Bugüne kadar sırtımı hiç Haydarpaşa Garı’na, yüzümü denizin ötesindeki metropole dönüp de “Seni yeneceğim ey koca İstanbul!” diye haykırdığım olmadı ancak doğup büyüdüğüm bu şehir son yıllarda benim gibi milyonlarca insanı şehrin sınırlarına doğru ite ite kurtulmaya çalıştığından, gözümün önüne sık sık İbrahim Tatlıses’in Salacak Sahili’nde durup kente diklendiği sahne geliyor. O sahnede Tatlıses’in karakteri “Çok büyüksün İstanbul, kim bilir kimleri yuttun. Ama beni yutamayacaksın!” der. Belki bizi de yutamadı İstanbul ama basbayağı tükürüp attı! Biz kim miyiz? Bu şehirde yaşayan milyonlarca kiracı! Sayımız tam olarak bilinmiyor. Bundan 10 yıl önce, kent nüfusunun yüzde 31,5’ini oluşturuyorduk. Veriler, içinde bulunduğumuz ekonomik kriz döneminde kiracı sayısının arttığını söylüyor.
Nüfusun büyük bölümü, özellikle de bordrolu çalışanlar bu şehrin vahşi bir at gibi sırtından atmaya çalıştığı yük gibi düşmemek için sıkı sıkıya tutunuyor, her düşüşte yeniden sırtına binebilmek için çırpınıyoruz. Çünkü İstanbul’un artık eskiliğe, fakirliğe, para getirmeyen hiçbir şeye tahammülü yok. Ve bazılarımız, onun talep ettiği hızda ve miktarda zenginleşemedik.
Şehirde bir ev sahibi olmayı “beceremedik.” Akıllı yatırımlar yapmayı, ileride değerlenecek bir arsa alıp kenara koymayı “beceremedik.” Ve şimdi tüm bu “beceriksizliğimiz” nedeniyle kara kara düşünüyoruz, “bu kiralar nasıl ödenecek?” diye. Kent hakkı ve barınma hakkı İstanbullu için soyut kavramlar değil artık, her gün yaşadığımız gerçeklik ve akademisyenler “kira göçü” gibi olguları araştırmaya başladı.
Kiralardaki artış sonucu ortaya çıkan göç dalgası o kadar sarsıcı ki Birikim dergisi Ocak 2023 sayısını bu meseleye ayırdı. Sıla Arkat imzalı makalede, krizin özellikle kadınların hayatlarına etkisi üzerinde duruluyordu. Yazının girişinde verilen bilgilere göre o tarihte İstanbul’da, 28 bin lira ile yüksek kira konusunda rekor kıran ilçe Sarıyer’di.
Oysa altı ay sonra bugün bu miktar normalleşti, şaşırtıcı olmaktan çıktı. Arkat’ın makalesinde, ev sahibinin yaptığı zammı karşılayamadığı için ailesinin yanına dönen hatta yaşadığı kenti arkasında bırakan kadınların anlatısına yer veriliyor. Bu kadınlardan biri de 47 yaşındaki F. Ev sahibinin kirasını 2 bin 200 liradan 8 bin 500 liraya çıkarmasının ardından, uzun yıllardır yaşadığı İstanbul’dan doğduğu şehre, Ankara’ya dönen F. şöyle diyor: "15 yıl sonra Ankara’ya dönmek hem çok güzel hem de çok hüzünlü. Kendi ayaklarının üzerinde durduğunu sanırken birden durduğun yol ayaklarının altından çekiliverdi. Biraz onur kırıcı bir yanı da var meselenin."
“Olağanüstü bir şey olmazsa demiştim, deprem oldu. Yoksa benim tahminim tuttu aslında. 2023’ün ilk ayında fiyatlarda yüzde 10-15 düşüş yaşadık. Öte yandan özellikle deprem yüzünden fiyatlarda düşüş yaşanan ilçeler de var. Beşiktaş, Bakırköy gibi. Nedeni hem çok güvenli bölge olmayışı hem de binaların eski olması. Şehrin kuzeyinde olan veya yapı stoğu yeni olan birkaç semt dışında kiralar sabit diyebiliriz. Yükselen bir semt adı vermek istemem çünkü spekülasyona açık bir durum. Deprem söz konusu olduğunda hem zeminin hem de yapının sağlam olması önemli. Zemin sağlamdır ama yapı sağlam olmayabilir.

