'Güzel günler görmek istiyorum, güneşli günler'

20 Mayıs 2023 - 12:52

Hüzün ve kederi yansıtma konusunda yeni kuşağın en başarılı isimleri arasında kabul edilen Melike Şahin, “İstanbul’a çok bağlıyım. Dünyaları verseler göbek bağımızı kesemem” diyecek kadar seviyor bu şehri. Şarkılarını yazarken doğup büyüdüğü şehrin sokaklarından çokça ilham alan genç müzisyen, üretmeye ve kendini yenilemeye devam ediyor: "Karakterim bir yere demir atıp durmaya müsait değil. Her zaman yeni bir şey denemekle ilgili bir merakım var. O merakım biterse ben de biterim."

Yakın zamanda yeni şarkınızı ve 34. yaşınızı Salon İKSV’de kutladınız. Lise yıllarından bugüne bakınca vardığınız yerle ilgili ne düşünüyorsunuz? O zamanlar bugünleri nasıl hayal ederdiniz?

18. yaş günümde grubunuz üçnoktabir'in konserine gitmiştim. Şimdi bu soruyla o zamanki Beyoğlu’nu hatırlamak biraz gözlerimi doldurdu. O zamanlardan bugünleri hayal etmem imkânsızmış. Çünkü insan gençken sadece kendisi büyüyecekmiş gibi geliyor. Hayallerin arka planı sabitmiş de ben gelişecekmişim gibi. 30’larımda unumu elemiş, eleğimi asmış olacağımı zannediyordum ama öyle olmadı. Hayatın etaplardan ve bölüm sonu canavarlarından oluştuğunu idrak ediyorum şimdilerde. Sürekli atlamak, yeni oyuna geçmek zorundayız. “Bedelini Ödedim”i yazarken mesela bütün bedelleri ödemişim gibi geliyordu. Şimdi bakıyorum da hayat sürekli bedellerle dolu. Dünya sürekli değişiyor, memleketimiz de. O yaşlardan bugünleri hayal edemezmişim, daha çiçek gibiydi yaşam. Şimdi öyle değil. Ama yeniden açacak çiçekler, bunu hissediyorum.

Melike Şahin

Sizin sesinizi, şarkılarınızı ilk kez dinlediğimde “neo-arabesk” bir tat aldım ki bu tanım zaten daha önce sizin için yapılmış. Hatta menajeriniz “Akdeniz arabesk” tanımlamasını bulmuş. Evinizde kimleri dinleyerek büyüdünüz?

Evimizde hiç arabesk yoktu. Ben türkü dinleyerek büyümüş bir çocuğum. Baba tarafım Alevi olduğu için hâliyle bütün akraba ziyaretlerimizde bağlama çıkarmış türkü çığıran bir amcaya denk gelirdim. Ya da yas süre.lerinde halalarımın yaktığı ağıtlara. Babam da şiir yazar, söyler bir insandır. Galiba şu anda ismimle beraber anılan “hüzün”, “keder” kelimelerinin temelleri o dönemde atılmış olabilir. Bütün araba yolculuklarımızda eşlik ederdi türküler. Sabahat Akkiraz’dı en sevdiğim ses. Sonra kendisiyle sahneyi paylaşma şansına da eriştim.

Dinledikleriniz arasında şarkılarını ezbere bildiğiniz müzisyen kimdi? Sizdeki yerine dair neler söyleyebilirsiniz?

Sezen Aksu’nun Işık Doğudan Yükselir albümünü baştan sona ezbere bilirim hatta şarkıların tonlarını bile doğru hatırlayacak kadar aklıma kazılı. O küçük Melike’ye açtığı kapı bambaşka olmuştu. Bir albümde hem hüzünden hem sevinçten, arzudan ve ayrılıktan böyle incelikle bahsedebilmiş olması beni hâlâ çok heyecanlandırıyor. Bir de Ada Müzik’ten yayınlanan Salkım Söğüt albümünü hiç unutamam. İlkay Akkaya’dan, Arzu Görücü’den türküler öğrenmiştim o sayede. Ortaokuldaki müzik öğretmenimin tavsiyesi üzerine AKM’de Modern Folk Müzik Topluluğu’nun konserlerini izlerdim. İki haftada bir perşembeleri olurdu diye hatırlıyorum. Onların repertuvarından da bir sürü şey öğrendim. Sevingül Bahadır hanımefendinin sesini çok severdim. Cihan Okan’ın da keza.

Sevingül Bahadır benim de Klips ve Onlar’la tanıdığım, Eurovision’da o dönemki en iyi derecemizi getiren “Halley”in yorumcularından biriydi; çocukluğumuzda ezbere eşlik ederdik. Sizin Eurovision ezberleriniz var mı?

Var elbette. Şebnem Paker’le beynimize kazınan ve 1997 yılında, ülkemize yarışta üçüncülük getiren “Dinle.” Konserlerde neşeyle çaldığımız bir şarkı, söylemesi çok zevkli.

