İstanbul ve kaykay

24 Ağustos 2023 - 12:16

“Türkiye’nin ilk kariyer yapabilmiş kaykaycısı olmak istiyordum. Çocukken 90’lı yıllarda abilerime hep şöyle diyordum: ‘Bir gün bu ülkede de çok güzel kaykay mağazaları olacak, bir gün bu ülkede de kaykaycılar kaykay kaydıkları için para kazanabilecek.’ And içmiştim buna.”

1983 doğumlu Tuncay Koçal, 1988’den yani neredeyse 5 yaşından beri kaykayın tepesinde. 35 yıla yaklaşan serüveninde kaykay mağazası işletmeciliğinden ilk yerli kaykay markasını yaratmaya, danışmanlıklardan millî takım antrenörlüğüne 90’larda başarmak üzere and içtiği her şeyi gerçekleştirmiş durumda. Aynı zamanda konservatuvarlı bir oyuncu. Kaykayın olimpiyatlara kabul edilmiş olmasını bahane edip şehrimizde ve ülkemizdeki gelişmeleri konuşmak üzere buluştuğumuz Koçal ile –tiyatroculuktan gelen hikâye anlatma yeteneğinin de büyük katkısı var kesinlikle– temponun asla düşmediği bir sohbetin içinde bulduk kendimizi.

BEŞİKTAŞ BARBAROS MEYDANI, 1999

“KAYKAYIN ZIPLADIĞINI GÖRÜNCE DÜNYAM DEĞİŞTİ”

İstanbul’da yazın en sıcak günlerinden birinde Kalamış’ta buluşuyoruz Tuncay Koçal’la. Az ileride kaykaycıların uğrak noktalarından biri olan Kalamış Atatürk Parkı var. Röportaj bitince Tuncay da oraya gidecek. En baştan alıyoruz. 5 yaşında kaymaya nasıl başlanır? Üstelik 80’lerden bahsediyoruz ne internet ne kaykay var memlekette. İnternet dünyada yok zaten.

“O dönemde Almanya’da yaşayan bir amcam var, bankacı. Okul yaşında değilim. Oyuncak niyetine Almanya’dan bana bir kaykay getiriyor, fena da bir kaykay değil. Kaykayla aynı boyda gibiyiz. O yaşta daha kapının önüne filan çıkamıyorum, evin içinde oynuyorum. Şanslıyım ki bir koridorumuz vardı, o koridorda gidip geliyordum. Oturarak kaymalar, ayakta duvara tutunarak gitmeler… Biraz öğrendikçe kapının önüne çıkıp yokuştan kaymalar…” Bahsini ettiği yer Suadiye. O zamanlar mahallesinde çok kaykaycı olduğunu hatırlıyor, “Bağdat Caddesi’nin yapısından dolayı herhâlde” diyor. Sokakta kayanların sesini duyup cama çıkıyor ve bir gün onlardan birine denk geliyor. ‘Kaykayını ver de bir kayayım’ dedi. Verdim ben de. Sonra kaykayımla bir hareket yaptı. O zamana kadar bende hep düz giden bir şey olarak kayıtlıydı, kaykayın zıpladığını görünce dünyam değişti. Orada ilk aydınlanmamı yaşadım. Bu nasıl oldu diye sorgularken öğretirim ama bizimle takılman lazım dedi.”

Abilerinin çağırdığı yer de Suadiye. “Hacıbey Dondurmacısı var. Köşede Vakkorama. Orada buluşuyoruz, dediler. Evimin hemen alt sokağı ama bunlar yaşanırken daha 7-8 yaşlarında olduğumdan oraya gitmek benim için ülke dışına çıkmak gibi. Aileden izin almak vs.” Tuncay 7-8 yaşlarındayken söz konusu abiler de en fazla 15-16 civarında. Dünyasının bu davetle birlikte değiştiğini yineliyor, “Kaykayda usta-çırak ilişkisi vardır. Başka türlü de gelişmiyor fazla destek olmadığı için. Sağ olsunlar beni davet ettiler. O zaman en büyük hayalim kaykayın yerle iletişimini kesebilmekti. Hikâye sonra buralara kadar geldi, dünyayı gezer oldum, üstüne kariyer yaptım.”