Deprem ihtimalini bir kenara bırakırsak, İstanbul’da konut kiralarının artmasının nedeni arz ve talepteki dengesizlik. Bu aynı zamanda iktisat teorisi, bir şey ne kadar az bulunuyorsa ve talep ne kadar fazlaysa fiyat o ölçüde artar. Kentsel dönüşümün bunca zamandır sağlıklı bir şekilde yapılmamış olması fiyat artışında etkili. Çok kısa sürede binlerce bina yıkıldı. Bu binalarda oturan herkes kiraya çıktı. 200-300 bin hane halkı demek bu. Pandemide şehirden ayrılanlar dönmeye başladı aynı dönemde. Ekonomi, enflasyon derken fiyatlar uçtu gitti. İstanbul devlet memurları için artık sürgün yeri.”
Artan kiralar, kiracı-ev sahibi ilişkilerinde de yarılmalara sebep oldu. İstanbul Planlama Ajansı’nın (İPA) “Konut Rehberi” araştırmasına göre son kira döneminde kiracıların yüzde 71,7’si ev sahipleri ile ev sahiplerinin ise yüzde 81,3’ü kiracılarıyla sorun yaşadı. Yine İPA’nın Şubat 2023 barometresine göre katılımcıların yüzde 29,8’i İstanbul yakınlarında yedi veya daha şiddetli bir deprem meydana geldiği takdirde yaşadığı binanın ağır hasar alacağını veya yıkılacağını düşünüyor. Buna rağmen yüzde 21,7’si maddi yetersizlik nedeniyle evinde kalmaya devam edeceğini söylüyor. Yüksek kiralar, İstanbullunun yeni, depreme dayanıklı bir evde veya güvenli bir mahallede oturmasının .nünde engel oluşturuyor.
"Konuta barınma hakkı olarak bakılmıyor, yatırım olarak bakılıyor"
Volkan Altınok, Kent Araştırmacısı ve Urban Koop üyesi
İstanbul’daki akılalmaz artışlar sonrası “kira göçü” kavramını ilk kullanan Temmuz 2022’de Ekonomim gazetesi oldu. Artık oturduğu evin kirasını ödemeye gücü yetmediği için şehri terk edenler hakkındaydı haber. Kavramı akademik düzeyde ele alanlardan biri ise kent araştırmacısı ve Urban Koop üyesi Volkan Altınok. Altınok, kira göçünü zorunlu göç olarak değerlendiriyor ve kişi üzerindeki travmatik sonuçlarına dikkat çekiyordu. Kendisi de kiracı olan Volkan Altınok’a İstanbul’da kiracı olmanın bugün ne ifade ettiğini sorduk.
Yaşadığı şehir, semt kişiyi ne kadar tanımlar, tarif eder?
Türkiye’de kişinin tanımlanabildiği yerler varken tanımlanamadığı yerler de var. Sürekli göç hâlinde bir ülkeyiz. Sivaslısınız, İstanbul’da belli bir bölgeye yerleşiyorsunuz. Karadenizlisiniz, yine belli bir bölgeye yerleşiyorsunuz. Buralarda kurulan süreçler, insanın kültürünü oluşturuyor. “Doğa mı kültür mü” çatışması vardır ya, insan artık doğaya doğmuyor, kültüre doğuyor. Kültür, insanın ikinci doğası. Dolayısıyla yaşadığı mekândaki aidiyetler, ilişkiler, iletişim tarzı, her şey insanı tanımlar. Kültürsüzmüş gibi görünen çok katlı sitelerde bile bir kültür oluşur. Evin içi-dışı, planı, sitenin planı, nasıl bir sokağa çıktığınız, arabaların varlığı yokluğu insanın habitusunu oluşturur. Habitus dediğimiz şey de insanı tanımlar.
Dolayısıyla sadece İstanbul değil, İstanbul’un tek tek ilçeleri hatta mahalleleri farklı tanımlar oluşturuyor. Fatihli olmak, Büyükadalı olmak gibi… Öyle mi?
Onu da geçtik artık, bir mahallenin mutenalaşmış (seçkin) tarafıyla mutenalaşmamış tarafı da farklılaşıyor. Ben şu aralar Balat-Ayvansaray’da bir sözlü tarih çalışması yürütüyorum, orada altında kafe açılmış binayla açılmamış binanın kültürü, aidiyeti bile farklı. Bir tanesi artık kapitale ulaşabildiğinden başka şeyler istiyor, diğeri ihtiyaçlar piramidinin altlarında kalmaya devam ediyor. Balat’ta turistikleşmenin ulaştığı yer ile ulaşmadığı yer arasında bile çok büyük fark var. Kira geliri sizi belirliyor. Fikirtepe çok iyi örnektir. Oradaki yanlış dönüşüm yüzünden iki kardeşten birinin gecekondusuna milyon verip apartman yaptılar, diğerine hiçbir şey vermediler. Dolayısıyla biri milyoner oldu, diğeri aynı kaldı. Özetle mekân ve mekândaki değişimler insanı çok etkiliyor.

