Filenin ilk sultanı: Sabiha Rıfat Gürayman

30 Kasım 2023 - 09:12

“Kadın kendini yazmalıdır. Kadınlar hakkında yazmalıdır ve yazıya kadını geri getirmelidir. Çünkü kadınlar bedenlerinden nasıl şiddetle kovuldularsa yazıdan da aynı şiddetle dışlandılar, aynı nedenlerle, aynı yasalarla ve aynı ölümcül amaçlarla. Kadının kendini metin içine koyması gerekmektedir, aynı dünyanın içine ve tarihin içine koyması gerektiği gibi.”1

Cumhuriyet’in 100. yıl dönümü vesilesiyle basılan kitapların, hazırlanan sergilerin, düzenlenen onca etkinliğin karşısında, bu asırlık birikimin derinliklerine inmeye yönelik çalışmalara hiçbir tarihseverin kayıtsız kalması mümkün değil. Tüm bu heyecan verici çalışmalar arasında beni en çok etkileyen ise kadınlara ait anlatılar. İmparatorluktan Cumhuriyet’e geçişte modernlik projesinin vazgeçilmez parçası olan genç kadınlar… İki devletin tarihini bilen, iki alfabe ezber etmiş kadınlar… İlk nesil Cumhuriyet kadınlarının yaşamları, her türlü zorluğa, baskı ve gericiliğe karşı koyabilecek türde bir kudrete sahip. Ne var ki onların Cumhuriyet’in inşasında üstlendikleri merkezî rolün ve sahip oldukları “dönüştürücü” kapasitenin, bugün dahi yeterince anlaşılmadığını düşünüyorum. Onların Cumhuriyet ülküsünü ne denli içselleştirdiklerini, yaşadıkları zorluklara rağmen modern toplum hayaline nasıl sahip çıktıklarını gördükçe memlekete dair her hayal kırıklığında çaya atılmış şeker gibi dağılmalarım aklıma geliyor; kendime içten içe kızıyorum. Bu yazı, belki de duyduğum kızgınlığın telafisi… Okurlara, özellikle kadın okurlara, Sabiha Rıfat Gürayman’ın yaşamından ilham alarak umudu, mücadele gücünü, pes etmeme kabiliyetini yeniden hatırlatma girişimi… Filenin sultanlarının her galibiyetinde sizlerin de gözleriniz doluyorsa; bu galibiyetler gözünüzde sportif başarıdan daha büyük bir anlam taşıyorsa buyurunuz yazıya. Sizlere “filenin ilk sultanı”nı tanıştıracağım.

SABİHA, BABASI RIFAT BEY VE ERKEK KARDEŞİ MİTHAT’LA BİRLİKTE (FOTOĞRAF: GÜNSELİ NAYMANSOY)

MATEMATİKÇİ, KÜÇÜK TALEBE

Sene 1909… İmparatorluğun duvarları çatlamaya çoktan başlamış. 31 Mart Ayaklanması’nı bastırmak için Selanik’ten yola çıkan Hareket Ordusu’nda görevli Yüzbaşı Rıfat Bey, hamile eşini memleketi Manastır’da bırakıp İstanbul’a gelir.

Sene 1910… Lütfiye ve Rıfat çiftinin ilk çocuğu Sabiha doğar.

“Ben, 1910 Manastır doğumlu Sabiha Rıfat, babam Yüzbaşı Rıfat Bey’i, yaralı, yorgun bir savaşçı olarak anımsıyorum… Kars’ta, Filistin’de, Balkanlarda dövüşmüş, vurulup esir düşmüş babamı…”

Rıfat Bey, ikinci çocuğu Mithat dünyaya geldikten sonra ailesini Üsküdar’a taşır fakat buradaki “mutlu aile tablosu” uzun sürmez. Rıfat Bey’in işindeki sorunlar aileyi Biga’ya sürükler.

