Karagöz’ün aynasındaki İstanbul

28 Kasım 2023 - 10:54

İstanbul’un arka sokaklarında dolaşırken bir sahaf ya da bir ebru atölyesine çıkabilir yolunuz. Bir selam verirsiniz ustaya. Belki bir iki işini satın alırsınız. “Tezhip yapıyorum” derse biri birkaç sorunuz olur ona mutlaka. İstanbul denilince hattatlar gelir gözümüzün önüne, minyatür sanatçıları, udiler, klasik kemençeciler…

Peki ya Karagözcüler…

Karagöz denilince aklınıza ne gelir? Lise edebiyat derslerinden bölük pörçük bilgiler. Belki bir ramazan eğlencesinde karşınıza çıkan tipler. Bir ihtimal Bursa. Peki bunlardan başka?

Bilir misiniz zamanında Karagöz’ün İstanbul sokaklarında gezdiğini, yolu İstanbul’dan geçen her gezgine “merhaba” dediğini ve Karagöz sanatçılarının hâlâ İstanbul sokaklarındaki atölyelerinde Karagöz’ün suretine ses verdiğini?

Belki de o Karagöz ustası kahvenizi yudumladığınız o çok meşhur kahvecinin hemen yanındaki ara sokakta derileri renklendirip bezini hâlâ yıllar önce ustasından gördüğü gibi germekte…

BİZİM KARAGÖZ

İstanbul’un bu en renkli yanı unutulmasa da fark edilmiyor, kentin yoğun kültürel ortamının renkliliği arasında belki de biraz geri planda kalıyor. Oysaki kıpkırmızı Karagöz, yemyeşil Hacivat, renk cümbüşü çengiler, hemen hepsi kendi kültüründen bir renkle perdede arzıendam eden Anadolulu tipler derken rengârenk bir geçiş törenidir Karagöz perdesi. Döneminin bir çeşit gazetesi, sokakların sesidir Karagöz.

Karagöz, Osmanlı döneminde en canlı yıllarını yaşamış bir sanat. Sarayda istihdam edilen Karagözcüler, şölenlerin, sünnetlerin, düğünlerin ve ramazan eğlencelerinin vazgeçilmez sanatçıları olarak o ortamlarda bulunup el ve ses yeteneklerinin yanında muazzam hiciv kabiliyetleriyle de ön plana çıkarlar. Bu kabiliyet eğitimle kazanılabilecek bir şey olmadığı için belli karakterdeki insanlar Karagöz sanatında başarılı olabiliyor ve nam salıyorlardı.

Karagöz sanatçıları saray dışında sokakta da kendine yer bulabilen insanlardı. Havanın 

kararmasıyla köşebaşı Karagözcüleri denilen bu grup sırtlarında perde, ellerinde tasvirler başkent İstanbul’un sokaklarının herhangi bir köşebaşında ayna dedikleri perdesini kurarak gösteriler gerçekleştirir, ışığı yakıp suretleri birer birer geçirirler. Bu suretler çok meşhur Karagöz ve Hacivat olabileceği gibi onlar kadar meşhur olamayan mahalle arkadaşları da olabilir. Bebe Ruhi, sokakta gördüğümüz herhangi bir çocuk; Çelebi, o meşhur İstanbul beyefendisi, Külhanbeyi arada rahatsızlık verse de aslında güven veren mahallenin delikanlısı, Kayserili her gün karşılaştığımız herhangi bir tüccar, Trabzonlu kendi denizini bırakıp Boğaziçi’ne gelmiş bir kayıkçı ve daha kimler kimler. Karagöz’ü izlerken sağımızdaki komşumuzu, solumuzdaki dükkân sahibini, alt sokaktaki çocukların bağrışmasını, yan mahalledeki kavganın gürültüsünü yani kendimizi izlerdik. Karagöz’ün aynası âdeta hayatın aynası, İstanbul’un aynasıydı.

