Kapalıçarşı'nın mini-dükkânları

Fotoğraf
Koray Berkin
23 Şubat 2023 - 13:12

"Mini etek modasından çok daha önce İstanbul’da mini-dükkân modasının yayıldığını hiç biliyor muydunuz? Tabii bu bir moda akımının icabı değil, ihtiyaçların doğurduğu bir zaruretti. Evlerimizdeki gardıroplardan daha küçük olan dükkânlarında ekmek parası peşinde koşanlar, içinde keyiflerince dolaşabilecekleri, bacaklarını rahatça uzatıp oturabilecekleri bir iş yerine sahip olmayı elbette isterlerdi. Fakat imkânları yetmediği için bu 'fındık kabuğu' kadar küçük yerlere çakılıp kalmışlardı."1

1 ŞUBAT 1968 TARİHLİ HAYAT DERGİSİNDEKİ KUPÜR

55 sene önce Hayat dergisinde yayımlanan bir yazının ilk satırları bunlar... Yazarı Yener Ölmez, Suriçi’nin en küçük “ekmek tekneleri”ni keşfetmek için yola çıkmış. Eminönü, Sirkeci derken Kapalıçarşı’da almış soluğu. Çarşı’nın 50’ye 130 santimlik minyatür dükkânlarından birinde çalışan Baruh Kırımi ile karşılaşmış ilk önce. Baruh Usta yıllık mücevherat tamircisi. 30 yıldır tezgâhtan ibaret dükkânında ipek böceği sebatıyla çalışıyor. Yazarımız Ölmez, Kırımi’nin ardından Maksut İşçi ile tanıştırıyor bizi. İşçi’nin dükkânı, Ölmez’in deyimiyle “minilerin minisi”. Sadece yarım metrekarenin içinde o da kuyum işi yapıyor. Nefesini tutup göbeğini içine çekerek bakmayın girdiğine içeri. Tezgâhının başına oturduktan sonra yanına bir de çırağını alıyor!

Seneler önce okur okumaz hafızama fişlenen bu yazının tetiklediği bir merak duygusuydu beni Kapalıçarşı’ya taşıyan. Kışın randevusuna epey gecikerek geldiği eski mevsimin ilk günlerinde Ece Ayhan’ın Çapalı Karşı’sının Çarşıkapı’sından atıverdim kendimi içeri. “Şairlerin dadandığı bir gök kubbe altında yürüme tutkusu”nu2 bugünlük bir kenara bırakmalı. İstanbul’un seyyahları, yazarları, yol sanatçıları, soğuk ve yağmurlu havalarda Çarşı’nın kubbeleri altına sığınmalı...

İŞÇİYAN’IN KOMŞUSU GÜÇER’LER

Niyetim 1968 senesinde, dönemin en popüler dergisine konuk olan mini-dükkânların izini sürmekti. Sahiplerini bulabilmenin naif umudunu taşımıyordum elbet. Ama bu mini dükkânlar ve onların emsalleri nerelerdeydi? Şimdilerde kimlerin ekmek teknesiydi? Çarşı’nın her neviden sesinin, kokusunun, dokusunun ve renginin eşlik ettiği, hassas duyargaların başını döndüren 12 bin 300 adımdı benimkisi. Uncuoğlu Sokak’a doğru attığım ilk adımlarımı bilincim değil, talihim yönetmiş olmalı ki karşıma esnaf derneğinin eski başkanlarından Levent Güçer’in dükkânı çıktı. Çarşı ile ilgili pek çok sorunun cevabı onda. 62 yıldır burada; baba mirası bu bir metrekarelik dükkânda.

LEVENT BEY 62 YILDIR BABA MİRASI BU BİR METREKARELİK DÜKKÂNDA

Levent Bey, Çarşı’daki mini-dükkânların esbab-ı mucibesini şöyle anlatıyor: “Çarşı’daki dükkânların yüzde 75’i şahıs; 25’i vakıf malı. Senelerdir böyle. Vefatların ardından yıllar içinde dükkânların hissesi sürekli olarak çoğalıyor. Miras yoluyla bölünenler, yerini ayıranlar oluyor. Tersi de oluyor tabii. Dikkat ederseniz bazı dükkânlarda iki üç numara levhasını bir arada görürsünüz; birleştirmedir onlar. Tüm Çarşı’da küçük dükkânlara rastlarsınız. Ama gerçek ‘dolap dükkânlar’ bedesten içindedir. Cevahir Bedesten’de fil ayağının etrafında yapılmışlardır. Biz dolap dükkân diyoruz, çünkü onlar esasen sarayın mücevheratının saklanması amacıyla yapılmış dünyanın ilk kasalarıdır.” Yazarımız Ölmez’in yazısına konu ettiği; “dolap” dükkânlarmış meğer. Dediği gibi gardıroptan küçük, fındık kabuğundan hallice.

