Öncelikle tebrik ederim. 42. İstanbul Film Festivali’nde Onur Ödülü’yle taçlandırıldınız. Ödülünüzü de sizde çok önemli bir yeri olan Metin Akpınar’ın elinden aldınız. Neler hissettiniz?
Müthiş bir geceydi. Metin kolay kolay bir yerlere gitmez. Çok duygulandım. Sahnede sıkıca sarıldık, birbirimize iltifatlar ettik. Özlemişim birlikte sahneye çıkmayı. 86-91 yılları arası Devekuşu Kabare’de birlikte çalışmıştık. Hayatımın en güzel yıllarıydı. O kadar büyük keyifti ki Zeki ve Metin’le birlikte sahneye çıkmak. Çok şanslı hissediyorum kendimi çünkü hep böyle büyük sanatçılarla sahneye çıkma şansım oldu. Ayaklarım hiç geri geri gitmedi sahneye çıkarken. 57 senedir bu meslekteyim, 20 film yaptım. Tiyatro dalında çok ödül aldım ama sinema alanında hiç olmadı. Bu ilk ödülüm. Hem de Onur Ödülü. Tüm yaşamı kaplayan bir ödül. Çok mutlu oldum.
Amerikan Kız Koleji (Robert Kolej) ile başlayan bir tiyatro hayatı… Herkes bilmeyebilir, biraz anlatır mısınız nasıl başladığınızı?
Okuldaki tiyatro hayatım profesyonele yakındı hatta bitirme projesi gibi olan My Fair Lady müzikalinde başrol oynamıştım (Eliza rolü). Hayatımın en keyifli rollerinden biriydi. Hatta tiyatro kulübüne para kazandıran en büyük hasılatlı oyun olarak okul tarihine geçmişti. İlk defa orada “ben tiyatroda kabiliyetliyim galiba” dedim. Çünkü oyunda hem Cockney aksanıyla (Londra aksanı) İngilizce konuşuyordum hem de hiç mikrofonsuz sadece piyano eşliğinde şarkı söylüyordum. Sonraki yıllarda Türkçe olarak oynamak istedim ama bir türlü gerçekleştiremedim. Tam bunun için uygun ortamı yarattığım zamanda da artık yaşım geçmişti, o yüzden olmadı.

Sonra Amerika’da tiyatro okumak istemişsiniz ama olmamış. Onların kaybı bizim kazanımımız oldu diyebilir miyiz?
İltifatınız için teşekkür ederim ama benim hiçbir zaman orada kalmak gibi bir niyetim yoktu. Ailemi hiçbir zaman bırakamazdım. Ben sadece -hâlâ içimde ukdedir- Amerika’da bir tiyatro okulunda okumayı tecrübe etmek istemiştim. Kolejde 9 sene okuduğum için Amerikan sistemini yeterince öğrenmiştim. Bizim devirde gençlerde Amerika merakı vardı çok. Hoş şimdi de var ama başka sebeplerden maalesef… O zamanlar çok iyi bir talebeydim. Çok çalışkandım. Oğullarım dâhil hiç kimse aldığım notlar konusunda yetişemedi bana. Hâlâ da hayatımı çalışkanlıkla sürdürürüm. Çalışmak benim için bir yaşam felsefesi. Kendimden çok emin olduğum hâlde Amerika’ya burs kazanamadığım için gidemedim ve bu benim için çok büyük hayal kırıklığı olmuştu.
Amerika olmayınca burada bir kursa başlıyorsunuz (LCC). Haldun Dormen, Yıldız Kenter gibi isimlerden ders alıyorsunuz. Nasıl bir ortamdı?
Dormen’i zaten orada tanıdım ve o sayede profesyonel olabildim. Şimdi bazen aklımdan geçiriyorum, Amerika’ya gitmiş olsam, çok önemli bir üniversiteden mezun olmuş olsam da yine gelip burada Haldun Dormen’e müracaat ederdim. Belki de aradaki safhayı atlamış oldum. En çok girmek istediğim yere, Haldun Dormen Tiyatrosu’na başladım 1966’da. Refik Erduran'ın yazdığı Cengiz Han’ın Bisikleti oyunuyla.
Metin (Serezli) Bey’le de orada tanışıyorsunuz değil mi?
