Baba beni Madrigal konserine götür

26 Ağustos 2024 - 09:57

“Şarkı çıktıktan 7-8 ay sonra pandemi kapanması bitti. Konserler yeni yeni başlamıştı. Maçka Parkı’nda bir konserimiz olacaktı. Hiç tanıtımı yapılmamıştı ve o konser tamamen doldu. Alkış, kıyamet... Şarkılar ezbere söyleniyor. Çığlık atan kızlar falan. Dedik, tamam bu iş.” Madrigal’le İstanbul’u çöl sıcaklarının henüz vurmadığı haziran ayında Akatlar’daki Beca İstanbul’da buluştuk. Yukarıdaki sözler grup üyelerine “Ne zaman ‘oldu bu iş’ hissiyatı geldi?” diye sorduğumda aldığım yanıtın bir kısmı… Bu yanıt beni hiç şaşırtmadı çünkü ben de onlarla tam da anlattıkları gibi bir konser ortamında tanışmıştım. Aslında beni onlarla tanıştıran da -çığlık atmasa da- müzikle yakından ilgilenen kızım oldu. Onu neredeyse bebekliğinden beri konserlere götürürüm; Athena’dan Duman’a, Hayko Cepkin’den Ceza’ya… Bir gün bana “Baba, beni Madrigal konserine götürür müsün?” diye sordu. Bu noktada grup üyelerine döndüm ve bir itirafta bulundum: “Neredeyse 30 yıldır bu sektörün içinde olan, genç müzisyenlere, alternatif müziğe her daim destek vermiş biriyim ama kızım sorduğunda sizi tanımıyor, hiçbir şarkınızı hatırlamıyordum.” Sandığım kadar her şeye hâkim değilmişim meğer diye bir itirafta daha bulunduktan sonra gülüştük. Kızımla gittiğim o Madrigal konseri Zorlu PSM’deydi. Salon tamamen doluydu ve tüm şarkılar tek ağızdan söyleniyordu. Etrafıma şöyle bir bakıp, “Oğlum Şafak, yaşlanıyorsun galiba” dediğimi hatırlıyorum. “İşte o günden sonra takipçiniz oldum” diyorum ve kahkahalar eşliğinde sohbetimiz başlıyor…

Sizleri biraz yakından tanımak istiyoruz ama sadece müziğinizi anlatmayın; hayata bakışınızı, bugünlere nasıl geldiğinizi, bir araya gelmeden önce neler yaptığınızı da merak ediyorum. 

ANIL ERDEM CEVİZCİ: Ben Anıl, solistim. Bilişim mezunuyum. Teknokent’te bir şirkette 6 yıl süren bir “beyaz yakalılık” dönemim oldu. E-ticaret sitelerine sanal post uygulamalarını yapan ekipteydim. Madrigal’le hafta sonları sahneler, besteler, provalar şeklinde devam ediyorduk. Grup işleri yoğunlaşınca diğer işi bıraktım. 

Çocukluğun nasıldı? 

A.E.C.: Bursalıyım. Hayatımın yarısı Bursa’da diğer yarısı İstanbul’da geçti. 10 yaşından beri gitar çalıyorum. Liselerarası müzik yarışmalarına katılıyorduk okulla beraber. Mahalleden arkadaşlarla gruplar kuruyorduk. Ama hepsini zevkine yapıyorduk o dönemlerde. Hobiydi. 

Hobini mesleğe dönüştürme gibi bir planın yok muydu o zamanlar? 

A.E.C.: Lisede çok iyi gitar çalıyordum. Bir hocam, “Kolun kırılsa, parmağına bir şey olsa ne yapacaksın? Müzisyenlik meslek olur mu?” diye korkutmuştu beni.

Ne fena bir tavsiyeymiş!

A.E.C.: Abi sorma ya! O yüzden garantisi olan mesleklere yönelmeye başladım. Müziği meslek olarak hiç düşünmedim. Ailem de memurdu. Ben de biraz onların zihniyetine yakındım; biraz garanticiyimdir. En azından 5 sene öncesine kadar öyleydi… (Gülüşmeler.)