Sabri Esat Siyavuşgil İstanbul’da Karagöz ve Karagöz’de İstanbul adlı çalışmasında çeşitli örneklerle bu konuyu irdeler ve “Mustatil [dikdörtgen] bir beyaz bezden ibaret olan bu meydan, İstanbul’un ta kendisidir” der. Bunu Osmanlı’ya gelen dönemin gezgin ya da tüccarların hatıratlarında da görebiliriz. Birçok yazar İstanbul’da karşılarına çıkan Karagözcülerden bahsederken ramazan eğlencelerinde insanların ağzı açık bir şekilde perdeye âdeta büyülenmişçesine baktığından hayretle söz eder.

CAFER SADIK HADİMİOĞLU UZUN YILLARDIR İSTANBUL’DA OKULLARDA

KARAGÖZ’ÜN DİLİNE DÜŞMEK

Karagöz öyle bir tiptir ki sultan da ondan çekinir, sıradan bir vatandaş da. Karagöz’ün diline düşmek mahallelinin başına gelebilecek en kötü şeydir. Onun acıması yoktur. Hesap etmez. Doğrucudur. Dobradır. O yüzden asla para kazanıp zengin olamaz Karagöz. Hesapsız olduğu için başına gelecekleri tahmin edemez. Tek bildiği dürüst olmaktır.

Perde, mahkûmların hüküm giyeceği kasaba meydanları gibidir. Karagöz perdesine konu edilmek bir suçlunun meydanın ortasına çıkarılıp halkın önünde adaletin tecelli etmesine benzer. İzleyenlerin önünde o konu değerlendirilir, yorumlanır ve belki de sonuca bağlanır.

O perde izleyenler için bir ibret perdesidir…

MEKÂNINI YİTİREN KARAGÖZ

Sarayın ve sokakların yanında mahalle kahveleri de Karagözcülerin mekânlarıydı. Özellikle kış gecelerinde İstanbullular şehrin belli kahvelerinde toplanır, ünlü Karagözcülerin sesleriyle canlandırdığı perdeyi izlerdi. Bu tiplerin kavgalarına müzik karışır, Karagözlü geceler İstanbullunun vazgeçemediği gece eğlencelerinden olurdu.

Ta ki perdenin ışığı sönene, sansür ve savaş hayata karışana kadar…

Saray, sokak, sünnet düğünleri, kahvehaneler imparatorluğun girdiği değişim dalgası ile dönüşüme uğradılar. Mekânını kaybeden Karagözcüler, artan savaşlarla birlikte ortalıktan çekildiler.

Karagöz’ün sesi İstanbul sokaklarında yitip giden hoş bir seda oldu.

USTA ÇIRAK İLİŞKİSİNE BİR ALTERNATİF

Bugün kendilerine eğitim kurumlarında ve organizasyonlarda daha çok yer bulabilen Karagözcüler sanatlarını bugünün şartlarında icra etmeye devam ediyorlar.

Işık, ses hatta perde bezinin malıyla boyu bile değişti ancak o ruh hiç değişmedi. Hâlâ binbir emekle boyanıyor deriler. Cam deri de İstanbul’da kolay bulunmaz, Tokat’tan gelir.

Ustaların işlenecek kıvama getirdiği deriler yine ince ince nevreganlanıyor,1 boyanıyor. Bir tipi meydana çıkartma süreci hayli zaman alıyor.

Sadece tasvirlerle bitiyor mu Karagözcünün işi? Bitmiyor. Perdeyi kurmak mesele, ışığı en “ayarlı” hâle getirmek mesele. Peki ya Karagöz’ün müziği? O apayrı bir mesele.

Karagözcülük işleri usta ile hemhâl olarak öğrenilmiş, atölyenin tozu kaçmış genizlere, hep besmele ile girilmiş dükkâna, sandıklar taşınmış ustanın gölgesinde, akşamdan akşama.

Yüzyıllardır usta çırak ilişkisi içinde sürüp giden Karagözcülük bugün devam edebilmek için kendine bir alternatif arıyor. Üniversitelerin tiyatro bölümleri bir Karagözcü yetiştirmiyor. Zaten Karagözcüler de buna pek sıcak bakmıyor. Öte yandan bir Karagözcünün yanında bu işi öğrenmek için yıllarını verecek gençlerin sayısı da oldukça azaldı. Birçok şehirde nitelikli Karagöz sanatçısının olmamasından kaynaklı kötü temsiller ve bu temsillerin yarattığı sorunlar aldı başını gidiyor.