Tuncay’a Almanya’dan gelen bir kaykay var ve anlattığına bakılırsa o dönemler kaykay sahibi olmanın yolu gurbetçi akrabadan geçiyor. Bir de yurt dışıyla ilişkisi olan ailelerden. “Bu bağlantı nedeniyle kaykay kültürüne hâkimlerdi. Kaykay dergilerine, videolarına ulaşabiliyorlardı. Amerika’da nasıl bir kaykay ruhu varsa burada da çok güzel yaşanıyordu. İyi müzikler dinlerlerdi. Kimi resim yapar, kimi enstrüman çalar. Renkli bir ortam vardı” diyor. Kaykay pahalı bir spor olsa da o dönemlerde takasla, yardımlaşmayla bir dayanışma ruhunun hâkim olduğunu söylüyor: “Her kesimden insan olurdu, ünlü bir iş adamının oğluyla apartman görevlisinin çocuğu aynı yerde takılırdı.”

HAYDARPAŞA GARI, 2017

90’larda Bağdat Caddesi tayfası dışında Kadıköy- Moda, Beşiktaş-Maçka ve Ataköy tayfaları olduğunu, kaykaycıların yanı sıra patencilerin de ortamlarda sektiğini öğreniyoruz. Büyük sayılardan bahsetmek mümkün değilmiş tabii, “100-200 kişidir” diyor Tuncay.

2000’lerde dijitalleşme, sosyal medya derken kaykayın ülkemiz sınırlarındaki gelişimi ve yayılımı hızlanır. Tuncay bu arada ailesinin 5-10 yılda bir “sana o kaykayı vermekle iyi mi ettik” diye hayıflandığını anlatıyor “Ne zaman bir mağazam oldu, o zaman inandılar” diyor. 2007 yılında ilk Şaşkınbakkal’da açılan, daha sonra Kadıköy’e taşınan ve kaykay, tekstil, aksesuar satan bu mağaza bir gün Tuncay’a teslim edilmiş. “2013 yılına kadar bir nevi sponsor gibi destek oluyorlardı bana. Bir gün bir vesileyle yardıma gittim, beni dükkânın sahibi yaptılar” diye gülüyor. “Senin gibi adamı çalıştıramayız, gel sen bu dükkânın sahibi ol, dediler. Dedim param yok. Onlar da o sırada Amerika’ya taşınmaya niyetlilerdi. Bir anda beni patron yaptılar. 15-16 markanın distribütörü oldum. Kariyerimdeki sıçrayışlarımdan biriydi.” Kadıköy’den sonra Avrupa Yakası’na, Çukurcuma’ya geçmiş ancak orada pandemiye yakalanınca bir süre sonra dükkânsız kalmış. “House of Superstep’e gittim. Pandemide mal sahibi beni zorla çıkarınca mağazasız kaldım, güzel bir yerli markam var, bunu sergileyelim dedim. Onlar da kaykayla ilgili bir şeyler yapmak istiyorlardı. Taksim’deki yerlerinde bana 600 metrekare bir alan sağladılar. Orada kapalı bir kaykay parkı ve mağaza yapıyoruz.”

TUNCAY KOÇAL MAÇKA İSMET İNÖNÜ PARKI’NDA KAYARKEN

TÜRKİYE’DE KAYKAYIN ASIL SIÇRAMA ANI

Tuncay, kaykayın olimpiyatlara kabul edilmesinin Türkiye’deki asıl sıçrama anı olduğunu söylüyor: “Yeni yeni başlıyor denebilir. Kaykay Federasyonu kuruldu. O zaman danışmanlığını yaptım ben. Sonra millî takım antrenörlüğü nasip oldu. Bu hareketlilikle birlikte belediyeler de markalar da rahatlamaya başladı. Millî takım sayesinde maaş alan kaykaycılar var. Kariyer yapılabilir hâle geldi kaykay.”