“Küçük ilçe büyük kargaşanın içinde idi. Her gün silahlı olaylar çıkıyor, kardeş kanı akıyordu. Hayat, yokluk içinde geçiyordu. Gaz yoktu, tuz yoktu, şeker yoktu. Geceleri subay ailelerinden birinin evinde, küçük bir idare lambasının etrafında toplaşıp aydınlığı paylaşıyorduk.”

Orada da bir tartışma esnasında kaymakamın kafasına iskemleyle vurması nedeniyle bu defa ailesiyle birlikte Erdek’e gitmek zorunda kalır. Ancak Çerkez çetecilerin saldırısından sonra dümen İstanbul’a kırılır.

“Birden yamaçlardan atlılar inmeye başladı. Silah sesleri geliyordu. Babam silahını çekip atladı. Etrafı bir sürü çeteci ile doldu. Dipçikliyor, tekmeliyor, yumrukluyorlardı babamı... Malımızı yağmaladılar. Küçük rahlemde okuduğum Kur’ân toz toprak içinde ayaklar altında idi. Fırladım, kapıp aldım yerden, göğsüme bastırdım. Çetecilerden biri bir tekme attı bana, kendimi toprakların içinde buldum. Ağlıyordum.”

Yol badirelerini atlatarak İstanbul’a varmayı başaran aileyi başkentte nahoş sürprizler beklemektedir. Rıfat Bey, günün siyasi karmaşasında tutuklanır. Lütfiye Hanım ve küçük Mithat ise ağır şartlarda geçen yolculukların sonunda tüberküloza yakalanırlar. Sabiha’nın eğitim hayatı da böylesi bir kargaşa içinde başlar. Önce bir Çerkez okuluna kaydı yaptırılır fakat Erdek’te karşılaştıkları Çerkez çetesini unutamayan Rıfat Bey, eve döner dönmez kızını bu okuldan alır. Esma Sultan İlkokulu’na yazılan Sabiha, İstanbul’un işgal günlerine minik bir talebe olarak tanıklık edecektir:

“İngilizler müsaade etmemişlerdi Halide Edip’in konuşmasına. Kalabalığı dağıttılar. Ama herkes Mustafa Kemal’i konuşuyordu. Her geçen gün bir arkadaş aramızdan kayboluyordu. ‘Babası ile Anadolu’ya geçti, Mustafa Kemal’in yanına’ diyorlardı. Gıpta ediyor, özlem duyuyor, birer kahraman olarak düşünüyorduk giden arkadaşlarımızı.”

Halide Edip’in miting konuşmaları, Anadolu’ya geçen askerler, evde her an cepheye gitmeye hazır bir baba, hasta ve hamile bir anne, günden güne eriyen bir erkek kardeş… Sabiha’nın küçük dünyasının büyük gündemleridir bunlar. Okul, onun yegâne sığınağıdır. Okulu ve biricik matematik öğretmeni…

“Riyaziye [matematik] hocamı anımsıyorum. Beni çok seven hocam, beni alıp büyük sınıflara götürür, problem çözdürürdü. Matematikçi, küçük bir talebe idim. Hocam kendisi gibi bir riyaziye öğretmeni olmamı istiyordu.”

Kardeşi Mithat’ı kaybettiği gecenin sabahında dünyaya gelen kardeşini kucağına alan bir genç kızdır Sabiha... O günlerde en büyük arzusu matematik öğretmeni olmaktır. Bunun için Çapa Öğretmen Okulu’na gitmek ister fakat çocukluğunda geçirdiği çiçek hastalığının boynunda bıraktığı yara izi nedeniyle doktor muayenesinden olumsuz rapor gelince öğretmenlik hayallerine veda etmek zorunda kalır.

