Bir devi doyurmak

Fotoğraf
Koray Berkin
23 Mayıs 2022 - 17:58

İstanbul her şeyi yutan dev bir ağız, doymak bilmez dev bir mide. İki aydan kısa sürede Sapanca Gölü’ndeki suyun tamamını içiyor, yılda 1 milyondan fazla inek yiyor, günde 20 milyon ekmek tüketiyor, Türkiye’nin hatta dünyanın dört bir yanından bitkisel ve hayvansal gıda 16 milyon nüfuslu bu dev metropole akıyor. 2019’da hallerden şehre giren sebze miktarı 1 milyon 613 bin 930, meyve miktarı 1 milyon 165 bin 425 tondu. Buna büyük marketlerin alımları dâhil bile değil üstelik... Türkiye’nin gıda tüketiminin yaklaşık üçte biri burada gerçekleşirken, Türkiye’de üretilen buğdayın binde 9,3’ü, kendi buğday ihtiyacının ise ancak yüzde 5,3’ü İstanbul’dan karşılanıyor. Tarım alanları hızla betonlaşırken kente gıda girişi bir sebeple dursa kendi üretimiyle doyması imkânsız. Ama yine de tablo tamamen karanlık değil. Tüm dünya iklim değişimine bağlı gıda krizi riski altındayken bu gidişi tersine çevirmeye yönelik çabalar da var.

Cumhuriyet Köyü'nde kurulan pazar

"...Bitinya sağımızda kaldı; solumuzda ise surlar, yani aziz İmparator Konstandya’nın inşa ettirdiği Yedikule vardır. Eski zamanlarda, kışın, şehir halkına yetecek miktarda arpa ve buğday buradaki ambarlara konulurdu...

"...Üçüncü kapı Davutpaşa’dır. Küçük Vlanga bostanının bulunduğu bu yer, Yenikapı’ya kadar iki kat surla çevrilidir. Büyük bahçe denilen Vlanga bostanının hıyarları çok büyük olur. Vlanga, Rum dilinde yeşillik manasındadır...

"...Kadırga limanının yanında bir bostan vardır. Sebze ihtiyacı kısmen dışarıdan getirilmekle temin edildiği gibi, şehrin muhtelif yerlerinde dahi birçok bostanlar vardır...

"Ahırkapı’da, sahilden biraz ileride, denizin içinde balıkçıbaşının köşkü vardır. Gerilmiş ağların karşısında gözcüler dalyanda otururlar. Bu mevkide padişah için nefis balıklar avlanır. Diğer birçok yerlerde de bunun gibi dalyanlar kurulmuştur..."

"Şehrin on birinci kapısına Odunkapısı denir. Buraya İzmit’ten soğan, sarımsak, tavuk, yumurta ve meyve getirilir..."

"Unkapanı’nda imaretlerin fodolasına ve softalara askerlerin tayinine mahsus kurşunlu kapan yani büyük un mağazası vardır ki ekmekçilerin unu da oradan temin edilir. İskelede duran sayısız gemiler, şimal taraflarından büyük miktarda buğday getirirler. Bazen üç dört sıra dizilmiş olan gemiler, Donavis nehrinin kıyılarından, Kefe’den, Hun memleketi olan Kırım’dan, Mangala’dan, Köstence’den, Kili’den, Varna’dan, Akkirman’dan, İbrail ve İsmail’den, Beştepe ve Karaharman’dan, Sünker’den, Kızılca’dan, Balçık’dan, Arnavud Galas’tan, Tulça’dan, Kavarna’dan, Burgaz’dan, Tuzla’dan ve Gelagna’dan gelirler. Her bir gemi 300 mort buğdayla yüklü bulunur. Bir mort 20 kiledir... Yüz on kadar fırında halkın ekmeği pişirilir. Bundan başka çörek, kata, kadayıf, baklava, simit, gevrek, peksimed, lavaş, çakıl fodula, Halep ve Şam böreği, gözleme, francala ve yağlı ve yağsız taze kuru lokma da yapılır... ...Hepsi de Ermeni olan ekmekçi ustaları Pazar ve Cuma’dan maada her gün erkenden loncada hazır bulunurlar. İskele darı, arpa ve buğday yığınları ile doludur..."

"...Deniz gümrüğüne nezaret etmek üzere, Balık Emini Kasımpaşa’da oturur. Kılıçbalığı oraya getirtilip bütün dükkânlara tevzi edilir..."

"Kadıköy'den Fenerli bahçeye kadar uzanan saha, gözleri okşayan bağlarla örtülüdür..."

Yukarıdaki alıntılar, Eremya Çelebi Kömürcüyan’ın 17. Asırda İstanbul isimli eserinden. Bu satırlarda anlatılan İstanbul’u, 21. yüzyıldan bakıp da gözümüzde canlandırmak oldukça zor. 2022’de ölümün eşiğine gelmiş denizinde kılıçbalığı tutulan, kentsel dönüşümle betonlaşmış asude semtlerinde bağcılık yapılan, adım başı bostanlara rastlanan bir hayal kenti...

Öte yandan İstanbul, tarihinin hiçbir döneminde gıda üretimiyle tamamen kendine yeten bir şehir olmadı. Bu topraklarda hüküm sürmüş imparatorlukların en uzak köşelerinden başkente her zaman gıda aktı. Olağanüstü haller dışında iaşesini hiçbir zaman yerel üretimle sınırlamak zorunda da kalmadı.

Topraksız tarımın üreticiler için avantajı çok

Bugün, 16 milyonu geçen nüfusuyla İstanbul’u doyurmak ise başlı başına bir mesele. Aşırı nüfus artışı, hızlı kentleşme, zaten kıt olan tarım toprakları ve su kaynaklarının hepten azalması ve iklim değişikliğinden kaynaklanan sorunlarla birlikte kentin gıda ve tarım açısından kendi kendine yeterli olması mevcut durumda mümkün değil. Burası Türkiye’nin en büyük gıda pazarı. Anadolu’da üretim yapan çiftçi büyük oranda İstanbul’u doyurmaya çalışıyor. Şehre gelen meyve-sebzenin yaklaşık yüzde 60’ı, Bayrampaşa ve Ataşehir hallerinden geçerek kente dağılıyor. Kalan yüzde 40’a yakın bölüm de büyük marketler tarafından doğrudan tedarik ediliyor.