Metin’le tiyatroda tanıştık. Provalar sırasında bir arkadaşlık başladı. İster istemez yakın olup birbirinizi daha iyi tanıyorsunuz. Ben Metin’in yakışıklılığından önce insanlığına ve yumuşacık kalbine çok tav olmuştum ve ölene kadar da öyleydi. Hayvanlara, kim olursa olsun tüm insanlara muamelesi, herkesi eşit görmesi, yardım etmesi, yaşlılarla arasının çok iyi olması vs. Uzun süren evlilikler bu gibi şeyler yüzünden uzun sürüyor işte.
Arka arkaya çok başarılı oyunlarda oynadınız, rolleri neye göre seçiyordunuz?
O devirde Haldun Dormen neyi oynayacaksın derse onu oynardık. Ama hep yaşıma ve kendi karakter yapıma uygun rolleri verirdi bana. Hatta bir keresinde bana öyle bir büyüklük gösterdi ki… Ben Dormen’de çok başarılı gidiyorken Ankara Sanat Tiyatrosu’ndan Durdurun Dünyayı İnecek Var müzikali için teklif aldım. Haldun beni verdi onlara. Ben Metin’le ayrı kalmamak için gitmek istemiyordum aslında ama Metin’in de büyüklüğü burada işte; “Nevra bir aktriste 40 yılda bir böyle bir rol nasip olur” dedi. “Onun için bunu oynamak zorundasın. Yıllar sonra senin yüzünden oynamadım dersin, içinde kalır” dedi. İyi ki de oynamışım. Metin Akpınar da ödül gecesinde anlattı hatta. “Bu kızda bir ışık var, tam kabare oyuncusu” demiş. Aradan yıllar geçtikten sonra teklifte bulunduğunda şaşırmıştım o kadar komedyen varken kabare oyuncusu olarak neden akıllarına ben geldim diye. Meğerse Metin beni 67 yılında Ankara Sanat’ta gördüğü zaman kafaya takmış, bu kızda kabare kumaşı var demiş. Ve henüz ikinci oyunumdu.

Bizim nesiller Devekuşu Kabare zamanından tanıyor sizi, oyunlarınızı teyp kasetlerinden ezberlerdik. Sinemada da o dönemlerde Kemal Sunal’ın yanında komedi oyuncusu olarak izledik sizi. Komedi denince akla gelen isimlerden biriydiniz diyebilir miyiz?
Komedi oynamayı çok seviyorum çünkü komedi zordur. Ama dramatik oyunlarda da çok oynadım. Hâlâ bir dizi vs. teklifi geldiği zaman benim eski Kemal Sunal filmlerinde oynadığım roller gibi roller geliyor. Bambaşka bir karakteri hayal edip “Bunu Nevra abla oynar” demiyorlar. Yakında TRT Dijital’de yayınlanacak Yangın Günleri isimli bir dizide hayatımda en çok keyif alarak oynadığım rollerden birini oynadım. Demans başlangıcı olan bir Rum madam rolü. Çok şaşırdım hatta rejisörü Ömer Faruk Sorak’la ilk tanıştığımızda “Ben nereden aklına geldim?” diye sordum. “Başka kimse gelmedi aklıma, bir tek sen geldin” dedi. Yıllar önce Mehmet Ali Erbil’le TRT’ye yaptığımız bir dizide Rum hizmetçiyi oynamıştım. Rum aksanı oradan kalmış, hiç yeniden çalışmama gerek kalmadan oynadım. Bir an evvel gösterime girmesini istiyorum. Oynadığım en değişik rollerden. Aslında bizim içimizde neler var, rejisörler bunu bulabilse çok çeşitli roller oynayabiliriz.
Güldürmek ağlatmaktan daha zor demişsiniz bir söyleşinizde.
Çok daha zor. Çünkü komedi biraz zamanlama, biraz aklınızın başka türlü çalışmasıyla ilgili bir şey. Biraz analitik zekâya da ihtiyaç var. Yani durum komedilerini anlayıp onları bir matematik problemi gibi çözüp planlamanız gerekir. Levent Kırca, Metin Akpınar, Metin Serezli kâğıt kalemle hesap yapardı. Sahne nasıl olursa izleyiciden daha çok reaksiyon alınır diye. İki damla gözyaşı akıtıp derinlere bakıp “Ah ah” diye ağlatmak çok kolay. Bizim halkımız zaten çok duygusaldır. Tabii ki dram oynayan aktör ve aktrisleri küçümsemiyorum. Komedi oynayan drama oynayabilir ama her drama oynayan komedi oynayamayabilir. Bu lafın altına da imzamı atarım.
