Bir ahir zaman masalı: Yeni Moda Eczanesi

Fotoğraf
Selçuk Özdil
25 Mayıs 2022 - 12:59

Moda Caddesi’nde bulunan eczane, dışarıdan sade ve iddiasız görünmesine rağmen, içeriye adımınızı atar atmaz, rengârenk ecza şişeleri, irili ufaklı havanları ve eczacılığa dair pek çok gereçle karşılıyor sizi. Biraz sonra ise kulağınıza bir klasik müzik eseri ilişiyor. Zira eczanenin sahibi, 90 yaşındaki Melih Ziya Sezer aynı zamanda müzmin bir sanatsever. Gençliğinde dönemin hatırlı müzisyenlerinin tedrisatından geçerek keman çalmayı öğrenmiş; o günden bu yana fırsat buldukça Süreyya Operası’ndaki temsillere gidiyor. Chopin, Rachmaninoff, Mozart en sevdiği klasik bestecilerin arasında yer alıyor. Nitekim söyleşimiz sırasında Rachmaninoff’un ezgileri, Melih Bey’in sesine karışıyor; birlikte âdeta zamanda yolculuğa çıkıyoruz. Yeni Moda Eczanesi bir ahir zaman masalından çıkmışçasına insana zamanı ve mekânı unutturuyor.

Melih Bey, üslubuyla, hitabetiyle, hali ve görgüsüyle tam bir İstanbul beyefendisi! Eczaneye girenleri mekânın kıratına yaraşır bir kabul bankosunun arkasından bembeyaz önlüğüyle selamlıyor ilkin. Kibar, sakin, vakur ve anlayışlı... Müşterinin her türlüsüne de hazırlıklı ve sabırlı... Kendisinden bilgi almaya veya alışveriş yapmaya gelenlere yılların tavsatamadığı bir titizlik ve ciddiyetle yaklaşıyor. Hocasından aldığı eski bir düsturla diyor ki: “Doktorun hatasını eczacı, eczacının hatasını ise mezarcı temizler!”

Melih Bey’in eczanesinin ziyaretçileri ise genel olarak üç gruba ayrılıyor: Gündüz müşterileri, gececiler ve Melih Bey’in dostları... Gündüz taifesi, her eczanede görebileceğiniz insanlardan oluşuyor. Aralarında hastalığına şifa, derdine deva arayanlar da var; sadece el kremi almaya gelenler de... Gececiler ise daha olağandışı kişiler olabiliyor ekseriyetle, gündüz ziyaretçilerine göre... Olağandışı... Kimi zaman tedirgin edici... Nitekim meslek hayatı boyunca tuttuğu gece nöbetleri sırasında bazı dehşetengiz olaylara ve kişilere tesadüf ettiğini söylüyor Melih Bey, hatta birkaç defa feneri karakolda söndürmek zorunda kaldığını da... Öyle ki dostları uzun bir zaman bu gece nöbetlerinde eşlik etmiş kendisine. Eczanenin arka tarafındaki masanın etrafında renklenen bu gece nöbetleri zamanla edebiyattan sanata, günlük politikadan Moda sekenesinin ahvaline kadar pek çok şeyin konuşulduğu bir dost mahfiline dönüşmüş.

Melih Ziya Sezer

Siz de Melih Bey’in dostlarından biriyseniz veya şanslıysanız ancak o vakit bankonun arkasındaki, “Laboratuar” yazan kapıdan içeriye, eczanenin asıl şaşkınlık verici dünyasına adımınızı atabiliyorsunuz. O ana dek gördüklerinizin katbekat fazlası orada mevcut... Melih Bey’in eczacılığa dair onlarca yıldır itinayla biriktirdiği materyaller; keza beherler, şişeler, ilaçlar, reçete koleksiyonları, reçete kayıt defterleri, ilaç yapımı için gereken kimyasal maddeler, eczaneye hediye gelen objeler ve daha pek çok araç gereçle burası âdeta yaşayan bir eczacılık müzesi... Zaman zaman sırf bu saikle içeri girenler ve eczaneyi gezmek isteyenler de olmuyor değil. Nihayetinde Melih Bey’in hoşsohbetinden, güler yüzünden herkese bir pay var Yeni Moda Eczanesi’nde.

Melih Bey’in eczanesinden nice maruf sima da gelip geçmiş. Melih Cevdet Anday, Cahit Kayra, Necip Fazıl Kısakürek, Ahmet Cemal gibi edebiyatçılar eczanenin gediklilerinden yalnızca birkaçı... Melih Bey de edebiyatla yakından iştigal ediyor. Eczaneden ve dostlarından artakalan vakitlerinde şiir yazıyor.