“Tam 14 yaşındayım. Gene de başım dönüyor, dönüyor, dönüyor. Her taraf kararıyor. Dünya tepeme iniyor sanki. Artık bütün umutlarım küçük bir çocuğun elinden uçuveren kırmızı bir balondur sanki. Oturmuş, riyaziye hocamın dizlerinde ağlıyorum, ağlıyorum. O da ağlıyor benimle, ağaçlar da…”

Öte yandan gittikçe büyüyen matematik tutkusu, yeni arayışları da beraberinde getirir:

“Okul arkadaşım Nesibe’ye uğramıştım. Atatürk’ün emri ile Mühendis Mektebi’ne bu yıl kız öğrenci alınacağını söyledi. Koşup gittik. Kayıtlar o gün kapanıyordu. Giriş sınavlarına ise iki gün kalmıştı. ‘Boşuna yorulma kızım’ dediler. Tepem atmıştı. ‘Beyefendi siz bana sadece kayıt şartlarını söyleyiniz’ dedim.”

FENERBAHÇE KULÜBÜ’NÜN TEŞEKKÜR MEKTUBU

Boşuna yorulmayacaktır ki Sabiha! “Ortaokul mezunu” olmasına rağmen kazandığı sınavın sonucunda Mühendis Mektebi’ne kaydolacak ve günü geldiğinde Cumhuriyet’in ilk iki kadın mühendisinden biri olarak meslek hayatına atılacaktır. Üstelik sınıf arkadaşı Melek (Ertuğ) mesleğini kısa bir süre yaptıktan sonra bıraktığı için bu alandaki ilk rol model de Sabiha Rıfat Hanım’dan başkası olmayacaktır.

“UÇAN PARMAKLAR”

Sabiha’nın mezun olduğu günlerde Peyami Safa Cumhuriyet gazetesinde uzun sürecek bir tartışmanın fitilini ateşleyerek “Kadın Erkekle Bir Olabilir mi?” suali altında bir anket başlatır. Ankete katılanların çoğu, genç ve eğitimli kadınlardır ve bu sorunun asri Türkiye’ye yakışmadığı konusunda hemfikirdirler. Yazar Suat Derviş “Hâlâ mı bu sual?” diye itiraz eder: “Hâlâ mı şüpheniz ve tereddütünüz var? Bu erkekler namına ağlanacak bir hâldir!” Amerikan Koleji’nden mezun ve matbuatta çalışan Meliha Avni Hanım ise verdiği cevapta insanlar arasındaki tek farkın ancak “yetiştirilme tarzı” olabileceğini söyleyerek şunları ekler: “Ben Karadenizliyim. Erkeksiz köyler bilirim ki orada kadınlar eşkıya takibinden bile korkmazlar!”

Gazeteci Sabiha Zekeriya kadın ve erkek arasındaki fizyolojik farkları kabul etmekle birlikte köydeki kadınların şehirli erkeklerden daha güçlü olabileceğini öne sürerek bu fark üstünde durmanın anlamsızlığını savunur. “Kadınlar arasında dâhi denilen büyük yaratıcı zekâların gelişmediği” şeklindeki önermeye ise kadınla erkeğin kültür hayatına girişindeki zaman farkı hesaba katılmalıdır diyerek yanıt verir. Operatör Doktor Zahide Hanım da benzer şekilde, erkeğin fiziksel olarak daha kuvvetli olabileceğini fakat zekâ itibarıyla herhangi bir farktan söz edilemeyeceğini iddia eder. Anket yazarının Zahide Hanım nezdinde kaleme aldığı satırlarsa cinsiyetçi kodları açık biçimde gözler önüne serecektir: “Bir damla kan görünce bayıldığını zannettiklerimiz, hatta bir tavuğun kesilmesine şahit olmaktan kaçtıkları zannına sahip olduğumuz bu nazik mahlûkların ameliyat yapabileceklerine eskiden hiç inanmazdık.”

