Nitelikli Fransız eleştirmen Daniel Pennac’ın hoş deyişiyle “Kutsal Edebiyat Tapınağının Gardiyanları” olan eleştirmenler tarafından ülkemizde uzun yıllar popüler romanın bir türü olarak değerlendirilip aşağılanan polisiye edebiyat, son yıllarda hak ettiği ilgi ve değeri görmeye başlamış ve bu gelişme bir polisiye roman tutkunu olan bu satırların yazarını çok mutlu etmiştir.
Bu olumlu gelişmeye karşın Türk polisiye edebiyatının tarihî seyri hakkındaki yanlış algılayışlar hâlâ sürüyor. Herhâlde ülkemizde geçerli olan “bilgi sahibi olmadan fikir sahibi olmak” uygulaması sonucu olmalı anlı şanlı akademisyenlerimiz “ülkemizde polisiye romanın önemsenecek bir geçmişi olmadığı ve 1990’lardan sonra bir ivme kazandığı” şeklindeki bir tezi hep canlı tutmaya çalışıyorlar.
Bu yazımızda bu yanlış algıyı düzeltmeye çalışacağız. Ülkemiz, polisiye romanın ilk örneklerinin görüldüğü Amerika, Fransa ve İngiltere’den sonra ilk polisiye roman telifinin yapıldığı ülkelerin başında gelir. Gerçekten de Türkiye'de ilk telif polisiye roman dönemin gazetecilerinin deyişiyle "Efendi Babamız" Ahmet Mithat Efendi tarafından 1883 yılında kaleme alınmış ilginç eser Esrâr-ı Cinayât’tır (Cinayetlerdeki Sırlar).
Ahmet Mithat Efendi 1882’de gazetesi Tercüman-ı Hakikat’te dönemin sevilen polisiye romancısı Êmile Gaboriau’nun Orcival Cinayeti adlı romanını çevirip tefrika olarak yayımlamış, tefrikanın okuyucu tarafından çok tutulup sevildiğini görünce kendi deyişiyle “ben de bunun âlâsını yazarım” diyerek ilk polisiye romanını kaleme almıştır. Roman gazetede büyük ilgiye konu olmuş, bir yıl sonra da kitap olarak basılmıştır. Ahmet Mithat Efendi’nin ilk polisiye romanı yayımladığı yıl Avrupa ülkelerinde Fransa ve İngiltere dışında polisiye roman yazılan ülkeler yalnızca Almanya ve İtalya’dır... Görüldüğü gibi ülkemiz polisiye roman telifi konusunda ilginç bir gelişmenin merkezindedir ve bu durum vurgulanması hatta övünülmesi gereken bir husustur. Örneğin bugün dünya polisiye edebiyatında önemli bir yeri olan İskandinav ülkelerinde ilk polisiye roman Ahmet Mithat Efendi’den 20 yıl sonra yazılmıştır.

Ahmet Mithat Efendi bu ilk romanından sonra Müşahedât, Hayret ve Haydut Montari adlı üç polisiye roman daha yazar.
Bu girişten sonra ülkemizdeki polisiye roman telifinin Latin harflerinin kabul edildiği 1928 yılına kadar olan öyküsünü anlatarak yukarıda değindiğimiz "Türkiye’de polisiye romanın önemsenecek bir geçmişi yoktur" algısının ne kadar hatalı olduğunu göstermeye çalışacağız.
Ahmet Mithat Efendi’den sonra II. Meşrutiyet’in ilan edildiği 1908 yılına kadar polisiye roman kaleme alan iki yazar görüyoruz. Bunların birincisi Selanik’te çıkan Asır gazetesinin sahibi ve başmuharriri olan Fazlı Necip Bey’dir. Gazetesinde dilimizdeki ilk Arsene Lupin çevirilerini yapıp tefrika eden yazarımız dört tane polisiye roman da kaleme almıştır. Dönemin popüler romancısı Mehmet Celal’in okuyucularca çok sevilen ve birkaç kez basılan romanı Bir Kadının Hayatı ise o dönem pek moda olan melodram ağırlıklı polisiye romanın tipik bir örneği olarak dikkati çeker.
