Esenler, 2000’lerin başlarında Karabayır çatışmalarıyla yer almıştı medyada. Kötü yapılaşmadan kaynaklanan problemler, madde bağımlısı gençlerin acıklı hikâyeleri Esenler’in tekinsiz bir yer olduğu izlenimi veriyordu. Yolu Esenler Otogarı’na düşen pek çok yolcu, son zamanlarda ortaya çıkan ve gecekondulardan oluşan bir yer sanabilirdi burayı. Oysa, 1939’a kadar adı Litros olan ilçenin, ta Bizans’a uzanan tarihinde dikkat çeken özellikleri edebiyat metinlerine de yansımıştır. Bizans kaynaklarında ‘’Aretai’’ diye anılır yani faziletler tepesi anlamına gelir. Kralların sayfiye yeri olan bölge aynı kitaplarda cennete benzetilir. Kurucularının, İran üzerinden Türkiye’ye gelen Hindistanlı Romanlar olduğu kaydedilir. Osman Cemal Kaygılı’nın konusu 20. yüzyılın başlarında geçen Çingeneler adlı romanının kahramanı İrfan’ın ilk karşılaşmasının ardından, “Koca İstanbul’da, bu kadar hoş bir yer görmedim” diye söze başlayıp da temiz havası ve tabiatını övdüğü Litros ve Avas (Atışalanı) Esenler’in mazisindeki iki köy.
Tarihî zenginlikleri apaçık ortadayken Anadolu’daki büyük bir nüfusun İstanbul’a yerleştiği dönemde bu nüfustan payına düşene yüksünmeden kapılarını açtığı hâlde, Esenler nasıl oldu da bir varoş semti muamelesine tabi tutuldu? Bu görmezden gelmenin ilk sebebi, 1966’da açıklanan belli sanayi bölgeleri oluşturmaya dönük İstanbul Sanayi Planı ile çevresindeki semtler, “sanayileşme bölgesi” olarak gösterilirken Esenler’in, kapsadığı askerî alan nedeniyle, “konut bölgesi” diye tanımlanmasıydı. Otuz yıl sonraysa yanı başında büyük bir destekle inşa edilen Başakşehir yeni bir göz ardı edilme sebebi oldu. Esenler’e geçmiş, Başakşehir’e gelecek muamelesi yapıldı. Esenler kendi yağıyla kavrulmaya mecbur bırakılan bir köy profili sunarken Başakşehir küreselleşmenin “tüketim, yenilik ve güvenlik” (Perouse) gibi şiarlarıyla özdeş bir yerleşim olarak takdim edildi.
Esenler, tarihinin her döneminde göçmen, mübadil ve geçici sığınmacılara kucak açtı. Öyle ki Bayrampaşa sınırlarındaki otogar, bu nedenle onun adıyla çağrılıyor hâlâ. 2010’lardan itibaren ilçenin yoksul nüfusunun Esenyurt’a, varlıklı nüfusunun ise Başakşehir’e yöneldiğini görüyoruz. Zenginleşen Esenlerli için yaşamak istediği ilk adres olurdu yanı başındaki ilçe. Başakşehir’in arazisi bir zamanlar Esenler’in merasıydı oysa…
Selanik göçmeni bir ailenin çocuğu olan ve "Esenler'in hafızası" olarak tanınan Hüseyin Atağan (1938), gençlik yıllarında, kışın en şiddetli günlerini gece gündüz, ailesine ait, sayısı beş yüze varan damızlık koyunlar ve ikinci bir çobanla Başakşehir’de geçiriyordu.
Genç Hüseyin Atağan 40’lı yıllarda Başakşehir’e doğru sürüotlatmaya gider, geceleri de orada kalırdı. Zifirî karanlıkta sürünün yanında sadece bir çakıyla nöbet beklerken “heeeyy” diye sesler duyduğunu hatırlıyor. “Kan bağırır.” Ne demek kanın bağırması? “O zamanlar Başakşehir’e Karamatlı denir. Karamatlı’ya varmadan, Habibler’e doğru tabyalar var. Vurmuşöldürmüşler askerlerimizi Rum çeteleri zamanında.”1
2008 yılına kadar Esenler’e bağlı olan Başakşehir’in buradan resmî anlamda ayrılışının üzerinden yıllar geçtiği hâlde iki ilçe, birbirlerini etkilemeye devam ediyor. Pek çok Esenlerli, Başakşehir’in, ilçelerindeki olumsuzluklarından çıkarılmış derslerle tasarlandığını, böylelikle biçimlendiğini düşünür. Esenlerli psikolog, eğitimci Murat Arslan bu düşüncenin sebeplerini şöyle özetliyor: “Sonra Başakşehir diye bir yer çıktı, hani, belediyelerin şehircilik planları vardır ya 5 yıllık, 10 yıllık, Esenler’e yapılması gereken hizmetlerin çoğu Başakşehir’e aktarıldı. Mesela devlet hastanesi yapılacaktı buraya, yapılmadı. Mehmet Öcalan’ın belediye başkanlığı zamanında Başakşehir’e yapıldı. Esenler, ihtiyaçları olan kalabalık bir nüfusa sahipken yanı başında yeni bir şehir kuruluyor; o kadar bir nüfus yok Başakşehir’de oysa ve arazi olabildiğince geniş. Oraya hastane yapılıyor ama buradaki nüfus nasıl ulaşacak? Maalesef Esenler’in böyle acımasız bir tarihi var.”
