Kuşakların yaşam tarzı: Kemancı

24 Ağustos 2023 - 14:34

Seksenli yılların göbeğinde birinci sınıfını bitirdiğim Tatbiki Güzel Sanatlar Okulu’nun Resim Bölümü’nü, Beşiktaş’tan Çamlıca’ya taşınması (dolayısıyla yolunun uzaklığı ve karşı yakanın bana yabancılığı) münasebetiyle bırakmış, Fındıklı’daki Mimar Sinan Güzel Sanatlar’a (eski ve gönlümüzdeki adıyla) Akademi’nin resim bölümüne geçmiştim. Askerî Darbe’nin aptallaştırıcı etkilerinden bunalmış bir kuşağın mensupları, daha sonra sayısız özellikle döneme damgasını vuran karikatüristlerin çıktığı haylazlar çetesi olarak birbirimizi bulmuştuk.

Okul çıkışı kapıdan adımımızı hangi yöne doğru attığımız, feneri nerede söndüreceğimizi işaret ederdi. Sağa dönmüşsek 50 metre uzaklıktaki otobüs durağına seğirtir, Hisar’daki Ali Baba’nın Kıraathanesi’ne çöreklenir, bir iki çaydan sonra deniz kenarında şaraba ya da biraya oturur, hava karardığında civardaki arkadaşlardan birinin evine doluşurduk. Hemen karşıya geçmişsek, ara sokaktaki Sallantı’da kızarmış patates eşliğinde tombul bira şişelerine sarılırdık. Yok efendim sola dönmüşsek, o zaman adres belliydi: Köprüaltı Kemancı...

Serde solculuk vardı. Askerî Darbe sonrasında nasıl bir hâletiruhiye içinde olduğumuzun gayet farkındaydık; sürekli kaçıyorduk ama arada bir geriye dönüp taş atmayı ihmal etmiyorduk. Sokak bitmiş, siyasi mücadele alanı yok edilmiş, solcular öldürülmüş ya da hapse atılmış, muhalefet sindirilmişti. Seksenlerin ikinci yarısında liberal ekonominin getirdikleriyle nispeten hareketlenen toplumda bu civcivlenmenin başını çeken kesimlerden biri de öğrencilerdi. Toplum baskısından kaçan bunalmış öğrenciler, işçiler ve işsizlerle ortaklık kuracakları mekân olarak Kemancı’yı seçmişlerdi. Sadece onlar değil; balıkçısı, şairi, yazarı, emeklisi, ressamı, zengini fakiri, ünlüsü ünsüzü, okumuşu okumamışı; hepsi eşitlenmişti burada. Toplumla anlaşamayan, kültürel ve siyasal olarak dargın, muhalif insanlardı onlar ve sayısız ortak paydaları vardı. Zamanla bunlar arasında ayakta kalan müzik; bu dönem insanın kendini en iyi var edebileceği alanlardan biri sanat-edebiyat olmuştu.

Bu hengâme içinde yaygın hüviyet metalcilikti. Kargaşa iyi geliyordu hepsine. Herkes herkesin hem doktoru hem hastasıydı. Arada bir kavga etseler de bir tedavi çeşidiydi oradaki insanlar arası ilişki. Seksenlerin ikinci yarısında gençlik yeraltına inmiş, ardından doksanların bireyselleşme anaforunda müzikle buluşmuş; apolitik bir isyankârlık çeşidi üremişti.

Bizim dönemin gençleri kaçıp sığınabilecekleri romantik alanlar ararken fethedebilecekleri en güzel yer, okuldan çıkışta sola dönerek gittiğimiz yerdi.

Şehirde Haliç’teki gün batımını daha iyi seyredecek yer yoktu. Manzara bahane, maksat birbirine yakın olan insanların sırtlarını yaslayabilecekleri insan kalabalığıydı. Kemancı adını 1986 yılında bir sohbet esnasında karikatürist Tuncay Batıbeki koymuştu. Burası bir kıraathaneydi. Gelenlerin kola şişelerine zuladan alkol kattıklarını bilir ama ses çıkarmazdı mekânın ortakları, Laz İlyas (Güray) ve Zeki Ateş... Alkol tüketimi ciddi boyutlara ulaştığında “Neden biz satmayalım?” deyip ruhsatı büyütmüşlerdi.