Geleneksel bir sanatın sürmesi, icracıların varlığına bağlı. Karagöz’ün en son Karagöz ustası öldüğünde müzelerde sergilenen tasvirlerden ibaret kalmaması ve kültürel mirasımızın devamı için yeni Karagöz icracılarının yetiştirilmesi şart. Bu konuya dikkat çekip ilgili gençlerin ustalarla buluşturulması ve iş birlikli bir çalışma yürütülmesi gerekiyor. Bu çalışma için üniversitelerden sivil toplum kuruluşlarına, yerel yönetimlerden sanatçılara kadar herkese iş düşüyor.

XXX

BİR KÜLTÜREL MİRAS OLARAK KARAGÖZ SANATI

Karagöz sanatı 2009 yılında UNESCO Somut Olmayan Kültürel Mirasın Temsilî Listesi’ne kaydedilmiş ve Türkiye’nin kültür miraslarından biri olduğu dünya nezdinde de kabul edilmiştir. Yüzyıllardır var olan bu sanat on yıldan fazladır da UNESCO’nun yönlendirmeleriyle sürdürülüyor. Karagöz’ün bu listede temsili, UNESCO Türkiye Millî Komisyonu’nun, Karagöz derneklerinin ve Karagöz sanatçılarının çabalarıyla gerçekleşmiştir. UNESCO, Kültür ve Turizm Bakanlığı uzmanları ve Karagöz sanatçılarıyla iş birliği hâlinde konferans, sempozyum, katalog gibi akademik çalışmaların yanında Karagöz şenliği, festival, belgesel, atölye gibi uygulamalı çalışmalar da yapıyor.

Karagöz Somut Olmayan Kültürel Miras Ulusal Envanteri’ne İstanbul şehrinden kayıtlı ve bu kayıt kente büyük bir sorumluluk yüklüyor. Karagöz’ün ve Karagözcülerin İstanbul sokaklarında ve kentin kültür mozaiğinin oluşumunda payı vardır. Öyleyse bu kent bu sanata da sahip çıkmalıdır.

En büyük isteğimiz, tek kişilik bu dev gösteriyi kitabi bilgi olarak değil yaşayan bir şekilde İstanbul sokaklarında daha görünür kılmak. Bir halk tiyatrosu müzesi yakışmaz mı İstanbul’a? Karagözcülerin sabit perdelerinin kurulu olduğu, okulların her hafta bir başka Karagözcüyü izleyebileceği, kütüphanesinde aranılan bütün Karagöz dergilerinin, halk tiyatrosu kitaplarının bulunabileceği bir “Işkırlak2 Kültür Merkezi” yapılamaz mı? Hiç olmazsa bir “Küşteri oyuncakçısı” bir marka olarak tasarlanamaz mı?

Avrupa’nın sokaklarında kuklacıları görmek çok sıradan bir şey. Tıpkı bizim sokakta bir müzisyene rastlamamız gibi ancak bizim gibi köklü kukla geçmişi olan bir ülkede sokaklarda kaç tane kukla sanatçısına rastlayabiliyoruz? Bu Karagöz için de böyle. Bundan birkaç yüzyıl önce sokaklardan yükselen kahkahalara sebep olan Karagözcüler bugün kendilerine tiyatro salonlarında yer bulmakta bile güçlük çekmekteler.

Oysaki İstanbullu Kadıköy’de yürürken gözüne çarpan perdenin ışığını görmezden gelmiyor. Bakmadan geçemiyor. Sokakta perde kuran sanatçılarımızın sayısının artması, kültür merkezlerinde daha çok tasvir sergisi, Karagöz atölyesi düzenlenmesi, tiyatro salonlarında her çeşit perdenin kurulması dileğimizle…

İstanbul’un Karagöz’ü ve Karagöz’ün İstanbul’u bunu hak ediyor.

