Antik Helen Çağı’ndan başlamak üzere, Bizans’ın yanı sıra Osmanlı döneminde bile Burgazadası, namıdiğer Antigoni, bir “Rum Adası” olarak bilindi... 1641 yılındaki ziyareti üzerine Evliya Çelebi, Seyahatnamesi’sine düştüğü notlar arasında burası için “Halkı Rum’dur. Mamur kiliseleri vardır…” demiş, keza mübadele döneminde İstanbul’a gelen Selanikliler bile, bu Ada’da neredeyse sadece Rumca konuşulduğu için Burgaz’a severek yerleşmişler.
Ne var ki bu küçük kara parçasına 1920’lerden başlamak üzere, uzun bir süre boyunca “Almanlar Adası” da dendiğini biliyoruz. Bunun nedeniyse Burgazadası’nın sırasıyla İstanbul’a yerleşik Avusturyalılar, Yiddiş1 ile ana dilleri Almanca olan Aşkenaz Yahudileri ve Alman asıllı ailelerin de sevdiği bir yazlık yeri olmasıydı…
AVUSTURYALI “MERHAMETLİ HEMŞİRELER” VE “LAZARİST” PAPAZLAR…
1872 yılında Dersaadet’te baş gösteren kolera salgını zamanında Avusturya’nın Graz şehrinden gelen iki rahibenin Galata Kulesi’nin yakınlarında hastaları tedavi etmesiyle, günümüzde Özel Sen Jorj Hastanesi olarak bilinen eski Avusturya Hastanesi bu kentte ilk kez kapılarını açar. Öte yandan, geçmişi 1300’lere uzanan St. Georg Kilisesi’nin de içinde bulunduğu bina kompleksi 1882 yılında Latin Katoliklerden satın alınıp Almanca konuşan Katolik çocuklar için bir ilkokul ve yetimhane olarak bugün aynı adı taşıyan lisenin binasında hizmet vermeye başlar. Böylece, Graz’daki Barmherzige Schwestern (merhametli hemşireler) ve Lazarist adlı dinî kuruluşlarının yönetimindeki hastane ve okul, daha sonra orta ve lise bölümleri de ilave edilerek oldukça kalabalık bir kadroyla çalışmalarını sürdürür.
İşte o yıllarda papaz, rahip, rahibe, hekim ve öğretmenlerin yazlık ihtiyacını karşılamak üzere 1895 yılında Burgazadası’nda bir ev kiralanır. Avusturyalılar bu yazlık yaşamı pek beğendiklerinden, bu kez bir Osmanlı vakfından satın aldıkları tepeye yakın ormanlık bir arazide, bugün de kullanılan büyük yazlık evlerinin inşasına girişir. Rahiplerin arasında duvarcılık, dülgerlik ve marangozluk gibi zanaatlar oldukça yaygın olduğundan, tüm inşaat işlerine bizzat kendileri koyulur. Aralarında 1891 yılında Avusturya’dan İstanbul’a gönderilmiş bulunan Rahip Anton Drofenik öne çıkmıştı. Galata’daki okulun tüm mobilyalarını kendisi yaptığı gibi 1900 yılında Ada’daki inşaat başladığında, binanın bütün ahşap donanımlarını kendisi ve ekibi üstlenecekti... Uzun beyaz sakalı ve cana yakın tavırlarıyla “Papa Antuvan” olarak Burgaz halkının da sevip saydığı Drofenik, 1962’de 99 yaşında öldüğünde, Ada’nın tepesindeki Rum Ortodoks Mezarlığı'nda toprağa verilir.