Yüzlerce sene önce bedestendeki sütunların etrafına yapılan “hakiki” dolap dükkânları görmek için ayrılmak üzereyim. Levent Bey’e giderayak tablet üzerinde Ölmez’in yazısını gösteriyorum. Fotoğraflara göz gezdirirken bir tanesine odaklandığını fark ediyorum; büyütüyorum fotoğrafı: “Bak işte tam karşında!” Maksut İşçi’nin “minilerin minisi” dükkânı Uncuoğlu Sokak 42 numaradaymış meğer! İşçi’nin hikâyesinin de seneler sonra gün ışığı göreceği varmış: “Bir kere İşçi değil Maksut İşçiyan; Çarşı’nın Ermeni ustalarındandı... Oğlunun peşine Fransa’ya gitti. Dükkânını, her şeyini sattı gitti... Çok dedik; ‘biz buradayız, sana hiçbir şey olmaz, gitme’ diye. Ama oğlu birtakım olaylara karışmıştı Fransa’da, Asala örgütünde diyorlardı. ‘Bir tane oğlum var, ölmesini istemiyorum,’ diyordu. Onun için gitti aslında. Orada da bir kuyumcu açtı. Kuzey Afrikalı bir grup dükkânına soyguna gelmişler bir gün. Uğruna ülkesini terk ettiği o biricik oğlunu o dükkânda öldürdüler!"

DOLAP DÜKKÂNLARIN BEDESTENİ

Maksut İşçiyan’ın öyküsünü heybeme atıp devam ediyorum adımlamaya. İstikamet Cevahir Bedesten. Dizi dizi mini-dükkânlar diyarı. Dükkânı olup da voltalayamayanların; bacak bacak üstüne atamayanların, yan gelip de yatamayanların mekânı burası. Çoğu kuyumcu, mücevheratçı, saatçi ve sarraf... Babalarından, dedelerinden el alanlar, senelerdir aynı dükkânı idame ediyorlar. Yeniler de var: bir veya birkaç metrekareye çantacılığı, gözlükçülüğü, kumaşçılığı, tatlıcılığı sığdırıyorlar. O dükkânların sahipleri varlıklarını birkaç metrekareye sığdırıp mallarını vitrinlerle sokağa taşırmışlar. Piraye Tatlıcısı örneğin. Hemen yandaki Çardak Döner’in sahipleri bir gün kendi karınlarını doyururken canları tatlı isteyip yakınlarda bulamayınca, birleştirdikleri dükkânı yeniden bölmüşler eski nizam. Şimdilerde üç metrekarenin içinde, Çarşı müşterisi ve esnafına paket hizmeti veriyorlar.

CENAP ÖZCÖMERT, BABASI YEKTA BEY’İN ADINI TAŞIYAN SARRAFİYE DÜKKÂNINI YADİGÂR BELLEMİŞ...

Biz yine dolap dükkânlara dönelim; sarraflara, kuyumculara, saat ve mücevher tamircilerine... Böyle incelikli işlerle hemhâl olmak, sismografik bir duyarlılık istiyor elbet. Tanıştıklarımın hepsi bu mizacı taşıyorlar; hassas ellerin, keskin gözlerin sahibi onlar. Va Nu’da mı okumuştum? Üstat, ülkeler için şöyle söylemişti: “Arazice genişleyemeyen felsefece derinleşir.” Çarşı’nın en eskilerinden, babası Yekta Bey’in adını taşıyan sarrafiye dükkânını yadigâr belleyen Cenap Özcömert de öyle derinlikli, öyle incelikli: “1940’larda yapılmış burası. Tavanda kullanılan şu camlar özel olarak Fransa’dan getirilmiş. Gördüğünüz kristal ayna da dışarıdan gelmiş, yine babamdan kalma. Dekorasyona hiç müdahale etmedik. Ben Ankara’dan mezunum, istatistikten. Ama baba mesleğinde devam etmeyi tercih ettim. Kardeşim de benleydi, vefat edene kadar bu dükkânda birlikte çalışırdık."

