzer... Bu daracık gövde, bu iki koskocaman açılmış kanatların bağlantısı ‘Köprü’dür. ‘Köprü’ daracıktır, küçücüktür, miniciktir ama, onu ortadan kaldırırsanız, iki yanındaki koskocaman kanatlar kopuverirler, kımıldanamaz, uçamaz olurlar. Anlatabiliyor muyum? ‘Köprü’ deyip geçmeyelim! ‘Köprü’ salt asfalttan, demirden yapılmış bir yapı değildir, o, bir büyük kan damarıdır ki, kesilince, kopunca, iki yandaki bugünkü İstanbul’un yaşayışı duruverir..."

Eski çağlardan bu yana “Altın Boynuz” ismiyle anılan Haliç, bu tarihî bölgeyi ikiye ayırır. Haliç üzerinde ilk köprünün Bizans döneminde kurulduğu sanılıyor. İmparator İustinianos tarafından VI. yüzyılda yaptırılan kemerli bir köprünün varlığı ileri sürülürse de kesin bir bilgiye henüz ulaşılamamış. Genel kabul Bizans döneminde Haliç’te Ayvansaray ile Piripaşa ve Eyüp ile Sütlüce arasında iki köprü kurulduğu şeklinde ancak köprülerin yeri ve inşa teknikleri bilinmiyor.

Osmanlı döneminde Haliç’e kurulan ilk köprü, 1453’te İstanbul’un Fethi sırasında yapılır. II. Mehmed’in kuşatma sırasında yaptırdığı köprünün ömrü kısadır. Tarihçiler arasında köprünün, gemilerde içme suyu deposu olarak kullanılan mancanaların birbirine zincirlerle bağlanıp, üzeri tahtalarla kapatılarak yapıldığını ileri sürenler olduğu gibi yan yana beş kişinin yürüyebileceği bir genişlikte olan köprünün güvertesiz gemilerin birbirine zincirlenerek yapıldığını ileri sürenler de vardır.

LEONARDO DA VİNCİ'NİN GALATA KÖPRÜSÜ ÇİZİMİ, 1502

1912'DEN ÖNCEKİ GALATA KÖPRÜLERİ

1912 tarihli Galata Köprüsü’nü anlatmadan önce daha evvel yapılan köprülerden bahsedelim. Haliç’e köprü yapma düşüncesi II. Bayezid döneminde yeniden gündeme gelir. Önce Michelangelo’nun köprüyü yapması için girişimlerde bulunulur ama bu mümkün olmaz. Daha sonra Leonardo da Vinci, bir köprü yapmak ister. Eskizler incelenir ve köprü tasarımı gerçekleşebilir bulunmadığından bu girişim de sonuçsuz kalır.

II. Mahmud dönemine kadar Haliç üzerine köprü yapma ihtiyacı Galata ve Tarihî Yarımada’da iki farklı yaşam hüküm sürdüğünden kendini dayatmaz. İstanbullular 19. yüzyıl sonlarına kadar Haliç’in iki yakası arasında ulaşımı sandallarla yapmayı tercih eder. İstanbul’un giderek büyümesi, ticaretin gelişmesi köprü düşüncesini tekrar gündeme getirir. 

Haliç üzerindeki ilk köprü olarak tarihe geçecek olan Hayrâtiye Köprüsü, 1836’da yaptırılır. Tersane’de inşa edilen Hayrâtiye Köprüsü’nün açılış töreninde köprüden ilk olarak II. Mahmud atı ile geçer. Altında küçük teknelerin geçebilmesi için kemerler ve ortasında büyük gemiler için iki kanatlı bir kapı bulunan ahşap köprü daha sonraları Cisr-i Atîk (Eski Köprü) olarak da anılmaya başlar.

1938'den sonra hızla gelişen, nüfusu artan Galata, bir ticaret merkezi hâline gelir. Haliç’in iki yakasını bağlayacak bir ulaşım yolu artık zorunludur. Karaköy-Eminönü arasına kurulan ilk köprü, Sultan Abdülmecid tarafından annesi Bezmiâlem Valide Sultan’ın isteği üzerine yaptırılır. Padişahın katılımıyla 25 Kasım 1845’te açılan köprü, Tersane’de ahşap olarak inşa edilir. Gemilerin altından geçebilmesi için ortası yüksek olarak tasarlanır. İlk üç gün, üç gece köprüden geçişlerde para alınmaz. “Mecidiye Köprüsü”, “Valide Köprüsü”, “Karaköy Köprüsü”, “Cisr-i Cedid” (Yeni Köprü) adlarıyla da anılan köprü, 18 yıl hizmet verdikten sonra eskidiğinden yenilenecektir.