Eğer yolunuz bir gün Moda’ya düşerse Melih Bey ile tanışmak, rengârenk şişeleri ve İstanbul’un hiçbir yerinde göremeyeceğiniz eşyalarıyla onun yarattığı o ahir zaman masalını yerinde görmek isterseniz, sakın Yeni Moda Eczanesi’ne uğramadan geçmeyin. Yeni Moda Eczanesi elbette bu kadar değil, Melih Bey’in de söyleyecekleri var:

1902'de Kızıltoprak'ta açılan eczane 1937'de Moda'ya taşınmış

Eczanenizin tarihi ne zamana dayanıyor?

Eczanenin ilk sahibi olan Faik (Göksel) Bey, 1902 yılında Kızıltoprak’ta, Eczane-i Saadet ismiyle çalışmaya başlıyor. O vakitler Kızıltoprak’ta iki eczane var. 1927 yılında eczanelerin tahdidini öngören bir yasa çıkınca Faik Bey eczanesini “Moda Eczanesi” ismiyle Moda’ya taşıyor. İstanbul Üniversitesi Eczacılık Fakültesi’nden 1925 yılında mezun olan babam ise 1937 yılında eczaneyi devralınca isminin önüne “Yeni”yi de ekliyor. Böylece eczanenin ismi bugünkü halini alıyor.

Babanız Halil Nejat Sezer’den bahsedelim.

1899 yılında Urfa’da doğuyor. Çocukluğu Urfa’da geçiyor. Daha sonra ise yükseköğrenim için İstanbul’a geliyor. İlkin tıbbiyeye girmek istiyor ancak tıbbiye öğrenimi çok uzun sürdüğü için eczacılığa yöneliyor. Bir yandan da belediye konservatuvarında keman bölümünü bitiriyor.

Sizin kemanla olan rabıtanız nasıl?

Sanıyorum ki 1945-46 yıllarıydı. Selim Badur ile Ömer Badur’un dayısı Önder Dai ile aynı apartmanda oturuyorduk. Bir gün halk evinde bir resital vardı, beni oraya götürdü. Chopin’in bir prelüdü çalıyordu. Hiç unutmuyorum o anı, âdeta büyülendim. Müzik tutkum o günden beri devam ediyor. Keman meselesine gelirsek, evde babama ait bir keman vardı zaten. Ben de Halkevi’ne keman kursuna gitmeye başladım. Orada Kavafyan bana keman tutmayı öğretti. Daha sonra dersimize Bedia Kösemihal geldi. Onunla çalışmaya başladık. Nurettin Şazi Kösemihal ile de yaklaşık 1949’a kadar keman çalıştık. Birkaç ay ise Ekrem Zeki Ün’den dersler aldım.

O yıllarda gençlerin sanata, müziğe ilgisi nasıldı? Bu bağlamda Halkevleri’nin misyonu neydi?

Halkevleri başka bir ekoldü. Orada tiyatro kolu vardı mesela, çok sayıda önemli sanatçı yetişti. Müzik konusunda da önemli imkânları vardı. Müzikolog Hulusi Öktem bir orkestra kurmuştu orada. Dahası her hafta bir resital olurdu. Eğer bu konuda ilginiz varsa, kılık kıyafetiniz de düzgünse ücretsiz bilet verilirdi. Biz gençler gidip saygın müzisyenleri orada dinleme şansı bulurduk. Satranç kolu vardı. Nevzat Süren, Aydın Boysan gibi kimseler oranın müdavimlerindendi. Ressam Şeref Akdik resim dersi verirdi. Çok verimli bir yerdi. Her zaman söylerim ülkenin iki kırılma noktası vardır diye: Biri Halkevleri’nin, diğer ise Köy Enstitüleri’nin kapatılmasıdır. Halkevleri’nin kapatıldığı zamanı hatırlıyorum da, Demokrat Parti iktidara yeni gelmişti. O yaz Halkevleri kapatıldı. O güzelim kemanlar, çellolar, mandolinler yollara atılmış bir haldeydi. Halkevi’nin arkasında büyük bir kitaplık vardı, bütün o canım kitaplar da aynı akıbeti paylaştı. Türkiye’nin ne hale geleceği o zamanlardan belliydi. Nitekim şimdikiler, Demokrat Parti’nin icraatlarının meyvelerini yiyor. Bütün mesele halkı cahil bırakmak... Cahil adam oy deposudur çünkü.

Yeni Moda Eczanesi, Kadıköy

Sizin sanata ilginiz devam etti mi?

