İstanbul onların da şehri

22 Mayıs 2024 - 10:17

Üç büyük imparatorluğa ev sahipliği yapmış bir şehir İstanbul. Doğu ile batının buluştuğu, sokaklarında her an bir sürprizle karşılaşabileceğiniz, yüz binlerce yıllık tarihin izini sürebileceğiniz, iç içe geçmiş kültürleri deneyimleyeceğiniz hülyalı şehirlerden biri. Bu köklü şehir kültüründe, sokaklarda sizi karşılayan sürprizlerden biri de sokak hayvanları. Her an bacağınıza dolanabilecek sevgi arsızı bir kedi ya da bir dükkân önüne boylu boyunca serilmiş bir köpekle karşılaşmanız mümkün. Hatta semtin ya da şehrin maskotu olmakla kalmayıp metro müdavimi Boji ya da Kadıköy’de heykeli dikilen Tombili gibi ülkece tanınan ünlü sokak hayvanları bile var ancak onlar için şehir hayatı öyle kolay değil. Hastalıklarla, yetersiz beslenmeyle hatta zaman zaman kötü niyetli insanların vahşetiyle karşılaşıyorlar. Peki, İstanbul’un binlerce yıldır bir parçası olan sokak hayvanlarının hayatını kolaylaştırmak, iyi şartlarda yaşamalarını sağlamak için neler yapılabilir? Sokak hayvanlarının en önemli sorunları neler? Hayvanlara yönelik şiddetin nedeni ne, nasıl önlenebilir? Yanıtları, konunun uzmanlarından aldık. Kadir Has Üniversitesi Doktor Öğretim Üyesi Mine Yıldırım da bu uzmanlardan biri. Kent araştırmaları yapan bir sosyal bilimci olmasının yanı sıra hayvan hakları savunucusu. Aynı zamanda Dört Ayaklı Şehir: Kent, Doğa, Hayvan Çalışmaları Derneği’nin de koordinatörü olan Yıldırım’a göre İstanbul’daki sokak hayvanlarının kaderi 1910’daki Hayırsızada Sürgünü’yle değişiyor. Bugün uygulanan politikaların da hayvanların yerinden edilebilir olduğuna dair algının da o zamanlardan bugüne ulaştığını söylüyor Yıldırım.

MİNE YILDIRIM

"Hayvanlar bir arada yaşamayı öğretiyor"

Mine Yıldırım

Öncelikle sizi tanıyarak başlamak isterim; sizin sokak hayvanlarıyla ilişkiniz ne zaman, nasıl başladı? 

Çocuk yaşlarda başladı. Evcil hayvanların olduğu bir evde büyümedim ama sokaktaki canların düzenli beslendiği, bakıldığı, merak edildiği bir ailede yetiştim. 90’ların başı, özellikle İstanbul’da ve İzmir’de belediyelerin kalabalık sokak zehirlemelerine giriştiği bir dönemdi. Dolayısıyla maalesef nahoş görüntülerle büyüdüm. Sokak hayvanları üzerine akademik çalışmalara başlamamsa çok sonra oldu. Yüksek lisans dönemimde ilk kez bir hayvanla yaşarken Fındık, Beşiktaş’taki evimizde camdan düşüp kayboldu. Onu sokaklarda ararken bir hayvanın sokakta nasıl hayatta kalabileceğini düşünmeye, sokak hayvanlarının yaşamına düzenli tanıklık etmeye, kayıtlar tutmaya giriştim. Daha sonra bu bakma hâli akademik çalışmaya döndü. 

“İhtimam ile Şiddet Arasında: İstanbul’un Köpekleri” başlıklı doktora tezinizde, 1910 Hayırsızada Vakası olarak bilinen 80 bin köpeğin Sivriada’ya sürgün edilip öldürülmesi hadisesinden başlayan ve günümüze kadar devam eden süreçte İstanbul’da köpek nüfusunun nasıl idare edildiği, kurulan ilk belediyeden 2019’a kadar köpeklerin hayatlarını etkileyen, hareketlerini şekillendiren uygulamaların tarihi üzerine çalıştınız. Çok kısaca özetlemenizi istesem; o yıllardan bugüne değişen ve değişmeyenler neler? 

Evet, kısaca sokak hayvanlarının yaşamlarını etkileyen idari, politik ve mekânsal süreçleri, Cumhuriyet’in 100 yılı boyunca itlaf politikalarının, tecrit mekânlarının değişimini inceledim. 1910’daki Hayırsızada Vakası, sokak hayvanlarının kaderini değiştiren bir dönüm noktasını oluşturuyor. Çok travmatik, trajik bir tarih. Bu hem bir kopuş yarattı hem de sonrasındaki dönemde bu hayvanların kentteki hayatı bir daha toplu kitlesel sürgün öncesi dönem gibi olmadı. O dönemden sonra sokak hayvanları yerinden edilebilir, sürgün edilebilir, öldürülebilir hâle geldi. Etraflarındaki toplumsal koruma ve görece dokunulmaz yaşam koşulları kırıldı. Yerini varlıklarının problem hâline geldiği bir ilişkiler silsilesi aldı. Hayvanların varlığının her seçim döneminde tartışılması, kimi seçim metinlerinde yer alması, aslında bu tarihin bizi getirdiği acı noktalardan biri. Değişmeyen noktalar da var, o dönem Hayırsızada nasıl toplumun büyük kesimince tepkiyle karşılandıysa bugün de sokak hayvanlarının yok edilmesini içselleştirmeyen, tepki duyan bir kesim bulunuyor. Sokak hayvanlarının tarihsel ve kentsel olarak kamusal alanlarda hakkı olduğunu düşünen, onları yaşatmayı destur edinen milyonların varlığı değişmedi.

Teziniz için 2014-2019 arasında İstanbul’da toplatılan köpeklerin akıbeti üzerine yoğunlaştığınız bir saha çalışması da yaptınız. Nelere tanıklık ettiniz?

İstanbul’da sokak hayvanlarının terk edildiği iki noktada; parçalanmış Kuzey Ormanları alanındaki İBB Kısırkaya Bakımevi etrafına terk edilen köpekler ve Pendik’in beş kırsal mahallesindeki sokak hayvanları üzerine araştırmalar yaptım. Tanık olduğum temel şey, bu yerlerdeki korkunç doğa tahribatıydı. Kuzey Marmara Otoyolu inşaatı başladığından beri mahallelerden toplatılan köpeklerin buralara atıldığına, hatta öldüğüne tanık oldum. Yüzlerce yıldır kentsel alana alışmış hayvanlar, yemek bulamadığından, bakımsızlıktan, hastalıktan feci şekilde ölüyordu. Kamuoyunda ikinci Hayırsızada Vakası olarak görülen, hayvan hakları mücadelesinin İBB’yle karşı karşıya geldiği, Kısırkaya’nın iptali için dava açtığı, Pendik Ballıca sınırlarında yer alan büyük Hayvan Rehabilitasyon Merkezi’nde kapasitenin küçültülmesini talep ettiği ve kazandığı bir dönemdi.

XX. YÜZYIL BAŞLARINDA İSTANBUL’DA SOKAK KÖPEKLERİ

İnsanlar, yüzyıllardır sokak hayvanlarıyla birlikte yaşıyor. Sokak hayvanlarının İstanbul şehir hayatına, kültürüne, yapısına etkisi nedir sizce? 