KEMANCI’NIN KURUCULARINDAN ZEKİ ATEŞ (KAYNAK: INSTAGRAM.COM/KEMANCIROCKBAR)

Mekânda başlangıçta arabeskten Türkçe popa her yerde duyabileceğiniz şeyler çalıyordu. Oysa bu gençlerin gerçek ihtiyacı rock müzik dinleyip bira içerek sohbet edebilecekleri bir yerdi. Böylesi bir yer, mostralık babından bir iki tane Sultanahmet’te vardı ama fiyat ve rahatlık açısından ideal değildi.

Bira fıçılarının üzerine konmuş kocaman bakır tepsilerden oluşan bir masa, Arjantin bardaklardaki biralar dâhil üzerine konulan her şey orta malı. Fıçının etrafı hasır taburelerle çevrilmiş. Muhabbetler koyu, aralarda Mardinli midyeci servis yapıyor. Gelenler ekseri parasız, bir iki sulu birayı yanında patates kızartması olmaksızın içer, ellerine azıcık para geçtiğinde, kafayı çabuk bulmak için içine votka da koydururlardı. Hatta sigara külünü üzerine silkeleyenlere bile rastlanırdı.

Salaş mı salaş bir ortam... Ancak bu özensizliğin kendine göre bir ruhu ve düzeni oluşmuştu. Dışarıdaki dünyadan kopmuş bir atmosfere sahipti. Patates kızartmasının kokusu sidik kokusuna karışmış, alkol ile sigara dumanı sarmaş dolaş... Bir burası vardı koca köprünün altında özgün bir karakteri bulunan. Belki de alt kültür mekânları arasında dünyada muadili yoktu…

Zeki, ileride evlenip çocuğu Ata’yı dünyaya getirecek olan Enise Hanım ile burada tanışmıştı. İlk DJ Ethem (Soylu), müşteriyken biraya para yetiştiremeyince çareyi DJ olmakta bulmuştu. Tüm parasını biraya yatıranların mutfaktan bedavaya yarım ekmeğe kızarmış patates yaptırma hakları olurdu. Aynı müdavimlerin, Ethem’den şarkı isteme hakları da vardı.

Arkadaşlarının veresiye defterindeki borçlarına istinaden karikatürist Bülent Karaköse’nin çizdiği “Kemancı’da Bir Gece” isimli koca bir karikatür dururdu, ortalarda bir yerde. Delileri de ünlüydü; Erhan, Mete, Sinan, Fevzi; masa masa konsomasyon yaparlardı.

1992 yılında rant mücadelesinin sonucunda köprü “yanınca” bir kuşağın insanları bir gecede topyekûn öksüz kalmıştı. Kemancı Sıraselviler’e çıktığında eski insanlar bir müddet gelmeye devam ettiler ama Köprüaltı’na duydukları özlemi dindiremediler. Kuşak değişmiş, bir dönem kapanmıştı. Zeki kaçınılmaz olarak bir iş insanına dönüşmüştü. Zira Köprüaltı bir kültür ve dostluk mekânıyken Sıraselviler’de eğlence merkezi olarak çalışmıştı. Kemancı’nın Sıraselviler dönemi, kitabın ikinci cildi ya da dizinin ikinci bölümü gibi, ayrı bir hikâyeydi.