1934 ila 1944 yılları arasında Vatikan’ın temsilcisi olarak Türkiye’de bulunan, daha sonraları Papa XXIII. Yuhanna olarak bilinen kardinal Burgazada’daki Lazaristler Evi’ni sık sık ziyaret etmekten büyük keyif alırmış. Dahası Mea Vita in Oriente başlıklı anılarında bu ziyaretlere geniş yer vermiş…

Avusturyalı rahibelerin Burgaz’daki yazlıkları, Lazaristler Evi’nin birkaç yüz metre ilerisinde, İndos mevkiinin biraz daha yakınındadır. Buradaki ilk ahşap bina, 1902 ya da 1903 yılında inşa edilmiştir. Bulunduğu arazi, o yıllarda öğretmen başrahibesi olan Annunziata Bauer’in varlıklı tüccar kardeşinin bir armağanıydı. Avusturya Kız Lisesi’nde ders veren 35 ila 40 rahibenin yazlık evi olarak düşünülen binanın yanında, 1940 yılında, bu kez St. Georg Hastanesi’nde hemşirelik yapan rahibelerin yazlık evi de inşa edilmişti. 1950’li yıllardaysa lise rahibelerinin kaldığı ahşap bina küçük geldiği için bitişiğine daha büyük bir taş bina ilave edilmişti. Bunun dışında, yine aynı arazide Ada’ya yazlıkçı olarak gelen ailelere kiraya verilmek için birkaç küçük ek bina daha bulunuyordu.
Ahşap binada bulunan küçük kilisedeki pazar duaları, Ada’da oturan birçok yazlıkçıyı bir araya getirmekteydi. Bu gelenek bugün de sürmektedir; ayinlere yazlıkçılardan Katolik Rum, Ermeni, Keldani, Süryani, Alman ve Avusturyalıların dışında, o sıralarda Burgaz’da bulunan turistlerin, zaman zaman meraklı Müslümanların da katıldığı, dua sonrası birlikte içilen sabah çayında hoş sohbetlerin edildiği görülmektedir.
Burgazadası Deniz Kulübü’nün batısında bulunan ve “Marabetler Banyosu” adıyla rahibelere ait olan deniz hamamı, 1970’lerde şiddetli bir lodos fırtınası sonucu yıkılmış olup yeniden inşa edilmesi için izin alınamadığından tarihe karışmıştır. Bunun gibi ne yazıktır ki geçtiğimiz yüzyılın ilk yarısında Burgazadası’nın etnik çeşitliliğine özel bir çeşni katmış olan papaz ve (Ermenice’den gelme) marabet olarak bilinen rahibelerden günümüzde sadece bir elin parmakları kadarı var…
Yanı sıra, büyük olasılıkla papaz ve rahibelerden esinlenerek 1940’lı yıllarda Burgazadası’na yazlıkçı olarak yerleşmiş olan Bendiç (Benditsch), Brukner (Bruckner) ve Leitner ile daha sonraları gelen Kenda ile Mühlbauer ailelerinin2 sadece ikisinin kimi bireyleri hâlen Ada’da yaşamaktadır. Vapur iskelesi, deniz kulüpleriyle lokantalarda eskiden daha sık duyulan, Avusturya vurgulu Almancanın da pek izi kalmadı!

“BOĞAZİÇİ GERMENLERİ”
Bazıları yaz aylarını hâlen Burgazadası’nda geçiren İstanbul’un en eski Alman asıllılarının Dersaadet’e ilk topluca gelişleri, 19. yüzyılın ortalarına rastlar. Şöyle ki geç Osmanlı döneminde önce Dolmabahçe ve ardından Çırağan saraylarının inşa edilmesi, keza su şebekeleri ve daha nice altyapı işlemleri birçok alanda uzman usta ve kalfa gerektirdi ve bu projeler için yüzlerce zanaatkâr Almanya’dan getirildi. İşte bu isimsiz inşaat ve tesisat ustaları, 20. yüzyılın “Boğaziçi Germenleri” olarak bilinen Alman asıllılarının atalarıdır. Yıllar ilerledikçe Bağdat Demiryolu hattı Prusya İmparatorluğu’nun gayretleriyle kurulurken bu amaçla çok sayıda Alman mühendis ve teknisyen çalışmak üzere Dersaadet’e gelmiş, dahası Anadolu’ya da yerleşmişti. Almanların Osmanlı’nın başkentine akın etmesi, kültürel ve sosyal gereksinimleri de ortaya çıkaracaktı. İşte bu nedenle 19. yüzyılın son çeyreğinde bir Alman okulu ve hastanesi, önce Protestan ve daha sonra Katolik kiliseleri, Almanların sosyalleşmeleri için Teutonia adıyla anılan bir de kulüp kurulmuştu.