Bu arada vurgulanması gereken bir husus da dönemin padişahı olan II. Abdülhamid’in polisiye romana olan tutkusudur. Sarayda kurduğu tercüme bürosu çalışanlarına 600’e yakın polisiye roman çevirten ve geceleri uyumadan önce çok güvendiği esvapçıbaşısı İsmet Bey’e bu romanları okutup öyle uyuyan padişahın Sherlock Holmes’ün yaratıcısı Sir Arthur Conan Doyle’u İstanbul’u ziyaretinde kabul ettiği, kendisine Mecidiye, eşine ise Şefkat Nişanı verdiği bilinmektedir. Padişahın polisiye roman merakını tatmin için saraydaki çevirmenler yeterli olmadığı zaman saray dışında da çeviriler yaptırttığı bilinir.
Yaptığımız incelemeler sonunda dönemin önemli edebiyatçıları Ahmet Rasim ve Hüseyin Cahit Yalçın’ın da padişaha dışarıdan polisiye roman çevirdiğini belirledik.
Ülkemizde polisiye romanın asıl büyük gelişimi II. Meşrutiyet’in ilanından ve Abdülhamid dönemi sansürünün bitmesinden sonra olmuştur. Sansürün kalkması bir basın patlamasına neden olmuş ve bu bağlamda okuyucular bir polisiye eser bombardımanına uğramışlardır.

ON PARALIK ÖYKÜLER
Burada öne çıkan ilginç gelişme ise Amerika’da “dime” denilen 10 cent karşılığında satılan ve “dimenovels” diye tanımlanan, bizim “on paralık öyküler” diye dilimize çevirdiğimiz, gençlere ve orta sınıfa yönelik popüler türün kahramanları olan polis hafiyelerinin öykülerinin okuyucu tarafından inanılmaz bir ilgi görmesidir. Nat Pinkerton ve Nick Carter’ın başı çektiği bu öykülerin yüzlercesi basılmış, dizi olarak yayımlanmış ve çokça okunmuştur.
Bu gelişme Türk yazarlarca da gözlemlenince benzer yayınlar birbirini izlemiştir. Bunun ilk örneğini 1913’te yayımlanmaya başlayan Ebüssüreyya Sami’nin (1868-1934) Amanvermez Avni dizisinde görüyoruz. Bunu Moralızâde Vassaf Kadri ve Süleyman Sudi’nin Milli Cinayât Koleksiyonu, E. Âli ve Süleyman Sudi’nin beraber kaleme aldığı Türk Arsene Lupin’i Nahit Sırrı dizileri izlemiştir.
1914-1918 arası kahırlı I. Dünya Savaşı yıllarıdır. Bu yıllarda ancak A. Sami’nin 1917’de kaleme aldığı Tekgöz Simon öyküsü dışında yeni bir on paralık öykü dizisine rastlanmaz. Savaşın bitmesiyle 1918’de öğretmen Halil Hamit’in eğitici yönü de olan Küçük Polis Hafiyesi dizisini görüyoruz.
1922 yılı ise on paralık öyküler içinde ilginç bir yeri olan Hüseyin Nadir’in Fakabasmaz Zihni dizisinin ilk örneklerinin basıldığı yıldır.
İki yıl sonra tüm zamanların en çok tanınan Türk polisiye kahramanı Cingöz Recai, Server Bedi takma adını kullanan Peyami Safa’nın kaleminden doğacaktır.
1924-1928 arası Server Bedi, Cingöz Recai dışında Cıva Necati, Kartal İhsan, Tilki Leman ve Çekirge Zehra tiplemeleriyle on paralık öyküler çizgisindeki yayınlarına devam edecektir.