İBB tarafından Eylül 2021’de yayımlanan İstanbul Gıda Strateji Belgesi’nde, Avrupa’nın en kalabalık kenti İstanbul’un, barındırdığı mülteci nüfusu, başta deprem olmak üzere afetlere açıklığı, kırsal alan üzerindeki kentleşme baskısı gibi sorunlarla gıdaya erişim konusunda duyarlılığı yüksek bir şehir olduğu hatırlatılıyordu.

Çevre örgütü Greenpeace’in İstanbul Nasıl Beslenir? başlıklı raporuna göre de İstanbul hiçbir üründe tüketim ihtiyacını kendi üretimi ile karşılayamıyor. Türkiye’de üretilen buğdayın binde 9,3’ünü üreten İstanbul kendi buğday tüketiminin ancak yüzde 5,3’ünü karşılayabiliyor. Başlıca yaş sebze ve meyvelerde bu oran genellikle yüzde 1’in altında. Tüm Marmara bölgesi üretimi ve tüketimi hesaba dahil edildiğinde ancak mısır, şeftali ve fındıkta diğer illerdeki yerel tüketimden artakalan ürün fazlası, İstanbul’un açığını kapatabiliyor. Marul ve ıspanak gibi ürünlerde bu fazla ancak İstanbul’daki açığın yaklaşık yüzde 30’unu karşılayabiliyor. Raporda, kentin üretim kapasitesinin arttırılmak yerine yanlış tarım politikaları ve yıkıcı projelerle daha da aşındırıldığının altı çiziliyor.

Tarım alanları gibi çayır ve mera alanları da yerini betona bırakıyor. 1998’de Mera Yönetmeliği’nde yapılan değişiklikle mera alanları imara açılmıştı. Bu düzenlemenin sonucunda sadece 2014-2019 arasında mera alanları yüzde 21,7 azalarak 6 bin 408 hektardan 5 bin 14 hektara geriledi. Ormanlar, fundalıklar, çayır ve meralar, tarım alanları, sulak alanlar ve kıyı kumulları gibi karasal ekosistemler ve bunların oluşturduğu habitat, 3. köprü, İstanbul Havalimanı gibi mega projelerle tahrip edildi. Kanal İstanbul Projesi ise başlı başına büyük bir tehdit. Yeni bir planlamaya ve değişime ihtiyaç duyduğumuz ortada.

Peki İstanbul’da tarım şu anda ne durumda? Vahşi büyümeye, tarım arazilerini yutan ranta ve altyapı projelerine rağmen bu şehirde hâlâ çiftçilik yapılabiliyor mu? Yapılıyorsa bile ihtiyacı karşılamaya ne kadar yakın?

Kanal İstanbul projesi her anlamda bir tehdit

İBB Muhtarlıklar ve Gıda Daire Başkanlığı’na bağlı Muhtarlıklar Müdürlüğü tarafından hazırlanan listeye göre İstanbul’da 215 yerleşim biriminde tarım yapılıyor. İBB Tarımsal Hizmetler Dairesi Başkanı Ahmet Atalık’ın verdiği bilgiye göre, İstanbul’un tarım arazisi 74 bin hektar. Yani şehrin yüz ölçümünün altıda biri kadar. Bu hiç azımsanacak bir büyüklük değil ancak hem artan maliyetler nedeniyle çiftçi toprağını ekmiyor hem de kalan tarım arazileri neoliberal politikaların tehdidi altında.

Oysa Silivri-Çatalca ağırlıklı olmak üzere Büyükçekmece ve Sarıyer, Arnavutköy Avrupa Yakası’nın ana bitkisel üretim merkezleri. Anadolu Yakası’nda Beykoz, verimli ovaları ve sulama göletleriyle önemli bir tarım merkezi. Listeye Şile, Çekmeköy, Pendik ve Tuzla’yı da eklemek gerek. Hayvancılığın adresi ise Silivri, Çatalca, Arnavutköy, Eyüp, Sarıyer, Büyükçekmece, Beykoz, Şile, Pendik, Tuzla ve Çekmeköy.

Şaşırtıcı gelebilir fakat İstanbul’da en çok buğday ve arpa üretiliyor. Silivri ve Çatalca’da ayçiçeği ekilirken, Pendik Göçbeyli ile Sarıyer Gümüşdere seracılık merkezlerinde sebze yetiştiriliyor. Özellikle Göçbeyli, “İstanbul’un Kumlucası” olarak anılıyor. Beykoz’da geleneksel tarımın yanı sıra topraksız tarım üretimi var. İstanbul, manda varlığında Türkiye lideri. Şile, Beykoz ve Adalar’da ise arıcılık yapılıyor.

Bu dosya için başlıktaki sorunun cevabını aradık. Bu dev nasıl doyar? Üreticilerle, yerel yönetim birimleriyle konuştuk. Kanal İstanbul gibi rant projelerinin neden olduğu kayıpları ortaya koymaya çalıştık. Umut vadeden projeleri dinledik...

Ahmet Atalık

"Eminim Türkiye’nin en mutlu çiftçileri İstanbul'da"

Ahmet Atalık, İBB Tarımsal Hizmetler Dairesi Başkanı

Gıda fiyatları neden bu kadar arttı?

İklim krizi, savaşların ithalata ve fiyatların yükselmesine etkisi, üretimsizliğimizin, dışarıya bağımlılığımızın getirdiği fiyat artışları bir yana, kapasitenin yarısını kullanarak yaptığımız üretim de gıda fiyatlarının ayrıca yükselmesine neden oluyor. Tıpkı tarımsal üretim gibi tarıma dayalı sanayide de bir plansızlık var. Sanayinin pazara göre üretim yapması gerek. 10 birimlik pazar varken 20 birimlik kurulu gücümüz olursa, bu bir sorun.