Bu halk topluluğunun canlı bir tanığı olan 87 yaşındaki Erwin Köhle’nin büyük dedesi David Wilhelm 1846 yılında Güney Almanya’daki Ulm şehrinden Dersaadet’e gelir. Kendisiyle görüşmelerimiz sırasında “O yıllarda özellikle Almanya’nın güney bölgesinde tarımdaki düşük hasat nedeniyle büyük bir fakirlik görülmüş, geniş halk kesimleri doğudaki ülkelere, bu arada Osmanlı’ya da göç etmiştir...” bilgisini veren Köhle, atalarının hep zanaatkâr olduğunu aktarıyor: “Ailemizdeki son el işçisi, tesisatçı dedemdi; ticarete ilk kez atılan ise babam oldu!” O dönemlerde görülen Türk-Alman dostluğu ve hele I. Dünya Savaşı sırasındaki “silah arkadaşlığı” sayesinde saygı görmelerine karşın Köhleler yenilgi sonrası kendilerini İngilizler tarafından sınır dışı edilen aileler arasında bulur. Almanya’ya dönüp dedelerinin geldiği Ulm kentine yerleşmeye çalışırlar ancak orada ailenin hiçbir izine rastlamazlar. Almanya’daki savaş sonrası olumsuz yaşam şartları, onları yeniden, bu kez genç Türkiye Cumhuriyeti’ne geri dönmeye itecektir...
Erwin Köhle’nin ifadesine göre dedesinin ailesi ilk kez 1920’li yıllarda Burgaz’a yazlığa gelmiş ve belki de bu Ada’ya ilk yerleşen Alman kökenli aile. Babası o zaman 19 yaşındadır ve 1932 yılında evlendiğinde, o da eşiyle ebeveynini izler. Ağabeyi Horst 1933 doğumludur; kendisi ise 1936 yılının Ağustos ayında doğduktan bir hafta sonra Ada’ya getirilir. Ömrünün ilk sekiz yazını orada geçirir. Arkadaşları çoğunlukla Rum ve Alman çocuklarıdır ancak gerek oturdukları Beyoğlu’nda gerekse Burgaz’da Türkçe de öğrenir.
II. Dünya Savaşı’nın sonlarına doğru Türkiye Cumhuriyeti, Almanya’yla diplomatik ilişkilerini kesmiş ve Nisan 1945’te Alman vatandaşlarına ya Yozgat ve Kırşehir gibi İç Anadolu kentlerine sürgüne gitmek ya da memleketlerine dönmek gibi seçenekler sunmuştu. Köhle ailesi, atalarının geldiği ülkeye dönmeyi yeğleyip İsveç bandıralı bir gemiyle uzun bir yolculuk sonrasında Lübeck üzerinden yıkık Almanya’ya “sürgüne” gider ancak 1951 yılında tekrar İstanbul’a döner! İşte bu durumu, Erwin Köhle’nin sık sık dile getirdiği “Benim ana yurdum burasıdır” tutumuna bağlayabiliriz.