KAAN ALICI: Selamlar, ben Kaan Alıcı. Grubun bas gitaristiyim. Ben de memur anne babanın çocuğuyum. Bingöl, Konya Ereğli, Nevşehir, Kocaeli, Edirne, İstanbul… Hepsinde yaşadım. Müziğe Nevşehir’de başladım. Orta 2’deydim. mor ve ötesi’nin Dünya Yalan Söylüyor albümü yeni çıkmıştı (2004). O albümdeki şarkıları çalmaya çalışarak müziğe başladım. Kocaeli’nde lisede Ceyhun’la tanıştım [Grubun gitaristi Ceyhun Kaan Karakaş röportaj yaptığımız gün aramızda değildi.] ve birlikte müzik yapmaya başladık. Önce gitaristtim sonra bas gitara geçtim ve öyle de devam ettim. 2010 yılında da İstanbul’a geldim. Yıldız Teknik Üniversitesi İnşaat Bölümü ve İTÜ İşletme Mühendisliği’ni bitirdim. Bir ilaç firmasının tedarik zinciri ekibinde çalışıyorum. Uzaktan çalışma imkânım da olduğu için işle müziği birlikte sürdürebiliyorum. 

İş arkadaşların arasında ekstra bir havan oluyor mu? 

K.A.: Evet, biraz oluyor. (Kahkahalar.) Özellikle stajyerler, yeni nesil yani 18-20’lerindeki gençler gelince daha çok havam oluyor. 

Onları konsere davet ediyor musun? 

K.A.: En az 50 davetlim oluyor her konserde. Daha fazla kontenjanım olsa onları da doldururum. (Kahkahalar.) 
SANLI AKGÜN: Merhaba, ben Sanlı. Grubun davulcusuyum. Zonguldak’ta doğdum. Müziğe lisede başladım. Baba tarafım Ankara’da yaşıyor. Amcalarımın yaşı bana yakındı ve onlar da müzikle uğraşıyordu. Biri vokalist diğeri davulcuydu. Ortaokul yıllarımda Ankara’ya onları ziyarete gittiğimde o müzisyen ve sahne ortamını görüp çok etkilenmiştim. “Ben de müzik yapmalıyım, davul çalmalıyım” dediğimi hatırlıyorum. 12-13 yaşlarındaydım. Ailem beni kırmadı, sağ olsunlar ucuzca bir davul aldılar. Zonguldak’ta o zamanlarda tüm evler sobalıydı ve evlerin altında kömürlükleri vardı. Doğalgaz gelince kömürlükler boşa çıktı. İşte ben de bizimkini davul odasına çevirdim. Mahalleden, okuldan arkadaşlarla emeklemelerimiz orada başladı. 18 senedir müziğin içindeyim.

Zonguldak’tan İstanbul’a geliş nasıl oldu? 