Jenk Daniels, Kemancı

KÖPRÜALTINDAN TAKSİM’E

Taksim’deki ilk adres Alman Hastanesi’nin yanında Ali Poyrazoğlu Tiyatrosu’nun üst katı olmuştu. Burada hafta sonları akşam 10’a kadar sesi kısıyor, alt kattaki oyunun bitmesini bekliyorlardı. Bina dökülüyordu, merdivenleri aşınmıştı. Girişte sola Afrikalı çıplak bir kızı gösteren fosforlu bir poster asılmıştı. Kırık dökük L şeklinde bir bar, belli ki önceki pavyondan kalma. Arkaya bakan pencerenin camlarından biri kırık, esip duruyordu. Barın sonunda eski mutfakların sergenlikleri gibi iki dolap vardı, üstte de ikili Sony kasetçalar, sol tarafı çalışmıyor. Tavanla tesisatın arasında kare kare kararmış kaplamalar, simsiyah diye indirmişler boyuyorlar. Ardından Zeki, “Bende kilimler var, bu duvarları boyamak yerine üzerine onları asalım” demişti. Arka tarafta musluk yoktu, zaman zaman su akmıyordu. Kirli bardakları sırayla ellerindeki dört plastik leğenden geçirerek hesapta yıkıyorlardı. Gecenin sonunda Laz İlyas ile Zeki, Köprüaltı’ndaki gibi parayı “bir sana bir bana” diye paylaşıyordu.

Ucuz bira Beyoğlu’nda her yerde vardı ama kızlı erkekli gruplar hâlinde rahatça oturup rock müzik dinlenebilecek pek bir yer yoktu. Tüm salaşlığına rağmen bu farklılık özellikle öğrenci popülasyonuna dayalı, komün cinsinden bir kalabalık yaratmıştı. Aptulika’dan Emrah Ablak’a, Rock Kazanı’nı çıkaracak olan Özgür Yici’den Kutlukan Perker’e kadar... Kalabalık giderek büyüyordu; örneğin mekân İstanbul Üniversitesi Rock Kulübü’nün ofisi gibiydi âdeta.

Kapıda İbo ile Hamza vardı. DJ’ler aynıydı; Ethem ile İzmirli olduğu için Ege şekeri adını taktıkları Uğur. Daha sonra Ethem’in getirdiği bir DJ daha olmuştu: Eşinin kardeşi Serdar Orcan. Gündüzün DJ boşluğunu ise Jenk Daniels lakaplı Cenk Sipahi dolduruyordu. Jenk walkman’inin çıkışını Sony teybe girerek müzik çalıyordu. Jenk, reklam ajansında tasarım yapıyorum diye girmişti, DJ Ethem’in boşluğunda Zeki beklenen teklifi yapınca da DJ olmuştu. En çok Slayer çalıyor, parça esnasında milletin üstüne atlıyor, parça bitmeden dönüp Sepultura kasetini yerleştiriyor, ardından yine atlıyordu. O sırada hâliyle birkaç tepsi devriliyordu. En nihayetinde Laz İlyas dayanamadı:

“S.çayım Slayer’ına, Sepultura’na” diyerek o parçaları çalmayı yasakladı.

Yaklaşık iki yıl ayakta kalan mekânın son demlerinde Zeki farklı ortaklar bulmuş, daha sonra üç kata yayılacak mekâna geçerek Yeni Kemancı’yı açmışlardı. Buraya geçerken Laz İlyas bu kadar çok ortakla yapamayacağını düşünerek çekilmiş, dükkânın kapanmasının ardından Gazi Osman Paşa’daki kıraathanesine dönmüştü. Eski Taşlıtarla çocuğuydu. İki Kemancı eş zamanlı olarak kısa bir süre var olmuştu.

MEKÂNLA ÖZDEŞ İSİMLERDEN BİRİ AYI ORHAN (KOCATAŞ)

YENİ KEMANCI

Sıraselviler Kemancı, Beyoğlu’nda rock barlar döneminin başlangıcında bir amiral gemisi olmuştu. Rock bar kriterlerini oluşturmuş, Beyoğlu’nda bir dönemin gece hayatının sembolü hâline gelmişti.

Altı ortaktı yeni mekân. Zeki yaz tatilleri hariç sürekli işin başındaydı. Onu oradan koparan tek şey ailesiyle Antalya’da yaptıkları tatillerdi; Kemancı, hayatıydı. Turgut Odabaş geri planda, belediye, polis, maliye, muhasebe, mafya gibi kıl işlerle boğuşurdu. Galip Tekin ise müzik hariç tüm kültür işlerinin kanaat önderiydi. Kemancı’nın logosu onun el yazısıydı.