Hayvancılığın temel girdisi yem. Yem fiyatları çok hızlı yükseliyor. Tarımsal destek ise aynı hızla artmıyor. 2006 tarihli Tarım Kanunu, “Tarıma verilecek destek millî gelirin yüzde 1’inden az olamaz” der. Ama bugüne kadar yüzde 0,5’i hiç geçmemiştir. 2021’de ise yüzde 0,3’e kadar geriledi. Çiftçi de alım gücü düştükçe alanı terk ediyor. 2019’da Fransa çiftçisine 9,5 milyar, İspanya 6,9 milyar, Almanya 6,3, İtalya ise 5,8 milyar avro destek verdi. Aynı dönemde tarım arazileri daha geniş, çiftçisi daha fazla olan Türkiye, 2,7 milyar avro destek bütçesi ayırdı.

2021-22 döneminde hızlı fiyat artışına karşı tedbirler de yetersiz, daha doğrusu tarımdan yana değil. Kârlı bir hayvancılık yapılacaksa bir litre süt için 1,5 kilo yem almanız lazım. 600-700 gram yem ancak alabiliyor yetiştirici, çünkü yem fiyatı hiç durmuyor, sürekli yükseliyor. Süt inekleri sürekli kesime gidiyor. Türkiye’nin geleceği açısından iyi bir nokta değil bu. Güçlü ülke olmak için kendi halkınızı besleyebilecek, yeterli tarımsal üretime sahip olmanız gerekir.

İstanbul’da üretim kaldı mı?

Haberlerde ne zaman İstanbul’dan bahsedilse akla ilk gelenler finans merkezi, trafik sıkışıklığı, insan yoğunluğu, beton yığını oluyor. Oysa Beykoz’un, Çatalca’nın, Silivri’nin, Şile’nin köyleri son derece verimli tarım arazilerine sahip. Manda varlığında Türkiye lideri İstanbul. Bu yönleri bilinmiyor. İstanbul’un yıl içinde aldığı yağış Anadolu’dan fazla. Örneğin hayvancılığı desteklemek için silajlık mısır dağıtıyoruz. Bu mısırı sadece yağmur ve İstanbul’un nemiyle yüksek verimli yetiştirebiliyoruz. Sulamaya ihtiyaç yok. İstanbul’da Akdeniz, Karadeniz iklimi ve bu ikisinin geçiş noktalarında lokal karasal iklimler var. Bunu iyi değerlendirmek istiyoruz.

Tarım arazileri hepimize lazım, betonlaşmanın tarım arazileri üzerindeki yürüme hızını yavaşlatmak, orta vadede durdurmak istiyoruz. Bu tabii ülke politikasıyla da bağlantılı. İnşallah bir gün ona da sıra gelecek ve durduracağız.

Son 20 yılda özellikle Avrupa Yakası’nda manzarası güzel olan Kuzey Ormanları’na, otoyolların geçtiği alanlara ve Silivri’ye doğru olan bölgelerde önemli miktarda tarım arazisi maalesef beton altında kaldı. Tarıma elverişli olmayan alanlar üzerinde elbette kentin sanayisini, yerleşimini kurgulayacağız ama tarım arazilerinin inşaata açılması gelecek nesillerin gıda güvenliğini riske atan konular. Buraları gözümüzden bile daha iyi korumalıyız.

İstanbul'da hayvancılık

İBB üretici için neler yapıyor?

2019 yerel seçimlerinden sonra tarım dairemizin yapısını neredeyse tamamen değiştirdik. Çiftçi ile doğrudan ilişki kurmaya, eğitim verip tarımsal destekte bulunmaya başladık. Şu anda irtibatta olduğumuz, sebze tarımı yapan 1200 civarında çiftçimiz var. Fakat 2022’de desteklerimizi tahıl grupları üzerinde de genişleteceğiz. Bu alana girdiğimizde İstanbul’un tüm çiftçisiyle irtibata girmiş olacağız. Bugüne kadar yeterli tarım desteği alamamışlar. Göreve gelir gelmez kentin üretim haritasını çıkardık. Biz başlayınca Tarım Bakanlığı üzerinden de az da olsa destek gelmeye başladı.

Bize kılavuz olması amacıyla Gıda Strateji Belgesi oluşturduk. Bu belgenin ana başlıkları şöyle: Kırsal bölgeleri ve üreticileri korumak, açlıkla mücadele etmek, gıdaya erişim, beslenme politikalarını öne çıkarmak, gıda güvenliğini sağlamak, su güvenliğini sağlamak, doğa dostu iklim yöntemleri oluşturmak, gıda atık, israf ve kayıplarını azaltmak, deprem gibi bir afet yaşanırsa gıda konusunda İstanbul’u daha dirençli hale getirmek.

Pestisit kullanımı [Bakteri, virüs ve haşerelerin zararlı etkilerini ortadan kaldırmak için kullanılan kimyasallar, bazı organik bileşenler, dezenfektanlar gibi maddelere ve yöntemlere verilen ad] konusunda çiftçimiz çok yalnız bırakılmış. Ne sorunu olduğunu ilacı alacağı yere anlatıyor, orası elinde ne varsa onu veriyor. Sonunda fayda da göremiyor. Bitki hastalıkları, bitkide beslenme bozuklukları hakkında eğitim veriyoruz. Bitki de insan gibidir, yeterli beslenirse hastalık olmaz zaten. Olursa da fazla örselenmez. Toprak numuneleri alınması konusunda yardımcı oluyoruz. Toprak analizinden ücret almıyoruz. Pestisit kullanımını azaltmak amacıyla pilot bölgelerdeki seralarda yapışkan tuzak dağıtmaya başladık. Bu uygulamayı İstanbul geneline yayacağız bu sene. Göz kararı gübre kullanımını da engelliyoruz. Ne kadar kullanmaları gerektiğini biz söyleyeceğiz. Nihayetinde gübre de kimyasal ve yer altı-yer üstü sularına zarar verme ihtimali var.