1924 yılında Vedat Örfi de Kara Hüseyin Dosyası adlı bir on paralık öykü dizisi yayımlamaya başlayacaktır. Bir yıl sonra bu kez polisiye roman çevirmenlerinden Mustafa Remzi, Moralızâde-Sudi ikilisinin dizisinin aynı adıyla Milli Cinayât Koleksiyonu adlı bir diziye başlayacak, bunu 1926 yılında Osman Nuri’nin Kan Dökmez Remzi dizisi izleyecektir.
1927 yılı ise ilginç bir yazarın on paralık öyküler piyasasına girdiği yıldır. Behlül Dânâ takma adını kullanan İskender Fahrettin Sertelli, üç farklı on paralık öykü kahramanıyla, bu piyasada boy gösterecektir. Bu kahramanlar, Cingöz Recai’ye rakip Ele Geçmez Kadri, Server Bedi’nin Kartal İhsan tiplemesine rakip Polis Hafiyesi Yılmaz ve uçuk kaçık bir tip olan ve Çekirge Zehra ile Tilki Leman’ın rakibesi Şeytan Hadiye’dir. Yazarımız iyi İngilizce bilip bu dildeki “dime novel”ların iyi bir okuyucusu olduğundan ve yapıtlarında aynı kurguyu kullandığından, bu nedenle de kahramanlarına biçtiği roller ülkemizde uygulama bulamayacağından Yılmaz’ın serüvenlerini ABD’de, Hadiye’nin serüvenlerini İngiltere’de geçirtmiştir.
1927 senesi yazarının ismini bilmediğimiz bir dizinin de yayın hayatına girdiği yıldır; Amanvermez Avni’ye öykünen bu adını bilemediğimiz yazarın dizisinin adı Amanvermez Sabri’dir.
1928 yılında on paralık öykülerin bir diğer ismi C. Cahit (Cemil Cahit Cem), önce M. Rakım (Rakım Çalapala) ile Pire Necmi-Kanlı Vak’alar Koleksiyonu adlı diziyi; daha sonra da tek başına Kanlı Vak’alar Koleksiyonu-Badik Hilmi dizisini kaleme almıştır.
Aynı yıl, Behlül Nermi Yıldırım Cemal’in Büyük Muvaffakiyetleri dizisini yayımlayacaktır.
Görüldüğü gibi 1908- 1928 arası popüler polisiye romanların yoğun ilgi gördüğü ve çokça yayın yapılan yıllardır.

Bu yıllarda doğal olarak “on paralık öyküler” türü dışında geleneksel polisiye roman kalıbına uyan polisiye romanlar da kaleme alınmıştır. Bunların ilk örneklerinden biri Yervant Odyan’ın 1912’de yazdığı fenomen kitap Abdülhamit ve Sherlock Holmes’tür. Diğer ilginç örnekler de Servet-i Fünun edebiyat akımının tanınmış yazarı Mehmet Rauf’un kaleme aldığı iki polisiye roman Define ve Kan Damlası’dır. M. Âkil’in Karanlık Konakta Ne Var? adlı ilginç yapıtı ile Alev Can takma adını kullanan bir yazarımızın Bir Polis Hafiyesinin Harikulâde Maceraları isimli romanları da 1928’de yayımlanacaktır.
Bu dönemde yayımlandığını saptadığımız iki ilginç romandan birini Peyami Safa yine dönemin polisiye romanı küçümseyen eleştirmenlerinin etkisiyle “edebi değer taşıyan eserleriyle karıştırılmasın diye” Server Bedi takma adını kullanarak yazmıştır. Roman bir Cingöz Recai serüvenidir ve çok başarılıdır: Cingöz’ün Esrarı.
