Şehrin karşı yakasındaki işinden yorgun argın gelen ve tam bir İstanbul beyefendisi olan Halit dedemin akşamları yemek sofrasında kendisine eşlik eden bir kadeh rakısını içerken -beni müzik dolabının önüne oturtarak- en çok çaldırdığı 45’likler arasında Nesrin Sipahi, Şükran Ay ve Neşe Karaböcek vardı. Her biri kendine has isimlerdi; Nesrin Sipahi’nin her notası sanat ve zarafet kokuyordu, Şükran Ay meyhaneye davetiye çıkaran buğulu sesiyle her zaman çok dertliydi, Neşe Karaböcek ise her şarkıda hüzün ve kederi işliyor, doğululara has bir gırtlak hançeresi kullanarak şarkıya ayrı bir renk ve cilve katıyor ama yanına muhakkak Avrupalı bir çizgi eklemeyi ihmal etmiyordu. Bu tarzıyla, ezilen insanların derdini kadere bağlayan şarkılarla meyhaneden yansıyan bir dönemin ruhunu daha bir eksiksiz yansıtıyordu. Teselliyi içki ve sigarada bulan bir iç dökme terapisinin şarkılar yoluyla yapılmış hâliydi bu sanki. Müteakip yıllarda evimize televizyon gelince kafam karıştı; pikabın başında sesini dinlemeye alıştığım Neşe Hanım, siyah beyaz camdan bize bakıyordu; o sepya tonlu filmlerde ne kadar da güzel oynuyordu; Türkan Şoray, Fatma Girik ya da Filiz Akın’dan farkı yoktu benim için. Kafamda giderek şarkıcıyla artist arasında bir yere sıkışmaya başlamıştı, bizim kuşak için o, sanırım her ikisiydi...
"BU KIZ SÖYLERKEN İNSAN AYAĞA KALKIYOR"
1 Nisan, adından ötürü tüm müzik dünyasına hoş bir şaka yapmış, 1947 yılında İstanbul Yeşilköy’de üç katlı cumbalı ahşap bir evde oturan Göktürk ailesine Neşe adında güzel bir kız çocuğu armağan etmişti. Daha önce doğan iki kız ölmüş, Neşe ise tam 6 kilo doğmuştu. Neşe, ev kadını olan Kafkas kökenli annesi Arife Hanım’ın radyodan dinlediği şarkıları ezberleyip, cumbadan sokağa bakarken elindeki çorba kaşığıyla da tempo tutup “Çile Bülbülüm”ü mırıldandığında, henüz 3,5 yaşında bir bebekti. Bir muhasebe müdürü olan Rumeli kökenli babasının demiryollarındaki işi nedeniyle Ankara’ya taşındıklarında annesi ona müzik eğitimi aldırmaya kararlıydı; elinden tuttuğu gibi Ankara Radyosu’nda çocuk korosunu yöneten Ayşe Abla’nın yanına gitmişlerdi. Onları Ayşe Abla’ya yönlendiren mahalleden eşi dostu olmuş, Ayşe Abla da “Kızınız büyük yetenek ancak biz programımıza sekiz yaşın üzerindeki çocukları alıyoruz” diyerek arkasına bir not yazdığı kartviziti uzatarak onları konservatuara göndermişti. Konservatuardan aldıkları randevu günü kapıdan içeri girdiklerinde kendilerini kucaklayan koca salonun ortasında bir piyano vardı, başında da orkestra şefi Nazım Ülgen. Küçük Neşe piyanodan basılan her notayı hatasız çıkarınca Nazım Bey hayretler içinde annesine sormuştu: “Hanım, bu bir çocuk mu, yoksa cüce mi?”

O yıllarda sadece Batı müziği icra edenlere “harika çocuk” sıfatı veriliyordu ama küçük Neşe sıfatı konmamış gerçek bir harika çocuktu. Bu olayın ardından Muhsin Ertuğrul’un küçük çocukları yetiştirmek amacıyla çalıştırdığı Ankara Devlet Tiyatrosu’nun Küçük Sahne’sinde piyeslere çıkmaya başlamıştı. Muhsin Bey küçük dilini yutmuştu, “Daha ilkokula gitmiyor, okuma yazması yok. Oyunu nasıl ezberler!” deyip deyip duruyordu şaşkınlık içinde.