Çocuklar müziği seçtiğinde anne babaların endişesi artmaya başlar. Sizin ailenizde durum nasıldı? Sosyolog olmanızı mı bekliyorlardı?

Kariyerimi müzik üzerine kuracağımı hiç beklemediler sanırım. Memur çocuğuyum, bizde garanticilik önemlidir. Daha Baba Zula’da söylemeye başladığım anlardan itibaren “Sigortalı bir işin olaydı” cümlesiyle yetiştim ben. Şimdi sakinleştiler gerçi. Endişelerini anlamakla beraber, bu işe baş koymuş bir genç kızın ailesi tarafından desteklendiği bir senaryo nasıl olurdu, hep merak etmişimdir.

Son single’ınız “Pençe” kısa sürede yüksek dinlenme rakamlarına ulaştı, bundan sonrası için nasıl bir yol izleyeceksiniz? Sound’unuzu koruyacak mısınız yoksa bambaşka sound’lar ve iş birlikleri dener misiniz?

Benim karakterim bir yere demir atıp durmaya müsait değil. Her zaman yeni bir şey denemekle ilgili bir merakım var. O merakım biterse ben de biterim zaten. “Pençe”nin ulaştığı rakamları merak ediyorum etmesine ama benim için asıl ring sahnedir. İnsanlar nasıl eşlik edecek şarkıma, bunu merak ederim. Sahnede nasıl büyüyecek, bana neler edecek, dinleyenlere neler edecek bakalım “Pençe”… Ne kadar dinlendiğinden ziyade, insanların odalarında ne gibi hislere yol açtığıyla ilgileniyorum.

Melike Şahin

Şarkı yazarken sizi en çok tetikleyen duygu hangisi?

Anlatamadığım duygular. Sessiz olmamız gereken duygular. Bunları yazarak dillendiriyorum ve iyileşiyorum aslında. Şarkı yazmaya başlamadan kendime şunu sorarım: “Bu şarkıyla ne anlatmak istiyorum?” Önce temamı belirler, öyle otururum yazmaya. “Pençe”de narsisist bir kişiyle toksik ilişkisinden sıyrılmaya karar vermiş bir kadını anlatıyorum mesela. Çok yakın bir arkadaşımla yaptığımız bir sohbet üzerine gelişti.

Yeni kuşak müzisyenlerin çok üretken ve bilinçli olması insana umut veriyor ama beraberinde gelen bir baskı ya da endişe durumu da oluyor mu? Bulunduğunuz yeri koruma konusuna kafa yoruyor musunuz yoksa “Hayat gelsin bildiği gibi” tavrını mı tercih ediyorsunuz?

Ben endişeli değilim, aklım başımda duruyor. Hayat bildiği gibi gelecektir elbette ama ben gardımı almak zorundayım. Baskı hissetmiyorum. Ama eğer kendime şarkı yazarı diyorsam, yazmam gerekir. Yazamamak, anlatacak bir derdimin olmaması beni endişelendirmişti zamanında. Şimdi bu yaşımda artık bunun benim işim olduğunu, ölene dek yazacağımı biliyorum. Ama müzik kariyeri benim yazmam ve söylememin dışında ciddi bir ekip çalışmasını da gerektiriyor; hele de böyle memleket koşullarında bu işi yapıyorsanız… Ekipçe gardımızı almamız gerekiyor. Keşke sadece sanat yapıyor olsaydım. İlgilenmek ve takip etmek zorunda olduğum binlerce madde var. Ama işimi seviyorum, hoşuma gidiyor.

Sahne öncesi ritüelleriniz var mıdır?

Çok ritüelim yok aslında. Kuliste olabildiğince temiz hava ve iç açan bir mum, ada çayı yakmak bazen. Viski içiyorum bir parmak. Sahneye çıkmadan orkestramızla bir el ele dokunma ve bol şans dileme etkinliğimiz oluyor bir de. Dinleyici kitlesiyle oluşan bağ zaman içerisinde çok özel bir hâle dönüşüyor.

Hediyelerle gelenler, bebeklerine Melike ismini verenler başladı mı?

Logomu dövme yaptıranlara şaşırıyorum en çok. Bebeğe Melike ismi duymadım henüz. Babam da Melike Demirağ’ı çok sevdiği için bana Melike ismini koymuş bu arada.

İstanbul’da doğup büyüdünüz. Bu şehre karşı nasıl bir his besliyorsunuz?

Dünyada çok fazla şehir gördüm işim vesilesiyle. Hiçbirinde burada hissettiğim şeyi hissetmiyorum. Ben İstanbul’a çok bağlıyım. Dünyaları verseler kesemem göbek bağımızı.

İstanbul’da eviniz gibi gördüğünüz semtler nereleri?