Nasıl diye soruyorum gafletten. Yanıtlıyor hemen: “Burası o kadar küçük değil canım, üç metrekare!”

Biliyorum; yan yana, omuz omuza çalışanların, titizlikle iş tutanların, aza kanaat edenlerin yurdundayım. Yine de merakımı gidermek istiyorum: “İşler iyi gitse de buradan daha büyük bir yere geçsem diye hiç özlem duymadınız mı?”

Küçük dükkânlarında ömür tüketenlere dair incelikli bir tespit Cenap Bey’den: “Bu imkân işi değil; bir tercih! Yıllar içinde başka dükkânlar da aldım ama bu dükkân bir klasik. Sarrafiye uzmanlığımız burada başladı. Türkiye’nin her yerinden bize ulaşanlar, müşterilerimiz, bizi babamın ismiyle Yekta olarak tanıyor, bu dükkânı biliyorlar...”

İleride bu dükkânı kimin sürdüreceğini soruyorum. Cenap Bey’in kızlarından biri pırlanta üzerine çalışıyormuş, Bağdat Caddesi’ndeymiş dükkânı. Ama sarrafiye bambaşka bir uzmanlık diyor ve ekliyor; "Benden sonra bu dükkân ne olur, bilemem..."

"CEKETİMİZİ DIŞARIDA GİYİYORUZ"

Yekta Sarrafiye’nin tam karşısındaki “minilerin minisi” saatçi dükkânı işmar ediyor bana. Burası Çarşı’nın en gözde mekânlarından. Zeki Şenkardeş başlıyor anlatmaya: “Burası dolap dükkânlardan değil. Yarım metrekarelik, normal dükkân. 1999’da çalışmaya başladım burada. Turistlerin ilgisini çekiyor, rehberler Çarşı’nın en küçük dükkânı diye hep buraya getiriyor. Ama bana küçük gelmiyor. Bizim meslek için küçük yer yeterli, aradığın her şey zaten elinin altında. Ben evvelden de küçük bir yerde çalışıyordum. Daha da küçüktü hatta, sırt sırta çalışıyorduk ustamla.”

ZEKİ ŞENKARDEŞ’İN DÜKKÂNI ÇARŞI’NIN EN GÖZDELERİNDEN

Tedavülden kalkan kelamları, o kelamların duygusu var Çarşı esnafında. Kelimenin gerçek anlamı, mecazıyla el ele vermiş: Ustasıyla “sırt sırta”, dayanışarak büyüyen çırağın hikâyesi... Zeki Usta’ya dükkânın olumsuz yönlerini soruyorum:

"Ceketimizi bile dışarıda giyiyoruz. Tünekliyoruz hep, burada hiçbir hareketimiz yok. Bel fıtığı falan, var öyle dertlerimiz... Her bakan buraya nasıl giriyorsun diyor. Buraya girmenin bile bir stili var. Kapıyı açıp şak diye giremiyorsun. Bu gördüğün hem kapı hem vitrin hem tezgâh."

HER ŞEY BİR KOL MESAFESİ

Sürekli oturmasına rağmen formunu koruyor Zeki Usta. Aksi takdirde dükkânına giremez ki! Biri daha var; o da formunu dükkânına borçlu. Ay Takı’nın sahibi İhsan Unutmaz. Bakmayın onun 80’e 200 santimlik bir dükkânda çalıştığına. Kendisi Çarşı’nın ihracat rekortmenlerinden. Muhtelif memleketlere el emeği gümüş takılarını gönderiyor. Babası Topkapı Sarayı’nda memurmuş. Arkeolojiye merakı da takılarında kullandığı arkeolojik motifler de çocukluğunun saray günlerine dayanıyor. İhsan Usta 1968’den beri Çarşı’da. Makine mühendisi oğlu da son yıllarda merak salmış baba mesleğine, işi sürdürmeyi düşünüyor. Usta hâlinden öyle memnun gözüküyor ki hiç sıkıntısı yok mu merak ediyorum: “Burada her şey bir kol mesafesinde, tezgâhın başından uzanıp alıyorum. Hem büyük olsa insanlar gelmek ister, çay kahve ile oyalanırım. Oysa ben makine gibi burada seri üretim yapıyorum.”