Genç neslin sizi ilk sezonu 2003 yılında yayınlanan ve 6 sezon devam eden Sihirli Annem dizisinde oynadığınız “Dudu Peri” karakteriyle tanıdığını söyleyebiliriz. Sizin için nasıl bir deneyimdi?
“Dudu Peri”nin hikâyesi çok sağlam bir Amerikan dizisinden esinlenme. Dizi teklifi için yapımcısı ve başrol oyuncusu İnci Türkay ve İnci Gündoğdu evime geldiler. Bana bu projeden bahsettiler. “Bewitched isimli bir Amerikan dizisizindeki anneyi oynayacaksın” dediler. Diziyi de karakteri de biliyorum. Hatta orijinalinin 1-2 bölüm dublajını da yapmıştım. Ya ben şimdi çocuk dizisinde cadı rolü falan oynamayayım dedim. Ama çok ısrarcı oldular. Kim izler bunu dedim ki öngörülerime güvenirim ama yanılmışım. İçimden boş ver, kabul et, nasılsa 5 bölümde yayından kalkar dedim ama 5 sene oynadı. Bazen kendime, kararlarıma çok gülüyorum. 2009’da Cihan Ünal’la 6 Haftada 6 Dans Dersi’ni oynadık. Çok sükseliydi ve sonra 11 sene boyunca hiçbir rolü beğenmedim. Kapris yapmıyordum ama çeşitli sebeplerden hiçbiri bana uymuyordu. En sonunda Nedim Saban Ağaçlar Ayakta Ölür’le geldi. Artık 11 sene aradan sonra bunu oynayayım dedim ve tam o arada pandemi patladı. Yani bazı öngörülerim de iyi olmuyor (Gülüyor.)

“Dudu Peri”nin çok ön plana çıkmasının ve kimilerinin sizi sadece o rolden ötürü tanımasının sizi mutsuz ettiği oldu mu?
Şöyle huzursuz oluyorum, doğruya doğru. 50 senemi tiyatro ve sinemaya verdikten sonra sokaktaki insanın “Aaa Nevra Serezli” değil de “Aaa Dudu Peri” demesine üzülüyorum. En azından bir oyunumu, seyrettiği bir filmden rolümü hatırlamasını isterim. Ama tabii çok küçük çocuklar beni yıllarca Dudu Peri olarak seyrettiler ve şimdi kocaman insanlar oldular, öyle hatırlıyor olmalarına kızmıyorum ama 1-2 tiyatro oyunumdan da hatırlayın. Bütün oyuncular buna takılır.
Şöyle de güzel bir yanı yok mu peki, bir nesil sizinle büyüdü ama dijital çağda da yeni bir nesle bu şekilde ulaştınız. Sizi tanıyorlar. Torunlarınız “Benim babaannem Dudu Peri” diye okulda arkadaşlarına hava atıyordur belki.
Vallahi sokaktaki halk bana daha fazla ilgi gösteriyor Dudu Peri diye, torunlar gayet cool davranıyor. Hiç de öyle üstüme düşmüyorlar. Çok meraklı değiller tabletten benim dizimi bulup izlemeye. Kızıyorum (Gülüyor.)
Torunlarınızla aranız nasıl?
Büyük bir aşk. Yeryüzünde böyle bir aşk yok. Dün Selim’in 8 yaşındaki kızı oyunumu seyretmeye geldi. Onu kapıda gördüm ve sonra elimi kalbime götürdüm, “Allah’ım bana bu güzellikleri yaşattığın için hamdolsun sana” dedim. Torun sevgisi başka bir duygu. Evlat çok önemli, anne baba çok önemli. Torun sevgisi bambaşka.
Unutamadığınız bir rol var mı?
Seçmek çok zor. Ama 1991’de oynadığım Çılgın Sonbahar, Durdurun Dünyayı İnecek Var’daki 4 kadın tiplemem ve Cihan Ünal’la oynadığım 6 Haftada 6 Dans Dersi derim. Tabii son oyunumdan da çok memnunum.
Pişmanlığınız ya da keşke dediğiniz bir şey var mı?
Pişman olduğum bir şey yok ama keşke çok güzel ve genç olduğum yıllarda televizyon bu kadar faal olsaydı da televizyonda da güzel roller oynayabilseydim diyorum. Şimdi bakıyorum da o kadar güzel roller çıkıyor ki kadınlara. Benim devrimde bu kadar imkân, bol bol dizi yoktu.