Eskiden inanılmayan, ihtimal verilmeyen, mümkün sayılmayan pek çok olasılık Cumhuriyet’in ilk nesil kadınları sayesinde birer birer hakikat olmaktadır. Sabiha Rıfat Hanım da yıllar sonra anılarını anlatırken 350 erkek arasında iki kız olarak önceleri devamlı “izlendiklerini”, bir müddet sonra ise varlıklarının sıradanlaştığını söyler. Öyle ki erkek arkadaşlarıyla birlikte voleybol oynamaya dahi başlar. Çünkü Sabiha’nın kaptanı olduğu kız takımı rakip bulamadığı için kapanmıştır ama lakabı “uçan parmaklar” olan Sabiha’nın yeteneği ziyan olmasın diye erkek takımında devam etmesi kararlaştırılmıştır. Böylece o tarihlerde yönetmelikte kadın sporcu oynatılamayacağına dair bir madde bulunmaması sayesinde Fenerbahçe Kulübü’ne kaydedilir.

“Artık erkek arkadaşlarımla spor yapabiliyordum. O yıllar Galatasaray ile Fenerbahçe takımları vardı. İlk maçımızı Kabataş’la yapmıştık. Kaybedeceğiz ve sorumlu olacağım diye ödüm kopmuştu. Çok şükür kazandık. Sonra birçok resmî maçta oynadım.”

Erkeklerin arasında kadın bir mühendis, üstelik sporcu!

Sabiha, sarı lacivertlilerin şampiyonluğunda pay sahibi olur. Şampiyonluğun ardından çıkan bir haberde bu büyük olay şu sözlerle kayda alınır:

“Fenerbahçe takımının hususiyetlerinden biri de oyuncuları arasında Sabiha Rıfat Hanım’ın bulunmasıdır. Sabiha Hanım, erkeklerle birlikte cemi [toplu] bir resmi sporlara iştirak eden ilk hanım olduğu için, Fenerbahçe’nin bu yeniliği, spor tarihimizde başlı başına bir inkılap teşkil etmektedir. Sabiha hanım, şampiyon arkadaşları arasında oynamaya layık olduğunu gösteren bir nüfuzu nazar göstermektedir.”

Fenerbahçe Kulübü Genel Sekreteri Hayri Celalettin Bey’in Sabiha’ya gönderdiği teşekkür mektubu da bu devrimci girişimini tarihe not düşecektir:

“Bu memlekette ilk defa cem’i bir sporda erkek arkadaşlarla beraber olarak oynamak suretile gösterdiğiniz teceddüt [yenilik] ve muvaffakiyetten [başarıdan] dolayı sizi Fenerbahçe gençliği ve heyet-i idaresi namına hararetle tebrik ederim efendim.”

EMEKLİLİĞİNDE OKUL ARKADAŞLARIYLA. ÖNDE SAĞDAN İKİNCİ SEZAİ TÜRKEŞ, HEMEN ONUN ARKASINDAKİ FEVZİ AKKAYA (FOTOĞRAF: GÜNSELİ NAYMANSOY)

Sabiha Rıfat’ın sporculuk yaşamına ilişkin ne yazık ki elimizde başka bir bilgi yok. Ancak voleybola Mühendislik Mektebi’ne girmeden önce başladığını varsaymak mümkün. Nitekim voleybol, Cumhuriyet’in beden kültürü politikasıyla uyumlu olmasının yanında tenis, jimnastik, yüzme ve yürüyüşle birlikte genç kızlar için uygun görülen “hafif sporlar” arasındadır. Bu nedenle kız çocuklarının voleybolla tanışıklığı Cumhuriyet’in ilk yıllarına dayanır. Kız mekteplerinde beden terbiyesi dersleri kapsamında voleybol oynanır, sınıf takımları arasında müsabakalar düzenlenir. 1930 Güzeli Mübeccel Namık’ın iyi bir voleybol oyuncusu olduğu bilinmektedir. 1931 yılındaki yarışmada üçüncülüğü kazanan Selma Hanım da en sevdiği sporlar arasında bisiklet ve yüzmeyle beraber voleybolu da saymaktadır. 1932’de dünya güzeli seçilen Keriman Halis de verdiği röportajlarda voleybol oynadığını söyleyecektir. Kamuoyuna göre bu kadınlar müsabakalardaki zaferlerini “spor sayesinde şekillenmiş mükemmel vücutlarına” borçludurlar. Cumhuriyet’in genç kızları için birer rol model olan güzellerin gösterdiği voleybola gösterdiği ilgi bu sporun popülerleşmesine katkı sağlamış olabilir. Neticede 1930’ların sonlarına gelindiğinde İstanbul’daki kız mektepleri arasındaki maçlar düzenli biçimde icra edilecek bir ilgi ve katılıma nihayet erişebilmiştir.