CEMAL FATİH POLAT, KADIKÖY BAHARİYE’DE

KÖŞEBAŞI KARAGÖZ: CEMAL FATİH POLAT

Cemal Fatih Polat “Hayal Perdesinde Sanatçılar” gösterisiyle Batı müziği, Türk halk müziği, sanat müziği notalarının yankılanmasını sağlıyor İstanbul sokaklarında. Polat âdeta gelenekteki bir köşebaşı Karagözcüsü gibi sokağı kendine sahne yapıyor ve performanslarını akşam yürüyüşüne çıkan İstanbullulara sergiliyor.

Cemal Fatih Polat Kırıkkale doğumlu. Eğitim için geldiği İstanbul’da sevdası tiyatro ile hemhâl olurken tanışmış kuklayla ve ardından Karagöz gelmiş. Bir daha da gitmemiş. O vakitten sonra çeşitli ustalarının yanında kendini geliştiren Polat birçok ulusal ve uluslararası festivalde perde kuruyor ve Karagöz sanatını başta çocuklar olmak üzere izleyiciyle buluşturuyor.

Cemal Fatih Polat’ı farklı kılan ise sokak gösterileri. Sanatçı Kadıköy başta olmak üzere birçok farklı noktada bu performansları sergiliyor. Seyyar perdesini sokağa kuruyor ve güneşin batmasıyla birlikte ışığı yakıyor…

ÜSKÜDARLI ALPAY EKLER

1964 yılında İstanbul’da doğan Alpay Ekler, İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Alman Dili Edebiyatı Bölümü’nden mezun oldu. Sanatına kuklayla başlayan Ekler’in yolu Karagöz sanatçısı olan dedesi Münir Efendi’nin çırağı olan merhum İhsan Dizdar’la kesişti ve ustanın deyimi ile âdeta hayatı değişti. Karagöz’ün karakteriyle Alpay Usta’nın mizacı birbirine o kadar uyar ki ikisi muhteşem bir ikili oldular.

Karagöz sanatındaki başarısı ve tasvir yapımındaki kendine özgü tarzıyla öne çıktı. Hem geleneksel Karagöz oyunlarını perdeye taşıdı hem de çocuklara ve yetişkinlere yönelik güncel Karagöz oyunları yazıp perdeye aktararak sanata katkı sundu. Araştırmacı bir kimliğe sahip olan Alpay Ekler, Karagöz ve tasvir sanatı konularında bildiriler hazırlamış, makaleler yazmış, çeviriler yapmış ve çeşitli araştırmalarda bulunmuştur.

Günümüz Karagözcülüğünün lokomotifi olan Alpay Ekler 2021 yılında yaşayan insan hazinesi seçildi. 2022 yılında ebediyete uğurladığımız Alpay Usta ardında onlarca çırak bıraktı ve Karagözcülüğün devamını birkaç nesil daha garantiye almış oldu.

CENGİZ ÖZEK BEYOĞLU’NDAKİ ATÖLYE MÜZESİNDE

ARKA SOKAKLARDA BİR KARAGÖZCÜ: CENGİZ ÖZEK

1978 yılında Karagöz üstadı Ragıp Tuğtekin’in öğrencisi resim öğretmeni Ali Kıyak’tan Karagöz figürlerinin yapımını öğrenen Cengiz Özek kendi çabalarıyla Karagöz oynatmaya başladı. Özek, Atatürk Kitaplığı açılışında oynattığı klasik Karagöz oyunu “Abtal Bekçi”yle profesyonel hayata adım attı. Birçok sergi ve performansa imza atan sanatçının tasvirleri bugün Hollanda Ulusal Müze, Pakistan Lahor Kukla Müzesi, Tayvan Kukla Müzesi kukla koleksiyonlarında yer alıyor. Cengiz Özek özellikle uluslararası festivallerde performans sergileyerek Türk Karagöz sanatının dünya çapında duyulmasına katkı sağlıyor. Hâlen, kurucusu olduğu “İstanbul Karagöz Kukla Vakfı” başkanlığını, “İstanbul Uluslararası Kukla Festivali” genel sanat yönetmenliğini ve “İstanbul Kukla Müzesi-Tiyatrosu” kuruluş hazırlıklarını sürdürüyor.

Özek ayrıca İstanbul’da bir ara sokaktaki stüdyosunda tasvir çalışmalarına devam ediyor, ulusal ve uluslararası basın mensuplarını burada ağırlıyor. Mekânda Türk gölge tiyatrosu tasvirlerini ve dünyadan topladığı eşsiz kuklaları sergiliyor. Beklemediğiniz bir anda karşınıza Kamboçyalı bir tasvir çıkabilir.