Hayvanların şehir yaşamına etkileri, varlıkları! Yüzyıllardır hayvanlarıyla birlikte büyüyen, devinen, krizler geçiren, afetleri yaşayan İstanbul, insan-hayvan ilişkilerinin tarihinde özgün bir yere sahip. Türkiye’de insan nüfusunun yanı sıra hayvan nüfusunun da en kalabalık olduğu, hayvanlara bakım geleneğinin son derece kadim, gelişkin olduğu bir şehir. Sokak hayvanlarının bu kentteki uzun tarihinin; mimariden gündelik yaşam ilişkilerine, hayvan koruma pratiklerinden hayvan koruma derneklerinin ilk kurulduğu şehir olmasına kadar pek çok yansıması var. Sokak hayvanlarıyla birlikte yaşamak insanlara ne öğretiyor? Öncelikle bir arada yaşam ilişkisini öğretiyor. “Sahipsiz” görünenin aslında kolektif bir varlığı olduğunu, kamusal alanın koruyucu ilişkilerini gösteriyor. Çocuklara erken yaşta sorumluluk almayı öğretirken yetişkinlere koruma, varlığından, sağlığından hatta ölümünden sorumlu olma duygusunu hatırlatıyor. Hep söylediğimiz gibi “Kimse sokak hayvanlarını sevmek zorunda değil, bu bir yaşam hakkı ve saygı meselesi.” Aslında onların varlığı, temel bir demokratik talep. Bize benzemeyenin, farklı olanın sadece bir arada yaşamaktan dolayı bile saygı görmeye ve iyi yaşam hakkına sahip olduğunu öğretiyorlar.

Sokak hayvanlarına yönelik vahşet haberlerini daha sık duyar olduk. Artan şiddetin nedeni nedir? Sahipli ya da sahipsiz hayvan tanımlamaları, bu şiddetin üretimini nasıl etkiliyor? 

Bunda medyanın hayvanları düşmanlaştırarak kamu sağlığına ve güvenliğine tehlikeli, suçlu, toplum dışı, hastalık taşıyan varlıklarmış gibi sunması etkili. Marjinalize edilenlere, ötekileştirilenlere yönelik söylemleri, hayvanlara karşı da görüyoruz. Önce kontrolsüz üreme paranoyası, sonra salgın ve hastalık yaydıkları söylemleri. Bunun şiddeti arttıran, yaygınlaştıran bir etkisi var. Ancak bu elbette ki sadece medyanın etkisi değil. Hayvanlara yönelik şiddetin cezasız bırakılması da çok tetikleyici oluyor. Bu, şiddeti ve toplumdaki adaletsizlik duygusunu arttırıyor. Hayvanlara yönelik şiddetin para cezasına çevrilmeden caydırıcı hapis cezalarıyla karşılık bulması gerekiyor. 

Peki, sokak hayvanlarını “tehlikeli”, “kirli”, “zararlı”, alanların “elitliğini” bozan canlılar olarak görmek ne zaman, neden başladı? 

Sokak hayvanlarının güzelleştirilmiş, seçkinleştirilmiş kent imajını sarstığı yönündeki söylemsel dönüşümün, Hayırsızada’yla başladığını söylemek mümkün. Cumhuriyet’in ilk yıllarındaysa Batılılaşma arzusuna ters düşen, şehri modern görüntüsünden uzaklaştıran birer varlık olarak konumlandırılıyorlar. Bugün hâlâ bu söylemler devam ediyor. Sokaklarda hayvanların yaşamasını istemeyenler sık sık Avrupa’yı örnek gösterir. Oysa onun arkasında son derece sistematik bir itlaf, kanlı bir tarih var.

Sokak hayvanlarıyla insanların arasındaki bağ kopuyor mu? 

İnsanların, İstanbul ya da diğer şehirlerde sokak hayvanlarıyla kurduğu koruma ilişkisinin kopmadığını aksine kuvvetlendiğini düşünüyorum. Hayvanların kötü muamele gördüğü, ezildiği durumlarda kamu vicdanı rahatsız oluyor, kitlesel tepki veriliyor. Örneğin, İstanbul’da sitede bakılan Eros adlı kedinin öldürülmesine ve katilin serbest bırakılmasına tepki olarak ondan fazla şehirde protestolar düzenlendi. Kendini hayvansever olarak tanımlamasa da bu şiddeti onaylamayan binlerce insan sokaklara döküldü, dilekçe yazdı. Şehirlerde hayvanları ilgilendiren pek çok alanda koruyucu pratiklerin geliştiğini görüyoruz.

İSTANBUL'DA BİR SOKAK KÖPEĞİ (FOTOĞRAF: SHUTTERSTOCK)

Bütün bu süreçte kentlerin, hayvan yaşamına uygunluğu da değişiyor kuşkusuz. Hayvan dostu bir kent nasıl olmalı? 

Yüzyıllardır bizimle yaşayan, gündelik alışkanlıklarından hareketlerine bütün davranışları kent hayatıyla uyumlu hâle gelmiş sokak hayvanlarının, kentleşmeyle birlikte yaşamı da değişiyor. Sağlıklı, yaşanabilir, afetlere dirençli kent özelliklerinin tamamı, bir kenti hayvan dostu yapmak için de geçerli. Ormanlarını, evcil ve yabani hayvan nüfusunu koruyan, binaların arasında yeşil alanların yoğunlaştığı, yeşil altyapının korunduğu, hava, su ve toprak kirliliğiyle baş edebilmiş, kent dayanışma pratiklerinin gelişkin, huzurun ve barışın egemen olduğu kentler, aynı zamanda hayvan dostudur. Son olarak da kentlerin karşı karşıya olduğu doğal ve iklim kriterleriyle ilgili afetlerde, hayvanların korunduğu; afet dayanıklılık planlarına onların da dâhil edildiği bir kent hayvan dostu olur.

İstanbul, kentsel rantın en yüksek olduğu şehirlerden. Bu, sokak hayvanlarının durumunu nasıl etkiliyor? 

Kentsel rantın yüksek olduğu, inşaat sermayesinin akın ettiği ve belediyeciliğin yeterince koruma sağlayamadığı alanlarda hayvanların yaşamının korunamadığını ve yerlerinden edildiklerini görüyoruz. Sadece konut inşaatı olarak düşünmemek lazım, çok ciddi bir altyapı sermayesi ve kentsel rant var, tıpkı Kanal İstanbul, havaalanı hattı gibi o yerin insanlarını ve hayvanlarını yersizleştiren birçok proje bulunuyor. Bu noktada hem sermayenin işlediği kent suçlarını, hayvanların yaşam hakkı ihlallerini, inşaat süreçleriyle sürgün edilmelerini raporlamak hem onları yaşam alanlarında tutmak, savunmak için yerelde hayvanseverlerle ve mahalleliyle birlikte bir yaşam savunuculuğu örgütlemek hem de hukuki mücadele vermek, yerel yönetimlerden taleplerde bulunmak son derece önemli. 

Dört Ayaklı Şehir: Kent, Doğa, Hayvan Çalışmaları Derneği olarak neler yapıyorsunuz? En acil talebiniz nedir? 

Dört Ayaklı Şehir, İstanbul’un kent hakkı mücadelesinin en önemli nöbetlerinden birinde, Gezi Parkı direnişi sırasında oluştu, 6 Şubat depremlerinin ardından dernekleşti. Merkezinde kent hayvanlarının yer aldığı ancak çeperlerdeki yaban hayatın, su ve hava ekosistemlerindeki hayvanların haklarını, ekolojik mücadeledeki yerlerini kent hakkı içindeki yerleriyle birlikte düşünen, eleştiren, raporlayan, yerel savunuculuk ve doğa korumacılığını örgütleyen bir dernek. Kentlerin içinden geçtiği tüm süreçlerin hayvanları etkilediğini bildiğimizden en büyük tehdit olan afetleri önümüze koyduk. 2021’deki İzmir depreminde, orman yangınlarında, 6 Şubat depremlerinde çalışmalar yaptık. Hayvanların afet öncesi ve sonrası süreçlerdeki yaşam hakkını, sağlığını afet ve kentsel dayanıklılık düşüncesiyle ele alıyoruz. En acil talebimiz, kentsel afet planlarına hayvanların da dâhil edilmesi, gerek afet öncesi hazırlıkta gerekse arama kurtarma çalışmalarında hayvanlara yönelik ekipler kurulması, veteriner hizmetlerinin mobilize edilmesi, hayvan sağlığının ön plana çıkarılması. 

Son olarak sizce, Türkiye’de sokak hayvanlarıyla ilgili en büyük sorun nedir? 