Eskiden de oturduğu semt kimlik değiştirip mutenalaşınca taşınmak zorunda kalan kiracılar vardı ama hep gidilecek bir sonraki semt/mahalle oluyordu. Artık yok, şehrin kıyısındaki semtlerde bile kiralar çok yüksek. Kira krizi neden şimdi çıktı?
Genelde dünyadaki ekonomik krizle açıklanıyor ama bu sorunun bir dolu cevabı var. Plansızlık en birinci mesele. Ev sahibinden belediyeye, merkezî yönetime kadar sadece rantı çok güzel planlıyorlar. Konuta barınma hakkı olarak bakılmıyor, yatırım olarak bakılıyor. Barınma hakkı olarak görseniz, nasıl ekmeğe belli bir miktarın üzerinde zam yapılamıyorsa kiraya da yapılamaz. Bunu talep eden katılımcı bir demokrasi yok. Ayrıca İstanbul arsa stoğunu çoktan tüketti. 80’li yıllarda bilimsel yöntemle yapılacak bir şehir planlamasına göre konut yapılacak arsası kalmamıştı. Bütün boşlukları, deprem toplanma alanlarını doldura doldura kat artışları verilerek üst üste yığılan bir şehirde yaşıyoruz. Hükûmetin Katar’la kurduğu ilişkiler, Rusya-Ukrayna arasındaki savaş ile yabancılara konut satışının artması da bu felaketi hazırladı. Elbette herkesin ev almaya hakkı var ama vatandaşlık satma meselesini "250 bin dolar öde, vatandaşlık al" düzeyine getirdiler. Şehir içindeki ilkokulların yeri bile kupon araziyse yakılıp okullar başka yere taşınıyor. Eskiden okuluna yürüyerek giden çocuklar, sabahın köründe servislerle taşınıyor. Mahalle örgütlenmelerimiz olsa, mahalle meclisleri olsa böyle olmazdı. İnternetin varlığı da çok önemli bir neden. Eskiden bir semtin kira rayici, o semtteki diğer evler tarafından belirlenirdi. Şimdi sekiz mültecinin Esenyurt’ta yaşadığı evin kirasının 20 bin lira olduğunu görünce siz internet sitesine ilan verirken "benim evim Kadıköy’de o zaman ben 25 bin isterim" diyebiliyorsunuz. Ama Esenyurt’taki o evin öznel durumunu bilmiyorsunuz. Aynı anda sekiz göçmen yaşadığı için o evin kirasının 20 bin olduğunu bilmiyorsunuz. Eskiden başka semtlerle kıyaslama yapmazdık. Şimdi herkes İstanbul’un her yerindeki ev kiralarını biliyor.
Oturduğu evin kirasını karşılayamayan kentlinin, fiyatların daha düşük olduğu bir mahalleye veya şehre taşınmasını zorunlu göç olarak tanımlıyorsunuz. Köy boşaltmalar, deprem sonrası yerleşim yerini terk gibi daha ağır durumlarda bu tanım kullanılıyor. Bu durumda da kullanılabilir mi?
Orada rıza kavramı çok önemli. Bazı kesimler var ki göç etmek bir hayat stratejisi. İşine, okuluna yakın kesimleri tercih ederek sürekli göç hâlinde yaşayan kesimler var. Beyaz yakalılar, kariyerinin başındakiler, DINK (Double Income No Kid) dediğimiz ikisi de iş sahibi olan çocuksuz çiftler, geliri artınca veya çocuk yapınca güvenlikli yerlere gidenler… Bunlar zaten duruma göre isteyerek yer değiştiren gruplar. Elbette köyleri yakılanlar, depremzedeler, baraj yapılacak, maden açılacak diye yerinden edilenlerle kıyaslanamaz ama kent içinde düzenini kurmuş, orada aidiyetlerini oluşturmuş, özellikle yaşlılar gibi dezavantajlı olanların evini, mahallesini terk etmek durumunda kalması ilk kez bu kadar ağır yaşanıyor. Daha önce küçük küçük hep oluyordu, kentsel dönüşüm, mutenalaşma insanları yerinden yavaş yavaş ediyordu. İlk kez orta sınıfın derdi oldu ki bu orta sınıfın tarihten silinmekte olduğunu da gösteriyor. Alt gelir gruplarının, marjinalleştirilmiş olanların her zaman barınma sorunu vardı. Şimdi kim dezavantajlı, kim avantajlı diye oturup yeniden düşünmek lazım. Şimdinin fakiri işçi mi, öğretmen mi, zamanında kente gelip bir gecekondu yapan mı, üniversite okumuş bordrolu çalışan mı? Yoksulluk tanımını yeniden düşünmek gerekiyor. Yeni kırılgan grupların kim olduğunu daha iyi anlamak için de gerekli bu.