Köylerde pek çok çiftçinin toprağını boş bıraktığını, işten çekildiğini üzülerek görmeye başlamıştık. Kooperatiflerle, köy kahvelerinde, çiftçi birlikleriyle toplantılar yapıp yaşadıkları sorunları, zorlukları dinledik. Girdilerin çok yüksek olması ve ürünlerini pazarlayamamaları başlıca sorunlar. İstanbul’da yaşam daha zor, masraflar daha fazla. Buraya Anadolu’dan üç liraya gelen ürünü o da üç liraya satarsa masraflarını karşılayamıyor. Aldığımız tedbirler, verdiğimiz destekler sayesinde çok çiftçi geri döndü, dönmeye de devam ediyor. Kooperatiflere alet, makine, ekipman hibe ediyoruz. Batmış kooperatifleri borçlarını ödemek üzere üretime yönlendirmeye çalışıyoruz.

2020 yılında sebze fidesi dağıtmaya başladık. Dokuz ilçedeki 68 köyde 693 çiftçiye yaklaşık 3,5 milyon fide dağıttık. 2021’de fide desteği sürdü. 15 ilçe, 111 köyde 4 milyon 100 bin fide dağıtıldı. Hayvancılığa yem katkısı için silajlık mısır tohumu, küçükbaş hayvancılık yapanlar için kuzu besi yemi dağıtımı yaptık. Fiyatların uçup gittiği bir dönemde büyük mutluluk yarattı. Balıkçılar toplumun gerçekten en yoksul kesimini oluşturuyor. Çoğu sigortalı değil, kazançları son derece yetersiz. Çok değerli insanlar. 1200 küçük balıkçıya tekne bakım desteği sunduk. Endüstriyel balıkçılardan bahsetmiyorum tabii, bunların en uzun tekne boyu 12 metre. Bu yıl büyükbaş hayvanlara süt yemi desteğine başladık ek olarak. Ayçiçek yağı krizi sonrası 28 Mart Pazartesi günü İstanbul çiftçilerine ayçiçek tohumu desteği başlattık. Arıcılara destek sunacağız. İstanbul’da özellikle Şile tarafında kestane balı yaygın hatta oradaki kooperatif coğrafi işaret aldı. Adalar’da arıcılara eğitim veriyoruz. 11 çiftçimize çilek eğitimi verdik. Pendik ve Sarıyer’de 11 çilek bahçesi tesis edeceğiz. Bu sayıyı önümüzdeki yıllarda arttıracağız. Bu yıl gübre ve damla sulama boruları desteği de yapacağız.

Pendik'e bağlı Göçbeyli Köyü

Gelecekte neler var? 

Araştırma enstitülerinin yerli tohum çeşitlerinin tahıl ve baklagil ağırlıklı deneme ekimlerini yapıyoruz. Verimini, adaptasyon derecesini belirliyoruz. Tarihî bahçıvan okulu Büyükdere Fidanlığı’nda tohumları saklamayı, sürekli üretimini sağlamayı planlıyoruz. Balkon tarımı yapmak isteyenleri yerel tohumlarla buluşturacağız. Üretici pazarlarındaki esna an bahçenin bir bölümünde yerel tohum fidelerinden de yetiştirmesini, tezgâha o fidelerden üretilen ürünü koymasını isteyeceğiz. Bakalım hangisini daha hızlı, daha iyi fiyattan satacak?

Peki ya kuraklık?

İBB’nin 15 sulama göleti var. Bu göletlerin 9’u kapalı devre sulama sistemine alınmış vaziyette. Damla ve yağmurlama sulama yapılıyor. En kurak geçen 2021’de göletlerimizin doluluk oranı kapalı sistemde yüzde 80, açık kanalda yüzde 35 civarındaydı. Yani kentlinin içme suyundan alınmıyor. “Kuraklık var çi çiye sulama yaptırıyorsunuz,” denilemez.

Cumhuriyet Köyü, Beykoz

Cumhuriyet Köyü: Topraksız tarım merkezi

Beykoz’a bağlı Cumhuriyet Köyü’nde geçimlik tarım yapılıyor. Kendin pişir kendin ye ve kır düğünü endüstrisi önemli ekonomik katkı sağlasa da köydeki 600 hanenin yaklaşık 400 kadarı hâlâ üretimde. En büyük tarım arazisi 20-30 dönüm, en küçüğü ise 1-2 dönüm civarında. Hayvancılıktan elde edilen süt, İstanbul merkezden günübirlik gelenlere satılıyor. Köyde günlük 8-10 ton süt üretimi var. Cumhuriyet Köyü muhtarı Ali Durmuş, kentin dibinde tarım yaptıklarından ürünleri tüketiciye taze taze ulaştırdıklarını, yüzlerce kilometre öteden getirmeyişlerinin önemli bir faktör olduğunu anlatıyor. Vahşi sulama yerine köyden 32 metre yüksekteki sulama göletinden kapalı sulama sistemine geçilince tarıma dönen çok olmuş. Köyde yaşlılar arazilerini tarım veya hayvancılık yapmak isteyen gençlere kiralıyor. Şu sıralar tarımlık arazilerin yıllık kirası yaklaşık 4 bin lira. Çiftçilerden ürünlerini Ulus ve Kadıköy pazarlarına getirenler var.

İstanbullu üreticiler anlatıyor

"Topraksız tarım ile İstanbul’u beslemek mümkün

Mehmet Emekli, AGRİ04 Tarım, Cumhuriyet Köyü

"Biz 21 dönümde topraksız tarım yapıyoruz. Topraksız tarımda teknik olarak her şey yetiştirilebilir. Yeter ki uygun formunu bulsun bitki. Bizim yaptığımız, bitkinin dik durmasını ve topraktan alacağı tüm değerleri su yoluyla almasını sağlamak. Suda ihtiyacı olan her şeyi bulduğu için strese girmiyor. Stres bitkinin lezzetinden kaybetmesine sebep olan bir faktör. Zirai ilaç da kullanmıyoruz. Bitkinin bağışıklık sistemi güçlüyse hastalanmaz. Gerektiğinde de doğal çözümler tercih ediyoruz. Zararlılarla zeytinyağı ve arapsabunu ile mücadele ediyoruz. Topraklı tarıma kıyasla yüzde 90 daha az su kullanıyoruz, çünkü kapalı devre. Aynı su sistemde dönüyor.