Maalesef fakülte, eczane ve kemanın aynı anda devam etmesi mümkün değildi. Ama dinleyici olarak sanata ilgim her daim devam etti. Hem alafranga hem de alaturka eserleri dinlerim. Yeni nesilden de iyi müzisyenler çıkıyor, zaman zaman çok beğendiklerim de oluyor. Ancak şu var ki müzik işinde genç nesil siyasi konjonktüre göre davranırsa, etrafına at gözlüğüyle bakarsa olmaz. Sanat başka bir şey!

Bir de eşiniz Ayşe Hanım’la yarım asırdan fazla süren bir hayat arkadaşlığınız var...

Eşim Ayşe ressamdır. Yıl 1962’ydi. Bir gün Ayşe buraya dostum Niyazi Yılmazay ile ilaç almaya geldi. Hani bir insanı ilk defa görünce ne hissederseniz öyle gider ya; Ayşe’yi de o gün ilk defa gördüğümde içime su serpildi. Sade, yüzü ışıl ışıl bir insandı. İstanbul Kız Lisesi’nden sonra Güzel Sanatlar Akademisi’ne devam etmişti. Akademi’nin son öğrencilerinden biri o. 1964’te de evlendik. Sessiz sedasız, gösterişsiz bir törendi. Mühim olan sonrası, mühim olan evliliği sürdürebilmek. Açıkçası biz bunu başardık, mutlu bir beraberliğimiz oldu. Eşim Ayşe dürüsttür, güvenilirdir. 1970’te de oğlumuz Ali Demir dünyaya geldi. O da Eczacılık Fakültesi’nden mezun ama okulda hocalık yapıyor, çok iyi bir ilim insanıdır kendisi.

Hocanız Kasım Cemal Güven’e ait bir söz var, "Doktorun hatasını eczacı, eczacınınkini ise mezarcı temizler" diye. Başınıza bu minvalde bir olay geldi mi?

Eczacı çok dikkatli olmak zorunda. Doktor bazen yanlışlık yapabilir. Ama eczacının yanlışlık yapma lüksü yok. Benim başıma da böyle birkaç vaka geldi. Bir defasında bir reçete geldi, küçük bir çocuğun ağzı için yazılmış, içinde zehirli madde olan bir reçete. Ve maddenin dozu bir hayli yüksek... Reçeteyi yaptırmak için geldiklerinde söyledim, “Ben bu reçeteyi hazırlarım ama siz sakın kullanmayın, belli ki doktor yanlış yazmış” diye. Doktor yanlışını kabul etmek istemediyse de reçetenin sahibi bana teşekkür etti. Kasım Hoca’nın dediğine iyi bir derstir bu olay.

Mesleğe başladığınızdan beri eczacılıkta neler değişti?

İşin sanatı gitti, ticareti kaldı. Mesela ben hâlâ ilaç yapabiliyorum ama artık yapabilen eczacı çok az. Yazabilen de çok az. Hazır ilaçlarda önemli devrimler oldu ama ilacı hazırlamak eczacının da kendinden bir şey katması demek. Yani işin sanat kısmı... Bir de ne yazık ki yerli firma kalmadı, yabancı firmalar piyasayı ele geçirdi. Tarımda, gıdada da öyle değil mi? Ülkede her şey dışa bağımlı hale geldi...

Eczanede 1950’den beri birikenler

Gece nöbetlerini hâlâ kendiniz mi yapıyorsunuz?

Çok yakın zamana kadar ben yürütüyordum nöbetleri. Bu esnada arkadaşlarım bana eşlik ederdi. Bir nöbet grubumuz vardı. Editör Bahar Tırnakçı grubumuzun ismini “Grup G” olarak koydu. “G”, gerge en geliyor. Her nöbette bir araya gelir, saatlerce sohbet ederdik. Nöbetlere gelirsek... Geceleri değişik kimseler gelir eczaneye. Gece müşterisi gündüz gelenlerden genellikle farklıdır. Yaklaşık on sene önceydi, biri geldi diazem istedi, reçetesi yoktu, vermek istemedim, ileri geri konuşmaya başladı. Belli ki morfin bağımlısı. Karakola gittik, polisler adamla konuştular. Bana çıkarken “Biz adamı öyle hizaya soktuk ki daha yıllarca oraya uğrayamaz” dediler, adamı hırpaladıklarını düşünerek üzüldüm. Ancak daha eczaneye henüz dönmüştüm ki gene geldi. Morfin için yalvardı. Allah’tan kepenk vardı o sırada. Ucuz atlattım. Arada bunun gibi değişik vakalar oluyor elbette.