Olimpiyatlarla ilgili gelişmenin global kaykay camiasında başlarda çok da hoş karşılanmadığını öğreniyoruz. Tuncay, kaykaycıların uzun süre kaykayın olimpiyatlara girmesini istemediklerini anlatıyor: “Bu bir sokak sporu, standardize etmeyin düşüncesi vardı. Başka vizyoner kaykaycılarsa pazarın büyümesi gerektiğini, ulaşılamayan ülkeler için bunun iyi olacağını düşünüyorlar ki ben de o şekilde düşünenlerdenim.”

Tuncay’ın özellikle altını çizdiği bir konu da rekabet. Kaykayın diğer spor dallarından tam da bu noktada ayrıldığı görüşünde: “Kaykaydan başka hiçbir sporda kolay kolay göremeyeceğiniz bir rekabet anlayışı var. Birbirine yardım ederek birbirini destekleyerek rekabet. Yapamadığında daha iyi yapabilsin diye diğer kaykaycının yanına gidip bak sen şimdi denedin ama bir dahaki sefere şöyle mi yapsan demek, kendinden daha zayıf olana destek vermek, daha iyi kayanı yüceltmek. Tabii ki hırslanmalar oluyor. Ama şu anda ortam çok iyi. İyi ki olimpiyatlara kabul edilmiş diyorum ve şimdi biz de burada bunun elçiliğini yapmaya çalışıyoruz, anlatıyoruz bakın futbol gibi basketbol gibi değil, bilimsel olarak birçok spora göre daha güvenli olduğu kanıtlanmış, artık standardı var diyoruz.”

Kaykayın ilk olimpiyat macerasının pandemi nedeniyle biraz arada “kaynadığı” söylenebilir. 2020 Tokyo Olimpiyatları’nın önce ertelenip sonraki yıl seyircisiz gerçekleşmesi, olimpiyatların çiçeği burnundaki bu spor dalı için talihsiz bir gelişme oldu ama bardağın dolu tarafına bakacak olursak Türkiye’de sırf bu vesileyle kurulan bir federasyon, millî takım ve maaş alan kaykaycılar var. Tuncay anlatıyor: “Olimpiyatlara kabul edildikten sonra sporcu, antrenör, müfredat gerekiyordu. Ben ve arkadaşlarım o zamanki başkanımızla oturduk, müfredatlar, antrenörlük eğitimleri, hakemlik eğitimleri düzenledik. Antrenörler, hakemler hazır olunca şampiyonalar hazırladık. O şampiyonalar vesilesiyle de millî takım kurduk.”

TUNCAY KOÇAL

“İKİ TUTKUMUN ARASINDA KALDIM, MİLLÎ TAKIMI SEÇTİM”

Yazının başında Tuncay’ın hayat hikâyesinin ne kadar sürükleyici olduğundan bahsetmiştim. Oyunculuk kariyeri, hikâyesindeki ilginç ayrıntılardan biri. Müjdat Gezen Sanat Merkezi’nde aldığı eğitimle başlayan bu süreç ilerleyen yıllarda bir arkadaşının teşvikiyle konservatuvar seçmelerine katılıp kabul edilmesiyle devam etmiş (onu teşvik eden arkadaşı kabul edilmemiş kadere bakın ki). Tiyatro macerasını ve ilk maaşını ne zaman, nasıl kazandığını gülerek anlatıyor: “Amcam kaykaya bulaştırdı demiştim ya, dayım da Almanya’nın ilk Türk tiyatrosunu kuranlardan biridir. Anne tarafı sanat odaklı denebilir. Kaykayla beraber biraz basket oynuyordum. Boyumun uzamadığını fark edince dayım beni 1996 civarı, ben 13-14 yaşlarındayken Müjdat Gezen Sanat Merkezi’ne yazdırıyor, sosyalleşebileyim diye. Çünkü işitme engelli bir ailenin çocuğuyum ben. Bu çocuk sosyalleşsin diyor. Oyunculuğu ve tiyatroyu çok sevdiğim ve oradaki hocam da beni çok desteklediği için 2,5 yıl orada eğitim aldım. Eğitim aldıktan sonra da büyük oyununda çocuk rolü oynayarak kariyerime başladım. İlk maaşımı 98 yılında aldım, 15 yaşındayım o zaman.