İkinci Galata Köprüsü, Sultan Abdülaziz döneminde Kaptan-ı Derya Ateş Mehmed Paşa tarafından Tersane’de ve yine ahşap olarak inşa edilir. 1863 yılında açılan bu köprü de inşa edilecek olan yeni köprüye kadar 14 yıl boyunca İstanbulluların hizmetinde kalır.

Üçüncü Galata Köprüsü ise 1877’de bu kez demirden inşa edilecektir. İngiliz Wells and Taylor şirketinin yapımını üstlendiği yeni köprünün dubaları demirden, konstrüksiyonu da dökme demirden inşa edilir. Uzunluğu 495 metre olan köprünün gemiler için açılan kısmı da 52 metredir ve küçük gemilerin geçebileceği beş metrelik gözleri bulunur. Köprünün, Eminönü’ne yakın kısmında bulunan deniz hamamı, serinlemek isteyen İstanbulluların yakınlığı nedeniyle tercih ettiği deniz hamamları arasında yer alır. Köprünün altında dükkânlar, lokantalar ve kahvehaneler bulunur. 1912 yılına kadar kullanılan köprü, 1912’de Unkapanı-Azapkapı arasında kullanılmış, 1936’da bir fırtına sonucu yıkılınca yerine Atatürk Köprüsü yapılmıştır.

FAİK ŞENOL’UN OBJEKTİFİNDEN GALATA KÖPRÜSÜ’NDE YÜRÜYENLER, 1930’LU YILLAR

Köprünün iki ucu Eminönü ve Karaköy, İstanbul’un ulaşım merkezleri olarak öne çıkar. Eminönü tren, vapur ve tramvayın bir arada kullanıldığı, Karaköy de vapur, tramvay ve tünelin bir arada bulunduğu semtler olarak İstanbul ticaretinin merkezleri olmayı sürdürür. Her iki semtin de meydanları defalarca düzenlenir...

Ahmet Rasim, 1897 ila 1899 yılları arasında yazılmış yazılarının toplandığı Şehir Mektupları adlı kitabında o zamanların köprüsünden renkli gözlemlerini şu satırlarla kaleme alır:

"Köprü’nün üzerinde bir kalabalık ortaya çıktı. Bir taraftan Ada, Kadıköy, Üsküdar vapurları, diğer taraftan Anadolu, Rumeli kıyılarına işleyenler, iskelelerden topladıkları halkı boşaltıyorlarmış. Tam vakti! (...)

Arada doru ata binmiş bir süvari, ak saçlı bir ihtiyar, bakla kın, yağız, demir kın beygirler, boz bir eşek, alaca entarili biri, abraş bir hayvan, vapur dumanı gözlüklü bir sakat, maun boyalı bir çerçeve, kırçıl bir gazete dağıtıcısı, güvem gözlü bir kız çocuğu, havai kâğıda sardığı paketi koltuğunda tutan bir ağa, lepiska, kumral, siyah saçlı madamlar, tirşeye çalar renkte bir servi sandık, esmer, beyaz, siyah, buğday rengi, keşmiri insanlar, pembe feraceli bir hanım, özetle renklerin derece derece çeşitlendiğini gösteren bir panorama ki bunu her yerde görmek nasib olmaz."

GALATA KÖPRÜSÜ’NÜN KARAKÖY GİRİŞİ, 1920’Lİ YILLAR

TARİHÎ GALATA KÖPRÜSÜ İLE 80 YIL

İstanbullulara 80 yıl hizmet eden tarihî Galata Köprüsü, 1992’de köprüyü harap eden yangın çıkmasa bilinmez belki 80 yıl daha hizmet verecekti. Bu köprünün, gündelik yaşamımızdaki değişimde Osmanlı ile Cumhuriyet arasında bir köprü kurduğu söylenebilir.