Önce tek kat açılmıştı. Kemancı Rock Bar (yani alt kat) 93 ilkbaharında açıldığında DJ kabini, havalandırma sistemi türünden çok eksiği vardı ama ticari sıkıntı yüzünden hemen açılmak zorundaydı. Çok iyi iş yapıp sonra üst katı da açınca gözler orta kata çevrilmişti. O zaman Reks Düğün Salonu olan orta katı rock bar yaptılar, adını Mandala koydular ve ortak olarak da Pire Metin’i aldılar.

Bardaki Hamza bardakları şöyle bir sudan geçirirken DJ Neşet Led Zeppelin’den “Whole Lotta Love”, ardından Slayer’dan “Angel of Death” çalardı. Barın üzerine dökülen ispirtoyla ateş yakmak bir Alt Kemancı geleneğiydi. Bunu başlatan barmen Murat Cankara, DJ kabinine taşıyan ise Punk Levent (Nikki) idi.

Bazı geceler vukuatlıydı kaçınılmaz olarak. Örneğin Murat Net uzun uzun çalıyor ama çaldığından çok içiyordu. Zeki engellemek için altı bira limiti koymuştu. Ama arada çıkıp diğer Kemancı’ya gidiyor, orada bardaki Tevfik’ten tekilaları koparıyordu. Zeki yakalarsa kalayı basıyordu Tevfik’e:

“Napıyosun oğlum! Adam tekilayı içip içip 45 dakika solo atıyor, müşteri kaçırıyor.”

Üst kat 93 yılının başlarında Sinematekti, daha önce de pavyon. Turgut adındaki devreden kişi, Turgut Odabaş’a:

“Adaşım, duvarlardaki kan lekeleri çıkmıyor, hayrını görün” demişti.

KAVGALAR, AYI ORHAN VE METALLICA EFSANESİ

Bir Athena konserinde alt kat darmadağın olunca tedbirleri arttırmışlardı. Kemancı delirmek için müsait bir yerdi. Bol bol kavga olurdu ama güvenlik eksiksiz çalışarak gereğini yapardı. Kapılarda kimlik kontrolü vardı, herkesin gözü buradaydı çünkü. Hatta bir dönem de üyelik kartları çıkarılmıştı. Kadın oranına denge getirmek için iki kadından tek bilet alırlardı.

Mekânla özdeş isimlerden biri Ayı Orhan (Kocataş) idi. Tarlabaşı’nda büyüyen, burada arkadaşlarıyla tutuştuğu bir iddianın sonucu bir kasa kolasına sırtını ayıya çiğnettiği için bu lakabı alan bodyguard Orhan... Bu sempatik adam önceleri sayısız mekânda çalışmış ama kişiliğini 1993 yılında başladığı ve 16 yıl aralıksız çalıştığı Kemancı’da bulmuştu. Hayatındaki en büyük dersleri aldığı, en köklü değişiklikleri yaşadığı yerdi orası. Aslında Kemancı’da çalan müzik türleri dinlediği türler değildi ama bir süre sonra buradaki insanları sevmişti. Bu da görünümüne yansımış, saçı, sakalı değişmişti. İlkin üç kişi başlamışlardı. Orhan, güvenlik mesul müdürüydü. Yanında Cafer vardı, sonra İranlı Anna ve Mesut Bingöl gelmişti, derken Tarkan’ın eski koruması Talat. Sırasıyla Umut, Kasımpaşa’dan Osman, Beton Yaşar, Kuzen Cevdet, Ömer Kurt, Kespır Mehmet... Hepsi sigortalıydı.