Kırşehir, Konya, Adana sürekli turne de yapılıyor, ben çocuğum ama büyüklerle aynı araçtayım, gidiyoruz geliyoruz. Kaykayım hep yanımda. Gittiğim her yerde de hep kaydım, kaykaycıları buldum. Erken yaşta ülkeyi tanıma şerefine nail oldum.”

2013’te kaykay mağazasını devraldığında bir yandan da Devlet Tiyatrosu’nda oynuyor. Çılgınca bir yoğunlukta, uykusuz geçen o günlerden şöyle bahsediyor: “Haftanın 6 günü 7 oyun oynuyordum. Sezonda 120-130 oyunun altına inmiyordum. Sabah 9’da mağazayı açıyordum, akşam 6’da dükkânı yanımda çalışan arkadaşa bırakıp kulisime gidip, hazırlanıp, ısınıp her akşam çatır çatır oyunumu oynayıp hayatıma devam ettim günde 3 – 5 saat uyuyarak. Ta ki millî takım kurulana kadar. Tam uçacağım gideceğim kariyerimde, millî takım kuruldu. Dediler ki hocam sana ihtiyacımız var. İki tutkunun arasında kaldım, kaykayın ülkenin hayrına olacağını, tarih yazabileceğimizi düşündüğüm için millî takım antrenörlüğüne tamam dedim.”

TUNCAY KOÇAL KAYKAY MİLLÎ TAKIMIINDA ANTRENÖRLÜK YAPIYOR

Tuncay antrenör olarak şu anda “sokak”tan sorumlu. “Önce park disiplini antrenörüydüm, son 1,5 yıldır street’e de bakıyorum” diyor. Kaykayda iki disiplin var, biri park (çanak) diğeri sokak. Tuncay açıklıyor: “Trabzanların, merdivenlerin yani daha küçük açılı rampaların olduğu parklara sokak stili kaykay parkı diyoruz, bu bir branş. Diğer branşımız ise 3 - 3,5 metre derinliği olan havuz şeklindeki rampalar. Buna da park disiplini diyoruz.”

Müfredatın nasıl oluştuğunu sorunca 90’lardaki müthiş hikâyelerinden birini anlatıyor:

“90’larda biri yurt dışından dergi ya da kaykay videosu getiriyor demiştim ya hani. Birine bir kaykay videosu getirmişler. O zaman şöyle bir şey oldu. Akşam toplanıyoruz. 20-25 kaykaycı bir evde, tüplü televizyon, VHS-beta kasetler… Hareketlerin nasıl yapıldığını o şekilde görüyoruz. O zamanki dahi arkadaşlarımızla şöyle bir çözüm bulmuştuk. Ekranda video dönüyor. Elimize aydınger kâğıdı alıyoruz, ekrana yapıştır, pause’a bas, ayağını nereye basmış çiz, kaykayı çiz, ön ayağı nerede duruyor, play-pause, bildiğiniz çizgi film yapar gibi elle, tek tek kare kare, plan plan yazardık. Sonra oturup üstünden bayağı analiz yapardık. Merkezkaçı düşünüyorsun, nerede kaldıracağını vs. Yurt dışından gelen biri olurdu, yeni hareket öğrenmiş olurdu mesela. Ondan hemen öğrenip geliştirirdik.”

Tuncay, derslerine nasıl başladığını anlatmaya koyuluyor sonra. Kaykaycıların hâlihazırda sahip olduğu ya da kaykaya başlamaya karar verip de cidden azimli olanların sonunda mutlaka sahip olacağı bir meziyet, sabır. “Hayatında bir soruyu 10 bin kere çözdün mü diye başlıyorum. Şaşırıyorlar, niye 10 bin kere çözeyim ki diyorlar. Çünkü kaykay kayacaksan bu olacak diyorum. 10 bin kere aynı problemi çözmeye çalışacaksın, çözdüğün hâlde bile çözmeye devam edeceksin ve bunu büyük bir sabır, büyük bir motivasyon, sevinç ve coşkuyla yapacaksın, yoksa kaykaycı olamazsın diyorum.”