Üçüncü piyesi Yıldız Ece’de başrole yükseldi, ardından kendisini “Böceğim” diye seven Mümtaz Zeki Taşkın’ın küçük Neşe için yazdığı Kara Böcek oyununda oynamıştı. Bu oyun sahnenin açılış temsiliydi, çok tuttu ve 6 ay sahnede kaldı. Küçük Neşe’nin rol arkadaşlarının tamamı kendisinden büyüktü. Rol arkadaşları arasında Nurhan Damcıoğlu, Tekin Akmansoy, Müşfik Kenter, modacı Faize ve Sevim hanımlar vardı. İzlemeye gelenlerden biri de İsmet İnönü olmuştu. Küçük Neşe’yi kucağına oturtan İsmet Paşa şöyle demişti: “Şanınızı duydum da geldim. O kadar güzel oynadın ki bundan sonra senin adın Karaböcek olsun.”
Erken büyütmeye başlamıştı hayat onu, oyuncaklarla oynayan bir çocuk olmamıştı hiç. İlkokula bile ikinci sınıftan başlamıştı. Bu esnada tiyatrodan operaya geçmiş, bir soprano olarak Carmen ve La Bohem sonrasında Kuğu Gölü’nde başrol bile oynamış, Peer Gynt Operası’nda “Solveig” aryasını okumuştu. Ablası Tezcan’la Kara Böcekler adıyla Cebeci Dörtyol Aile Bahçesi’nde “Bakmıyor Çeşmi Siyah”, “Aheste Çek Kürekleri” ve “Makber” gibi kendi cüssesinin çok üzerinde ağır şarkılar söylerken bahçe dolup taşıyor, şehir çalkalanıyordu. Fahri Kopuz’dan, Türk müziği, nota ve solfej dersleri almasının akabinde 1960 yılında araya bir de Ankara Kara Böcekler olarak bir plak doldurmuşlardı: Bir yüzü “Alloma”, arka tarafı “Tin Tin Tini Mini Hanım…” Devamında Pathe ve Diskofon şemsiyeleri altında Hintçe ve Rumca plaklar doldurmuştu.
Ablası evlenince sahnede yalnız kalmıştı, artık tek tabanca bir Neşe Karaböcek’ti. Radyo Haftası dergisi bir yorumunda ondan “Bu kız söylerken insan ayağa kalkıyor” diye bahsetmişti. 1965 yılında Ankara Radyosu’na Batı müziği solisti olarak girmişti.

BİR DÖNÜM NOKTASI: "ARTIK SEVMEYECEĞİM"
Radyoda İspanyol müziğine merak sarmış, Flamingo Dans Orkestrası eşliğinde Latin Amerika müziği icra ediyordu. Yanı sıra ilk eşi Atilla Alpsakarya’nın orkestrası eşliğinde radyoda İspanyolca şarkılar söylüyordu. Saklambaç gazetesinin yorumuna göre sesinde “çiçekçi kız” olarak tanınan Sarita Montiel’in hüznü vardı. O ilgi ve meraktır ki Neşe Karaböcek’in sanat hayatını değiştiren şey olmuştu. 1968 tarihli Suat Sayın bestesi “Artık Sevmeyeceğim”, Cüneyt Arkın’la Türkan Şoray’ın oynadığı aynı adlı filmde kullanılmış, şarkıyı Belkıs Özener okumuştu. Bir yıl sonra Erol Büyükburç plağa okumuş ama ardından Işıl Öztunç tarafından flamenko gitarlarla döşenerek yapılan düzenlemeyle Neşe Karaböcek okuyunca patlamıştı. Hatta şarkıyı yapmadan evvel bestecisi “Şarkıyı sizden evvel 11 kişi okudu, bir şey olmadı, isterseniz hiç denemeyin Neşe Hanım” diyerek uyarmıştı... İlk düzenleme Cem Karaca tarafından yapılmış ancak Neşe Hanım bu düzenlemeyi beğenmemişti çünkü aklında çok değişik bir füzyon vardı. Şarkı Neşe Karaböcek’in sanat hayatından bir dönüşüme yol açmıştı; bu onun hafif Batı müziği dalındaki ilk girişimiydi. Plağın arka yüzündeki “Kıskanırım Seni Ben” de çok başarılı olmuş, sanatçısına (Daha sonra sayıları 16’yı görecek ve rekor kıracak.) 2 altın plak birden kazandırmıştı. Bu 45’lik 5 milyon satmıştı; harika bir başlangıçtı, plağın getirdiği başarı sonrakilerde de İspanyol ve Latin havalarının başat olmasına sebebiyet vermişti. Özellikle Sinan Subaşı bestesi olan “Damarımda Kanımsın” Neşe Karaböcek’i hem pop hem de Türk müziği listelerinin müdavimi kılmış, onun Gönül Yazar, Zeki Müren, Nesrin Sipahi ve İnci Çayırlı’yla pop söyleyen alaturka şarkıcılar kervanına katılmasını sağlamıştı...