S.A.: 2006-2010 arası lisedeydim. O dönem çok festival oluyordu. Kaçıp kaçıp onlara gidiyordum. Rock müziğin zirvede olduğu zamanlar… 2010 yılında İstanbul’a iktisat okumaya geldim ama kafamda hep “Kendimi İstanbul’a atayım da müzik yapayım” düşüncesi vardı. Zaten okulu da hâlâ bitiremedim. İstanbul’a gelir gelmez gruplarla çalmaya başladım. Avrupa Yakası’nda yaşarken Beyoğlu’nda çok çaldım. Sonra Kadıköy’e taşındım, 7 sene Kadıköy’de yaşadım. Hatta bunun 4-5 senesinde Anıl’la ev arkadaşıydık. Kadıköy’de de çok grupta çaldım. Kaan ve Ceyhun’la da yurttan tanışıyorduk. O zaman başka davulcuları vardı. O ayrılınca beni gruba davet ettiler, böylece Madrigal maceram başlamış oldu. 11 sene olmuş. 
BURAK EMİR KAMACI: Selamlar. Ben Burak Emir, grubun klavyecisiyim. Doğma büyüme İstanbulluyum. Müzikle ilk tanışmam babam ve amcamların ses sistemi, hoparlör, teyp ve pikaba ilgileri sayesinde oldu. Küçüklükten kulağa çalınan Modern Talking’ler, George Michael’ler… VHS kasetlerden izlediğim dönemin önemli klipleri... Abim de zaten keman çalıyordu. Müzikle çok iç içeydim ama o sıralar mühendis olmak istiyordum. İTÜ Petrol ve Doğalgaz Mühendisliği’ni kazandım. 16 yaşlarında elektro gitar çalmaya başlamıştım. Klavye de çalıyordum. O dönemler Muse [İngiliz rock grubu] dinliyordum. Solistlerine çok hayrandım. Onun gibi hem klavye hem gitar çalayım istiyordum. 25 yaşına kadar mühendis olacağımı zannediyordum. Sonra bu işi yapmak istemediğimi fark ettim. Sevmediğim bir işten para kazanmaktansa sevdiğim işi yapayım, az da olsa ondan bir şeyler kazanayım ama hayatımı mutlu devam ettireyim diye düşünmeye başladım. O sıralar abimle bir stüdyomuz vardı. Sonra okuduğum bölümü bıraktım ve İTÜ’nün Kayıt Teknolojileri Bölümü’ne geçiş yaptım. Okulun ilk senesinde de Madrigal’e katıldım.

Mühendisliği bırakınca ailenin bir tepkisi oldu mu? 

B.E.K.: İki abim var. Biri İTÜ’de hoca, diğeri müzisyen. İkisinin hayatını da görüyordum. Aile tabii ki daha garanti bir hayatım olsun diye mühendis olmamı istiyordu. Zaten Türkiye’de aileler hep öyle değil midir? Benim de bu riski alabilmem için 25 yaşına gelmem gerekti. 18 yaşında ben de bu kadar önemli bir kararı alamazdım açıkçası.

MADRİGAL

Birlikte beste yapmaya, üretmeye ne zaman başladınız? 

S.A.: İşe cover’la [kendine ait olmayan bir eseri yorumlama] başladık. Arctic Monkeys, Black Keys, Athena, Duman vs. şarkılarını cover’lıyorduk ama kimyamız çok tutmuştu. Bir gün Ceyhun geldi ve “Bende 2 beste var” dedi. “Neden Diye Sorma” ve “İstanbul Hatırası”nı akustik gitarla çaldığını hatırlıyorum. Anıl da oradan gaza gelip “Anı”yı yazmıştı.

A.E.C.: Aslında orada şöyle bir şey olmuştu. Senden önceki davulcumuzla beraber stüdyoya girmiştik, cover çalmıştık. Sonra sanki buradan bir şey olacak gibi hissettik. Biz en iyisi beste yapmayı deneyelim, dedik. Oradan hareketle çıktı o 2 şarkı. 
S.A.: Aa! Bunu ben de yeni öğreniyorum. 
B.E.K. ve K.A.: Bir araya geldikten sonra çok da uzun sürmedi aslında. Kendi bestelerimizi kaydetmeye başlamıştık. 
A.E.C.: 3 şarkı yayınladık ama o şarkılarla pek ilgilenmedik. 3-4 sene barlarda yine cover söylemeye devam ettik. Şarkılar yavaş yavaş birilerine ulaşmaya başlamıştı. Dinleyenler, keşfedenler çok beğeniyordu ama içimizde öyle bir heves yoktu. Sahnede arada kendi şarkılarımızı da çalıyorduk tabii. Ama o zaman asıl amaç okulları bitirip para kazanıp müziği de hobi gibi devam ettirmekti. Çok ciddiye almıyorduk. Sektör de daha farklıydı o zaman. 

Plak şirketlerinden teklif gelmiyor muydu? 