AGRİ04 Tarım, Cumhuriyet Köyü

50 farklı yapraksı bitki yetiştiriyoruz. Akdeniz yeşilliği diye geçen yaklaşık 10 farklı ürün var. Kıvırcık, pancar yaprağı... Yeşil yapraklı ürünler daha düşük enerji maliyeti ile yetişiyor. Ama örneğin domates yetiştirmek isterseniz onu hem ısıtmanız hem de doğru ışığı vermeniz gerekiyor ki verimli olsun. Bu da daha yüksek maliyetli. İyi bir planlama ile mümkün elbette. Doğru koşulları oluşturduğunuz sürece nerede olduğunuzun bir önemi yok, her şeyi yetiştirebilirsiniz.

Bir dönümde topraklı tarımda ekebileceğiniz ürün miktarı 6 bin kök maruldur. Hasat zamanı bunun yaklaşık bin tanesi kaybedilir. Ve bu hasattan yıl içinde en fazla üç kere yapabilirsiniz. Bizim sistemde bir dönüme 12 bin kök dikebiliyorsunuz. Yaklaşık 11 bin 500 hasat ediyor, bunu yılda sekiz kez yapabilirsiniz. Burası 100 şubesi olan bir marketin yıllık yeşillik ihtiyacının tamamını karşılayabilir.

Biz üretimimizi kökleriyle bazı yerel marketlere ve bir zincir markete veriyoruz. Köklü satılan yeşillik gördüğünüzde anlayabilirsiniz ki bu topraksız tarım mahsulüdür. Birim maliyeti topraklı tarıma göre bir parça yüksek ancak market satışında fark konmuyor genelde.

Kentsel tarımı dünyada en iyi yapan ülkelerden biri Fransa. Paris’i beşe bölmüşler ve beşinci bölgede kentsel tarım yapılıyor. Şehrin yüzde 32 ihtiyacını karşılıyorlar. Bu oran İstanbul için yüzde 6. Topraksız tarım ile bu oranı yükseltmek mümkün."

Cumhuriyet Köyü

Toprak sahipleri imara açılır diye uzun vadeli kiralamak istemiyor

Murat Vural, Cumhuriyet Köyü

"İstanbul doğumluyum. Çiftçilik baba mesleği. On iki senedir Cumhuriyet Köyü’ndeyim. Daha evvel Taşdelen’de, Alemdağ’da, Tuzla’da bu işi yaptım. Kendi arazimiz olmadığından kiralıyoruz. Burası 10 dönüm. Şu anda bakla, pazı, karalahana, pırasa ve soğan var. Yazın domates, patlıcan, biber ekeceğiz. Ürettiklerimizi kentsel pazarlarda satıyoruz.

Kendi toprağının olmaması zor. Kirada anlaşamayınca başka yere geçmek zorunda kaldığından masraf etmeye korkuyorsun. Toprak sahipleri de uzun vadeli vermek istemiyor. İmara açılabilir diye düşünüyorlar. Yıllık uzatıyoruz sözleşmeyi. Tuzla’dan 1985’te Organize Sanayi Bölgesi nedeniyle ayrılmak zorunda kaldık örneğin. Tarım yaptığımız topraklar istimlak edildi. Ardından geçtiğimiz Taşdelen’de tarım yaptığımız yerler şimdi hep koskoca site oldu. Alemdağ’daki arsa müteahhite verildi.

Babamın zamanından çok farklı her şey. Onların kullandığı sistemler geride kaldı. Babama damlama sistemi kabul ettirene kadar 10 sene uğraştım mesela. Teknoloji var ama tamamen kullanamıyorum. Kendi arazim olmadığı için ileriye dönük plan yapıp borca giremiyorum.

Çiftçilik yaparak asgari ücretliden az biraz daha iyi bir ekonomik durumunuz oluyor. Ama asgari ücretlinin iki misli çalışmak zorundasınız. Sabah 6’da kalkarsınız, akşam 10’a kadar çalışırsınız. Bildiğim işi yapmak, çiftçilik yapmak çok zevkli. Bir şeyi yetiştirmek çok güzel ama karşılığını alamamak sorun. Çoğu insan bu işi bıraktı. Çünkü gübre pahalı, arazi kirası pahalı, işçilik pahalı... Bu saatten sonra gidip el yanında çalışamam ki. Üç gün pazara çıkarım, dört gün bahçede çalışırım. Salı, çarşamba ve cuma Taşdelen, Sancaktepe, Emek Mahallesi pazarlarına gidiyorum. Günde 400-500 kişiye ürün satıyorum, kullandığım poşet sayısından biliyorum."

Vitriol Tarım, Cumhuriyet Köyü

Çevirmendi, çiftçi oldu

Kübra Demirci, Vitriol Tarım, Cumhuriyet Köyü

"Ben aslında çevirmenim ama çiftçi olmak istedim. Her şey bir proje olarak zihnimde başladı önce. Kendi kendime araştırmalar yapıp makaleler okudum, evimde denemeler yaptım, sonra da bu işe girdim. Bir buçuk yıl oldu Vitriol açılalı. Konteyner konseptiyle dikey kapalı sistem ve örtü altı topraksız tarım uygulamaları yapıyorum. 10 çeşit mikro filiz üretimi yapıyorum. Tere, roka, brokoli, yeşil turp, mor turp, bezelye, buğday çimi... Kapalı tarıma başlamak için iyi bir nokta mikro filiz. Bitkiye göre değişiyor ama yazın ortalama altı günde satışa hazır hale geliyorlar. Kışın bu süre biraz daha uzuyor. Filizler konteyner içinde yetiştiğinden böcek falan olmuyor, dolayısıyla ilaçlama da yapmıyoruz.