Türkiye’de sokak hayvanlarıyla ilgili en büyük idari sorun, yerel yönetimlerin yetersiz çalışması, kısırlaştırma, aşılatma ve yerinde yaşatma çalışmalarının olmaması. Bunun aksine kamu kaynaklarının, barınak adı verilen, aslında hayvanların kent yaşamından uzaklaştırılmasını öngören, buna göre tasarlanan, hayvanların uzun süre tutuldukları tecrit merkezlerine aktarılması. Politik ve hukuki sorunsa bahsettiğim gibi hayvanlara yönelik şiddetin cezasız bırakılmasıdır.

HAYVAN HAKLARI FEDERASYONU (HAYTAP) BAŞKANI AVUKAT AHMET KEMAL ŞENPOLAT

"Hayvanlar mal değil, candır!"

Ahmet Kemal Şenpolat

Çok eski değil, daha biz bu dosyayı hazırlarken Zonguldak’ta hamile bir sokak köpeğinin vurulduğuyla ilgili haberler düştü ekranlara. Peki bunu yapan katilin cezası ne mi olacak? En iyi ihtimalle altı aylık hapis cezası alacak ve o da para cezasına çevrilecek. Çünkü ne yazık ki hayvan hakları aktivistlerinin çabalarıyla 2021’de kabul edilen 5199 sayılı yasada hâlâ birçok eksik ve sorunlu nokta bulunuyor. Bunların neler olduğunu, Türkiye’nin en büyük hayvan hakları sivil toplum örgütlerinden biri olan Hayvan Hakları Federasyonu (HAYTAP) Başkanı Avukat Ahmet Kemal Şenpolat’la konuştuk. Onu, hayvan hakları mücadelesine, 2004’te tanık olduğu bir zehirlenme ve hukuki yolların kapalı olduğunu görmesi itiyor. Bu olaydan sonra tüm enerjisini ve bilgisini yasa değişikliği için harcıyor. Önce İstanbul Barosu’nda Hayvan Hakları Komisyonu’nun kurulmasına öncülük ederek ilk başkanı oluyor. Sonra da Türkiye’deki hayvan haklarıyla ilgili ilk federasyonu yani HAYTAP’ı kuruyor. Onun gibi binlerce aktivistin çabasıyla, 17 yıl sonra ilk yasa değişikliği yapılsa da Şenpolat mücadelenin sürdüğünü vurguluyor...

Hayvan hakları aktivizmi neden önemli? 

Bizler, sadece kedi ve köpeğin öne çıktığı, diğer hayvanların kendini “hayvansever” olarak tanımlayanlar tarafından bile görülmek istenmediği bir dünyada, boşluğu doldurmak için yola çıktık. HAYTAP 2023 Faaliyet Raporu’nda belirtildiği gibi sahipsiz hayvanlar için harcamalarımız 12 milyon TL’yi buldu. Tek başıma en fazla 100 hayvan sahiplendirir, 200 hayvan da kısırlaştırır, bütçede de delik açardım. Ekip çalışması olmadan, ulusal çapta bir mücadeleye önderlik etmeden yaptığınız kızgın tavaya su damlatmaktır.

Hem Türkiye’nin en büyük hayvan hakları organizasyonlarından birinin başkanı hem de bir avukat olarak Türkiye’de sokak hayvanlarının durumuna dair gözlemleriniz neler? 

Sokak hayvanlarının çoğunluğunu; bilinçsiz, marka düşkünü insanlarca petshop’lardan alınıp hevesleri geçince sokağa terk edilenler oluşturuyor. Hayvanlar, geometrik hızla çoğaldığı için de belediyeler kısırlaştırmakla baş edemiyor ve gün sonunda sokaklarda sürüler hâlinde dolaşıp zehirlenmelere kurban giden, barınaklarda açlıktan veya soğuktan donarak ölen köpeklerle karşılaşıyoruz. Bizler de sokaklarda sürüler hâlinde, kontrolsüz şekilde hayvanların gezmesini istemiyoruz ancak bunun yolu, onları hapishane tipi bakımevlerine tıkmak değil; kısırlaştırmak, petshop ve üretim çiftliği ticaretiyle internet satışına son vermekten geçiyor. Ciddi bir şelale var, hep beraber alt tarafı temizlemeye, sokaktaki popülasyonu eritmeye çalışıyoruz ancak hayvan üretimi ve mal hâline dönüştürülerek sürekli satış olduğu için bu popülasyonun erimesi bu koşullarda çok mümkün değil.

KARAKÖY, İSTANBUL (FOTOĞRAF: SHUTTERSTOCK)

Konya’da kürekle dövülerek öldürülen köpek, Kırklareli’de işkence edilen yavru köpek Köpük, İstanbul’da tekmelenerek öldürülen kedi Eros… Şehirler değişse de vahşet aynı. 5199 sayılı Hayvanları Koruma Kanunu yeterli gözükmüyor… 

Türk Ceza Yasamızın ve ilgili mevzuatın en önemli eksikliği, temel bakış açısının insan dışındaki her şeye “mal” ya da “eşya” olarak bakması. Yasada hayvana karşı suç işleyen kişinin kesinlikle yatarı yok. Çünkü alt sınır altı aydan başlıyor. Altı aydan başlayan suçlarda hâkim karşısına bile çıkmayanlar olacaktır. Ceza İnfaz Kanunu’ndaki düzenlemelerle ceza yargılamalarında da basit yargılama usulü getirildi. Dosya açılmadan, sanık hâkim karşısına çıkmadan, hâkim inceleyip dosyayı kapatıyor. Hatta savcı, bu kişinin hiç sabıkası yoksa, ilk suçuysa ceza sınırları zaten düşük olduğu için kamu davası açmadan, ceza davası açılmasına erteleme kararı verebiliyor. Talebimiz alt sınırın en az iki yıldan başlamasıydı. Böylece bu kişi, mutlaka hâkim karşısına çıkacak ve aldığı cezanın bir yatarı olacaktı. Sabıkalarına mutlaka işlenmesini ve işe girerken bunun karşılarına çıkmasını talep ediyorduk. Ayrıca sahipsiz hayvanlara kötü muamele durumunda savcılıkların re’sen kovuşturma yetkisi yok. Durum İl Tarım Müdürlüklerindeki memurun takdirine bağlı. İşi başından aşkın bir memurun hayvan hakkı savunucusu gibi dilekçe yazmasını, davayı takip etmesini kimse bekleyemez. Çok istediğimiz Doğa İhtisas Mahkemesi’nin kurulmaması bile ne kadar konuya uzak ve duyarsız olunduğunu gösteriyor. Uzmanlaşmış mahkeme kurulmadığı için çoğu zaman ağacın, derenin, hayvanın hakkını savunabilecek, konuya hâkim, son derece hassas hukukçular bile standart bakış vizyonunun ötesine geçemediğinden emsal kararlar çıkamıyor, içtihatlar oluşmuyor. Hayvan ve doğa haklarının kâğıt üzerinde kalmasının istendiği ortada.

Üstelik hayvan sirkleriyle, petshop’larla ilgili yaşanan sıkıntılar da hâlâ sürüyor… 

Hayvanlı sirklere yasak geldi ancak hapishane pozisyonundaki yunus parklarındaki hayvanların bu tutsaklıktan kurtulması için tek adım atılmadı. Yunuslar, turizm şirketlerinin eline oyuncak olarak bırakıldı. Petshop’larda ve ruhsatsız üretim çiftliklerinde evcil hayvan satışı güya yasaklandı ama katalog, broşür hatta internetten satışa devam ediliyor. Hayvan satışından prim kazanan kişilerin baskısı altında bu büyük istisna getirildi. HAYTAP’ın yıllardır kullandığı, “Hayvanlar Mal Değil, Candır!” söylemi her ne kadar yasa koyucu siyasi partiler tarafından kullanılmışsa da bunun gerçek hayatta bir karşılığı yok. Israrımıza rağmen gerçekleşmeyen en önemli eksiklerden biri de kendi hayvanına eziyet eden kişinin ivedilikle savcılık kararıyla evine girilip hayvana el konulma yetkisinin verilmemesi. Kendi hayvanını arabasının arkasına bağlayıp koşturan, sıcakta balkonda tutan, kısa zincirle aylarca ölümden beter koşullarda yaşatanlar var. “Sahipli mal” olarak görüldüğü için müdahale edilemiyor. Bunun düzeltilme şansı varken görmezden gelindi.