BİR İSTANBUL BEYEFENDİSİ: METİN ÖZLEN

Karagöz sanatçısı Metin Özlen 3 Nisan 1940 tarihinde İstanbul, Kanlıca’da Nevres Paşa Yalısı’nda doğdu. Karagöz yapım tekniğini küçük yaşlarda dedesi Hayri Bey’den dinlediği hikâyelerle öğrendi, geliştirdi.

1962 yılında, İstanbul’da yayımlanan Ekspres gazetesinde karikatürist ve ressam olarak çalışmaya başladı. Resimli roman kahramanı olarak kendi tiplemesi olan Feleksiz’i günlük, halk tiplemesi olan Nasreddin Hoca’yı da haftalık olarak çizmeye başladı.

Cemalettin Saraçoğlu’ndan çok değerli tasvir kalıplarını ve yapım aletleri koleksiyonunu satın aldı. Tasvirde stil olarak büyük tasvir üstadı Nazif Bey’i seçti. Oyun seslendirme tekniğinde ise Hayali Küçük Ali ve dedesi Hayri Bey’i örnek aldı. Akrabası Hayali Memduh’un yazdığı oyunları elde edince onun çizgisinde oyunlar sahnelemeye başladı. Dedesi Hayali Hayri hem Hayali Memduh’un hem de Hayali Katip Salih’in yakın dostuydu. Bu nedenle Hayali Hayri, onlardan dolayı sahip olduğu tüm bilgi ve teknikleri torunu Metin Özlen’e aktarmıştır.

Metin Özlen düzenlenen yarışmalarda derece almış ve Karagöz sanatının bugün aktif olarak devam etmesi için önemli adımlar atmıştır. Yanına gelen herkesle bilgilerini paylaşan Özlen, bugünün ustalarının âdeta danışma merkeziydi. Uzun yaşamına onlarca çırak, binlerce gösteri sığdıran Özlen, 2008 yılında yaşayan insan hazinesi unvanına layık görülmüştür.

2022 yılında kaybettiğimiz Metin Usta’yı o çok sevdiği İstanbul’uyla beraber anmak gerek her zaman.

DİPNOTLAR

1 Karagöz tasvirleri yapmak için kullanılan ucu sivri bir nevi bıçak.

2 Karagöz’ün başlığı.

KAYNAKLAR

Siyavuşgil, Sabri Esat (1938): İstanbul’da Karagöz Ve Karagöz’de İstanbul, İstanbul: Bürhaneddin Basımevi.

Karagöz
Karagöz ve Hacivat
Kültür
Kültür yaşamı
Halkbilim
Cengiz Özek
Metin Özlen
Alpay Ekler
Cemal Fatih Polat
Karagözcüler
Sayı 016

BENZER

Eğitim sorunumuz, 1924 Anayasası, hilafetin kaldırılışı, Cumhuriyet gazetesinin 100 yılı, Filiz Akın, Uğur Yücel, Onur Buldu röportajları ve çok daha fazlası...
Mor Çatı, 1990’dan bu yana aynı ruhla ve türlü yollarla kadın dayanışmasının merkezinde. Şimdilerde “Mor Çatı Anlatıyor” podcast’iyle kendilerinden doğrudan destek almayan/alamayanlara da yol göstermeye çalışıyorlar.
Çok yakın zamana kadar Anadolu’dan gelen trenlerin son durağı olan Haydarpaşa Garı, kendini bildi bileli Anadolu’dan göç alan İstanbul’un yüz yılı aşkın süredir yeni sakinleriyle tanıştığı, tutunmayı başaramayan konuklarını ise uğurladığı nokta oldu. Tahta bavullar, sırtta yatak yorganlar... Kâh umutla İstanbul’a kâh düş kırıklığıyla gerisin geri memlekete yol alışlar. Hep biraz yarım kalmış sevdalar. İç göç filmlerine konu eden Yeşilçam’da başrolü kimse Haydarpaşa Garı kadar hak edemez.