İkincisi ise o günlerde bohem yaşamlarında birbirinden hiç ayrılmayan Peyami Safa’nın yakın arkadaşı ve yayımladığı şiir kitaplarıyla adından söz ettiren Necip Fazıl Kısakürek’in hem de çekinmeden kendi ismiyle yayımlattığı ilginç polisiye romanı Meş’um Yakut’tur. Egosu büyük şair bu romanında polisiye romanın en zor türlerinden biri olan “kapalı oda muamması” (closed room mystery) biçiminde bir roman kaleme almaya kalkmış, ilk bölümleri çok başarılı olan yapıtını maalesef inandırıcı bir finalle noktalayamamıştır.
Necip Fazıl’ın polisiye romana yönelmesinde yakın arkadaşı Peyami Safa’nın Cingöz Recai serisiyle kazandığı ticari başarının payı olduğu su götürmez bir gerçektir. Yazarımız anılarında o günlerde parasızlıktan Peyami Safa’nın evinde kaldığını anlatır ve şu ilginç diyaloğu nakleder:
"Bana soruyorlar:
-Nerede kalıyorsun?
-Server Bedi’nin evinde...
-O nerede kalıyor?

Bütün bu saydığımız yapıtlar dışında dönemin gazetelerinde tefrika olarak yayımlanmış ve kitap olarak basılmamış çok sayıda polisiye roman olduğunu da belirtmemiz gerekir. Örneğin önemli edebiyatçımız Hüseyin Rahmi Gürpınar’ın 1921’de İkdam gazetesinde tefrika edilen romanı Kesik Baş bunlardan biridir. Bu ilginç roman ancak 1940’lı yıllarda Hilmi Kitabevi’nce Latin harfleriyle yayımlanabilmiştir. Gençliğinde Fransızcadan polisiye romanlar çeviren ve polisiye romanı sevdiği belli olan Hüseyin Rahmi, Peyami Safa’nın aksine romanını adıyla yayımlamaktan çekinmemiş hatta kitabın üst kapağına “Bu eser bir zabıta romanıdır” diye yazdırmıştır.
Görüldüğü gibi incelediğimiz 1883-1928 döneminde ülkemizde polisiye roman telifi büyük canlılık göstermiş, ilginç eserler okuyucuya sunulmuş ve büyük ilgi görmüştür.
1928 sonrası da bilgili (!) akademisyenlerin Türkiye’de polisiye edebiyatın başlangıcı kabul ettikleri 1990’lara kadar yine pek çok nitelikli yazarın kaleme aldığı polisiye romanların telif edildiği yıllardır.
Halide Edib Adıvar’dan Nâzım Hikmet’e, Refik Halit Karay’dan Kemal Tahir’e, Aziz Nesin’den Erhan Bener’e, Çetin Altan’dan Emre Kongar’a kadar Türk edebiyatının önemli isimleri bu dönemde polisiye romanlar kaleme almışlardır. Örneğin Kemal Tahir 1950’li yıllarda ülkemizde çok tutulan Mickey Spillane’nin Mike Hammer romanlarını önce dilimize çevirmiş daha sonra yazarı roman yazmayı bıraktığından ve okuyucu ilgisi de devam ettiğinden F. M. ikinci takma adıyla Mike Hammer maceraları yazmaya başlamıştır.
70 yıldır polisiye roman tutkunu bir yazar olarak Kemal Tahir’in Mike Hammer romanlarının özgün Mike Hammer romanlarından açık ara daha iyi olduğunu belirtmek isterim. O yıllarda ABD’de egemen olan McCarthy etkisiyle apaçık bir faşist olan Amerikalı Mike Hammer’ın yanında Kemal Tahir’in Mike Hammer’ı çok daha insancıl ve sevimlidir, belki eleştirilecek tek yanı tıpkı bir İstanbul fırlaması gibi konuşmasıdır.
Bu incelememizde Türk polisiye edebiyatının öncülerine bir selam yollayıp okuyuculara ülkemizdeki polisiye roman tarihinin zenginliğini göstermeyi ve bilgi eksikliğinden kaynaklanan yanlış algıları düzeltmeyi amaçladık. Umarım başarabilmişizdir.