Şehrin büyüyen ihtiyaçları, Galata’nın ticari gelişimi, rıhtımların yapılışı eskiyen köprü yerine yenisinin yapımını bir kez daha zorunlu kılmıştır. Alman MAN firması, 15 yıl boyunca köprü ihalesi için talip olur. II. Abdülhamid döneminde başlayan çalışmalar, V. Mehmed Reşad döneminde son bulur. Köprü yapımı için 1909’da MAN ile anlaşmaya varılır. 28 duba tarafından taşınan, tramvay trafiği de göz önüne alınarak 25 metre genişliğinde olan ve dönemin en ileri teknolojisine uygun olarak inşa edilen köprü, 277 bin Osmanlı lirasına mal olur. Almanya’dan getirilen köprünün parçaları Haliç Karaağaç’ta monte edildikten sonra köprü inşası devam eder. Altı parçası Karaköy, beş parçası da Eminönü tarafında bulunan köprünün ortasında 63,5 metrelik bir kapı kısmı yer alır. Küçük tekneler kapıdaki iki gözden geçerken büyük tekneler ise sabaha karşı köprünün açılmasını beklerler...

Bu dördüncü köprü de önceki gibi Yeni Köprü adıyla anılacaktır. Petek parmaklıklı köprü, 27 Nisan 1912’de görkemli bir törenle, dualar ve marşlar eşliğinde açılır. Altında bekleme salonları, dükkânlar ve gazinolar bulunan köprünün iki ucunda Türk neoklasik mimari üslupta inşa edilmiş küçük kontrol binaları yer alır. 1930’da ücretli geçişin sona ermesiyle bu binalar da kaldırılır.

Köprünün üstü hep kalabalıktır, altı ise üstünü aratmaz. 1969’da Çetin Altan ve Ara Güler’in semt semt dolaştıkları İstanbul’u anlattıkları yazı dizisi Akşam gazetesinde “Al İşte İstanbul” adıyla yayımlanır. Al İşte İstanbul adlı kitaptan köprü altının anlatıldığı satırları okuyalım: “Karaköy köprüsünün altı her zaman İstanbul kokar. Baharda, yazın, sonbaharda, hatta kar yağarken kışın. Vapurlar geçtikçe hafif sallanan dubaları, ayrı bir özentiyle her mevsimde mucizeli bir bahçe gibi değişik renklere bürünen manavları, şerbetçileri, gazete satıcıları, küçük lokantaları, hareketli büfeleriyle ve kendine özgü paslı ıslaklığıyla Köprü altı İstanbul albümünün en vazgeçilmez sayfalarından biridir.”

KAYNAK: BİR VARMIŞ, BİR YOKMUŞ-NATIONAL GEOGRAPHIC FOTOĞRAFLARIYLA, İŞ BANKASI İŞ BANKASI YAYINLARI, 2000

KÖPRÜ TAHSİLDARLARI...

80 yıl dile kolay... Köprü, üstünden araçlarla ya da yaya olarak geçenleri, seyyar satıcıları, balık tutanları, altında keyif sürenleri, dubalarında yaşayan kimsesiz çocukları, her gün köprünün açılmasını bekleyip yoluna devam eden kara ve deniz araçları ile İstanbulluların ve de İstanbul’a gelenlerin unutamadığı anılar ile ömrünü sürdürür.

"Şu bizim Galata köprüsü bir de nerede var acaba? Çin’de var mıdır dersiniz? Berberleri, boyacıları, yemişçileri, sucuları, simitçileri, aşçıları, gazinoları –kunduracıları ile tuhafiyecileri eksik– hatta evsiz barksızlara havadar otelleriyle bir köprümüz vardır. Doğrusu şairaneliğine şairane, bulunmazlığına bulunmaz matah!"

Sait Faik, 13 Temmuz 1947’de Yedigün dergisinde yayımlanan “Uzun Ömer” başlıklı röportajında köprüden bu satırlarla söz eder. O zamanlar köprü altı meyhaneleri, kahvehaneleri ve çayevleriyle olduğu kadar piyango bayileri ile de ünlüdür. Uğur getirdiğine inanılan Cüce Simon ve Uzun Ömer bu bayilerden en bilinenleridir. Köprü altı, “tektekçi” denilen küçük meyhaneleri, ehli keyifler için özenle doldurulan nargilelerin ateşinin sönmediği kahvehaneleriyle uzun yıllar İstanbulluların ve de özellikle vapur yolcularının uğrak yeri olur.

