Röportajlarında çocukluğunun pek kolay geçmediğini anlatıyorsun. Akran terörü, kekemelik… Zorluklardan gelmenin seni sanata yönlendirdiğini düşünüyor musun?
Çok mümkün. Potansiyelimize genellikle basınç arttıkça yaklaşıyoruz galiba. Evet çeşitli travmalar, zorbalıklar, uzun süre yaşadığım kekemelik durumu vs. büyürken beni kendi içime döndürdü ve bir şey söyleme ihtiyacımı belirginleştirdi. O zamanlar kendimi bu kadar iyi ifade edemiyordum ve bunu dönüştürmenin yollarını çok aradım. Edebiyatla ve müzikle çok ilgiliydim. İlçe kütüphanesinde saatlerimi geçirirdim ya da evin boş odasına kapanıp saatlerce müzik dinlerdim. Kendi hayal dünyasını yaratıp orada yaşayan bir çocuktum. Bu, kendimi insanlardan ve reel hayattan soyutlama şeklimdi belki. Bütün bunların niye olduğunu üzerinden zaman geçince idrak ediyorsunuz.
Üniversitede diş hekimliği eğitimi aldın. Her dönemin en kazandıran, en prestijli mesleklerinden biri… Ama sen ülkemizde bir parçası olmanın cesaret istediği bir alanda olmayı tercih ettin. O cesareti kendinde nasıl buldun? Şimdiki kafanla yine aynı şeyi yapar mıydın?
Müzikle hep ilgiliydim. Diş hekimliğini istemeyerek söylene söylene okuyup bitirdim. Bana göre değildi ama bana sosyal olarak ve insani ilişkiler anlamında çok da şey öğretti. Okul biterken ilk şarkılarımı yazmaya, demolarımı Mabel mahlasıyla gizli gizli yayınlamaya başlamıştım. Şarkıların internette bir karşılık bulması, bir kitle yakalaması beni acayip cesaretlendirdi. Müziği tercih etme gücümü o kendi kendine oluşan ilk kemik kitleden aldım denebilir. Belki o ilk demolar o kadar sevilmeseydi profesyonel olarak müziğe geçmeyebilirdim. Zaten “frontman”lik hayalim hiç yoktu başlarda. Daha çok şarkı yazarı olarak tanınmak, işin mutfağında yer almak, başka şarkıcılara içerik üretmek istiyordum. Hayat beni dışa dönük olmaya âdeta zorladı. Armağan’da da (Çağlayan) anlatmıştım, doğum haritamda dört gezegenim aslanmış meğer ve zaten sahne önünde olmaktan başka çarem yokmuş bu hayatta. Şimdiki kafamla okulu bitirmez, derhâl bırakır ve profesyonel müziğe çok daha erken atılırdım, o kesin.

Yolun başında yaşadığın en büyük zorluk ne oldu peki?
Stilim fazla alternatif bulunmuştu ve anaakım radyo ve TV’lerde pek yer bulamamıştım. Vokalim de çok eleştiriliyordu. Sistem kuralları çok katıydı. Yeni ve bağımsız birine asla “hoş geldin” denmiyordu. Bu da o ilk zamanlarda maddi, manevi ve psikolojik olarak büyük zorluklar getirdi hepimize. O yıllarda pop ve alternatif müzik arasında keskin bir ayrım vardı. Pop müzik sektörüne göre fazla alternatif, alternatif sektöre göre ise fazla pop kalıyordum. Bir süre kendimi hiçbir yere ait değilmiş gibi hissettim. Bu ikisi arasındaki ayrımı ortadan kaldırmak, algıları yıkmak istiyordum. Özellikle de 2. albümün hazırlık sürecinde bu ezberleri değiştireceğime dair kendime bir söz verdiğimi hatırlıyorum. Sonra sonra değişti bir şeyler. Hiç unutmayacağım bir şey var ama: Sen de dâhil tanıdığım bütün profesyonel müzik yazarları sahip çıkmıştı bana, ilk albümüme. Belki parasız ama gururlu biri yapmıştı bu beni (gülüyor).