8 TEMMUZ’DA ARAMIZDAN AYRILAN ÖZKAN UĞUR’U SEVGİYLE ANIYORUZ...

Alt Kemancı, buranın en alt katı ve en ucuzuydu. Hard-rock, heavy metal çalardı. Belli bir saatten sonra kapanınca Üst Kemancı’ya çıkılırdı. Burası daha piyasaydı, yumuşak müzik çalardı. Alt Kemancı tuvalet girişindeki Simon Bisley çizimiyle özdeşleşmişti. Moebius, Galip Tekin’in en sevdiği çizerdi. Alt katta sol barın ilerisinde duvara bir afişini asmıştı. Üst katın sembolü de Füttün adındaki yüksek seste mütemadiyen uyumayı beceren kediydi. Sayısız ünlü ayak basmış; Özlem Tekin, Şebnem Ferah, Teoman, Kaan Tangöze, Athena Gökhan ve niceleri staj yapmıştı buralarda.

Bir Metallica efsanesi yaşanmıştı burada. 24 Haziran 1993’te Metallica ve The Cult üyeleri gelmişlerdi, konserden sonra. İçkileri mekânın ikramıydı tabii ki ama sahne alma isteklerini yanıtlayacak kişiler müzisyenlerdi. Çünkü çalgılarını onlardan ödünç almaları gerekiyordu. Müzisyenlerde çalgı zor bulunduğu ve çok pahalı olduğu için biraz hassas davranıyorlardı. Sahnede Funk Doctors vardı. Demirhan Baylan Craig Adams’tan basını esirgemişti, kıymetini bilemez bu şımarıklar diye. Nitekim The Cult’ın davulcusu Scott Garrett davulun krosunu patlatmıştı. Solist Saltuk Erginer ise kendisine yapılan saygısızlıktan dolayı rahatsız olmuştu. Lars Ulrich şarkı söylemek için güvenlikten birini sahneye göndermişti. Güvenlik Saltuk’un paçasını çekerek bunu iletmişti. Oysa kendisi söylese Saltuk razıydı. Ancak bunun üzerine “programın bitmesini beklesin” demiş, çıkışta da ufaktan bir faklaşma olmuştu aralarında.

13 Haziran 1999’da Metallica konserine Faith No More’un basçısı Billy Gould da eşlik etmiş, konserden sonra Alt Kemancı’ya gelmiş, âdet olduğu üzere rakıya oturtulmuştu. Bundan evvel de aynı kata Jimi Page gelmiş, rakısını içmişti.

SAVAŞ AY (SOLDA) VE ZEKİ ATEŞ

BİR DÖNEMİN SONU

Alt kat 2004 yılında Riddim olunca alt orta kata taşındı. 2005 yılında ekonomik kriz nedeniyle kapandı, 29 Mart 2007’de yeniden açıldı.

Zeki 12 Nisan 2013 tarihinde kanser nedeniyle hayatını kaybettiğinde sadece 50 yaşındaydı. Uzun saçlı, büyük kalın küpeli, her zaman ipincecik, kurumuş bir yaprak kadar hafif, yıllarca güneş altında kalmış kırık bir ağaç dalı gibi zayıf bir adamdı. Rock müziğini bir yaşam tarzı olarak ticaretle birlikte kapsama alanına sokmuş olsa da işletme körlüğü, müteşebbis sığlığı gibi deformasyonlardan muaftı. Mekânda her zaman karanlık bir köşede tüner, kendini öne çıkaran sonradan görme iş adamlarından uzak bir görüntü verirdi. Parası olmadığı hâlde bira içen, karnı acıkınca mutfaktan bilabedel ekmek arası patates alan hayli genç dost ve kardeşe sahipti. Sakin adamdı vesselam; sadece Fenerbahçe puan kaybettiği zaman sinirli olurdu.

İşleri büyütmekten alamamıştı kendini, kader ağlarını örüyordu; Yeni Melek Gösteri Merkezi’ne ortak olmuş, Zarife adında bir de meyhane açmıştı. Çok işli bir patrondu, arada bir kriz de yaşıyordu ama emekçi olduğunu ve geldiği sınıfı unutmamıştı.