MİLLÎ TAKIM SPORCUSU NASIL SEÇİLİYOR?

“Ülkedeki bütün kaykaycıları hep beraber takip ediyoruz, ne olup bittiğini biliyoruz ama şöyle bir şey olması gerekiyor. Kaykay Federasyonu belli dönemlerde reglamanlar yayınlıyor. Yıllık yarışma takvimimiz var. Kaykaycı kardeşlerimiz il ya da ilçe spor müdürlüklerine gidip çok basit evraklarla bir kaykaycı lisansı çıkarıyorlar sonra da gerekli evraklarla birlikte bu kaykay yarışmalarına başvuruyorlar. Bunlar etap etap oluyor. Buralarda kayarak ve puan toplayarak dereceye girmeye ya da kendilerini göstermeye çalışıyorlar. Kategori kategori ayrılıyor da bunlar. Biz de bunların içinden kariyer yapabilecek, ülkenin projeksiyonuna uygun kısa, orta ve uzun vadeli sporcular alıyoruz. 7-8 yaşlarında sporcu kardeşlerimiz de var, şu anda bayrağı taşıyacak 25- 30 yaşlarında sporcular da var.

Bu şekilde girebiliyorlar şampiyonalarla birlikte. Sonrasında biz onları bir millî takım kampına davet ediyoruz. 10-15 günlük kamplarımız oluyor. Farklı illerde bu kampları ve şampiyonaları yapabilmek istiyoruz aslında ama Türkiye Şampiyonası yapabilmek için ona uygun standartta kaykay parklarının da olması gerekiyor. Biz mesela İstanbul, Ankara, Bursa ve Karaman, yeni kattığımız bir il, bu şekilde gidiyoruz. Son 5 yılda daha çok buralarda yarışma yaptık.

Bu arada kaykayı okul sporları arasına da soktuk. Okul sporları arasına girince ne oluyor? Ortaokul, lise, üniversiteler arasında resmî kaykay şampiyonları yapılabiliyor, okullar kendi takımlarını kurabiliyorlar.”

BEŞİKTAŞ MEYDAN

BEŞİKTAŞ MEYDAN VE DİĞER “SPOT”LAR

“Kaykay hareketlerini çalıştığımız yerler var, spot diyoruz onlara.

Beşiktaş Barbaros Meydanı beynelmileldir. Dünyanın neresinden bir kaykaycı gelse kaymak isterse internetten bakar ve Beşiktaş Meydan’a gelir. Kaykay turizminde şöyle bir şey vardır. Kültürüyle yaşayan bir kaykaycıysa başka bir ülkeye gittiği zaman önce oranın kaykay spotuna gider ya da bir kaykay mağazasına gider çünkü en güzel bilgiyi onlardan alacağını bilir. İstanbul’da o yer Beşiktaş Meydan’dır.

Bizim mabedimiz gibidir. Haberleşmeye bile gerek yoktur, gittiğinizde orada mutlaka birilerini bulacağınızı bilirsiniz.

Bir akşam telefonum çaldı. Hem İstanbul hem Ankara’da yaşayan bir abimiz var. ‘Beşiktaş Meydan’ın bir projesini gördüm internette gezinirken’ dedi. ‘Bizim meydanı yeniliyorlarmış’ diye devam etti. Dedim e ne güzel. ‘Ama kayılabilir alanların hiçbiri yok. Bizim bu projeye müdahale etmemiz gerekiyor’ dedi. Biz kaykaycıyız, ne yapabiliriz ki, yapar mıyız yapamaz mıyız derken yaparız noktasına geldi iş. Telefonu kapattıktan sonra ben de bir baktım, düşündüm. Tarih yok olacak, bizim için kaykay tarihi yok olacak resmen. Çocuklara anlattık ve bir gecede organize olup Instagram, Twitter falan kaç bin kişi paylaştı o postları bilmiyorum. ‘Meydan elden gidiyor’lar vs. Sonra Ekrem İmamoğlu, ‘Gençler sizi duyuyorum, beraber yapacağız burayı’ gibi bir paylaşım yaptı.

Kaykaycıların sözü dinlenerek yapılıyor ve söylenene göre rol model bir alan olacağa benziyor.