Ürünlerimi doğrudan Antalya’ya, İzmir’e yolluyorum, orada otellere dağıtılıyor. İstanbul’da da bir aracıya ürün bırakıyorum. Siparişe göre üretim yapıyorum, böylece zararım da az oluyor.

Burada 10 dönüm arazimiz var. Geleneksel tarımcılar bize biraz karşı. Ama kıyaslarsanız üç katı ürünü dörtte biri kadar alanda üretebiliyorsunuz. Yakında toprağı da ekmeye başlayacağım."

Göçbeyli Köyü, İstanbul

"İBB ücretsiz fide vermeseydi herhalde bu sene ekmezdim"

Yasemin Bürce, Göçbeyli Köyü

"Pendik’te doğdum büyüdüm. Göçbeyli’nin geneli Karadenizlidir, biz Orduluyuz. Bizden evvel tek kişininmiş köy. Ağa borçlanınca köy bankaya geçmiş, banka da arazileri parçalayıp satmış. Büyüklerimiz de o sırada almışlar. Ailem de tarımla uğraşıyordu. Burada işin takibini kadınlar yapar, seranın başında kadınlar durur. Ama ben şimdi kiralık toprakta tarım yapıyorum, kızlara mal mı veriyorlar? Babam erkek kardeşlerime bıraktı. Köyün içinden biriyle evlenirsen yerin var, ben dışarıdan biriyle evlendim. Köyde çoğunluk kendi toprağında tarım yapar, bizim gibi kiracı az. Tek parça en büyük tarım arazisi 18 dönümdür burada. Miras kaldıkça küçülüyor topraklar.

Bu sene üç ayrı mal sahibinden toplam 18 dönüme yıllık 50 bin lira kira veriyorum. Kiralar geçen yıla göre yüzde 100’ün üzerinde arttı.

Göçbeyli’de yaparsan her şey yetişir. Karnabaharla brokoli pek olmuyor sadece. Yeşillik, karalahana, pırasa, turp... Her şey olur.

Sağ olsun İmamoğlu ücretsiz de vermeseydi, herhalde ben bu sene ekmezdim. Fide desteği sayesinde geçimimizi sağlayabiliyoruz. Bir seraya bin tane de dikeceğim, denin tanesi olmuş yedi lira. Rüzgâr geldi naylonu aldı götürdü, kar geldi serayı yıktı... Bir de kirası var. Her diktiği olsa üretici zaten zarar etmez. Her diktiğin olmuyor ki. Aylıkla çalışsan daha iyi, sigortan olur. En azından deyi İBB verince biz rahatlıyoruz.

Eskiden pazarları çok bilmiyorduk, yetiştirdiklerimizi hale veriyorduk. Şimdi köylü açıldı biraz, hale vermeyip pazarlara gidiyoruz. Ben cumartesi Pendik, pazartesi Üç Evler, perşembe Küçükyalı pazarındayım. Buralarda satacağımızın üzerinde mal çıkarsa o zaman halciye veriyoruz. Hale vermekle kendin satmak arasında fark oluyor tabii.

Bizim köyden giden sebze İstanbul’un üç ilçesini besliyordur. Her gün en az 10 araba sebze gider pazarlara.

Geçen sene 10 sera salatalık ektim, uzun yıllardır ilk kez iyi para kazandım. İnşallah bu yıl da para eder. Aslında toprakla uğraşmak o kadar güzel ki, otu bile yolarken zevk alıyorum. Yaptığın işi severek yapacaksın. Benim bir domatesim var, tadına doyum olmuyor. Adı Hikmet. Çatlak patlak görünür ama tadına doyulmaz. Bol sulu, bal gibi. Hormon, ilaç hiçbir şey yok. İstanbul toprağında yetişen ürünün tadı başka."

Gıda

Gıda sözlüğü

Gıda Egemenliği: Bireylerin, toplumların ve ülkelerin tarım, balıkçılık, iş gücü, gıda ve toprak politikalarını ekolojik, toplumsal, ekonomik ve kültürel gereksinimlerine uyacak şekilde düzenleyebilmeleri hakkını ve toprak, orman, su ve genetik kaynakların kamu yararına göre kontrolünü amaçlar. Gıda politikalarının belirlenmesinde küresel tekellerin taleplerinin değil kamusal gereksinimlerin öncelik kazanmasını, bu amaçla ulusal ve yerel düzeyde koordinasyon ve iş birliğini ve en geniş toplumsal katılımın sağlanarak tartışmaya açılmasını da öngörür.

Gıda Güvencesi: Bütün insanların her zaman aktif ve sağlıklı bir yaşam için gerekli olan besin ihtiyaçlarını ve gıda önceliklerini karşılayabilmek amacıyla yeterli, sağlıklı, güvenilir ve besleyici gıdaya fiziksel ve ekonomik bakımdan sürekli erişebilmeleri durumu.

Gıda Hakkı: Herkes için sağlıklı ve yeterli gıdaya erişim, bir insan hakkı olarak devletlere insan hakları sözleşmeleri ile verilen bir yükümlülük. Gıda hakkı devlete “mevcut kaynakların maksimum düzeyde kullanılarak kişilere yeterli beslenmeyi sağlamak” görevini verir. İlk olarak 1948 yılında İnsan Hakları Evrensel Bildirgesi’nde yer alan, daha sonra da 1966 yılında Ekonomik, Sosyal ve Kültürel Haklar Konvansiyonu ile yasal koruma altına alınan gıda hakkı, insan haysiyeti kavramından kaynaklanan temel bir haktır. 160’tan fazla ülkenin kabul ettiği bu sözleşmeye Türkiye 2003 yılında taraf oldu.