Kanuna göre sokak hayvanlarının kısırlaştırılarak alındıkları yere bırakılmaları gerekiyor. Ancak bazı yerlerde ne yazık ki bu bile uygulanmıyor. Neden sizce?

Ne yazık ki Türkiye’nin birçok bakımevinde veteriner dahi yok. Olan yerlerde de karşılaştığımız çoğu veteriner, kısırlaştırma yapmasını bile bilmiyor. Kendilerince “Topla doldur, sınır ilçeye bırak” gibi sorunu üstlerinden attıklarını düşünüp daha fazla probleme neden oluyorlar. 

Sokak hayvanlarıyla ilgili tartışılan konulardan biri de barınaklar. Barınakların daha iyi hâle getirilmesi için neler gerekiyor? 

Bakımevi nedense hep “beton, fayans ve demir parmaklık” çağrıştırıyor belediye görevlileri için. Öncelikle belirtmeliyim ki hiçbir bakımevi iyi değildir. Bakımevi, doğal koşullarda olmalı. Toprak zemin seçilmeli çünkü toprak kendini yenileyebilir ve hayvanlar için daha sağlıklı. Beton zemin sıcaklık dalgalanmalarına neden olabilir ve temizlik için kimyasallar gerektirir. Kulübelerde eğimli tabanlar ve pencere bulunmalı. Farklı üniteler ve bölmeler olmalı: Karantina, yavrulu anne, sokaktan toplanan köpekler, uyuzlar ve ameliyat sonrası bakım bölmeleri gibi. Her bölme için özel gereksinimler ve alanlar bulunmalı. Ameliyat ve tedavi odalarının olduğu klinik ve idari bölümler, tüm bölmelere yakın olmalı. Ayrıca personel için konaklama ve yemek alanı, bahçe düzeni, temizlik rutinleri ve çevre güvenliği sağlanmalı.

KEMALETTİN KUZUCU

"Onlar 'kimsesiz' değiller"

Kemalettin Kuzucu 

Marmara Üniversitesi İnsan ve Toplum Bilimleri Fakültesi Öğretim Üyesi Kemalettin Kuzucu, toplumsal anlamda hayvanlarla ilgili dönüşüm üzerine çalışmaları olan bir akademisyen. İstanbul’un Sokak Köpekleri ve Tanzimat’tan Cumhuriyet’e Karikatürlerde İstanbul’un Sokak Köpekleri kitaplarının yazarı. Sokak hayvanlarıyla ilgili nasıl çalışmaya başladığını, dünden bugüne İstanbul’daki sokak hayvanlarıyla ilgili dönüm noktalarını bakın nasıl anlatıyor: 

"Sokak hayvanlarıyla aynı evreni paylaşmam dünyaya gelişimle başladı çünkü tarihin her devrinde olduğu gibi çocukluğumda da yaşadığım şehrin sosyolojisinin bir gerçeğiydi. Ancak bilimsel ilgim 1990’lara dayanıyor. Osmanlı Devleti’nin hükûmet merkezi olan Babıali binasının son yangınıyla ilgili 1911 basınındaki değerlendirmeler ilgimi çekti. Mizah basınında, yangından 7-8 ay önce Hayırsızada’ya sürülen İstanbul sokak köpeklerinin ahının tuttuğu yazıyordu. Uğursuzluk, yüzlerce kişiyi öldüren kolera virüsü istilası, binlerce yapıyı kül eden Uzunçarşı Yangını, İtalya’yla girilen savaş ve Balkan Savaşları’yla sürmüş; I. Dünya Savaşı’nı hatta imparatorluğun dağılmasını bile buna bağlayanlar vardı.

İstanbul sokak hayvanları konusu; şehir hayatı, siyaset, inanç, ideoloji ve daha iç içe geçmiş birçok başlığı kapsıyor. Kitapta da yazdığım gibi sokak köpekleri İstanbul’da insanlardan sonra en kalabalık nüfusu teşkil eden ikinci canlı grubu. Üstelik sahipsiz ve başıboş da değiller. Aksine insanların içinde, yanında, düşüncesinde, inancında, kısaca insanlarla ilgili her alandalar. Eski İstanbul halkının onlarla ilişkisi o kadar sürekli ve dinamik ki günümüzde birçoğumuzun bilmeden kullandığımız ‘kimsesiz’ ifadesini anlamsız kılıyor. Ben de ‘sahipsiz’, ‘başıboş’, ‘kimsesiz’ gibi nitelemeleri ne kadar yersiz kullandığımın idrakine kitabı yazarken vardım. Zira hayvanlar, kimsesiz değildi, sahipleri bütün İstanbul halkıydı. Köpekler de bunu bildikleri için onlarla yaşamak istiyordu. Köpeklerin zararlı oldukları gerekçesiyle şehirden uzaklaştırılmaları süreçlerinde insanların bu karara direnmeleri ve hayvanları evlerinde saklamaları, onları sahiplenme güdüsünün göstergesiydi. 

Sokak hayvanlarının şehir ve şehir kültürü açısından önemi, uzun yanıtı olan bir soru. Ancak aklıma ilk gelen şu; pandemideki sokağa çıkma yasağında ölü bir şehir manzarasıyla karşılaşıyor, üzerinize kasvet çöküyor ve karamsarlığa sürükleniyordunuz, değil mi? Ama yaşamın devam ettiğini kediler ve köpekler hatırlatıyordu bize ve bir bakıma umut aşılıyorlardı. Bu bile onların şehir ve halk için önemini göstermeye tek başına yeterli bir örnek. Her şeyden önce İstanbulluların bu hayvanları besleyip sağlık sorunlarına varıncaya kadar alaka göstermeleri, bize insani erdemleri hatırlatmaları açısından önemli.

İSTANBUL SOKAKLARINDA BİR UYARI LEVHASI... (FOTOĞRAF: SHUTTERSTOCK)

YABANCI GÖZLEMCİLERDEN BÜYÜK ÖVGÜ… 

Tarihsel süreçte İstanbul’un sokak hayvanlarıyla ilgili olumlu anlamdaki dönüm noktalarını belli tarihlere indirgemekte zorlanıyorum. Zira her devirde iyi ilişkilere dair ayrıntıları bolca görüyoruz. Ancak kötü anlamda keskin dönüm noktaları maalesef var. Bunların başında 1610’larda ve 1910’da uygulanan sürgünler gelir. 1865’te Tarihî Yarımada’nın en büyük afetlerinden Hocapaşa Yangını sırasında köpeklerin de alevlerden etkilendiğini kaynaklardan öğreniyoruz. Diğer tarihsel yangınlarda da benzer faciaların yaşanmış olması muhtemel. Ayrıca 1853-1855 arasındaki Osmanlı- Rus (Kırım) Savaşı sırasında Türkiye’nin müttefiki olarak İstanbul’a gelip yerleşen İngiliz ve Fransız askerlerinin sırf eğlenmek kastıyla sokak hayvanlarını hedef hâline getirmeleri çok ürkütücü. Bu olayın, Osmanlı’nın Batılılaşma mücadelesi verdiği bir dönemde yaşanması ayrıca anlamlı. 

Kitabım için İstanbul’un sokak hayvanlarıyla ilgili araştırma yaparken öğrendiğim ilginç şeylerden biri de edebiyatçılarımızın sokak hayvanlarına ilgisiydi; köpeklerin sadece kültürümüze ve şehir sosyolojisine kattıklarıyla ilgilenmeyip, bunu bir sorun olarak ele alıp siyasilere çözümler üretmişler. Ayrıca yabancı seyyahların ve misafirlerin, insan-köpek ilişkisini yüceltmeleri şaşırtıcıydı çünkü oryantalist çevrelerde Osmanlı’ya ve Türklere ön yargılı bakışın yaygın olduğunu biliyoruz. Yabancı gözlemcilerin, Türklerin sokak hayvanlarıyla ilişkilerini büyük övgülerle anlatmaları ve bazılarının bu erdemin ülkelerinde ve halklarında bulunmamasından yakınmaları dikkat çekici. 