Köhle ailesi, Ağabey Horst, Erwin ve daha genç olan ikiz kız kardeşleriyle bundan bir yıl sonraki yaz ayında tekrar “Burgazlıdır” ve artık büluğ çağına geçmekte olan Erwin, “cennet”ine yeniden kavuşmuştur. En yakın arkadaşı, Türkiye’ye gelmiş olan Alman Prof. Hans Wibrandt’ın oğlu Rupert’dir. Onun küçük yelkenlisiyle adaları dolaşırlar, balık tutarlar, denizin tadını çıkarırlar. Sekiz yıl içinde unutmaya başladığı Türkçe ve Rumcayı hemen yeniden anımsar, böylece Ada’daki Rum ve Türk çocuklarıyla da arkadaşlığını tazeler.

Yıllar geçer ve baba mesleği olan Alman fabrikalarının Türkiye temsilciliğini sürdüren Erwin Köhle, yine Burgazlı yazlıkçı Avusturyalı Brukner ailesinin kızı Christa ile evlenir; bir kızı ve iki oğlu olur. Oğulları sırasıyla kendileri de “Burgaz çocuğu” olan Polonya asıllı Amerikalı genç kızlarla evlenir. Babalarının İstanbul’daki şirketini devralıp yaz aylarını anne babalarıyla komşu olarak keyifle Burgaz’da geçirirler.
Ada vapurunda Almanca konuştukları duyulan Köhleleri turist sananlar, daha sonra çantalarından birer Türkçe gazete çıkarıp okumaya başladıklarını gördüklerinde bir hayli şaşıracaktır kuşkusuz! Ne var ki geçtiğimiz yüzyılın ikinci yarısında benzer özelliklere sahip Alman Glaser, Koch, Meyer, Pauw, Raymund, Wegerhoff, Widmann, Willbrandt ve İsviçreli Gujer ile Haenny ailelerinin3 bir bölümü Türkiye’den ayrılmıştır; geriye kalanlar ise Burgazadası’na yaz aylarında gelmiyor!
VE AŞKENAZLAR
Burgazadası’nın diğer Almanca konuşan topluluğu, günümüz İstanbul’unda ancak birkaç aile kalmış olan Aşkenazlar’dı. Bilindiği gibi bu toplum (Türk Yahudilerinin neredeyse tümünü oluşturan, İspanya ve kısmen Portekiz asıllı olup 1492’de Osmanlı’ya sığınan Sefaradlar’ın yanı sıra) Almanya ve Doğu Avrupa üzerinden Rusya topraklarına kadar uzanan bölgeden, 15. yüzyıldan başlamak üzere çok daha az sayıda Osmanlı’ya göç eden Yahudilerdir...4
Avrupa’daki antisemitist dışlamalarla Çarlık Rusya’daki pogromlar (etnik nedenlerle bir gruba karşı yapılan şiddet eylemleri) ve 1917 Devrimi üzerine Türkiye’ye yerleşmeyi yeğleyen Aşkenazlar’ın tümü aslen Yiddiş, daha entelektüel çevreleri ise Almanca konuşmaktaydı. 20. yüzyılın başlarında ağırlıklı Galata ve Beyoğlu yörelerinde oturmakta ve birçoğu yaz aylarında günübirlik olarak adalara, özellikle Burgazadası’na gitmekteydi. Yıllar ilerledikçe ve ekonomik durumları düzeldiğinde aralarında birçok aile orada yazlık kiralamaya başlamış, kimileri daha sonraları birer daire edinebilmiş, en varlıklı olanları ise kıyıda müstakil evler yaptırabilmişti. Bunların arasında Adler kardeşleri (iki aile), Bornştayn, Çerniyak, Goldenberg kardeşleri (iki aile), Grünberg kardeşleri (iki aile), Hornfeld, İnzelberg, Katz, Kornfilt kardeşleri (iki aile), Sigalla, Şönman ve Zilbergleit aileleri sıralanabilir (Neredeyse tamamı T.C. vatandaşı olduklarından, Almanca kökenli isimlerinin yazılışını Türkçe imla kurallarına göre kaydettirmişlerdi). Yanı sıra, Sefarad kökenlilerle evlenen bazı Aşkenazlar, eşlerinin yaşam tarzına uymaya başlayarak kimi gelenekleriyle ana dillerini kısmen de olsa geride bıraktılar.