A.E.C.: Hiçbir şirkete, hiçbir yere bir şey yollamadık aslında. Henüz dijital platformların çok popüler olmadığı dönemlerdi. Daha sonra plak şirketlerinden teklifler geldi ama anlaşamadık. Hiç cazip değildi teklifler, plak şirketlerinin tüm hakları aldığı zamanlardı. Hiç istekli gibi de değillerdi. 

Derken pandemi girdi hayatımıza. Sizin patlamanız da biraz pandemiye denk geldi sanki. 

A.E.C.: Evet ama bizim için o boşluk iyi oldu. Hâlihazırda hepimizin maaşlı işi olduğu için o dönemde çok zorlanmadık, aksine çok vaktimiz oldu. O ana kadar yaptığımız bestelerin hepsini gitarla yapmıştık ama bunun bize yaramadığını fark ettik. Tam pandemi öncesi eve küçük bir sistem kurmuştum. Pandemide pratik yapıp bilgisayarla müziğimizi daha da geliştirmeye başladık. Sound’umuz da değişti. Aslında pandemi bize çok yaradı. 
S.A.: Evet, bizim için işler Anıl’ın evine sistem kurması ve midi klavyeyle besteler yapmasıyla değişmeye başladı. Bizim hikâyemiz aslında orada dönüyor. O dönemde Anıl 2-3 beste yaptı. Bunlardan biri de “Kelebekler.” Çok havalıydı, bir Black Keys şarkısı gibi gitar riff’leri falan, bu ülkeden çıkmış gibi değildi.
Dedik ki bunu yayınlayalım. Çok da üstünde durmamıştık. Ben kendi kendime yükledim şarkıyı. Amatörlerin de şarkılarını yayınladığı bir platformdan hem de. Yayınını bile planlamamıştık. Ne denk geldiyse işte. 6 Aralık 2019 tarihinde yayınlandı şarkı. Ben o gün “Beyler, şarkı yayınlandı, hayırlı olsun” diye yazdım ekibe. Plansız programsızdık. Ve o şarkı çok kişiye ulaştı bir anda. O zamana kadar bir şarkımız en fazla 1.000 kez dinlenmişti. Bu şarkıysa bir anda 500 bine ulaştı. Hiç olmayan şeyler olmaya başladı. Röportaj teklifleri, 3-4 büyük şirketten yapım-prodüksiyon teklifi… Burada bir şey oluyor dedik ve hemen bir şarkı daha yayınlamaya karar verdik. 4 ay sonra da “Seni Dert Etmeler”i yayınladık. Sonra zaten koptu.

Madrigal

“Seni Dert Etmeler”i yaparken “Oldu bu iş” hissi gelmemiş miydi peki? 

A.E.C.: Ben farkında değildim başta. Şarkının son hâlini aldık, arabada dinlemeye başladık. 94 model beyaz bir arabam vardı. Atladık bir gece ona, Kadıköy Minibüs Caddesi’nde başladık dolanmaya. Benzin bitene kadar dolaştık ve şarkıyı defalarca dinledik. “Sanki bu sefer bu iş oldu” dedik. 

Anıl ve Sanlı, siz ev arkadaşıyken zorluklar yaşadınız mı? 

S.A.: Bir yandan maaşlı işlerimiz vardı bir yandan da müzik yapıyorduk. Ekonomik olarak çok sıkışınca eve Erasmus öğrencileri alıp kirayı çıkarıyorduk. (Kahkahalar.) 

O zamanlar şöhret hayalleri kurmuyor muydunuz? 

S.A.: O zamanlar bu işten para kazanılabileceğinin bile farkında değildik. Anıl çok mutsuzdu. Yaptığı işi hiç yapmak istemiyordu. Bırakıp sadece müzik yapmak istiyordu. Çok bunaldığını hatırlıyorum. 

Tüm Türkiye’yi dolaşıyorsunuz. Dinleyici kitlenize dair gözlemlerinizi alalım. 

B.E.K.: Sosyal medya istatistikleri ve konserde duyduğumuz seslere bakılırsa genelde genç kadın ağırlıklı dinleyicimiz.
S.A.: 14-24 yaş arası kadınlar ve onların yanında konserlerimize gelen ve geldikleri için pek mutlu olmayan erkekler. (Kahkahalar.) 