HAYVANA ŞİDDET UYGULAYAN İNSANA DA ZARAR VERİR 

Şiddetin artmasının sokak hayvanlarına özgü olduğunu düşünmüyorum. Zira hayvana şiddet uygulayan birinin ayrım yapmadan insanlara, çevreye ve diğer varlıklara da zarar verebileceği inancındayım. Bu ise tıbbi müdahale gerektiren ruhsal bir sağlık sorunudur. Tersinden düşündüğümüzde, sevgi dolu ve iyimser duyguları gelişmiş insan, hayvana da insana da çevreye de sevgiyle ve koruma güdüsüyle yaklaşır. Sokak hayvanları, insanlara empati kurmayı öğretir her şeyden önce. Öte yandan iyiliğe karşılık olarak hayvanların gösterdikleri sadakat ve vefa, kendi aralarındaki dayanışma, paylaşma, eğlenme ve benzeri eylemleri; sevmeyi, saygıyı, barışı ve dostluğu hatırlatır. Sokakta, iş yerlerinde, okullarda, kısacası kamusal alanda karşılaştığımız bazı manzaralar, örneğin her köşede kendini hayvanların beslenme ve barınma ihtiyaçlarını karşılamaya adamış, onlarla temas kuran insanların varlığında artış var bence. Yine yakın çevremde, arkadaş, akraba, meslektaş grupları arasında kedi beslemenin yaygınlaştığını ve bu kedilerin özellikle sokaklardan edinildiğini görmekteyim, ki bu olumlu bir gelişme.”

HAYIRSIZADA'DAKİ KÖPEKLER (FOTOĞRAF: SIGMUND WEINBERG)

1910 HAYIRSIZADA VAKASI 

Her ne kadar İstanbul’da hayvanlarla birlikte yaşamak köklü bir kültüre sahip olsa da bu şehir aynı zamanda en vahşi sokak hayvanı cinayetlerinden birinin de tanığı. 3 Haziran 1910’da 80 bin köpeğin öldüğü Hayırsızada Vakası yaşanıyor. Ancak kaseti biraz daha geri sarıp köpeklerin Hayırsızada’ya ilk gönderildiği dönemi hatırlayalım. 

Tarih, XIX. yüzyılın ilk çeyreği. Padişah II. Mahmud, İstanbul’da köpek sayısı artınca çözümü bir hayvan kampı kurmakta buluyor. Böylece şehirde ne kadar köpek varsa hepsinin toplatılmasını emrediyor. İstikamet olarak da Hayırsızada’yı gösteriyor. Ancak yıllardır hayvanlarla iç içe yaşayan İstanbulluların tepkisi gecikmiyor, “Hayvanlara eziyet etmek uğursuzluk getirir” söylemleri artıyor ve Ada’da sağ kalan köpekler geri getirilip tekrar şehir sokaklarındaki yerini alıyor. 

Derken yıllar geçiyor ancak “zihniyet” değişmiyor. Bu sefer 1910’da Belediye Başkanı Suphi Bey, şehirdeki köpeklerin varlığını azaltmak için rotayı yine Hayırsızada olarak gösteriyor. Toplatılan 80 bin köpek Ada’ya bırakılıyor. Üzerinde tek bir ağacın bile olmadığı Ada’da, 80 bin köpek açlıktan birbirini yiyerek feryatlar içinde ölüyor. Öyle ki köpeklerin iniltilerinin İstanbul’dan bile işitildiği söyleniyor. Ta ki hepsi ölene kadar. Sonrası derin bir sessizlik… İşte bu kara leke tarihe Hayırsızada Vakası olarak geçiyor. (E.A)

İBB VETERİNER HİZMETLERİ ŞUBE MÜDÜRÜ DR. FEVZİ KARAAĞAÇ (EN SAĞDA)

"Kadıköy’de hayvan sağlığı merkezi açacağız"

Dr. Fevzi Karaağaç 

İstanbul’da sokak hayvanlarıyla ilgili çalışan önemli kurumlardan biri de İBB Veteriner Hizmetleri. Şube Müdürü Dr. Fevzi Karaağaç, İBB’nin sokak hayvanlarıyla ilgili yaptığı çalışmaları ve yeni projeleri anlatıyor. 

İstanbul sokak hayvanlarıyla ilgili yaptığınız en önemli hizmetler neler? 

İstanbul genelinde sahipsiz hayvan popülasyonunun kontrolü amacıyla yürürlükte olan mevzuatlar ve gelişen teknoloji çerçevesinde rehabilitasyon çalışmalarını aralıksız sürdürüyoruz. 92’si veteriner hekim olmak üzere 492 personel, birer motovet, çiftlik hayvanı nakil aracı ve Vetkabin, iki VetBüs, 30 hayvan nakil aracıyla sahipsiz hayvanlara ücretsiz sağlık hizmeti veriyoruz. Avrupa Yakası’nda beş ve Anadolu Yakası’nda da iki olmak üzere toplam yedi sahipsiz hayvan sağlığı ve rehabilitasyonu alanında hizmet verilen tesis mevcut. 153 Çözüm Merkezi’ne gelen ihbarlar 7/24 değerlendiriliyor. Bakımevleri her gün 10.00-15.00 arası ziyarete açık, hayvanlar ücretsiz sahiplendiriliyor. Yoğun ilgi gören iki VetBüs’le sahipsiz hayvanlara ücretsiz olarak yerinde sağlık taraması yapılıyor ve mahalde sahiplendirme özendiriliyor. İBB SemtPati Mobil Uygulaması’yla kayıt altına alınmaları ve sahiplendirilmeleri sağlanıyor. 

İstanbullular sizi en çok hangi konularda destek almak için arıyor? 

Hemşehrilerimizden ALO 153 Çözüm Merkezi üzerinden, bölgesindeki sahipsiz hayvanların rehabilitasyonu ve kısırlaştırılması gibi konularda destek talepleri geliyor. Ayrıca yaralı hayvanlar için 7/24 hizmet veriliyor.

Yardıma muhtaç sokak hayvanı gören biri ne yapmalı? Yardım süreci nasıl işliyor? 

ALO 153 Çözüm Merkezi’ni aradıkları anda süreç başlıyor. Özellikle ilçe belediyelerinin faaliyette olmadığı saatlerde fazla sayıda ihbar alıyoruz. İstanbul genelinden gelen bu ihbarlar, veteriner hekimce değerlendirilip acil müdahale gerekiyorsa ekiple bakımevine sevki sağlanarak orada gerekli müdahale yapılıyor. Tedavisinin ardından alındığı ortama bırakılıyor. 

Hayvan hakları savunucularının en çok eleştirdikleri konuların başında, barınaklar geliyor. Ne kadar iyi hizmet verirse versin, hayvanların izole edilmemesi gerektiğini, kısırlaştırılan hayvanın alındığı yere bırakılmasını istiyorlar. Bu noktada sokak hayvanlarına daha iyi bir hayat sağlanması için en ideal olan nedir sizce? 

En ideal yöntem, kanunda da belirtildiği ve belediyelerin de sorumlu olduğu, hâlihazırda uyguladığımız; 5199 sayılı kanun çerçevesinde yaşatma (topla, aşıla, kısırlaştır, işaretle, aldığın ortama bırak) modeli. Ayrıca henüz sahiplendirilememiş ve dışarıda yaşayamayacak derecede yaşlı ya da engelli hayvanlar, ömür boyu bahçeli yaşam alanımızda bakılıyor. 

Sokak hayvanlarıyla ilgili alınan yeni kararlar, projeler var mı? 