Zeki yoksa Kemancı da yoktu. Devir değiştiğinde 2012 yılıydı, mekân tamamen kapanınca iki ay önce Cihangir’de Siyah adında ufak bir yer açmıştı. Ardından Kadıköy Yakası’nda, Kemancı standartlarında bir yer daha açmayı hayal ediyordu, olmadı.

Birden fazla kuşağı bağrında büyütmüş, eğitmiş, hayata hazırlamıştı Kemancı. Bir yaşam biçimiydi, kalabalıkta kaybolmuş çocukların sığındığı bir çatıydı. Aynı zamanda şehrin en uzun süre ayakta kalan mekânıydı. Ancak Köprüaltı’ndan sonra o eşsiz ruhu bir daha bulamadı. Burada yaşananların ruhu bir daha başka yerde yaşanamadı. Belki de köprü yanınca hikâyenin ilk bölümü kirlenmeden bitti, Kemancı efsane oldu. Güzel anılar geride kaldı, Kemancı artık gerçek bir efsane; misyonunu tamamlamış, tarih sayfalarında onurlu yerini almış gerçek bir yeraltı efsanesi...

* Yazıda yer alan bazı hikâyelere instagram.com/kemancirockbar hesabı ışık tutmuştur. 
ERKİN KORAY

SON ÇINARDI ERKİN BABA

İçinden sayısız müzisyenin geçtiği Kemancı’nın gerek Köprüaltı’nda birasını içirdiği gerek sahnesinde ağırladığı isimlerden biri de (ikonlar mertebesinde Barış Manço ve Cem Karaca ile sacayağını oluşturan) efsane roker Erkin Koray idi.

Son çınardı Erkin Baba. Müziğinin kendine has bir duruşu vardı. Yetmişli yıllarda yurt dışına istikbal için değil, müziğini, felsefesini geliştirip buralara taşımak amacıyla gitmişti. Memlekete döndüğünde iyi müzik yapmak için beatnik gibi yaşamak gerektiğini düşünerek bu yaşam tarzının felsefesini benimsemişti. Komün hayatı, uzun saçları ve kıyafetiyle ilgi odağı olmuştu. Yıllarca uzun saçları yüzünden mahalle baskısı gördü, sözlü tacizlere ve fiziki saldırılara uğradı; sokak ortalarında kavgalara tutuştu.

Türkiye’de ilk elektro gitara sahip müzisyenlerdendi. Özellikle 1967-77 yılları arasında müziği, yerli müzisyenlere dudak büken rock dinleyicileri tarafından bile sahiplenilmiş, sonradan Türkçe rock yapan Kemancı kuşağının rehberi olmuştu. Şarkılarının temalarını ve dilini yaşadığı hayatın içinden çekip almış; kendine has gitar tınısı ve özgün melankolik melodileriyle dinleyenlerini mutlu eden bir dünya kurmuştu.

Kemancı
Köprüaltı Kemancı
Köprüaltı
Bar
Mekan
İstanbul
İstanbul gece hayatı
İstanbul barları
Zeki Ateş
Sıraselviler
Beyoğlu
Sayı 015

BENZER

İtalyan çizer Pierpaolo Rovero, adını John Lennon’ın “Imagine” şarkısından alan sanat projesinde dünyanın en büyük şehirlerinde günlük hayatı çiziyor. Rovero bir hayal dünyası seyyahı ve bu da hayalî bir yolculuk; şehirlere, sakinlerinden aldığı bilgi ve görsel desteğiyle can veriyor. Fakat İstanbul’la ilişkisi bundan ileri; sahici.
Mevsimin getirdiği umut ve sevinci, geleceğe dönük belirsizlik bir nebze örseliyor olsa da dışarıda güneş yüzünü gösterdikçe güzel günlerin geleceğine dair inancımız da artıyor.
Sara La Fountain, televizyonda İstanbul’un lezzetlerini keşfe çıktığı yemek programlarıyla radarımıza girdi. "En meşgul İstanbullular bile iyi yemek yemekte kararlı, sokak yemekleriniz de o yüzden bu kadar lezzetli" diyen gezgin aşçı, gül reçelini ilk kez tattığında ağlamıştı.