Kalamış Atatürk Parkı, Maçka İnönü Parkı, Harbiye Açıkhava Tiyatrosu’nun önü, Bayıldım Yokuşu. Bunlar en çok kullanılan diğer spotlar. Bir de Maltepe Kaykay Parkı var.

Düz kaydık, tamam. Sonra mesela iki basamaklı bir yerden atlamayı öğrendiniz, üç basamaklı bir yer bulmak istiyorsunuz. İşte o zaman başlıyorsunuz sokak aralarında gezmeye, başka mahallelere gitmeye. Yer değiştirmek de önemli. Git başka yerde de o hareketleri yap ki geliş.”

ÂLÂ SKATEBOARDS

ÂLÂ SKATEBOARDS: YÜZDE YÜZ YERLİ

“Madem etrafımda kaykaycılar var, sanatçı kaykaycılar var, bir marka kuralım, Türk markası olsun dedim. Âlâ Skateboards’u kaykaycı/sanatçı dostlarımızın da dahil olduğu bir çalışma modeliyle kurduk. Yaklaşık 5 - 6 yıldır markamızla -yerli sanatçılarla özellikle- hem kaykaylar tasarlıyoruz hem eski, kullanılmış kaykayları geri dönüştürüp onlardan yeni aksesuarlar elde ediyoruz.

Âlâ’yı kurduğumuz zaman Türkiye’de fabrika yoktu. Benim niyetim tasarımın Türklere ait olduğu bir marka yaratmaktı. ‘Türkiye’den gelmiş bu’ hissini yaratan bir şey verebilmek istiyordum. Türk lokumu gibi yani. Mağazaya çok ünlü kaykaycı geliyor, sanatçılar geliyor, bir şey hediye etmek istiyorsun, bakın bu da Türk markası diye sunmak istiyorsun. Bir yere gittiğinde onun lokal bir markasının ürününü almak istersin ya, onun gibi. İsminin de tasarımın da bu hissi yaratmasıydı temel amacım.”

Kaykay tahtasının Türkçede akçaağaç denilen “maple” ağacından yapıldığını ve bu hammaddenin mecbur Kanada’dan geldiğini de öğreniyoruz. “Âlâ’nın tekstilleri burada üretiliyor, tahtayı çözünce, yatırımcı da bulursak, Âlâ’yı bir dünya markası yapma hedefimize umuyorum ulaşacağız.”

Kaykay
Spor
Olimpiyat
Olimpiyat Oyunları
Tokyo 2020 Olimpiyat Oyunları
Tuncay Koçal
Kaykay parkı
İstanbul
Beşiktaş Meydan
Kalamış
Sayı 015

BENZER

Bu yazıda genel enflasyon probleminin ötesinde İstanbul’da hissedilen enflasyonun özellikle konut, ulaşım ve gıda kalemlerinde Türkiye ortalamalarının üzerinde gerçekleştiğinin altını çizmeye çalıştık.
Fotoğrafını göstermeden Selvi Boylum Al Yazmalım’ın Cemşit’i deseydim hemen tanırdınız. Yeşilçam devlerinden Ahmet Mekin, her rolünü hakkıyla oynadı, her bakışı kalplere ok gibi saplandı, emeğin kıymetini bildi, kimseye eyvallahı olmadı... O, dimdik ayakta bir tarih.
Tarihçi Necdet Sakaoğlu’nun kaleme aldığı, Atatürk’ü İstanbul özelinde fotoğraflarla anlatan Atatürk ve İstanbul isimli kitap okurla buluşuyor. “Atatürk ve İstanbul konularında Türkiye’de ve dünyada yazılmış çok sayıda kitap var. Ama ikisinin bir araya gelmesi, buluşması özel bir durum” diyen Sakaoğlu, Atatürk’ün doğum gününün yanlış bilindiğine de kitapta yer veriyor. Kitap raflarla buluşmadan önce Necdet Sakaoğlu ile konuştuk, gerçek doğum tarihini nasıl saptadığını Atatürk’ün bilinmeyen yönleriyle birlikte kısaca anlattı.