İBB olarak sahipsiz can dostlarımız için ilkleri gerçekleştirerek destek vermeye devam ediyoruz. Hedefimiz, şehrimizdeki sahipsiz hayvanların refahını yükseltmek ve sağlığını korumayı hız kesmeden sürdürmek. Yeni dönemde de ilçe belediyeleriyle koordineli çalışılacak. Ayrıca Kadıköy’de sahipsiz hayvanlar için Hayvan Sağlığı Merkezi açılması planlanıyor.

BERNA ŞAHAN, HAÇİKO

"HAYVAN İLE İNSAN ÖLDÜRMEK ARASINDAKİ KISA MESAFE…" 

Berna Şahan (Gönüllü)  

"Küçükken sokakta bulduğum kedileri eve getirme eğilimindeydim. Yaş aldıkça bu farklılaştı, ‘Düzenli olarak canlar için ne yapabiliriz?’ diye çabalarken beş yıl önce Haçiko gönüllüsü oldum. Çünkü bir sivil toplum kuruluşuyla yola devam edilirse daha çok fayda sağlanacağı kanaatindeyim. Sokaklardaki canlarımız için bir şeyler yapabilmek, gözlerindeki mutluluğa ortak olabilmek büyük mutluluk. Öncelikle daha vicdanlı bireylere dönüşüyorsunuz. Daha duyarlı insan oluyor ve çevrenizdekilere de bunu aşılayabiliyorsunuz. Ne yazık ki sokak hayvanlarına yönelik çok fazla vahşet haberi duyuyoruz. Arno Gruen, Normalliğin Deliliği kitabında şöyle der: ‘Görünen o ki, bütün canlılar arasında yıkmak için yıkan tek canlı insan. İçindeki saldırganlık devam ettiği sürece insanlar, yıkmaya devam edecektir.’ Şiddetin her türünün yasak olması gerektiği gibi hayvanlara yönelik şiddet ve hak ihlallerinin önlenmesi daha iyi bir dünya düzeni için de şart. Yasalarda ceza ve yaptırımların arttırılmasına, hayvan haklarının tam olarak güvence altına alınmasına ihtiyaç var. Tolstoy’un, ‘Hayvan öldürmek ile insan öldürmek arasındaki mesafe bir adımdır’ sözü hafızamızdan silinmemeli ve hayvanlara karşı suç işleyenlere yönelik alınacak tedbirlerin, insanların geleceği ve toplum refahı için de önemli olduğu bilinciyle hareket edilmeli."

HÜSEYİN ÇINAR (HAÇİKO)

"KORUNMALARINA İHTİYAÇ DUYULMAYAN GÜNLER İÇİN" 

Hüseyin Çınar (Haçiko Gençlik Oluşumu Kurucu Başkanı, Gönüllü)  

"Hayvan sevgisinin küçük yaşta aileden öğrenildiğini düşünüyorum. Benim de sokak hayvanlarıyla tanışmam, çocuk yaşta ailemin yönlendirmesiyle iki köpek sahiplenmemizle oldu. O yaşlardan beri de canlarımızın yaşam standartlarını arttırmak için elimden geleni yapmaya çalışıyorum. Üniversitedeyken kurucularından olduğum bir toplulukla sokak hayvanlarının yararına etkinlik düzenlemek için Haçiko Derneği’yle iş birliği gerçekleştirdik. Dernek yöneticilerinden edindiğim bilgiler beni çok etkiledi ve yardıma muhtaç canlarımıza daha çok destek sağlamak, haklarını korumak için 2018’de Haçiko ailesine katılmaya karar verdim. 2010’da dernek başkanımız Ömür Gedik’le başlayan bu hedefe, yedi yıldır farklı görevlerde yer alarak destek sağlamanın mutluluğunu yaşıyorum. Sokak hayvanlarının korunmalarına ve doyurulmalarına ihtiyaç kalmamış ve hiçbir hayvanın insani zevkler için kullanılmadığı bir dünya vizyonuna sahip olan derneğimiz, hayvan sevgisi bilincini geliştirme, hayvan hakları ihlallerini önleme, sahipsiz sokak hayvanları başta olmak üzere tüm hayvanların refahını sağlama misyonunu üstleniyor. Bu kapsamda tedavi, sahiplendirme, besleme, kısırlaştırma, hukuksal çalışmalar, kreşten üniversiteye kadar tüm kurumlarda eğitimler gibi birçok çalışmayı ülkemizin dört bir yanında sürdürüyoruz. Vahşetin sayısı her geçen gün artarken biz hayvanseverler hem canlarımızın haklarını korumaya hem de duyarlı nesiller yetişmesine katkı sunmaya çalışıyoruz. Unutmamamız gerekiyor ki sokaklar sadece insanların değil, diğer canlıların da yaşam alanı."

ÖZLEM BOZKURT (ÇAK Bİ PATİ)

"Satın alma sahiplen!"

Özlem Bozkurt (Çak Bi Pati Derneği Kurucu Üyesi, Gönüllü)  

"Sosyal medyada hayvanlarla ilgili iki tür paylaşıma alışığız; ilki sahipli ve genellikle de cins kedilerin sevimli hâlleri; ikincisi sokaklarda ve barınaklarda kötü koşullarda yaşayan evsiz veya terk edilmiş hayvanların dramatik ve içler acısı hâlleri… Ortasına rastlamak çok güçtü. 2016’da birkaç arkadaş bir araya gelip oyunu değiştiren bir girişim olarak Çak bi Pati Yeni Nesil Sokak Hayvanları Derneği’ni kurduk. Yaşama hakkının korunması ve hayvanların yaşam alanlarına saygı duyulması konusunda farkındalık yaratmayı, kısırlaştırma bilincini yaygınlaştırmayı hedefliyoruz. Besleme yapıyor, kurtardığımız hayvanları aşılıyor, tedavi ediyor, kısırlaştırıyor ve sahiplendiriyoruz. Sokaktan hayvan sahiplenmenin önemini ve ‘Satın alma, sahiplen!’ mottosunu herkese duyurmak için çabalıyoruz. Aslında en güzeli de yuvaya ihtiyacı olan hayvanları, onları çok seven insanlar ve yuvalarıyla buluşturan bir köprü kurmuş oluyoruz.

Sosyal medyanın gücünü, gönüllü takipçilerimiz sayesinde her zaman hissediyoruz. Gönüllü takipçilerin verdikleri desteğe minnettarız. Sahiplendirme başarımız kolektif bir başarı. Himayemizdeki hayvanlardan birini sahiplendikten sonra kendisi sokaktan tekrar sahiplenen ya da çevresine sahiplendiren aileler olduğunu görmek, derneği kurma amacımızı gerçekleştirdiğimize dair inancımızı güçlendiriyor. 

ÜRETİLMELERİNE DE KARŞIYIZ 

Sokaklarda milyonlarca hayvan yaşam savaşı verirken kısırlaştırmak yerine yenilerinin üretilmesine ve satılmasına ses çıkarmamak, acılara gözümüzü kapatmak olur. Sokaktaki sıradan ırkların evde yaşamaya uygun olmadığı, eve alışamayacağı gibi yanlış bir inanç yaygın. Oysa kediler ve köpekler ‘evcil’ hayvanlar ve hepsi içgüdüsel olarak ev hayatına kolayca uyum sağlayabilir. Hayvanlar da tıpkı insanlar gibi türü, ırkı, cinsi ayırt edilmeksizin eşit yaşama hakkına sahip olmalı. Estetik kaygıların, merakın ya da zevkin onların ‘değerini’ belirlemesine karşıyız. Canı yanan, duyguları olan bir canlının mal statüsünde değerlendirilip duygusuzca üretilmesini ve satılmasını kabul edemeyiz.