GOLF PANTOLONLU MÜHENDİS HANIM

Sabiha Hanım mezun olduktan sonra Nafia [Bayındırlık] Müdürlüğü’nde görev yapmak üzere Ankara’ya tayin olur. Mühendislik mektebinde tanıştığı, kendisi gibi “voleybolcu” arkadaşı Remzi de o tarihlerde başkenttedir. Okul yıllarında aralarında samimi bir dostluk gelişmiştir. İkinci sınıftayken annesini kaybeden Sabiha’nın bir yandan ev işleri yaparak diğer yandan derslerde aldığı notları temize çekerek geçirdiği uzun gecelerin yorgunluğunu paylaştığı sırdaşı olmuştur Remzi. Meslek hayatına başladıklarında aralarındaki ilişki aşka dönüşür. Sabiha Ecebilge 1939’da meslektaşı, mektep ve takım arkadaşı Remzi Bey’le hayatını birleştirerek “Gürayman” soyadını alır.

Sabiha Gürayman inşaat mühendisi olarak göreve ilk başladığı günden itibaren kendisiyle erkek meslektaşları arasında hiçbir fark görmediğini söylese de bir fark hep hissettirilir!

Ankara Valisi Nevzat Tandoğan, Sabiha’nın çevresindekileri “Kıza fazla yüklenmeyin” sözleriyle uyarır. Yeni mühendisi ziyaret etme niyetiyle odasına girenler yanlış odaya girdiklerini düşünüp çıkar. Telefonda kadın sesini duyanlar, “yanlış numara” deyip kapatır. Bunlar ancak aradan seneler geçtikten sonra gülümseyerek hatırlanacak türden hatıralardır. Yoksa alanında öncü pek çok kadın gibi Sabiha da toplumsal kabullerin, tabuların başını ağrıttığı birçok durumla karşılaşmıştır. Ankara-Beypazarı karayolunda yapılacak bir köprü inşaatında görev almak istediğinde, “Dağ başında, şantiyede kadın olmaz” yanıtıyla geri çevrilir fakat Sabiha son derece ısrarcıdır. En sonunda başmühendis Vali’ye çıkarak “Bu kızı tutamıyorum” der. Vali Tandoğan ise başmühendis aracılığıyla Sabiha’nın gözünü korkutmasını umut ettiği bir anekdot gönderir: Ankara’nın uzak bir kasabasında bir kadın doğum yaparken yaşamını kaybetmiş, bunun üzerine kadının eşi doktoru öldürmüştür. Sabiha bu hikâyeden beklenen dersi çıkarmaz. Gitmekte gösterdiği kararlılık sayesinde kendini en sonunda Beypazarı’ndaki şantiyede bulacaktır. “Golf pantolonlu mühendis hanım”, ağırlaşan kış koşulları altında işçileri güç bela çalıştırarak köprüyü bitirmeyi başarır. Resmî ismi “Karagedik” olan kemer köprü, Sabiha Hanım’a ithafen halk arasında “Kız Köprüsü” olarak anılacaktır.