İzlerken kıskandığınız oluyor mu?
Ben her iyi rolü kıskanırım. Bir dizi ya da film seyrederken orada iyi oyuncunun oynadığı her iyi rolü ben oynamak isterim (Gülüyor.) Hiç kimsenin malını mülkünü hiçbir şeyini kıskanmam ama rolü kıskanırım.

Dormen Tiyatrosu’na başladığınızda babanız Mehmet Abdülkadir Süreyya Şirvan her akşam oyun çıkışı gelip sizi alırmış ve beraber dolmuşla eve dönermişsiniz. Sizi yalnız bırakmak istemezmiş. Ailenizin sanatınıza nasıl bir katkısı oldu?
Bir kere çok entelektüel bir ailede büyüdüm. Babam hem Robert Kolej hem Sorbonne mezunu. 5 lisan bilirdi. Bir kelime sorardım bütün lisanlarda o kelimenin karşılığını verirdi. Vermekle kalmaz Latin kökenine kadar inerdi. Baba yeter derdim (Gülüyor.) Ansiklopediye gerek yoktu. Babama ne sorsam bilirdi. Babamı kaybettiğim zaman en büyük infialim kütüphaneye gidip bütün kitapları yere atmak oldu. Çok genç yaşta kaybettim babamı. O kadar kendine dikkat eden, spor yapan, ağzına sigara, içki koymayan bir adamın şeker komasından gitmesi benim için büyük bir travma olmuştur. Ne öğrendiysem, hayat prensibim neyse, bugün doğru dürüst yaşayabiliyorsam ve belli bir çizgim varsa hepsi babam sayesinde. Verdiği öğütler o kadar değerliymiş ki hâlâ dikkat ederim. Çok değerli bir insandı. Dormen Tiyatrosu’na başladığımda arabası olmadığı için her gün beni oyun çıkışında almak için tramvayla Beşiktaş’a gidiyor, oradan dolmuşla Taksim’e. Oradan da meydandan Dormen’e yürüyor. Oyun bitiyor, el ele tutuşarak aynı yolu beraber geri dönüyoruz. Belki ben kendi çocuğuma bu kadarını yapmazdım. Çok çok fedakâr bir adamdı.
Bu kadar koşuşturma arasında annelik zor olmadı mı?
Hayattaki en büyük isteğim evlenir evlenmez anne olmaktı. Benim kafamda ne şan ne şöhret vardı. Onlar hep kendiliğinden oldu. Tek bir isteğim vardı. Sevdiğim adamla evleneyim, çoluk çocuk sahibi olayım. Evlendikten sonra hemen Muratçığım doğdu, sonra da Selim. Belki oyunlar daha rahat olsaydı üç hatta dördüncüyü bile düşünebilirdim. Biraz İtalyan ailesi havası severim. Herkesle birlikte yemeğe oturulsun, muhabbet edilsin, yenilsin, içilsin... Yıllar içinden azalanlarımız oldu ama hâlâ devam ettirmeye çalışıyorum 5 torun, çocuklar ve gelinlerle beraber.
Çok evhamlı bir yapınız var. Yoğun çalışıp çocukları da büyütürken bu kadar evham hayatınızı daha da zorlaştırmadı mı?
Çok. Keşke cep telefonu daha erken çıksaydı, daha az çizgi olurdu yüzümde. Büyüme çağında büyük oğluma hiç yetişmedi. Küçüğünde son delikanlılık zamanlarına yetişti. Çok sıkıntı çektim onları merak etmekten. Nedense bende kaybolacaklar korkusu vardı. Sanki çocuklar okuldan çıkınca kaybolacaklar endişesine kapılıyordum. Hâlâ da var. Şimdi de torunlarla aynı şekilde. Anne babasıyla AVM’ye vs. giderken bile “sakın çocukların elini bırakmayın” diye sıkı sıkı tembih ediyorum.
Uçak korkunuz da varmış. Turneler için zor olmuştur.
Evet maalesef. Metin (Serezli) bana bütün Avrupa’yı arabayla dolaştırdı. Bir Amerika’ya gidemedik arabayla (Gülüyor.) Amerika’ya uçakla 8 yaşında gitmiştim sanırım. Uçak korkusu çocuk doğduktan sonra başladı.