Eminiz ki satın alan insanlar da birlikte yaşadıkları dostlarıyla güçlü bir bağ kuruyor ve onları çok seviyordur. Bir hayvanla kurulan bağ, duygusal ve karşılıklı etkileşimle inşa ediliyor, emekle ve temasla derinleşiyor. Ancak ‘satın almak’ birçok insan için üzerine hiç düşünülmeden verilmiş anlık bir karar oluyor. O hayvanla yaşamaya başladıktan sonra çoğunlukla onlar da satın alma karşıtı oluyor. Bu nedenle ne kadar çok kişiye ulaşıp ‘Satın alma, sahiplen!’ farkındalığını artırırsak o kadar etkili olacağız. 

KENDİNİZİ GÖRMEK İÇİN GEÇİCİ YUVA OLABİLİRSİNİZ 

Öte yandan üretilip satılan cins hayvanların çoğu, insanların estetik kaygılarına hitap etmesi için ‘laboratuvarda üretilmiş’, doğada var olmayan ırklar. Bu nedenle çoğu doğuştan genetik hastalıklara sahip. Ömrünü acıyla geçirecek hayvanlara talep göstererek üretilmelerine destek olmayın. Ayrıca dostunu umursamazca terk eden sahipler için caydırıcı bir yaptırım olmadığından tatil yerlerinde hayvan alınıp sonra sokağa bırakılma sorunu yıllardır sürüyor. Bu, şikâyet edilen ‘sokak hayvanı çokluğu’ durumunu körüklediği gibi eve, insana alışmış, sokakta yaşamayı bilmeyen, uyum sağlayamayacak hayvanları düpedüz ölüme terk etmek demek oluyor. 

Bir hayvanı sahiplenmek öncelikle çok kararlı bir irade gerektiriyor. En az 15-20 yıl yaşayacak bir canlının sorumluluğunu almak için tüm hayatlarını, planlarını gözden geçirmiş olduklarını bilmek isteriz. Bir hayvanla hayatlarını birleştirmeden önce, bir kedi ya da köpekle yaşamaya uygunlar mı, kararsızlarsa öncelikle geçici yuva olmaları yönünde teşvik ediyoruz. Geçici yuva; gönüllülerin yuva arayan bir hayvana geçici olarak evini açmasıdır. Yalnızca onları asla terk etmeyeceğine ve iyi bakabileceğine inandığımız kişileri seçerek sahiplendirme yapıyoruz."

FOTOĞRAF: NİHAL GÜNDÜZ

Hayvanlar için daha iyi bir hayat mümkün… İşte talepler

Acilen üretim çiftliklerinin ve petshop’ların faaliyetleri durdurulmalı. 

Sokak hayvanlarının hamisi yasal, tarihsel ve kültürel olan yerel yönetimler. Onların bakımları ve kontrolleri için aktif rol almalıdır. Sokağa doğanı yaşatırken yeni doğumları önlemek için kapsamlı kısırlaştırma, aşılama ve yerinde yaşatma programı seferberliği başlatılmalı. 

Büyük tecrit merkezi modelleri yerine hayvanların temel bakım alacağı hayvan hastaneleri ve sokakta yaşayamayacak, bakıma muhtaç hayvanlar için vatandaşların, STK’ların denetimine, ziyaretine açık sığınak modelleri geliştirilmeli. Valilik, belediye ve STK’ların ücretsiz sağlık hizmeti sunan merkezleri çoğalmalı. 

Belediye personelinin, hayvanlar konusunda bilinçlendirilmesi çok önemli. Belediyelerde hayvanlar konusunda ehil ve buna uygun psikolojide insanlar çalıştırılmalı. 

Hayvan haklarını koruyacak ve şiddeti önleyecek yasal düzenlemelerin güçlendirilmesi ve uygulanması şart. Hayvana karşı işlenen suçların alt sınırı en az iki yıldan başlamalı ve şiddet cezasız kalmamalı. 

Hayvanların sahipsiz ve başıboş olmadığını, hepimizin korumasında olduklarını, sevgi ve yaşamlarına saygı duyulmasını hatırlatan bilinçlendirme çalışmaları yapılmalı. Okullarda, ailede ve medyada eğitimler verilerek hayvanlarla birlikte yaşamanın olumlu bir trend olduğunu vurgulamak gerekiyor. Çevreye ve hayvanlara duyarlı bir nesil yetiştirilmesi için kamu kurumları çalışmalı. 

Sokak hayvanları için en büyük kâbuslardan biri, araçlar. Taşıtların ezdiği kedi ve köpek cesetlerine her gün rastlanıyor. Bu konuda önlem alınmalı.

BOJİ

İstanbul’un ünlü sokak hayvanları

KADIKÖY’ÜN EFENDİSİ TOMBİLİ: Kadıköy Ziverbey’de “Buralar hep benim” edasıyla kaldırıma yaslandığı pozuyla fenomen olan kedi Tombili, tüm ülkece sevildi. Tembelliği ve şişkoluğuyla ün salan Tombili’yi, doğduğu bahçenin ev sahipleri Züleyha ve Bahtiyar Sarıca, bir röportajda, “Tombili’yi tüm mahalleli severdi. Gören fotoğraf çekerdi. Tombili’yse onları hiç umursamaz sanki etrafında kimse yokmuş gibi havalara girerdi” diyerek anlatıyordu. Ölümünden sonra Change.org’daki imza kampanyası karşılık buldu, Kadıköy Belediyesi’nin desteğiyle, heykeltıraş Seval Şahin’in gönüllü yaptığı heykel, 2016’daki 4 Ekim Hayvanları Koruma Günü’nde Ziverbey’e yerleştirildi. 

AYASOFYA’NIN KORUYUCU ŞAŞI KEDİSİ GLİ: Şehrin büyüleyici mekânlarından Ayasofya’yı daha da sihirli yapan, şaşı gözleriyle sımsıcak bakan Gli’ydi. Dünyanın dört bir yanından gelen ziyaretçiler, bu tarihî yapı kadar Gli’ye de ilgi gösterince namı sınırları aştı. Ayasofya’da doğup büyüyen Gli, dünyaca ünlü bir kedi oldu. Hasta olduğunda binlerce insan iyi dileklerini iletti, dualar etti. Ancak Gli, 16’sında yani insan ömrüyle 81 yaşındayken 2020’de aramızdan ayrıldı. 

İSTANBUL KAZAN O KEPÇE, İŞTE KARŞINIZDA BOJİ: O, tam bir İstanbul âşığı, gezgin. Bir günü, taksi dışında tüm toplu taşıma araçlarını kullanmakla geçiyor. Adını, raylı sistemlerde hareketi sağlayan bir parça olan bojiden alması boşuna değil. İstanbul’un ünlü gezgin köpeği Boji, dünya basınına bile haber oldu. Ancak Boji, seyahatleri sırasında ne yazık ki bazı kötü muamelelere de uğradı. 2022’de İBB Başkanı Ekrem İmamoğlu, Boji’nin sahiplenildiğini, “Boji’yi sahiplenen iş insanı Ömer Koç’a teşekkürler. Boji’nin, ona zarar vermek isteyen insanlardan uzak, korunaklı, dilediği gibi koşturabileceği bir yuvası olacak” diyerek duyurdu.

GLİ

GÜLHANE PARKI’NIN ÜNLÜ İSKENDER PAPAĞANLARI: Gülhane Parkı’nı ziyaret edenler, ağaçların arasında parlak yeşil tüyleri, kırmızı gagalarıyla muhteşem bir görüntü oluşturan İskender(iye) papağanlarını görmüştür. Türkiye’ye ilk olarak 1976’da geldikleri düşünülen papağanlar, yıllardır İstanbul’u renklendiriyor. Gemiden ya da gümrükte devrilen kamyonlardan kaçtıklarını söyleyen de var, yurt dışından yasa dışı yollarla getirildiklerini iddia edenler de. 

DENİZ MÜZESİ’NİN ÜNLÜ BALIKÇILI PELİKAN YAŞAR: 1960’larda filmlerde, belgesellerde boy gösterecek kadar ünlü bir pelikan Yaşar. O yıllarda Eminönü’nde demir atmış, deniz hayvanlarının sergilendiği bir sirk olan Deniz Müzesi’nin girişinde gelenleri karşılayan Pelikan Yaşar, bölgenin simgesi olmuş. Şehri gezen birçok turistin fotoğrafında da kendine yer bulmuş. 