Ne umdun ne buldun diye sorsam? Bugün bulunduğun noktada olmayı hayal etmiş miydin? Hayallerinin, hedeflerinin ötesinde misin yoksa daha çok yolum var diyor musun?
Ben kendimi sahne önünde hayal etmemiştim pek, fazla utangaçtım bunun için. Hayal Kahvesi’ndeki ilk konserlerimde şarkıyı söyledikten sonra seyircilere arkamı dönerdim. O yıllarda düşündüğümden çok daha ötesi gerçekleşti yani. Çok çalıştım, tırnaklarımla kazıdım. Bence üretim yoksa bir yere varılmıyor. Aslolan üretimin kendisi her zaman. Üretmekle, gelişmekle, kendini dönüştürmekle ilgili takıntılı biri olduğum için de bu ilerleme hep bir şekilde devam etti sanırım. Bence bunun sonu yok, her zaman daha ötesi var. Potansiyelimizin sınırlarını yine kendimiz belirliyoruz. O yüzden ben de yoldayım ve daha çok yürüyeceğim gibi hissediyorum. Müziğimi dünyaya götürmeye niyetliyim. Daha evrensel bir müzik insanı olmak istiyorum.
“Tamam, bu işi başardım” dediğin anı hatırlıyor musun?
2013 Mayıs ayında “Zor Değil” klibi o zamanın en anaakım TV müzik kanalında ilk kez yayınlanmaya başlamıştı, havalara uçmuştum. İnsanlar o yaz konserlerde bağıra çağıra Sultan Süleyman’a eşlik ediyordu. Aklıma bunlar geliyor. Ondan sonrası bir şekilde aktı, ilerledi.

Her zaman sağlam bir dinleyici, takipçi kitlen vardı ama yine de anaakımdan ziyade alternatif kanadın sesiydin. “Antidepresan” gidişatı biraz değiştirdi. Billboard listeleri, dijital platformlarda rekorlar, sosyal medyada paylaşılan sayısız “Antidepresan” yorumu… Böylesi bir çılgınlığa hazır mıydın, bekliyor muydun? Bu başarı üretimin esnasında yaratıcılığını etkiliyor mu, seni strese sokuyor mu?
“Antidepresan”ı yaparken Mert’le (Demir) biz de şarkıyı çok beğeniyorduk. Şarkının sevileceğini tahmin ediyorduk ama bu kadar büyük bir “sosyal şarkı” olacağını asla beklemiyorduk. Toplumsal bir şeye dönüştü. Gerçekten çılgınlık. Sonuçlarından mutluyuz. Her yaştan dinleyici kitlesine dokunmak harika. Bu etkide şarkılar müzik tarihinde nadiren çıkıyor. Kariyerimde dönem dönem benzer peak noktaları yaşadım. Bu tarz sıçramalar üretimimi genellikle olumlu yönde etkiliyor. Daha fazlasını yapma “challenge”ı ve isteği yaratıyor içimde. Bir stres içinde değilim. Zaten hesapla kitapla olacak işler değil bence. Şarkıların da bir kaderi ve yolculuğu var. Neyin nereye varacağını belki tahmin edebilirsiniz ama kesin olarak bilemezsiniz. Maya albümü çok beğenildiği ve konuşulduğu için ondan daha iyi bir 5. albüm yapma motivasyonum var bir süredir. Bana göre gerçekten de daha iyi bir albüm yapıyorum şu an. Ama bunun karşıdaki etkisini yine de bilemem. Yaptığım işin öncelikle beni tatmin etmesiyle ilgileniyorum. Benden çıktıktan sonraki olacaklar biraz onun kendi yolu artık. Diğer yandan, popüler olmak, söylediğiniz sözün gücü konusunda sizi daha dikkatli olmaya, sorumlu davranmaya götürüyor. Şarkılarımda insanların kendi içlerindeki gücü farkedip görmelerini çok önemsiyorum. Bununla ilgili anahtar sözler yerleştiriyorum içlerine. Dillere neyi pelesenk ettiğimi önemsiyorum. Mesela “Antidepresan”ın ikinci bölümünde “Her türlü yaşanır bensiz de iyi biliyosun” sözünü bu içgüdüyle eklemiştim şarkıya. Bu tarz nüans endişelerim oluyor bazen.