İlginç bir şekilde gençliğim Cihangir’de geçti. 20 sene Havyar Sokak’ta yaşadım. Önceleri ailemle, sonra aynı sokakta hayat arkadaşımla. Bu yıl Anadolu Yakası’na taşındım biraz sakinleşmek için. Beyoğlu’nda büyüdüm sayılır. Her zaman yeri ayrıdır. Ben sürekli sokaktayım, yürümeyi çok seviyorum. Bir sürü şarkı fikrini de yürürken buluyorum. İstanbul bu açıdan çok fazla ilham oldu. Çeşitli rotalarım var; Aşiyan’dan Tarabya’ya, Cihangir’den Sirkeci’ye, şimdi yeni keşfim Çengelköy’den Anadolu Hisarı’na yürümeyi seviyorum.

Bir röportajınızda kendinize İstanbul dışında güneyde de bir yaşam alanı kurduğunuzu söylemişsiniz. Orası neresi? Nasıl bir hayatın içindesiniz?

Nerede olduğunu söylemesem daha iyi olur (gülüyor). Küçük bir yerde, eşimle kurduğumuz bir ev. Biraz inziva alanı gibi kurguladık. Meşguliyetlerimiz el verdiğince gidip geliyoruz. Ama benim bazım İstanbul.

Bahsettiğiniz yerde doğayla iç içeyseniz sizi en çok cezbeden şey nedir? Ben mesela denizi, bulutları ve güneşin batışını bin kere de görsem aynı heyecanla izliyorum. Sizinki nedir?

Doğayla iç içe evet evimiz. Doğada beni en çok şaşırtan şey ondan ne kadar uzak olduğumu görmek; üzülüyorum bunu fark edince. Ben de denizi seyretmeyi severim, güneş batarken gökyüzündeki mor pembe paleti severim.

Melike Şahin Roskilde'de, 2022

İş konusunda en tahammül edemediğiniz şey nedir?

Çok takıntılı biriyim iş konusunda. En tahammül edemediğim şey, kendinin ve sınırlarının farkında olmayan kişiler ve sınır ihlalleri. Neyse ki bu açıdan temiz bir ekiple çalışıyorum.

Aynı şeyi hayat için de sormak istiyorum.

Cevabım aynı olacak.

Yoğun bir konser temponuz var ama evde olduğunuz zaman vaktiniz nasıl geçiyor?

Koltukta kedilerimle yuvarlanıyorum, dizi izliyorum.

Son dönemde en çok sevdiğiniz dizi ve film hangisi oldu?

Kızılcık Şerbeti’ne düştüm. Film olarak da Sick of Myself’i izledim en son uçakta, güzeldi bayağı.

Son iki yılda artan popülarite ve iş yoğunluğu beraberinde en çok hangi sıkıntıyı getiriyor? Uyum sağlamaya çalıştığınız şeyler var mı?

Sosyal hayatta beni görünce heyecanlanan insanları görünce hem hoşuma gidiyor hem de gitmiyor. Kimse beni tanımadan yürümek isterdim. Fotoğraf isteklerine “Hayır” dediğimde çok üzülüyorum. Popülaritenin beni en üzen tarafı sokakta tanınmak. Keşke tanınmasaydım.

Cumhuriyet’in 100. yılındayız. Yaşadığımız ülke, dönem ve geleceğe dair neler söyleyebilirsiniz?

Güzel günler görmek istiyorum, güneşli günler. Tatmadık endişe, bela kalmadı. Özellikle deprem sonrası çok yalnız ve terk edilmiş hissettim. Bu son senelerin kalbimizdeki ağırlığını nasıl tamir edebiliriz bilmiyorum ama bir şekilde umudum var. Hırpalanan birçok şeyin yanında, müzik sektörünün geleceğini merak ediyorum. Festivaller, konserler, binlerce kişiyle aynı şarkıyı bağır çağır söylemek istiyorum.

Melike Şahin
Merhem
Müzik
Pençe
İstanbul
Melis Danişmend
Sayı 014

BENZER

50 küsur yıllık bir kariyer, sayısız albüm ve performans... Moğollar için emeklilik asla söz konusu değil! Aksine, pandemi sürecinin konser vermeden geçirdikleri en uzun süre olduğundan yakınıyor ve yeniden sahnede olmak için adeta gün sayıyorlar. O zamana dek ise Avrupa'da 44 yıl aradan sonra yayınlanan ilk Moğollar kaydı olan Anatolian Sun'ın heyecanı onları oyalayacak gibi. Efsane ekiple iki plaktan oluşan bu albümü, özellikli kayıt şeklini, geçmişi ve bugünü konuştuk.
1932’de İstanbul sokaklarında insanları sıcaktan bayıltan yaz, 1933’te gelmek bilmedi, sayfiye yerlerinde esnafın gözü yollarda kaldı... 1931’de ani fırtına eşliğinde gerçekleşen Boğaz’ı Yüzerek Geçme Yarışması’nın iki kadın yüzücüsü de başarıyla Kandilli’ye ulaşırken, 1935’te Florya’nın dünya plajı olma hayalleri vardı...
Oyun ve konser performanslarına bir süre ara veren DasDas'ta yaz hareketliliği başladı.