Kervan Plak bünyesinde okuduğu Orhan Gencebay bestelerinde arabeskin vazgeçilmez seslerinden biri olmuştu ama ister arabesk okusun ister fantezi, hep Akdeniz müziği kokuyordu onun okudukları. Nihayetinde hangi türü dinlerseniz dinleyin, muhakkak sizi mest eden bir Neşe Karaböcek plağı mevcuttu. Kervan Plak onu gazete ve dergilere verdiği reklamlarda “Plak Dünyamızın Kraliçesi” ya da “Orta Şarkın Altın Sesli Bülbülü” olarak takdim ederken Yenikapı’daki Gar ve Çakıl ile Vatan Caddesi’ndeki Luna Park programları izdihamlara yol açıyordu. Sonradan ikinci eşi olacak gazeteci Tevfik Yener ise onun sahne sanatını “Sadece cüzdanı tombullar değil, orta direk de izleyebilir” diye yorumluyordu. Alaturkayla alafranga onun sahnesinde iç içeydi. Darbukayla tumba, kanunla gitar, cümbüşle piyano yan yanaydı... Orkestralara henüz pek gitar girmemişken onun sahnesinde ilk gitarı Cengiz Coşkuner çalmıştı.
“Artık Sevmeyeceğim” plağını çıkardıktan sonra Zeki Müren’in solist-altı olmuş, bir yıl sonra da assolist olarak Çakıl Gazinosu’na transfer olmuştu. Gazinonun kapısına her akşam şu tabela asılıyordu: “Gazinomuz doludur.”
Sahnede her akşam en az yarım saatini çiçek gönderenlerin adını tek tek okuyarak geçiriyordu. Gazinoların her zaman tıka basa dolu oluşu toplumun o dönemki refahını ne kadar gösteriyordu tartışılır ancak Neşe Karaböcek’in gazinoların refahı olduğu tartışılmazdı.

Faruk Nafiz Çamlıbel’in şiirinden alınarak Suat Sayın tarafından bestelenen “İntizar” Karaböcek’in 1973 yılındaki en popüler şarkısıydı. hey dergisinin 25 şarkılık listesinde farklı isimler tarafından okunmuş tam yedi tane “İntizar” şarkısı bulunuyordu ama bir numara Neşe Karaböcek’indi. Aynı isimle çekilen filmdeki şarkıyı da o söylemişti.
O sıralar As Plak sanatçısıydı Neşe Karaböcek. Firma sahibi Kenan Özten’le 1967 yılında kendisi gibi bir yapımcı olan (önce Sahibinin Sesi’nde çalışan ardından Müren Records ve Grafson Plak firmasını kuran) Mihran Gürciyan aracılığıyla tanışmış, ilerleyen dostlukları iş ilişkisine dönüşmüştü. Bir araba karşılığında 2 plak doldurmuştu bu firmaya. Kenan Bey bir Mercedes 200 almış, ikametgâhları olmadığı için evini adres göstermiş, arabaya plaka da çıkarmıştı.
Neşe Karaböcek Ankara Maltepe Caddesi’nde oturuyordu, Köşk Gazinosu’nun biraz ilerisinde bir binanın yedinci katında... Neşe Hanım, Kenan Bey’e, “Size 2 plak borçluyum, ne vakit isterseniz okurum” demiş, bu sanatçı-yapımcı beraberliği yıllarca sürmüştü.
Neşe Hanım’ın ikinci eşi Tevfik Yener, Kenan Bey’in iyi dostuydu, 1974 yılında evlenmelerine vesile olan da oydu. Tevfik Bey ona açılmıştı bir yemekte, Kenan Bey aralarını bulmuştu çünkü her ikisini de çok seviyor, onlara güveniyordu. Neşe Karaböcek, Çakıl Gazinosu’na imza atınca ekonomik olarak düze çıkılmıştı. Kenan Bey de onlara Nişantaşı’ndaki Vali Konağı Caddesi’nde ev tutmuştu.