Mert Demir’le yollarınız ne zaman, nasıl kesişti?
Mert’le 2019’da tanıştık. “Karakış” adlı akustik kaydını duyup şarkıya âşık olmuştum. Harika bir müzisyen ve de arkadaş. Birlikte bir şeyler yapalım dedik. 1-2 şarkı denememiz oldu, o şarkılar tamamlanmadı. Sonra geçen yıl, Ocak 2022’de bana, “Sanırım şarkımızı buldum” diyerek “Antidepresan”ı gönderdi. Ve olaylar gelişti. Yeni albümümde de bir şarkımı Mert produce ediyor.
Mert Demir demişken yeni nesil müzisyenlerden, şarkı sözü yazarlarından işlerini takdir ettiğin, her işini takip ettiğin isimler var mı?
Çok kişi var, çoğu da arkadaşım. Güzel bir müzikal dönemde olduğumuzu hissediyorum. Batuhan Polat’a ve Emir Taha’ya bayılıyorum. Kardelen, Tolga Akdoğan, Melike Şahin, Dilhan Şeşen, Alaca… Geçenlerde Maya Perest’i keşfettim ve bayıldım. Deniz Tekin’i çok şairane buluyorum. Dünyadan Joji, PinkPantheress ve Steve Lacy’yi çok seviyorum.

Türkiye müzik sektörüne taze girmiş olan Mabel ile şimdi karşılaşsan, ona tavsiye edeceğin ilk şey ne olurdu?
Vampirlerden uzak dur, şan eğitimi al ve ne olursa olsun devam et.
Yeni albümün yolda. Nasıl bir albüm bekliyor Mabel Matiz dinleyicisini? Diskografindeki diğer işlerle karşılaştırdığında nerede durur bu albüm?
En iyi, en karmaşık ve en pop albümüm. Kendime en yaklaştığım albümüm diyebilirim. Oldukça duygusal ve de hareketli. Bu yüzden Fatih adını verdim. Synth pop, synth wave ve makam müziği dokuları bir arada. Bir kez daha gelenekseli new age’le harmanlıyorum. Albüm, Türk pop tarihine ve müzik dilini öğrendiğim ustalarıma bir saygı duruşu niteliği taşıyor. Ana prodüktör benim, 20 küsur şarkının tamamını ben yazdım ve 19 ayrı prodüktörle çalıştım. Aralarında çok fazla yeni isim de var. Bu anlamda albüm sanırım bir ilk. Albüm benim gönlümde şimdiden çok ayrı bir yerde duruyor. Dinleyici tarafında neler olacak, onu çıkınca göreceğiz.
Albümün hazırlık sürecinden bahseder misin biraz? Sana neler ilham verdi? Önceki albümünden bu yana epey vakit geçti ne de olsa…
2019’dan beri albüm içeriğini yazıyorum. Daha eskiden yazılmış birkaç şarkı da var. Özellikle pandemi dönemi albüm için ciddi bir ön hazırlık dönemi oldu. Bir süre Muğla’da yarı inziva benzeri bir hayat sürdüm. Albümün adını, konseptini o zamandan bu yana defalarca değiştirdim. Daha sonra tüm o konseptlerden belli parçaları alıp bir kez daha eklektik bir repertuvar yapmaya karar verdim. Galiba karışık kaset kültüründen geliyor olmam beni hep karmaşık repertuvarlar yapmaya itiyor (gülüyor). Bu süreçte biraz piyano öğrendim ve albümdeki bestelerin büyük bölümünü ilk defa piyanoda yaptım. Bu benim için yeni bir şeydi. Şarkı yazarlığım için de oldukça yeni bir alan açtı. Albümün kalbi 2022’de oluştu diyebilirim. 2023’ün ilk aylarında da tamamlandı. Toplumsal alanda ve dünyada olan biten her şey albümün duygusuna, içeriğine elbette birebir yansıdı. Etkilenmemek imkânsız. Çok bireysel şeyler de var içinde. Son bir yıldır çok büyük bir aşk bu albümün yapım aşamasına eşlik etti. Büyük duygular, yükseklikler, yer yer çok büyük savrulmalar, daha öncekilerden farklı bir melankoli denizinde gezindirdi beni bu sefer. Hem çok ilham verici hem de zorlayıcı bir süre.… Dönüp dönüp kendime baktıran bir deneyim. Bütün bu fırtınayı maddeye ve sese dönüştürüp bir şekilde bu albüme akıtabildiğim için şanslıyım sanırım. Süreçte ben de “değiştim ve geliştim” diyebilirim rahatlıkla.