Uzak veya yakın pek çok ilçeden insan, deprem etkisi altında Başakşehir’e taşınıyor, yirmi yıldır. Öyle ya 1999 Gölcük Depremi, benzeri bir deprem yaşandığında en az zayiatla felaketi atlatmanın nasıl mümkün olacağı sorusunu getirmişti akıllara. Bu depremin ardından rahmetli Turgut Cansever, çeşitli platformlardan ilgili aydınları şehirlerimizin sorunlarını tartışmaya çağırmıştı. Bir deprem gerçekleştiğinde yaşanacak zayiatı en aza indirgemek nasıl mümkün olurdu? “Sağlamlaştırma” projeleri hem masraflıydı hem de garantiden yoksun. Böylelikle “taşınma” seçeneği öne çıkmış ve bir pilot şehir kurma fikri geliştirilmişti. Araştırmalara göre Zeytinburnu deprem açısından bir hayli riskli bir bölgeydi ve taşınması için yakınında bulunan Başakşehir, zemin etütleri hususunda uygun görünüyordu.
Bu çalışmanın içinde olan Mustafa Özel’in aktardığına göre Cansever, pilot şehri tasarlarken bir iddiayı ispat etmek istiyordu: “Bir veya iki katlı binalar, yüksek binalardan sadece daha güzel ve güvenilir değil, aynı zamanda daha ekonomiktir. Büyük projelerin iki tane büyük maliyet unsuru vardır: İnşa süresinin uzunluğu ve finansman faizi. Yüksek binaların inşası uzun bir zaman alır, ranttan elde edilen kazancın çoğu da finansçılara gider. Şayet devlet evsiz yurttaşlara daha ucuz arsa temininde yardım etse, tabiatı güzelleştiren ve depreme dayanıklı evlerimiz olur. Bunun bir örneğini şu dindar iktidar döneminde ortaya koyabilirsek, gelecek nesiller için umut kaynağı olur, diyordu. Biz de İbrahim Turhan ile fizibilitenin finans hesaplarına yardımcı olduk (enflasyon, faiz ve döviz kurlarının muhtemel seyri vb.). Ne yazık ki umutları gerçekleşmeden dünyaya veda etti.”
2001’de kaleme alınan Pilot Şehir Uygulama Raporu 2002’de basıldı. Daha yaşanabilir bir şehir için neler yapabiliriz? Yaşadığımız şehrin daha nitelikli bir mekân olması için hangi katkıları sunabiliriz? Herkes kendine göre bu sorunun peşine düşmeliydi Cansever’e göre. Vefat ettiği 2009 yılına kadar, bir milyonluk yerleşkelerin gerekliliğini bilim ve iş ehline anlatmayı sürdürdü. Fakirin hayatını daha da zorlaştıran şartlarda yaşamaya terk edildiği, zenginin ise türdeşiyle yüksek duvarların arkasına çekildiği bir mekânlar uçurumu ortaya koymamalıydı şehirler. Yeni yerleşkeler Osmanlı şehirlerinde yapılageldiği gibi güzelliği her kesimden insanın paylaşmasını mümkün kılan, dolayısıyla mekânsal bir ayrışmanın yaşanmayacağı standartlar üzerinden düşünülmeliydi. Farklı kimliklere sahip kesimlerin kendini güvende hissedebileceği, mülkiyet anlamında da bir haksızlık algısına izin vermeyen bir şehir tasavvuruydu bu.