Assolistliğini yaptığı Lunapark Gazinosu’nda, Kaynanalar dizisinin en popüler olduğu günlerde, bir akşam eski sahne arkadaşı Tekin Akmansoy, eşi ve yakın dostları onu dinlemeye gelmiş, program sonrası kuliste ziyaret etmişlerdi. Tekin Bey, dostlarına Küçük Sahne’de tanıdığı o ufak kızı anlatırken “Bu bizim kızımız çok serttir ha! Bunu herkes sevip okşamak isterdi ama o Muhsin Ertuğrul Bey bile sevmeye kalktığında eline tokadı yapıştırır, sonra da dik dik suratına bakardı” demişti.
Neşe Hanım’ın ilk evliliğinden Alper, ikinci evliliğinden Hasan isimli iki oğlu vardı. Tevfik Bey çok iyi bir babaydı. Örneğin oğlu Nebioğlu Tatil Köyü’nde havuza düştüğünde baba Tevfik Bey hasta olmasına rağmen bulunduğu yerden yıldırım hızıyla fırlamış, havuza atlayarak çocuğu kucakladığı gibi dışarı çıkarmıştı. Oysa çocuk yüzme biliyordu ama Tevfik Bey’in babalık ve sahiplenme içgüdüleri çok yüksekti. Hasan maalesef 2019 yılında, genç yaşta evinde geçirdiği rahatsızlık sonucu kaldırıldığı hastanede vefat etti.

Neşe Karaböcek, ilk evliliğini yaptığı yıl Elenor Plak’a geçmişti. Firmanın kurucusu Atilla Alpsakarya’ydı ama konser yoğunluğu nedeniyle işlerinin başında duramıyordu. Liseden sonra konservatuar okumaya gelen yeğeni Muhteşem Candan hem evlerinde kalıyordu hem de firmanın işlerine bakmaya başlamıştı. Muhteşem Bey’in başında bizzat bulunduğu ilk plak “Niyet / Hatıralar” 45’liği olmuştu. Neşe Karaböcek Elenor Plak’la sözleşmesi bitince Kervan Plak’la çalışmaya başlamıştı. Burada firma sahibi olan Orhan Gencebay’ın bestelerini seslendirdi. Aralarında “Deli Gibi Sevdim” ve “Kemancı” o kadar başarılı olmuştu ki Almanya’dan gelen bir teklif üzerine 1977 yılında bir yüzü Almanca, bir yüzü İngilizce olan bir plak doldurmuş, burada “Kemancı”nın Almanca versiyonu “Geiger”ı okumuştu. Bu, müzik tarihimizde ilk ve son örnekti.
Yetmişlerin önemli furyalarından biri de sahnede başarılı olan ses sanatçılarını sinemaya taşımaktı. Neşe Karaböcek’in filmlerde oynayan şarkıcılar dalında rakibi Emel Sayın (ki o da Saner Film’le çalışıyordu.) idi. Sinemaya Anneler ve Kızları filmiyle girmiş, Yıldız Kenter ve İzzet Günay’la oynamıştı. Sahnelerden gelen oyuncular arasında en yeteneklilerden biriydi. 11 sinema filminde rol almıştı. Kuklalar filminde bir sahnede âşık olduğu adam (İzzet Günay) vurulmuş, o da başında şarkı söylemişti. “Bunlar ne saçma filmler böyle, hastaneye yetiştirilmesi gerekirken başında şarkı söylüyorum” diyerek sinemaya veda etmiş ancak 10 yıl sonra Kertenkele adlı bir filmde görülmüştü.
1980 yılına gelindiğinde memlekette ve dünyada büyük değişimler yaşanmış, Neşe Karaböcek’in payına bu değişim rüzgârlarından kendi plak şirketini kurmak düşmüştü. Askerî Darbe sonrası, o kibar ve kültürlü insanların yerini başka tür insanların aldığı, ucuz eğlencenin tercih edildiği zamanlardı. Ekici’de program yapan assolistin sahnesi de karşılarındaki kalabalık açısından eski günleri aratacak cinstendi. Mekânlar da müzisyenlerin paralarını ödeyemeyecek hâldeydi. Bu durum sadece mekânları değil, plakları ve plak firmalarını da etkilemişti. Türk halk müziği ve Türk sanat müziği pek para etmediğinde, firmalar sanatçılarını yeni moda akımlara dâhil olmaları konusunda teşvik ediyor, hatta zorluyordu. Neşe Karaböcek bu geçiş döneminde pek zorlanmamıştı. Alaturka şarkıcılar, (Bunun en iyi örneklerinden biri geçmişte Nesrin Sipahi olmuştu.) Batı müziği söyleme konusunda pek zorlanmıyor zira aldıkları sağlam müzik eğitiminden besleniyorlardı. Bir avantajı da müziğin her alanına ayak basması, işin beste, söz, düzenleme gibi kısımlarına dâhil oluşuydu.