Şarkılarınız melankolik. Sadece şarkılar mı öyle yoksa sizin karakterlerde de var mı melankoli? 

A.E.C.: Ben konfor alanlarına bağlı biriyim, değişim zor geliyor. Böyle daha iyi yazabiliyorum. İptal olan bir düet projemiz vardı, o vesileyle biraz politik sözler yazmıştım ve o da hoşuma gitmişti. Kendimi konfor alanımdan çıkmaya zorlasam belki daha farklı şeyler oluşabilir. Belki o kadar melankolik takılmayız ama benim işler genelde böyle oluyor. 

Grubun geleceğine dair bir öngörünüz var mı, nereye kadar gider bu iş? 

A.E.C.: İşin içindeyken bazı şeyleri çok göremiyorsun ama geçenlerde bir arkadaşım Adana’daki konserimize geldi ve bana çok garip gelen bir şey söyledi: “Oğlum, biz küçükken Duman vardı, şimdi siz Duman olmuşsunuz.” Dışarıdan öyle görünüyorsa da biz öyle hissedemiyoruz. Ama ne olmak, nasıl bir şey olmak istiyorsunuz dersen Duman, mor ve ötesi, Athena gibi büyük gruplardan olmak istiyorum. Türk müzik tarihinde efsanevi, kalıcı işler yapan ikonik tipler olalım istiyorum. 

İstanbul size dışındayken nasıl geliyordu, içine girince neler değişti, şu anda hissiyatlar nasıl? Nerelere gidersiniz, nereleri seversiniz? 

S.A.: Zonguldak’ta geçen 17 yıldan sonra İstanbul’a geldim ve İstanbul benim ikinci memleketim, hatta asıl memleketim olacak neredeyse. Olumsuzluklarıyla bile âşık olduğum bir şehir. Dünyanın birçok şehrine gidiyoruz ama bence burası hep 1 numara. İstanbul’da ilk geldiğim yer Beyoğlu’ydu. Zonguldak’tan davulcu bir abiyle bana zil almak için Tünel’deki müzik mağazalarına gelmiştik. Çok fazla etkilenmiştim. Beyoğlu’nu ekstra severim. 4 senedir de Beyoğlu’nda yaşıyorum ve en keyif aldığım yer hâlâ Beyoğlu. 
K.A.: Ben Mersin, Silifke’den geldim İstanbul’a. Bende biraz emekli kafası olduğu için şehir bana çok kaotik geliyor ama yine de içinde olmaktan çok memnunum. En çok meyhanelerini seviyorum. Eşimle gidip birkaç kadeh içmek en sevdiğim. 
A.E.C.: Bursa’dan geldiğimde önce Beyoğlu’nda yaşadım. Sonra İstanbul’un sakin yerlerini keşfettim. Sakinliği, huzuru, doğanın güzelliğini keşfettim. Artık bir başka seviyorum İstanbul’u. 

*Beca İstanbul’a çok teşekkür ediyoruz.
Madrigal
Müzik
Müzik listeleri
Anıl Erdem Cevizci
Kaan Alıcı
Burak Emir Kamacı
Sanlı Akgün
Şafak Ongan
Sayı 019

BENZER

Evinde ziyaret ettiğimiz Necati Tosuner’le yeni öykü kitabı Daldaki Kuş’u, yeni ödülleri, hayatını ve Türkiye’yi konuştuk.
Milyonların sevgilisi olmuş dünyaca ünlü yıldızların İstanbul söz konusu olduğunda ortak bir noktaları var. Ne mi? İstanbul’a geldiklerinde görmeden edemedikleri, uğramadan dönmedikleri... Moda’da kedilerle dolu bir ev.
Ahmet Mümtaz Taylan, yirmi yılı aşkın zamandır yaşadığı Cihangir’i İST okurları için kaleme aldı. Beyoğlu’nun ve İstanbul’un gözde mahallesinin ruhu, Taylan’ın cümlelerinde saklı.