İstanbul’u Anlamak’ın yazarının on yıla yakın bir süre yoğun olarak kamusal aktörlere anlattığı şehir görüşünün Başakşehir’de cisimleştiğini söylemek bugünden bakınca bir hayli zor görünüyor. Esenler’de 1994 ila 2009 yılları arasında belediye başkanı konumunda bulunan Mehmet Öcalan’a göre başlangıçta Başakşehir’de ilçe belediyesi tam yetkili olmadığı için ideallerin gerçekleşmesi zaten beklenemezdi. Söz gelimi kendisi çok ısrar ettiği hâlde ilk etapların bloklarında (Metrokent hariç) kapalı otopark yapılmamıştı. Açık otopark ise ihtiyacı karşılayacak yeterliliğe sahip değildi.
Köylük yıllarında Esenler ve Atışalanı için şehirleşme yönünde belli başlı model Ferhatpaşa Çiftliği’ydi. 2000’lerde mütedeyyin kesimlerin ikamet edeceği bir semt hayaliyle tasarlanıp inşa edilirken özellikle yeni kuşaktan Esenlerliler için Başakşehir'e taşınmak bir hedefe dönüştü.
Yoksul göçmen ve geçici sığınmacılar Esenler’e yönelirken zenginler Başakşehir’i yeğliyor. Yoksullar tekstil atölyelerinde üretime katılırken zenginler çoğu zaman sıcak parayla mevcut fiyat dengelerini altüst ediyor.
İronik olabilir, yirmi yıl Başakşehir’de ikamet etmiş olan Dr. Meryem Işıkser, Cansever’i “Pilot Şehir” projesini hayata geçirmeye götüren deprem endişesinin etkisi altında, erken bir tarihte Başakşehir’e taşınmış. Işıkser, Başakşehir mekânlarındaki değişimi 2001’den beri gözlemliyor. Daha önce yaşadığı Bahçelievler, 1999 Depremi’nden sonra deprem açısından çok güvenli olmayan alanlardan biri ilan edilince yüksek kira bedeliyle kendini güvende hissetmediği bir bölgede yaşamaktansa daha uygun bir kira ödeyerek depremde hasar görme riski düşük bir yere taşınmayı istedi. Geçen yıllar içinde bu ilçede gözlemlediği hızlı büyümeyi, öncelikle beklenen İstanbul depreminin endişelerine bağlıyor Işıkser.
Hızlı büyümede, orta ve orta-üst gelir grubundaki geçici sığınmacı ailelerin daha kolay kabul görme ve rahat etmeleri nedeniyle Başakşehir’i tercihi de rol oynamakta, Işıkser’e göre. Günlük hayatın akışında geçici sığınmacılarla çarşı, pazar, AVM, yeme içme alanlarında sıkça karşılaşılabilir.
Binaların sergilediği düzen, yetişkinlerin nefes alacağı, çocukların güvenle oynayacağı park ve yeşil alanların bolluğu; yaygın tercih sebepleriydi. Civardaki sanayi sitelerinde, MASKO ve İSTOÇ gibi ticari alanlarda çalışanlar veya işletme sahipleri, kolaylıkla evlerine ulaşabilecekleri bir ilçe olduğu için Başakşehir’e yöneldiler. Bütün bunlarla birlikte ve daha baskın olduğu söylenebilecek sebep ise ailelerin muhafazakâr kimlikleriyle rahat edebilecekleri fikri. Ev hanımları yakın komşuluk ilişkilerini korurken dinî cemaat toplantıları, Kur’an meali dersleri, hatim grupları gibi ev içi faaliyetlere imkân bulabilirdi. Muhafazakâr ailelerin, çocuklarının temel eğitimlerini benzeri aile yapısından çocuklarla paylaşacağı düşüncesiyle Başakşehir’i tercihi ve böylelikle yayılan imajlar, ilçeyi muhafazakârlık tartışmalarının odağına yerleştiren bir etki uyandırdı. Beri taraftan, Başakşehir Anadolu Lisesi’nin her kesimden öğrenciye açık olduğu için cazibe merkezi olmaktan çıktığını da ilçede yaşayan veya çalışan birçok eğitimciden duyabilirsiniz. Bunun bir sonucu, ailelere çocuklarını korunaklı bir ortamda yetiştirme vaadinde bulunan birçok özel okul açılması oldu.
Sosyal donatıların varlığı, bilgi evleri, İSMEK gibi kurslar, komşuluk ilişkilerinin iyi olması gibi sebepler, İstanbul’un merkezî bölgelerine uzaklığına rağmen Başakşehir’i cazip kılıyordu. Gençlik profilleri, ilçenin ilk yıllarındaki nüfus dikkate alındığında zenginleşirken kimlik dönüşümü yaşayan ailelerde yaşanan sorunlar bu bölgede de kendini gösterdi. Bu gerekçelerle Başakşehir’den taşınan ailelerle de karşılaşıyor Işıkser.