Kendi kurduğu Altın Plak etiketi altında çıkardığı “Ümit Çiçekleri / Aldanmaya Paydos” son 45’lik plağı olmuş, bundan sonraki çalışmaları LP ve kaset formatına dönmüştü. Bu dönem güncel sound ve türleri denedi. “Çiçek Dağı” çıkan son longplay’i oldu. “Sen Gelmez Oldun” şarkısı ise sonradan başkaları tarafından keşfedildi ve yorumlandı. Neşe Karaböcek doldurduğu plakların maddi karşılığını en çok kendisi firma kurduğunda almıştı.
Doksanlı yıllar yine bir değişim anlamına geliyordu onun için. 1991 yılında eşi ve oğullarıyla New York’a yerleşti. 20 yıl sürdü gurbetçilik. Arada sıklıkla Türkiye’ye gidip gelse de nihayetinde ülkesine duyduğu hasrete yenilerek ailesiyle ülkeye döndü.
Amerika’da kaldığı süre zarfında da pek boş durmamış, müzik dünyasındaki yenilikleri takip ederek müzik yapmıştı. Orada yaşayan Norayr Demirci’yle çalışmış, new-age (“Amerika” / “Arkadaş”), hatta rap müzik (“Sevsinler”) denemelerinde bulunmuştu. Berlin topluluğunun Top Gun filmiyle patlayan “Take My Breathe Away” şarkısına Türkçe aranjman yapmıştı. 2002 yılına değin düzenli olarak kaset çıkarmıştı ama sahnelerde pek sık görünmedi. Gazinoların o eski şaşaalı günlerini hatırladığında içi sızlıyor, değişen eğlence ve tüketim anlayışını, yaşanan yozlaşmayı pek kabullenemiyordu. Ancak yine de bir umut yok değildi, o umudun adı döndükten sonra yapımcı Hakan Eren olmuştu. Sahnelere yıllar önce veda eden assolist, 2011 yılında Hakan Eren’in düzenlediği Gazino Şov programına Seçil Heper’le çıkmış, uzun yıllar sonra muazzam bir konser ve sahne heyecanı yaşamıştı.
Tüm bu yoğunluğunun arasında kitap yazmayı da ihmal etmemişti Neşe Karaböcek. İnsan sağlığına katkı sağlayacak bitkiler konusundaki birikimini Yeşil Elmas adını verdiği bir kitapta toplamıştı.
80’in üzerinde albümü bulunan Neşe Karaböcek, 1968 ila 1980 arasında aldığı 16 Altın 45’lik plak, 2 Altın Long Play, 1 Altın Bülbül (5 adet Altın 45’lik yerine verilmişti.) 2 Altın Kaset, 1 Altın Heykel ve çok sayıda dergi, gazete, mecmua adına verilen ödülle kırılması güç bir rekorun sahibi.
Zeki Müren sanat güneşi, Gönül Yazar taş bebek, Nesrin Sipahi ev hanımı, Bülent Ersoy araftaki marjinal olarak “cinsellik vatansızı”, Ahmet Özhan mevlithan, Ajda Pekkan süperstarken Neşe Karaböcek on yıllardan beri zamanın ruhunu üfleyenlerin zamana ayak uydurmuş torunuydu. Yetmişli yılların en doğurgan seslerinden biriydi; ses renginden ziyade duygusunda renk vardı. Birkaç kuşaktan el aldı, birkaç kuşağa sesini dinletti... Hayatın hediyesinden sillesine kadar acı tatlı ne varsa görmüş bir assolistti. Hayatıyla seslendiği şarkıların konusu arasındaki münasebet doğrudandı.
Kapanmış ama hasretle aranan bir dönemin, özlenen bir kültürün son yüzlerinden biri olmasına karşın, mesaisi kapanmamış bir simadır Neşe Karaböcek... Hâlihazırda önümüzdeki kitap fuarında olması planlanan, (pek çok kişinin bilmediği, sürpriz konuları kaleme aldığı) otobiyografik bir kitabı bitirmiş olup ayrıca sade ve mütevazı bir hayatın içinde dört şarkılık bir EP çalışması için bilekleri sıvamış bulunmakta...