MODA’NIN TARÇIN’I, FENERBAHÇE’NİN TOMMY’Sİ: Modalılar, renginden dolayı ona Tarçın adını koyup bir de tasma taktı. Ancak o birine “ait” değildi, tüm semtin köpeğiydi. Adı söylendiğinde bakar, kendini karşısındakine şüphe duymadan teslim edip sevdirirdi. Ancak Tarçın, 2016’da ters yönde giden bir arabanın çarpması sonucu öldü. Üstelik şoför kaçtı. Ne yazık ki böyle vahşice öldürülen tek sokak hayvanı değil. Fenerbahçe Dalyan’da simge hâline gelen köpek Tommy de araba çarpması sonucu hayatını kaybetti. Kedilerle arası çok iyi olan Tommy’yi kedi emzirirken görenler bile olmuş. İskender Giray’ın Tarçın ve Ümit Öztürk’ün Tommy heykelleri, sokak hayvanlarına daha iyi bir hayat sağlanması gerektiğini hatırlattığı için de önemli. 

ÇARŞI’NIN MASKOTU KAZ RODİ: 2002’de Nimet Köseoğlu, Aydın’dan Kadıköy’e göç ettiğinde bir takipçisi vardı. Kaz Rodi, kısa sürede Kadıköy Çarşı’nın maskotu oldu. Gün boyu dolaştığı çarşıya heykelinin dikilmesi istendi. Ancak Nilüfer Ergin’in yaptığı heykel, üç ay sonra çalındı. Yine de Rodi kırmızı ışıkta durup yeşilde geçmesi ve Köseoğlu’nu görünce kanatlarını açıp ona koşmasıyla hâlâ Kadıköylülerin zihninde.

İSTANBUL’DA AYI OYNATICILARI (FOTOĞRAF: SÉBAH & JOAILLIER)

Hayvan hakları kronolojisi

İBB Yayınları’ndan çıkan Hayvan Hakları Tarihi ve Türkiye kitabında, İbn Haldun Üniversitesi Tarih Bölümü Öğretim Üyesi Dr. M. Fatih Çalışır’ın kaleme aldığı “Hayvan Hakları Kronolojisi” bölümünden birkaç önemli tarih: 

DÜNYA 

MÖ 9500-2000 Hayvanların evcilleştirilmesi. 
MÖ 2100 Hayvanlara ilişkin hükümler içeren Ur-Nammu Yasaları 
MÖ 1793-1750 Hayvanlara ilişkin hükümler içeren Hammurabi Yasaları (Hayvan tedavileri kurala bağlanmış, yaralı hayvanların çalıştırılamayacağı ifade edilmiştir). 

TÜRKİYE 

1502 İçinde hayvanların korunmasına yönelik hükümlerin de yer aldığı Bursa ve Edirne ihtisab kanunnâmeleri 
17 Şubat 1587 Yük hayvanlarına aşırı yük yüklenmesini yasaklayan III. Murad’a ait bir ferman 1766 Hamalların at ve beygirlere binmesi yasağını teyit eden ferman 
3 Kasım 1839 Can, mal ve namus güvenliği ile özel mülkiyet haklarını güvence altına alan Tanzimat Fermanı’nın ilanı
1877 Hayvanlara dair maddeler içeren Vilâyât Belediye Kanunu
1887 Dâülkelp Tedavihanesi’nin (Kuduz Hastanesi) açılışı 
29 Mayıs 1910 İstanbul’daki sokak köpeklerinin toplatılarak Hayırsızada’ya (Sivriada) gönderilme kararı 
1926 Hayvan Islahı Kanunu 
1929 Himaye-i Hayvanat Cemiyeti’nin çalışmaları sonucu ayı oynatmanın yasaklanması 
1934 İstanbul Belediyesi’nin Taksim Stadı’nda yapılan hayvan dövüşlerini yasaklaması 
1936 Hayvanları Himaye Cemiyeti’nin girişimleri sayesinde Hayvanları Koruma Yasa Tasarısı’nın Meclis’te kabul edilmesi
1955 Ankara’da Celâl Bayar’ın öncülüğünde Hayvanları Konuna Derneği’nin (HAYKOD) kurulması. Türkiye’de ilk hayvan barınma tesisini kuran dernek, 1956’da Bakanlar Kurulu kararıyla kamu yararına faaliyet gösteren dernek statüsüne kavuşmuştur.

İBB YAYINLARI’NDAN ÇIKAN HAYVAN HAKLARI TARİHİ VE TÜRKİYE KİTABINI İSTANBUL KİTAPÇISI ŞUBELERİNDEN VE ISTANBULKITAPCISI. COM ADRESİNDEN SATIN ALABİLİRSİNİZ

1984 Avrupa Konseyi’nce hazırlanan ve 1979 Bern Sözleşmesi’yle kabul edilen Yaban Hayatı ve Yaşama Ortamlarının Korunması Sözleşmesi’nin Türkiye tarafından imzalanması 
1989 Bakanlar Kurulu’nun Hayvan Sağlığı ve Zabıtası Yönetmeliği’nin yürürlüğe konulma kararı 
1992 Sokaklarda ayı oynatmanın kesin şekilde yasaklanması 
2003 Türkiye’nin 4934 sayılı Kanunla “Ev Hayvanlarının Korunmasına Dair Avrupa Sözleşmesi”ne taraf olması 
2004 Hayvanlara dair maddeler de (151, 181, 226) içeren 5237 sayılı Yeni Türk Ceza Yasası’nın kabulü 
24 Haziran 2004 5199 sayılı Hayvanları Koruma Kanunu’nun Meclis’te kabul edilmesi 
2008 Türkiye’nin farklı illerinde beş hayvan hakları STK’sının Hayvan Hakları Federasyonu (HAYTAP) adıyla bir araya gelmesi 
2019 Hayvan Hakları Meclis Araştırma Komisyonu’nun kurulması 
19 Haziran 2020 Adalar’da ulaşımın faytonlar yerine elektrikli araçlarla yapılmaya başlaması 
14 Temmuz 2021 Hayvanları Koruma Kanunu’nun yeni hâliyle yürürlüğe girmesi

Hayvan Hakları
Sokak hayvanları
Sokak köpekleri
Sokak kedileri
Hayvan barınakları
HAYTAP
Haçiko
Çak Bi Pati
İstanbul
IBB
Sayı 018

BENZER

Şehrimizin önemli iki iç denize kıyısı var: Karadeniz ve Marmara Denizi. Pencereden denize baktığımızda hiç aklımızdan geçmiyor ama sularımızda, gemilerin balast suyuyla taşınan istilacı türlerle yerli türler arasında ölüm kalım savaşı yaşanıyor her an.
Hafızalara 1973 yapımı Kelebek (Papillon) filmiyle kazınan Güney Amerika’daki Fransız Guyanası, 1852’den itibaren Fransa’nın ceza kolonisi olarak kullanıldı. Fransız mahkemelerinin azılı suçlu olarak değerlendirdiği mahkûmlar 100 yıl boyunca cezalarını buradaki korkunç hapishanelerde ve çalışma kamplarında çektiler. Fransız Guyanası’nın mahkûmları arasında Türkler de vardı. Bunların çoğu, İstanbul’un işgali döneminde Fransız mahkemelerinde yargılanıp kürek cezasına çarptırılmışlardı.
Din ve sanat bugün yan yana geldiğinde çoğumuzun kafasında hemen bir resim oluşmuyor. Oysaki geçmişte bir ustanın himayesinde başlayan hafızlık eğitiminin sanatkârlığa evrilmesi oldukça yaygınmış. Sanatını özellikle musikide geliştiren ve şanı bugünlere ulaşan, evrenselleşmiş pek çok isim sayabiliriz: Itrî, Hâfız Sâmi, Sadettin Kaynak, Kâni Karaca, Hâfız Burhan bu isimlerden sadece birkaçı, diyor Ayça Örer.