Şehir içindeki yer değiştirmeler İstanbul’un sosyal ve kültürel dokusuna nasıl etki eder? Mesela kültür üretimi şehir merkezinde ama kültür tüketicisi merkezde barınamıyor. Dolayısıyla tüm bu üretim periferiye (çevreye) kayabilir mi?
Kayıyor zaten. Beylikdüzü buna örnektir. Kadıköy’den bildiğiniz barların birçoğu yan yana dizili orada. Serbest piyasa ne tür bir demografi nereye göç etmişse ona alışkın olduğu ürünü de sunuyor. Oysa iş merkezlerinin çevresinde, orada çalışacak insanlar için konut arzı da oluşturulmalı. Bu planlama Cumhuriyet’in ilk yıllarında vardı. Serbest piyasaya bırakınca kültürel mutenalaşma, ekonomik mutenalaşma diyebileceğimiz şeyler oluştu. Antropolog olarak bakınca çok da komik bir şey görüyorum burada. Biyolojik olarak bir tür var, o tür bir yere gidiyor, önce duvarları grafiti ile işaretliyor, grafitiyi görünce anlıyorsunuz ki burası mutenalaşacak. Sonra orada üçüncü nesil bir kafe açılıyor. O kafe ilginç dekoruyla yüksek fiyata kahve satmaya başlıyor. Sonra oraya hayattan beklentisi olmayan gençler geliyor. Sonra laptoplular geliyor, sonra da hep birlikte gidiyorlar. Kadıköy Yeldeğirmeni bunu yaşıyor mesela. İstanbul kültür alanında çalışanların, eğer yurt dışına iş yapmıyorsa barınamayacağı bir hâle geldi. Örneğin bir ressam dijital sanata yöneliyorsa mekânda kalabiliyor.
Antropoloji alanından konuşmaya başlamışken 2023 model İstanbul kiracısını bir canlı türü olarak nasıl tarif edersiniz?
Gelişmiş demokrasilerde ev sahibi olmanızla kiracı olmanız arasında büyük bir fark yoktur. Aynı tüketim ilişkilerini sürdürür, aynı yerlere gider, aynı şeyleri yer, çocuklarınızı benzer okullara gönderirsiniz. Barınma hakkı devlet tarafından koruma altına alınsa insanların ev sahibi olma hırsı teşvik edilmese kiracı olmanın evrimsel açıdan bakıldığında adaptasyon gerektiren bir şey olmadığını görürsünüz. Kiracı olmakla insanlar sınanmaz. Barınma, bir haktır. Ev sahibi olan ve olmayan ayrımı bugün çok derinleşti ve özneleri siyasi olarak da bir yere yaklaştırdı. Yeni yoksul artık beyaz yakalılar. TİP gibi siyasal örgütlenmelere katılan insanların işçi mahallelerinde oturanlar değil Şişli, Kadıköy gibi semtlerde oturanlar olduğunu g.rüyorsunuz. Kira geliri olanlar tür olarak besin zincirinde bir üst seviyeye geçti. Olmayanlar ise sürekli emek, zaman, enerji yakarak birilerine bir ev daha aldırıyor. Kira artışı yüzünden boşananlar, intihar edenler, kent değiştirenler, iş değiştirenler var. Biyolog gibi bakın, kira nedeniyle göç eden bir tür var ve bunlar kentten yavaş yavaş çekiliyor. Mahallelerde belli bir gelir grubunun altını kaybediyoruz. Artık o emekli çift orada oturmayacak, dolayısıyla her gün sizi camdan görüp hâlinizi hatrınızı soran insanı da kaybettiniz. Onun yerine ödeyebilen gelecek. Vahşi kapitalizm, Sosyal Darwinizm diyebilirsiniz. Onlar da zamanında kazanıp köşeye bir şeyler koysaymış. Ama bizim Cumhuriyetle yaptığımız sözleşme böyle değildi. Eşit yurttaş olmak ile bu ülkede belli hakların korunacağını düşünmüştük.