AKADEMİSYEN GÜNSELİ NAYMANSOY’UN SABİHA RIFAT GÜRAYMAN’IN FOTOĞRAFININ ANITKABİR’E KONULMASI TALEBİ 2008 YILINDA GENELKURMAY BAŞKANLIĞI TARAFINDAN KABUL EDİLMİŞTİ

NEW YORK’TAN ANITKABİR’E

1939 yılında evlenen Sabiha ve Remzi Gürayman balayı için New York’a giderler. Sabiha o günlerde Manhattan’da düzenlenen Dünya Fuarı’na Türk Komisyonu’nun konuğu olarak ülkesi, ülkesindeki büyük modernleşme hamlesi ve mesleği hakkındaki görüş ve deneyimlerini paylaşmak üzere katılır. New York Herald Tribune gazetesinden bir muhabir Gürayman’ın konuşmasını ilgiyle dinleyecek, yeni Türkiye’yi temsil eden bu kadını etkinlik sonrası yakalayarak gazetesi için bir röportaj yapacaktır. 7 Ağustos 1939 tarihinde gazetede yayımlanan haber, Gürayman’ın öyküsünü okurlarına, “kadınların tüm mesleklere girmeleri için yüreklendirildikleri ve halkın Mustafa Kemal Atatürk tarafından oluşturulan yeni rejime büyük bir sadakat duydukları, modern Türkiye’ye özgü bir hikâye” olarak duyurur. Mühendis kadının New York’a sadece gezmek için gelmediğini, burada mesleki incelemeler de yaptığını belirten muhabir yazısında, Gürayman’ın ülkesi hakkındaki görüşlerine de yer verir. Kendi hikâyesinin, ülkesindeki pek çok genç kadının yükselişinin bir karakteristiği olduğunu söyleyen Gürayman, ardından gelen nesillerin de onları takip edeceğini düşünmektedir.

Sabiha ülkesine döndükten sonra Türkiye Büyük Millet Meclisi binasının inşasında önce kontrol amiri, ardından koordinasyon bürosu şefi olarak çalışır. 1945 yılında ise yüksek mühendis unvanıyla Anıtkabir’in kontrol mühendisliği görevine getirilir. Cumhuriyet’in kendisine sunduğu hayali içselleştiren ve bu uğurda durmaksızın çalışıp didinen bir kadın için bu, ağır ve bir o kadar anlamlı bir sorumluluktur:

“Müthiş duygulanmıştım. Geride bıraktığım uzun yılları ve yürüdüğüm yolu düşündüm. Büyük devrimciye olan borcumun ağırlığı altında eziliyordum. Bu borcun hiç değilse küçücük bir parçasını ödeyebileceğim için bu ne kadar güzel bir rastlantı idi. Neden bilmiyorum ilkokulda ezberlediğim iki mısra geldi aklıma: ‘Mezarımı derin kazın, dar olsun, etrafında lale sümbül bol olsun’, ağlıyordum.”

Anıtkabir, Gürayman’ın meslek yaşantısındaki en önemli eserdir. Görevi esnasında, inşaatı görmek için gelen resmî zevatla bizzat kendisi ilgilenir. Yunanistan Dışişleri Bakanı Sofokles Venizelos genç kadınla karşılaştığında şaşkınlığını “Hayatımda ilk defa böylesi bir işin başında bir kadın görüyorum. Sizi tebrik ederim” sözleriyle ifade edecektir. 10 Kasım 1953’te Atatürk’ün naaşının nakledilmesinden sonra Sabiha Gürayman’ın buradaki görevi son bulur. Kısa bir müddet sonra da emekli olmaya karar verir. Eşiyle birlikte İstanbul’a, Emirgan’a taşınırlar. Emekliliği boyunca sivil toplum gönüllüsü olarak çeşitli kuruluşlarda görev yapar. Aynı zamanda mesleki toplantılara katılarak deneyimlerini gençlerle paylaşır. Bir defasında yine mühendislerin bir araya geldiği bir toplantıda eski mezunlardan “ağabeylerimiz” diye söz edilmesi üzerine, “ablalarınız da var!” çıkışıyla varlığını etrafındakilere tatlı sert üslubuyla hatırlatır.