Ankara doğumlu olmanıza rağmen 1 yaşında İstanbul’a gelmişsiniz. Sizin İstanbul’unuz nasıldı?
1 yaşında Bebek’e gelmişiz. Kendimi Bebekli sayarım. 3 yaşında Bebek’ten denize girmeye başlamışım. O zaman İstanbul bambaşka tabii. Yıllarca Bebek’te yaşadım. Bebek dünyanın en güzel yeriydi ama hiç de favori bir yer değildi o zamanlar. Kolejdeyken utanırdım Bebek’te oturuyorum demeye. Çünkü Nişantaşı falan çok havalıydı. Maçka, Teşvikiye. Bana sordukları zaman kısık sesle “Biz Bebek’teyiz” derdim, “Aaa orası köy” derlerdi.
Neler yapardınız İstanbul’da?
İstanbul’da okul gezileri harici çok fazla gezebilen bir tip değildim. Korkak bir tiptim. Ama Beyoğlu’na sinemalara ve tiyatrolara giderdik. Kü.ücükken Beşiktaş Sineması’na tramvayla gider 3 film birden izler eve dönerdim. Daha o zaman sinema ve tiyatro tutkum vardı. Göksu Deresi’ne giderdik, Bebek’ten Kanlıca’ya yoğurt yemeye geçerdik. Bebek tam bir köy o zamanlar. Ayşecik filmleri gibi manav amca, eczacı abla bütün esnafla sohbet ede ede eve giderdim. Annem arkamdan gelirmiş, manav amca “Nevra az önce elma aldı, eve gitti” dermiş. Güzel yaşadık Bebek’te.
Şimdilerde yoğun bir turne programınız var. Yorucu olmuyor mu?
Çok yorucu, bir o kadar da keyifli. Gayet lüks bir minibüsle ekip olarak hareket ediyoruz. Keyfimizden hiç .dün vermiyoruz. Şuralarda duralımlar, çay kahve içelimler, molalar. Vakit geçiyor.
Hiç yazmak, yönetmek istemediniz mi?
Yazmak konusunda hiç kabiliyetim yok. Mektup bile yazamam. Hatta telefonda bile mesaj yazmak yerine kalpli gülen yüzü keşfettim, direkt ona basıyorum ya da sesli kayıt işime geliyor. Yönetmeyi denemedim ama başkası bir şey ortaya koyarken neyin yanlış, neyin doğru olduğunu çok güzel yakalayabiliyorum da bir türlü cesaret edemiyorum. Daha uzun yıllar var, ileride neden olmasın.

Telefon, mesaj demişken teknolojiye dair çocuklarınızdan, torunlarınızdan bir şeyler öğreniyor musunuz?
Elektronik ve bilgisayar konusunda geriyim. Allahtan oğullarım, özellikle Murat bu işin üstadı. Torunlar da yavaş yavaş öğreniyor. Ve küçücük kafalarıyla bunu nasıl beceriyorlar anlamıyorum. Bizim kafamız bazı şeylere ermiyor. Daha doğrusu öğrenmek için yeterince çaba sarf etmiyoruz. Whatsapp, e-posta falan kullanıyorum. Faydalanıyorum yani. Ama yol bulma uygulaması bana zor geliyor. Şansıma da hep yanlış yola sokuyor. O zaman babadan kalma yöntemle camı açıp “Kardeşim şuraya nasıl giderim?” diye yol soruyorum ve öyle hemen buluyorum. Ne zaman benden konum isteseler onun yerine adres tarif ediyorum.
Son dönemlerde neler izliyorsunuz?
Dijital kanalları izliyorum. Televizyondaki her dizinin ilk bölümüne bakarım. Bu benlik derim, devam ederim. Bunu hiç sevmedim, gitmez bu, 4 bölümde biter dersem 5 bölümde biter. Dijitalde çok güzel belgeseller izliyorum. Otobiyografilere bayılırım. Eski filmlerin gösterildiği kanallara hep bakarım.
Yeni projelerinizin hazırlığında yakaladım sizi. Son olarak biraz onlardan da bahseder misiniz?
Tabii. Ayşe Kulin’in romanından uyarlanan Veda’yı yapıyoruz. 9 Eylül’de İzmir’de galasını yapacağız. Bir de filmde oynadım, Oregon. Zihni Göktay’la karı kocayı oynadığımız bir komedi filmi. Bize vakit ayırdığınız için çok teşekkürler. Daha nice başarılı, ödüllü yıllar diliyoruz.