Galata köprülerinde 1845’ten 1930’a kadar uygulanan köprü geçiş ücretleri köprü tarihinde öne çıkar. Köprü üzerinden geçen yaya, araç ve hayvanlardan “müruriye” adı altında geçiş ücreti alınırdı. Bahriye Nezareti’ne bağlı, halk arasında "köprücü" denilen memurlar tarafından yürütülen bu uygulama, 1 Haziran 1930’da kaldırılır. Köprünün iki başında duran –önceleri cepli daha sonra suistimalleri önlemek için cepsiz– beyaz önlükler giyen tahsildarlar yaya, araç, hayvan ve yük demeden kuş uçurtmazlar. Sonraları kilitli kumbaralar kullanmaya başlayan tahsildarlar ile yolcular arasında sık sık tartışmalar çıkar, kavgalar olur. Yayalardan 5, yüklü hamallardan 10, beygirlerden 20 para, koyun, keçi gibi küçükbaş hayvanların her biri için ise 3 para ile başlayan müruriye, yıllar içinde artıp durur...

SON GALATA KÖPRÜSÜ...

İstanbul’un en uzun süre kullanılan köprüsü olarak tarihe geçen Galata Köprüsü, 16 Mayıs 1992’de çıkan yangından sonra kullanılamaz hâle geldi. 1980’li yılların sonunda Haliç’in kirlenmesinde köprü dubalarının aralarının dar olması ve köprünün eskimesi gibi etkenlerin rol oynadığı düşünülünce yeni bir köprünün inşası gündeme geldi. Yangından sonra beşinci köprünün inşası STFA-THYSSEN Konsorsiyumu tarafından üstlenildi. Yeni köprü henüz bitirilmeden, iyice sıkışan İstanbul trafiğini rahatlatmak için dönemin başbakanı Süleyman Demirel tarafından 12 Haziran 1992’de törenle açıldı.

Bu köprünün üzerinden yine yayalar, araçlar, tramvaylar geçmekte. Altında yeni lokantalar, kahveler de açıldı. Ancak eski köprünün çok renkli ve hareketli yaşamı yok artık. Köprüaltı, eski köprüyle birlikte çoktan tarihe karıştı, artık İstanbulluların anılarında yaşamakta. Yeni köprü işlevsel olmasına işlevsel... Ancak İstanbul’da folklorun renkli bir parçası olan tarihî Galata Köprüsü’nün çok uzağında kaldığı da bir gerçektir.

Galata
Galata Köprüsü
İstanbul
Tarih
Mekan
Eminönü
Karaköy
Tarihi Yarımada
Feza Kürkçüoğlu
Haliç
Sayı 013

BENZER

Medreseler İslami tedrisatın beşiği olarak yüzyıllardır Müslümanların dinî eğitim aldıkları mekânlardır. Osmanlı Devleti’nin siyasal ve sosyal politikalarının belirlenmesinde çok büyük pay sahibi olan şeyhülislamları da yetiştirmesi bakımından medreseler imparatorluk için çok önemli bir konumdadır. Bu yazıda medreselerin “ne”liği ve ortaya çıkışına değinirken aynı zamanda 15-18. yüzyıl arasında İstanbul’da kurulan, eğitim, yetiştirdiği isimler ve mimari bakımdan öne çıkan 4 medreseyi işledik.
İstanbul, Ramazan ayını diğer yerlerden farklı karşılayan, güzelleştirmek için türlü âdetler bulan bir şehir. Bu âdetlerin bazıları zamanla unutulsa da mahyalar yüzyıllardır şehrin simasını aydınlatmaya, en güzel örneklerini sergilemeye devam ediyor.
İstanbullular eskiden sıcak yaz günlerinde vapurlara binerek akın akın Sarıyer’e, mesire yerlerine giderlerdi. Hünkâr Suyu bu mesire yerlerinin en meşhurlarındandı. 1930’lu yıllarda müzik de sunan mekân 1980’lerde kapatıldı. Şimdilerde ise sadece düğünler ve davetler için kiralanabiliyor…