Eşinin vefatından sonra yalnız kalan Gürayman, İzmir’de yaşayan akrabası Beyhan Susup’un yanına taşınır ve yaşamının son senelerini Susup ailesiyle birlikte geçirir. Beyhan Hanım o günlerden, 85 yaşındaki Sabiha halalarının 5 yaşındaki oğullarıyla top oynadığını (!) hatırlar. Sabiha Rıfat Gürayman 2003 yılının 4 Ocak günü aramızdan ayrılır. Geride, kadının ve kadınlığın yüzlerce yıllık toplumsal algılanışını ters yüz eden hikâyelerle dolu bir ömür bırakır. Feyz alanı, ilham bulanı, dersler çıkaranı bol olsun.

DİPNOT

1 Ayşe Lahur Kırtunç (2000): İğnem İpliğim Diktiğim Kimliğim, İzmir: Ege Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Yayını.

BAŞLICA KAYNAKLAR

Naymansoy, Günseli (2007): “Türk Mühendis Kadınların Cesur Öncüsü: Sabiha (Rıfat) Gürayman”, Türkiye’de Bilim ve Kadın Çalıştayı Bildirileri, Eskişehir: Anadolu Üniversitesi Yayınları, s. 89-96.

Naymansoy, Günseli (2022): Anıtkabir’deki Kadın Eli: Sabiha Rıfat Gürayman, Türkiye İş Bankası Kültür Yayınları.

Yiğit Akın (2004): “Gürbüz ve Yavuz Evlatlar” Erken Cumhuriyet’te Beden Terbiyesi ve Spor, İstanbul: İletişim Yayınları.

Akşit, Ekin Elif (2005): Kızların Sessizliği: Kız Enstitülerinin Uzun Tarihi, İstanbul: İletişim Yayınları.

“Sabiha Rıfat Gürayman,” Fenerbahçe Tarihi İnternet Sitesi, https://fenerbahcetarihi. org/2020/05/sabiha-rifat-gurayman/, (Erişim Tarihi: 14.10.2023)

“Kadın Erkekle Bir Olabilir mi?” Yazı Dizisi, Cumhuriyet, 8 Mart-4 Nisan 1933.

Sabiha Rıfat Gürayman
Voleybol
Cumhuriyet'in ilk kadın mühendisi
Tarih
Yaşam
Anıtkabir
Sevecen Tunç
Sayı 016

BENZER

Daha fazla para kazanma hırsına yenik düşmeden dokusunu koruyan Yeniköy Kahvesi’nin müdavimlerinin aklına getirdikleri: huzur, sessizlik, rahatsız edilmeden bilgisayarla çalışma ve gazete/kitap okuma ortamı.
Sokak hayvanları, İstanbul’da yüzyıllardır şehir kültürünün bir parçası olsalar da ne yazık ki hayat onlar için kolay değil. Hastalıklar, açlık, kazalar ve daha da kötüsü saldırılarla baş etmek zorunda kalabiliyorlar. Uzmanlarla ve gönüllülerle sorunların neler olduğundan çözüm önerilerine, hayvan dostu bir şehrin nasıl olması gerektiğine kadar her şeyi konuştuk.
Genellikle haksız yere erkek meslektaşlarının gölgesinde bırakılsalar da, bizi çok güldüren kadınlar var. Sayfalarımıza konuk ettiklerimizin her birinin mizah anlayışı başka; kimisi kadının farklı hallerine çeşitli pencerelerden bakıyor, kimisi “kaliteli boş yaparak”, kimisi ise dünyayı gezerken güldürüyor. Ortak özellikleri çok iyi birer gözlemci olmaları.