BARINMA HAKKI NEDİR?
Konut, birey veya aile için istikrar ve güvenliğin temeli. Sosyal, duygusal ve bazen ekonomik hayatımızın merkezi olan ev, bir sığınak yani barış, güvenlik ve haysiyet içinde yaşanacak bir yer olmalı. Ancak konut, giderek artan bir şekilde meta olarak görülüyor. Oysa barınma, insanın en temel ve önemli haklarından biri. Uluslararası hukuka göre barınma hakkı, tahliye edilme veya evinizin veya topraklarınızın ellerinizden alınması konusunda endişelenmenize gerek kalmaması anlamına gelir. Kültürünüze uygun bir yerde yaşamak ve uygun hizmetlere, okullara ve işe erişime sahip olmak anlamına gelir. Türkiye Cumhuriyeti Anayasası da devletin altına imza attığı uluslararası sözleşmeler de bu hakkı tanır ve koruma altına alır.
“Herkesin, kendisinin ve ailesinin sağlığı ve iyi yaşaması i.in yeterli yaşama standartlarına hakkı vardır; bu hak, beslenme, giyim, konut, tıbbi bakım ile gerekli toplumsal hizmetleri ve işsizlik, hastalık, sakatlık, dulluk, yaşlılık ya da kendi denetiminin dışındaki koşullardan kaynaklanan başka geçimini sağlayamama durumlarında güvenlik hakkını da kapsar.” (İnsan Hakları Evrensel Bildirgesi, Madde 25)
“Devlet, şehirlerin özelliklerini ve çevre şartlarını gözeten bir planlama çerçevesinde, konut ihtiyacını karşılayacak tedbirleri alır, ayrıca toplu konut teşebbüslerini destekler.”
(T.C. Anayasası, Madde 57)
ZAM ŞAMPİYONU KAĞITHANE
İstanbul Planlama Ajansı (İPA), 100 metrekarelik bir apartman dairesini esas alarak Aralık 2021 ile Aralık 2022’de istenen ortalama aylık kiraları semtlere göre kıyasladı. Buna göre son bir yılın zam şampiyonu ne Kadıköy ne de Beşiktaş, şampiyon yüzde 259 ile Kağıthane. Ardından Esenler ve Bağcılar geliyor.
15 DAKİKALIK ŞEHİR”LER ÇÖZÜM OLABİLİR Mİ?
“15 Dakikalık Şehir” olarak adlandırılan şehir planlama modeli, Fransız-Kolombiyalı bilim insanı Carlos Moreno tarafından otomobil hegemonyasının üstesinden gelmeye ve daha sürdürülebilir insan merkezli kentsel çevreler yaratmaya yardımcı olmak için geliştirildi.
Moreno, bu modelle ilgili fikirlerini ilk kez 2016’da açıkladı. Bu modelde insanlar hem evlerine hem de iş yerlerine kısa bir yürüyüş veya bisikletle erişebilecekleri merkez. olmayan şehirlerde yaşıyorlar. Gıda, sağlık, eğitim ve kültür tesislerine de araçsız olarak çeyrek saat içinde ulaşılabiliyor. Taşıtlara olan bağımlılığı bu şekilde azaltmanın, fosil yakıt kullanımının, karbon emisyonlarının ve hava kirliliğinin azaltılmasına ve dolayısıyla hem insanların hem de gezegenin sağlığının iyileştirilmesine yardımcı olabileceği düşünülüyor.
Otomobil kullanımının azaltılarak yürümenin veya bisiklete binmenin teşvik edilmesi, kentlilerin sağlığı üzerinde de olumlu etkiler yaratıyor. İşe gidip gelme süresini kısaltmak, onların daha iyi bir iş-yaşam dengesi kurmalarına yardımcı oluyor.
Moreno’nun yerel kültürlere ve ihtiyaçlara uyacak şekilde uyarlanabilen projesi, 2020 seçimlerinde danışmanlık yaptığı Paris Belediye Başkanı Anne Hidalgo tarafından popüler hâle getirildi. Yöntem, İstanbul gibi metropollerin daha da büyümesini durduracağı gibi rant gelirini teşvik etmediğinden barınma sorununu da ortadan kaldırabilir.