Spiritüel yolculuğunun hayatına ve müzikal üretimlerine nasıl bir etkisi, katkısı var sence, ya da var mı?
Görünenin arkasını da görebilmeme, hayata ve insana dair daha geniş bir bakış açısı kazanmama yardımcı oldu. Fanatikçe savunulan düşüncelerin ötesinde de yerler olabileceğini idrak ettim. Madde ve mananın birbirinden ayrı şeyler olmadığını, birbirini var edebildiğini, bu dünyada neden bulunduğumu belki biraz anlamaya başladım. Bu da üretimimi özgürleştirdi ve derinleştirdi. Kendimi anladıkça herkesi anlamaya başladım aslında. Yargılarım azaldı. Bu çok hafifletici bir his.
İstanbul’la şu aralar aran nasıl?
Gündem yoğun, enerji biraz karışık tabii. Arada basıyor insana. Gene de şehrimi seviyorum. Sokaklarında, sahillerinde yürüyüp tarihini hissetmek bana hâlâ çok iyi gelen bir şey.
İstanbul’dan başka yerde yapamam diyenlerden misin yoksa güneye ya da yurt dışına göçme planları dolanıyor mu kafanda?
Zaman zaman İstanbul’da olmayı, zaman zaman buradan uzaklaşmayı seviyorum. Bir ayağım hep burada olacak gibi hissediyorum çünkü ne olursa olsun İstanbul’u hâlâ tutkuyla seviyorum. Kadim bir şehir, frekansı yüksek. Üretmeme çok yardımcı oluyor. Farklı semtlerinde farklı bir şehir hissini yaşamayı seviyorum. Müziğimi ve sanatımı ilerletmek için dönem dönem Avrupa’da vakit geçiriyorum. Şehir hayatından sıkıldığımda güneye ya da Ege’ye gitmek iyi geliyor. Tamamen bir yere göçmek gibi bir planım şimdilik yok.
İlk ne zaman gelmiştin İstanbul’a? İstanbul’a dair hatırladığın ilk şey ne?
80’ler sonu olmalı. Çocukluğumda her yaz İstanbul’a dedemleri ziyarete gelirdik. Tarihine ve kozmopolit yapısına âşık olduğumu hatırlıyorum. 90’lı yılların başında Rumeli Hisarı konserleri olurdu. Çok istememe rağmen götürmezlerdi beni. Onun karşı kıyısı olan Anadolu Hisarı’na o konserlerin sesi vururdu bazı akşamlar. Akşam yürüyüşlerimizde o hayal meyal sesler ve o sahnenin hayali beni büyülerdi, bana hayaller kurdururdu. İstanbul’a asıl, temelli gelişim ve yerleşmem ise 2003 yılına tekabül ediyor yani tam 20 yıl önce. Üniversite için geldim ve 20 yıldır buradan kopamıyorum.
İstanbul sana beklediklerini verdi mi peki?
Biraz İstanbul verdi, biraz ben kendim aldım, ortaklaşa bir şeyler yaptık bence (gülüyor).
Cumhuriyet’in yeni yüz yılına dair umutların, hayallerin neler? Umutlu musun, karamsar mısın?
Oldukça umutluyum. Cumhuriyet’in yüzüncü yılını adaletle, huzurla, neşe içinde kutlayacağımıza ve yeni yüzyılına oldukça iyimser bir hâlde gireceğimize gönülden inanıyorum.