Esenler’den Başakşehir’e bakıldığında ise görülen, havadar, bakımlı ve güvenlikli bir yaşama alanı oldu hep. 2000’lerin ortalarından itibaren, kötü yapılaşma yüzünden bunalan halk için hemen yanı başlarında kurulan Başakşehir, mahrum kaldığı birçok şeyin temsiline dönüştü. İnsanlar daha geniş evler, blok sistemi, düzenli yollar, geniş yeşil alan ve otoparklar, çok sayıda okul, kalabalığın trafikte sıkışıp kalmaması, arsa payının büyüklüğü gibi sebeplerle Başakşehir’e taşındılar veya taşınmayı hayal etmeye başladılar. Bazen genç kuşak taşınırken ebeveynleri Esenler’de kalmakta ısrar etti.
Uzun yıllar Esenler’de çalışan ve bu süre içinde Başakşehir’de ikamet etmiş olan Belgin B. Turgut’un gözlemlerine göre yüksek katlı binalar dolayısıyla komşuluk ilişkilerinden mahrum kalan Esenler kökenli Başakşehirliler, mahalle kültürüne has sıcak ilişkiler görece sürdüğü için eski ilçeleriyle bağlarını koparmıyorlar. Küçük esnafın fazlalığı, sokağa adımını atar atmaz kuaför salonu, terzi, tuhafiye, tamirci, nalbur dükkânları bulunabilmesi ve mahalle kültürü, Esenler’e gidip gelmenin ilk sebepleri arasında: “İnsanlar daha fazla maddi imkâna sahip olduğu için Başakşehir’e taşınıyor ama Esenler’de fiyatlar uygun olduğu için alışveriş alışkanlıklarını koruyor. Marketlerde, mağazalarda aynı ürün yarı fiyatına bulunabiliyor. Büyüyen arsa payıyla birlikte artan dükkân kiraları da Başakşehirlilerin bir ayaklarının Esenler’de olmasına yol açıyor. Daha ucuz ve taze ürüne ulaşabiliyorlar” diye anlatıyor Turgut.
Birçok Esenlerli Başakşehir’e daha düzenli bir şehir hayatı sürdürmek için taşınıyor ama yılların oluşturduğu komşuluk ilişkileri nedeniyle de Esenler’den ayağını kesemiyor. Hem Esenler de boş durmadı geçen yıllar içinde; belediye kültürel faaliyetlerle veya çeşitli ortamlar hazırlamak suretiyle “kapalı” bir toplumu evinden çıkarmaya çaba gösterdi. Ulaşım seçeneklerinin çoğalması konut fiyatlarının yükselmesini de beraberinde getirdi. Nüfusta bir dalgalanma meydana gelse de “yorgun” ve problemli binalar kentsel dönüşüm projelerini yavaşlattığı için temel doku büyük ölçüde varlığını koruyor.
Kendisini “dindar ve milliyetçi” diye tanıtan bir aile babası, Ayşe Çavdar’a Başakşehir’e gitme sebebini, “kendisine benzer insanlarla dostluk ve arkadaşlık kurmak” diye anlatmıştı. Bu açıdan bakılacak olursa, uzun bir tarihe sahip olan Esenler’in, son yirmi yıl içinde muhafazakâr kesime dönük vaatlerle kurulan Başakşehir’e göre çok daha farklı profillere sahip bir nüfusu olduğu söylenebilir.
Gençler açısından Başakşehir’e taşınmak, büyük bir risk içermeyen bir kaçma denemesi anlamına gelebilir. Yapamazsa geri döner, yeterince yakın; komşuluk ilişkilerini sürdürebilir, hemen şuracıkta. Ne de olsa bir zamanlar merası değil miydi Esenler’in…
DİPNOT
1 “Karamatlı”, Karaahmetli’den bozma bir kelime. Bu isimde Kocaeli Karamürsel’e bağlı bir köy de var.
KAYNAKÇA
Kaygılı, Cemal Osman (2019): Çingeneler, İstanbul: Can Yayınları, s. 87.
Çavdar, Ayşe (2013): “Orta Sınıfın Evi” der. Ayşe Çavdar & Pelin Tan, İstanbul: Müstesna Şehrin İstisna Hali içinde, İstanbul: Sel Yayıncılık, s. 157.