Buradaki bunca materyal, araç gereç ne zamandan beri birikiyor? Buranın gerçek bir müze olmasını ister misiniz?

Bir tarih vermek gerekirse, 1950’den beri birikiyor bunlar. Aşağıda da var bir sürü şey. Daha önce burada bulunanları İstanbul Üniversitesi’ne hibe etmeyi düşündüm. Hem babam hem ben hem de oğlum orasının Eczacılık Fakültesi’nden mezunuz. Zaten İstanbul Üniversitesi kendi bünyesinde buna benzer bir müze açmıştı. Ancak sonra baktık ki kurumun başında kim varsa onunla yürüyor bu işler. Üstelik kıymet bilmiyorlar. Zaman zaman buradaki materyalleri almak isteyen çıkıyor ama ben satmıyorum.

Bir asırlık eczaneden bahsediyoruz. Kimler geldi kimler geçti?

Cahit Kayra yakın dostumdu, eczanenin daimî müşterilerindendi. Cemal Paşa’nın torunu olan, aynı zamanda çevirmen Ahmet Cemal de gelirdi sık sık. Zarif, mütevazı, değerli bir insandı. Necip Fazıl da müşterilerimizdendi. Ama Necip Fazıl dostum değildi. Evet, şairliğini çok severim ama siyasetteki tavrından hazzetmezdim. Melih Cevdet Anday, Avukat Nihat Türel bunlar ilk etapta aklıma gelen dostlarım ve eczanenin hatırlı ziyaretçileri...

Cahit Kayra

Sizin edebiyatla ilişkiniz nasıl?

Öğrenciyken edebiyat derslerini hep sevdim. Kabataş Lisesi’nde okuyordum. Behçet Necatigil hocamdı. Daha sonra devam ettiğim İbrahim Ağa’daki Anadolu Palas’ta, Zahir Güvenli hocam oldu. Her ikisi de büyük şans oldu benim için. Uzun zamandır da şiir yazıyorum, yazdıklarımı kitaplaştırıyorum.

Geçmişten bugüne Moda’da neler değişti?

İnsani değerler değişti bir kere. Beş yaşından beri Modalıyım, o zamanlar insanlar birbirlerine çok saygılıydı. Hatırlıyorum da daha ufacık çocuktum, evden eczaneye tek başıma gelirdim, ne rahatsız eden olurdu ne laf atan. Herkes korurdu, kollardı birbirini. Harp zamanında karartma yapıldığında da kızı erkeği herkes güven içinde yürürdü sokaklarda. Diğer bir şey ise İstanbul’un diğer bölgelerinde yaşayanlar, Modalıları zengin zannederdi. Oysa öyle değildi. Bilhassa harp yıllarında yokluk vardı, kıtlık vardı. Şeker, ekmek ve daha pek çok şey karneyle verilirdi. Buna rağmen hükümete güvenirdi insanlar. Şimdiki gibi değildi. Ben o zamanları anlattığımda, gençler masal dinler gibi dinliyorlar beni. Her şey çok büyük hızla değişiyor maalesef. On senede bir eskiyi arıyoruz.

Moda’da kalan son çınarlardan biri olarak ne söylemek istersiniz?

Başta Cahit Kayra ve Nihat Türel olmak üzere bütün dostlarıma, bana bir şey öğretenlere, iyiliği dokunanlara veyahut bilerek ya da bilmeyerek bana kötülük ederek bir şeyleri anlamama sebep olanlara teşekkür ediyorum.

Yeni Moda Eczanesi
Moda
Kadıköy
Melih Ziya Sezer
Eczane
Eczacılık
Tarih
Yaşam
ist dergi
Sayı 010

BENZER

Üsküdar’ın bilinen ilk adı "altın şehir" anlamına gelen Hrisopolis’tir. Bu ismi gün batımındaki dillere destan sarı tonlarından mı, Perslerin burada altın depolamasından mı, yoksa bir tutam esrarengiz sarı tüyden mi aldı dersiniz? Soran olursa “Rüya” anlatıyor...
1948 yılında İstanbul’da temeli atılan ve aslında ata sporumuz güreş için inşa edilen Spor Sergi Sarayı kısa süre içinde basketbol denince akla ilk gelen mekân olacaktı...
Resimde, müzikte, fotoğrafta ve sinemada sonbahar duyarlılığı, romantizmi ya da duygusallığı sık sık işlenir. Bu yazıda seçtiğimiz örnekler üzerinden Türk sinemasında 1960’ların sonbahar esintilerinden bahsetmek istiyoruz. Tabii bize göre...