İHSAN UNUTMAZ, AY TAKI

MİNİ-DÜKKÂN, MÜZE-DÜKKÂN

Usta seri üretim dese de üzerine incelik işlenmemiş ham bir yarı mahsul değil onun takıları. Senelerin tecrübesinden mütevellit hızı hayranlık uyandırıcı. Dükkânından ayrılırken zaman zaman nükseden “kapalı alan” korkumun bu küçücük dükkânlarda neden belirmediğini düşünüyorum. Dükkânlar dar olsa da camekânları geniş ve ışıklı. Üstelik her köşe bucağında o kadar ayrıntı var ki zihnimi oyalayabiliyorum. İnsanlar gibi dükkânların da yeknesaklaştığı bu devirde, sanki buradaki her kapı bir müzeye açılıyor. Bedesten’in en eskilerinden Mehmet Selim Dağdemir’inki de bir müze dükkân. Selim Usta, 57 senedir aynı mekânda. Babası 60’lı yıllarda eski zaman lambalarını, oryantal avizeleri, kılıçları, tabanca ve tüfekleri yeniden değerlendirip satarmış. Ama şimdi bu dükkân bambaşka bir cümbüşte: “70’lerin ortalarında kesici aletlerin, ateşli silahların satışı yasaklanınca, o işi bıraktık. Pirinç, bakır, demir ürünlere yöneldik. Eskitme görünümlü bu ürünler turistlerden büyük rağbet görüyor."

Neler yok ki Selim Usta’nın dükkânında. Envaiçeşit cevherden kandil, anahtar, cezve, testi, makas, terazi, tokmak, kapı kulpu... Ben kırkambar dükkânda göz banyosu yaparken, Selim Usta’ya yazarımız Ölmez’in yazısını gösteriyorum. Nasıl Levent Bey Maksut İşçiyan’ın dükkânını görür görmez tanıdıysa, Selim Usta da Baruh Kırımi’nin fotoğrafına bakıp “Burayı biliyorum” diyor ve beni İnciciler Sokağı’na götürüyor. Baruh Usta’nın ispirto ocağının ısısında mücevher lehimlediği 65 santimetrekarelik dükkânı, yan komşuyla birleştirilmiş, şimdilerde Mavi Köşe Sanat Evi’nin vitrini konumunda.

Çarşı'da geçirdiğim bu dopdolu günün sonuna gelirken, içimde seneler önce zihnime mıhlanan iki dükkânı bulabilmiş olmanın sevincini duyumsuyorum. Hayat’a konuk olan bu iki dükkân da diğerleriyle birlikte ve üstelik 55 sene sonra, İST’te yeniden hayat bulacak.

DİPNOTLAR

1 Yener Ölmez (1968): “İstanbul’un Mini-Dükkanları”, Hayat, 1 Şubat 1968.

2 Michel Onfray (2022): Yolculuğa Övgü Coğrafyanın Poetikası, İstanbul: Ketebe Yayınları, s. 25.

Kapalıçarşı
Eminönü
İstanbul
Kuyumcular
Minik dükkanlar
Saatçi
Zanaat
Mekan
Sevecen Tunç
Sayı 013

BENZER

Kentleri sular altında bırakan seller, şiddetli fırtınalar, hortumlar yeni normalimiz. Evet, Türkiye’de bile. Bu nedenle iklim krizi, artık yerel yönetimlerin gündemine giriyor.
Halide Edip Adıvar’ın Türk kadınını ön plana çıkarmayı hedefleyerek yazdığı Ateşten Gömlek romanını aynı hedefle senaryolaştıran, Muhsin Ertuğrul’un filminin seçmelerine katıldıktan sonra hayatı değişen Neyyire Neyir’in, Münire Eyüp’ten Neyyire Neyir’e dönüşme yolculuğu...
Podcast yayıncılığının dünyada artık güçlü bir yayın mecrasına dönüştüğünü, etki alanını genişletmeye devam ederken “özgürlük” ve “bağımsızlık” gibi karakteristik vasıflarını borçlu olduğu yayıncılık kodlarını korumayı başardığını da söyleyebiliyoruz. Peki, Türkiye bu yayıncılık deneyiminin neresinde?