Bu türden bir örnek oluşturan Burgazadalı Benbanaste kardeşlerden Jaymi Bey’le görüşürken 1884 Rostov doğumlu büyükbabaları Vladimir Flack’ın 1917 Bolşevik Devrimi’nden kaçtığını, nehirleri yüzerek geçtiğini ve bir çöp kamyonuna gizlenmiş olarak Osmanlı topraklarına geldiğini öğreniyoruz… Dersaadet’e yerleştiğinde dişçilik mesleğini sürdürmeye başlamış olan genç Vladimir, onun gibi Aşkenaz bir genç kız olan Henriette Pardovitz’le evlenir, eşinin Avusturya/ Ukrayna kökenli ailesiyse 1900 yılından başlamak üzere Burgazadası’nda yazlıkçıdır. 1926 yılında “Vladi”sini kaybettikten sonra Henriette, üç aylık kızı Oliçka ile anne babasının yanına, kendi çocukluğunu geçirmiş olduğu Ada’ya gelmeyi sürdürür. Pardovitz’lerin o yıllarda Sait Faik Abasıyanık’ın anne babası ile arkadaşlık bağları vardır ve kendilerini “katıksız” Burgazlı olarak görürler. Ne var ki yıllar içinde zorlaşan yaşam şartları nedeniyle artık yazlığa gidemezler… Kızları Olga ise ancak varsıl Sefarad tüccar Albert Benbanaste ile evlendikten sonra Jaymi’nin doğduğu 1959’da yeniden “Burgazlı” olmuş.
Yukarıdaki kısa soyağacı incelemesinden anlaşıldığı kadarıyla, “dördüncü kuşak” Burgazadalı sayılan Jaymi Benbanaste’nin anne tarafından dede ve anneannesi Pardovitz’ler, geçtiğimiz yüzyılın hemen başında Ada’ya ilk yerleşen Aşkenaz ailelerinden olup yetişkin kızları ise beşinci kuşak Burgazlıdır. Bu bağlamda Avusturyalı, Aşkenaz Yahudisi ve Alman asıllı ailelerin 1895, 1900 ve 1924 yıllarında Burgazadası’na peyderpey yerleşerek bu küçük toprak parçasını ana dilleri aracılığıyla birkaç kuşak süresince göreceli olarak “Almanlaştırmış” olduklarını saptayabiliyoruz ancak ne yazıktır ki bu tarihî çeşnilerin izleri gittikçe çam iğnesi ve kozalakların, dalgalarla kumların altında kaybolup gidiyor…
DİPNOTLAR
1 Yiddiş, Orta Çağ Almancası, İbranice ve Rusça/Lehçeye bağlı bazı yerel sözcüklerin karışımından oluşmuş, günümüzde de bazı Yahudi çevrelerinde kullanılagelen bir dildir.
2 Bu aileler ve Avusturya kökenli dinî kurumlar hakkında daha geniş bilgi için bkz. R. Schild (2023): Canlı Bir Etnografik Müze – Burgazadası, İstanbul: Adalı Yayınları, 2. baskı.
3 Bu aileler ve genel olarak “Boğaziçi Almanları” konusu için ikinci dipnotumuzda belirtilmiş olan çalışmanın yanı sıra, Anne Dietrich’in Deutschsein in Istanbul (Leske + Budrich, Opladen 1998) kitabına başvurulabilir.
4 Dünya ve Türk Aşkenazları için bkz. R.Schild (2014): Savunmanın Son Çaresi: Gülmek, İstanbul: Mozaik Yayınları; E.Frayman/M.Grosman/R.Schild (2000): Yüksekkaldırım’da 100 Yıllık Bir Sinagog – Aşkenazlar, İstanbul: Tiryaki Yayınları.