İstanbul'un tarih olan yerel ürünleri 

Alibeyköy’ün mısırı, Arnavutköy’ün çileği, Ayazpaşa dutu, Bayrampaşa enginarı, Beykoz’un cevizi, Çekmece’nin domatesi, Çengelköy’ün badem salatalığı, ayva ve hurması, Darıca’nın enginarı, Dereseki’nin fasulyesi, Erenköy’ün üzümü, Göksu ve Kemerburgaz’ın patlıcanı, Gümüşsuyu’nun baklası, İdealtepe ve Langa’nın hıyarı, Kartal pırasası, Kavak inciri, Şişli-Mecidiyeköy’ün dut ve çileği, Tuzla’nın bamyası, Yavuz Sultan Selim’in beyaz inciri, Yedikule’nin marulu, Vaniköy’ün vişne ve can eriği...

Kadıköy'ün meşhur karpuzu

Silivri’de 10 yıldır Karpuz Festivali düzenleniyor. Silivri’nin doğal iklim koşulları ile sulama yapılmadan yetiştirilen karpuzların yarışması bile var. O kadar iddialılar ki sadece İstanbul’un değil, Türkiye’nin en lezzetli karpuzlarını ürettiklerini söylüyorlar. Silivri’de geçen yıl 2 bin 500 dönüm arazide tarımsal faaliyet yapıldı. Bu arazilerin bin dönümüne arpa, 500 dönümüne buğday, 500 dönümüne ayçiçek, 75 dönümüne silajlık mısır ekildi.

Ekmek israfı günlük 4,9 milyon somun

Peki ya çöpe gidenler? 

Araştırmalar gıda israfının en çok evlerimizde yapıldığını gösteriyor. Örneğin evlere alınan her dört ekmekten biri her gün çöpe atılıyor. Türkiye’de her yıl 7,7 milyon ton gıda çöpe atılırken kişi başına düşen israf miktarı 93 kilogram. Biz bu israfı yaparken aynı zamanda gıdanın üretilmesi için kullanılan elektriği, suyu ve emek gücünü israf ediyoruz. Bir başka deyişle cebimizdeki parayı çöpe atıyoruz. Tarım ve Orman Bakanlığı verilerine göre her yıl gıda tüketimi amacıyla üretilen gıdanın üçte biri, yaklaşık 1,3 milyon tona karşılık gelen miktarı sofralarımıza ulaşmadan kayba uğruyor.

İstanbul Ticaret Borsası, Türkiye’de gıda israfıyla ilgili toplumda farkındalık oluşturarak israfın azaltılmasını sağlamak amacıyla 2018’de “Gıda İsrafını Engelleme Projesi” başlatmış, Yönetim Kurulu üyelerinden oluşan bir “Gıda İsrafını Engelleme Komitesi” kurmuştu. Komitenin paylaştığı verilere göre, 2018 yılında toplanan atık miktarı 33 milyon ton ve bunun 14,5 milyon tonu gıda atıklarından oluşuyor. Yaptıkları hesaba göre, 2022 yılında bunun yedi katı değerindeki gıdayı çöpe atıyoruz.

Rakamlarla gıda israfı:

• Ekmek israfı günlük 4,9 milyon somun
• Üretilen meyve sebzenin yarısı kaybediliyor
• Hizmet sektöründe gıda israfı, işletme başına yılda 4,2 ton

Kanal İstanbul tehdidi

Kanal İstanbul Projesi gerçekleşirse İstanbul’un kalan son tarım ve hayvancılık alanları da yok olacak. Bunu biz değil, proje için hazırlanan ÇED raporu söylüyor. İstanbul Havalimanı’ndan sonra Kanal İstanbul da hayata geçirildiğinde 8 bin 409 hektar tarım arazisi, 8 bin 569 hektar orman ve 1328 hektar otlak alanı geri dönüşümsüz olarak yok olacak. Yine ÇED raporuna göre, bölgede yaşayan ve kırsal yapısını sürdüren yerleşimlerde tarım ve hayvancılıkla geçinen önemli bir nüfus var. Yok olacak Sazlıdere Barajı, özellikle Avcılar tarafında tarımsal sulama amaçlı da kullanılıyor. Proje içinde kalan Arnavutköy ilçesinde, tarımsal üretimle uğraşan yaklaşık 500 çiftçi aile var. 72 bin dekar tarım alanında ağırlıklı olarak hububat, ayçiçeği, kanola, fiğ ve silajlık mısır ekimi yapılıyor.

Yeniköy, Çilingir, Baklalı, Dursunköy, Sazlıbosna ve Tayakadın mahallelerinde tarımsal üretim ve hayvancılık hem hanelerin kendi ihtiyaçlarını karşılamada hem de gelir kaynağı olma açısından önem taşıyor. Baklalı köyü adını eskiden burada yetiştirilen baklalardan alıyor. Köy bugün de tarım ve hayvancılıkla geçiniyor. Mısır, ayçiçeği, arpa üretimi yapılırken küçükbaş ve büyükbaş hayvancılık faaliyetleri de sürüyor. Baklalı’nın manda yoğurdunun meşhur olduğunu özellikle söylemek gerek.

Kanalın Karadeniz’e çıkışı olan Yeniköy-Karaburun arasındaki nokta, şu anda göz alabildiğine buğday tarlası. Yeniköy’ün İstanbul’a her gün gönderdiği toplam süt miktarı 2-2,5 ton civarında. Sazlıdere kıyısındaki Şamlar, Başakşehir ilçesinin tek köyü ve halkı hâlâ hayvancılık yaparak geçiniyor. Karşı kıyısındaki Sazlıbosna’da çiftçilik ve hayvancılık yapan 10’ar hane var.

Besinlerin de bir karbon ayak izi var

100 mil diyetine var mısınız?

100 mil diyeti olarak anılan beslenme modelini duymuş muydunuz? 2005 yılında Kanada’da ortaya çıktığından uzaklık birimi mil olarak geçiyor ama biz bunu rahatlıkla “150 km diyeti” olarak çevirebiliriz Türkçeye.

Bu beslenme biçiminde ne yediğinizden çok, yediklerinizin ne kadar uzaktan geldiği önemli. Çünkü besinlerin de bir karbon ayak izi var ve iklim krizi bize tüketim alışkanlıklarımızı kökten değiştirme zorunluluğunu dayatıyor.

The 100-Mile Diet: A Year of Local Eating / 100 Mil Diyeti: Yerel Beslenmenin Bir Yılı aslında bir kitap ismi. Kanadalı yazarlar Alisa Smith ve J. B. MacKinnon tarafından kişisel deneyimleri üzerine yazıldı. Yazarlar, motivasyonları ve zorlukları da dahil olmak üzere, diyetlerini bir yıl boyunca yalnızca ikamet ettikleri yerin 100 mil yakınında yetiştirilen yiyecekleri içerecek şekilde kısıtlama konusundaki deneyimlerini anlatıyor. Mart 2005’ten itibaren, şehirli çift çok az hazırlıkla, yalnızca 100 mil yakınında olduğunu bildikleri malzemelerle gıda satın almaya başladı. Bakkallarda çok az şey bulunca, üretici pazarlarına ve yerel çiftliklere yöneldiler. Diyetlerindeki temel besinler deniz ürünleri, tavuk, kök sebze, çilek ve mısırdı.

Peki bu modeli İstanbul’da yaşayıp da uygulamak mümkün mü?

Kişisel deneyimden hareketle ve güvenle söyleyebilirim ki yüzde 100 olmasa da büyük ölçüde mümkün. Ama elbette meşakkatli. Kahve, çay, şeker rutininizin bir parçasıysa kaçınılmaz olarak fire veriyorsunuz.

Öte yandan İBB Tarımsal Hizmetler Dairesi Başkanlığı Tarım ve Su Ürünleri Müdürlüğü, özellikle İstanbul’da üretim yapan çiftçilerin ürünlerini direkt tüketicilere pazarlaması amacıyla üretici ve kooperatif pazarları kurdu. Anadolu Yakası’nda pazar günleri Tarihî Kadıköy Salı Pazarı’nda, Avrupa Yakası’nda ise cumartesi günleri Beşiktaş Ulus Pazarı’nda üreticileri bulabilirsiniz. Ayrıca çarşamba günleri Göztepe Özgürlük Parkı’nda ve cumartesi günleri Feriköy’de kurulan pazarlarda 150 km çap içinde üretim yapan yetiştiriciler bulmak mümkün.

100 Mil Diyeti: Yerel Beslenmenin Bir Yılı

Trakya, Kocaeli ve Sakarya, İstanbul’a yakın üretim alanları. Buralardaki dayanışma kooperatifleri ile iletişime geçerek size düzenli ürün göndermelerini isteyebilirsiniz. Ben SAKÜDA (Sakarya Küçük Üretici Dayanışma Ağı) üyesiyim örneğin ve yumurtadan sebzeye ihtiyaçlarımı bu ağ üzerinden karşılayabiliyorum.

Bostanlar da nesli tükenmekte olan ve desteklenmesi gereken bir sistem. Yerel tüketim olduğundan en çevreci seçenek. Yediklerinizin yaşadığınız kentte yetiştirildiği anlamına geliyor. Her zaman gidip üretimi inceleme, denetleme imkânınız var. İstanbul’un merkezinde klasik anlamda kalan son bostan Yedikule Bostanları. Beykoz, Ömerli, Şile gibi şehrin yeşille buluştuğu uç bölgelerinde de hâlâ bostanlara rastlanıyor. Bir de yeni nesil bostanlar var; Kuzguncuk, İmrahor, Roma bostanları gibi.

İBB de bu yıl kendisine ait ve tarım yapmaya uygun alanlarda yeni bostanlar oluşturacak. Yoksul ailelere kendi ihtiyaçlarını ve sokaklarındaki halkın ihtiyacını karşılamak üzere verilecek bostanların işlenmesi işi. Sadece gelir düzeyi düşük olanlar için değil, arazisi uygun yaşlıların evlerinde, kreşlerde de bostanlar oluşturulacak. Hem çevre halkı yararlanacak hem de yaşlılar, çocuklar toprakla haşır neşir olabilecek.

Şehirdeki mevcut bostanların tam listesine www.ekoharita.org/ekoloji-haritasi/ adresinden ulaşmak mümkün.

Gıda kıtlığı
Kıtlık
İstanbul
Göçbeyli
Cumhuriyet Köyü
Tarım
Topraksız tarım
IBB
Çiftçilik
Gıda israfı
Araştırma
Ayşe Banu Tuna
ist dergi
Sayı 010

BENZER

Almanya, Essen’deki Ruhr Müzesi’nin ardından İstanbul’a gelen “Biz Buralıyız. Türk-Alman Yaşamı 1990. Ergun Çağatay Fotoğrafları” sergisi, iki ülke arasındaki 60 yıllık İşgücü Antlaşması’na ayna tutarak önemli bir tarihe tanıklık etmemize olanak tanıyan çok değerli bir proje. 31 Aralık’a kadar Taksim Sanat Galerisi’nde görülebilir.
Yılbaşı geceleri değişik kültürlerde ve dinlerde hep geleceğe dair yeni dilekler içinde, neşe ile hazırlanan sofralarla kutlanan bir gecedir. Sofralar aynı zamanda geçmişimizi ve geleceğimizi sevdiklerimizle paylaştığımız sohbet masalarıdır.
Bundan 36 yıl önce aramızdan ayrılan Zati Sungur, Türkiye’nin gelmiş geçmiş en büyük sihirbazı olmasının yanı sıra dünyanın sayılı illüzyon ustalarından biriydi. 1936’da, yirmi yıl Avrupa ve Güney Amerika’da gösteri yaptıktan sonra Türkiye’ye döndü ve Beyoğlu’nda sahneye çıkmaya başladı. Ağızdan ağıza yayılan hünerleri sayesinde kısa zamanda kentin en meşhur kişisi olan Sungur, özel bir gösteri yaptığı Atatürk’ü de etkilemeyi başarmıştı.