Dünya Ekonomik Forumu 2020 Cinsiyet Eşitsizliği Endeksi’ne göre Türkiye, 156 ülke arasında 133. sırada. Son genel seçimlerden sonra Türkiye’de milletvekillerinin sadece yüzde 20’si kadın. Toplumsal cinsiyet eşitliği bakımından Türkiye, 36 OECD ülkesi arasında 35. sırada. Kadına yönelik şiddette Avrupa ve OECD lideriyiz. Kadın Cinayetlerini Durduracağız Platformu verilerine göre 2022’de erkekler tarafından 334 kadın öldürüldü, 245 kadın şüpheli şekilde ölü bulundu. 12 milyon kadın ev işleri nedeniyle çalışma hayatına katılamıyor, 4 milyonu aşkın kadın işsiz. İş yaşamında kendine yer bulabilenler ise ayrımcılık, cam tavan sendromu, mobbing ve tacizle mücadele ediyor. Kız çocukların okullaşma oranı ise her yıl düşüyor.
Öte yandan ev yaşamında en büyük yük kadının sırtında. Ailede ev işleri ve çocuk bakımı büyük oranda kadınlar tarafından üstleniliyor. İstanbul Sözleşmesi’nden çekilen devlet, kadının korunmasına yönelik 6284 Sayılı Kanunu tartışmaya açan vekiller, devletin kadının arkasında durmadığını gösteriyor.
Ezcümle Türkiye’de kadınlar haklarından yoksun, işsiz, şiddetle burun buruna, eşitsizlikle iç içe yaşıyor. 2015’te yapılan bir araştırmanın sonuçlarına göre kadınların yüzde 32’si, şiddet gören kadınların yüzde 48’i “Dünyaya tekrar gelsem, kadın olmak istemem” diyor. Türkiye maalesef, kadınlarını doğduğuna pişman ediyor.
Bir de madalyonun öteki yüzü var. Gençlik ve Spor Bakanlığı verilerine göre 2022 yılında Türk sporcuların dünya şampiyonalarında elde ettiği 551 madalyanın 337’sini yani yüzde 61’ini kadın sporcular aldı. Lisanslı erkek sporcu sayısı daha fazla olmasına rağmen Avrupa şampiyonalarında elde edilen toplam 948 madalyanın 521’i (yüzde 55) yine kadınlarındı.
A Millî Kadın Voleybol Takımımız, 2023 CEV Avrupa Şampiyonası finalinde Sırbistan’ı 3-2 yenerek Cumhuriyet’in 100. yılında Avrupa şampiyonu oldu. 100. yıl kutlamaları hayal kırıklığı yaşatırken belki de en anlamlı kutlama böylece kadınlardan gelmiş oldu. Filenin Sultanları sayesinde çok uzun zaman sonra sevinci ve ortak bir gururu paylaştık. Milyonlarca insan karşı karşıya gelmek yerine yan yana geldi. Böylece kadınlar kısa bir süreliğine de olsa kutuplaştırılmış bir milleti birleştirdi, yüzümüzü güldürdü.
Bu kadar baskı altında tutulan, eşit imkânlardan yoksun bırakılan, şiddet gören, hakları elinden alınan kadınlar, sporda bu başarıyı nasıl yakaladı? Nasıl oldu da her bakımdan desteklenen erkeklerden çok daha fazla madalyayı boyunlarına astılar? Kadın ve erkek sporcular arasındaki farklar neler? Kadınlar disiplin, başarı, rekabet gibi alanlarda erkeklerden farklı düşünüp farklı mı davranıyor?
Tüm bu soruları kadın sporculara, spor yöneticilerine, bilim insanlarına, spor yazarlarına sorduk.
BUSENAZ SÜRMENELİ, DÜNYA VE OLİMPİYAT ŞAMPİYONU BOKSÖR
Fiziksel olarak güçsüz, duygusal olarak zayıf olduğumuzu düşünüyorlar ama çok yanılıyorlar
Sohbete ailenizden, yaşamınızdan bahsederek başlayabilir miyiz? Ailede sizden başka sporcu var mı?
Bir ablam, ikiz kız kardeşim, bir de erkek kardeşim var. Babam uzun yol şoförü. Annem gençliğinde sporla çok zaman geçirmiş, eski lisanslı tekvandoculardan. Benim spora yatkınlığım da biraz o taraftan geliyor.
Sizi spora, özellikle de boksa yönlendiren kim ya da kimler oldu?
Annem ben küçükken her spor branşını denemem için teşvik etmiş. Futbola çok hevesliymişim. Hâlâ da çok severim. Oynarken ciddi yeteneğim vardı ama genel olarak hareketli ve enerjik bir yapıya sahiptim. Teyzemin eşinin boks antrenörü olması, bir gün boks antrenmanına beni götürmesiyle birlikte ringlerde geçen yolculuğumun ilk adımını atmış oldum.
Boksör olmak küçük bir kız çocuğunun idealleri, hayalleri arasına nasıl girdi?
Ben boksla tanıştığım anda daha çocuk yaştayken hayattaki hedefimi bulduğumu hissediyordum. Tabii ki o yaşlarda olimpiyat şampiyonluğu hayali kuramıyorsunuz ama anlatmak istediğim şey kendimi boks yaparken antrenmanlarda çok rahat ve mutlu hissetmem. Sahip olduğum fiziksel kapasite ve enerjiyi doğru kanalize edebileceğim bir alan bulmuştum.
Başlarda yakın çevrenizde boksu seçmenize itiraz eden, karşı çıkan oldu mu?
Hem aile içinden hem yakın çevreden hem de tanımadığım birçok insandan bu itirazları duydum. Ama annem her zaman dağ gibi arkamdaydı. “Yürü kızım” dedi. “Sen seviyorsan ve inanıyorsan hiç durmadan yürü.” Yürüdüğüm yolun bugün geldiği noktada ise daha önce itiraz edenleri beni alkışlarken ve “İstiklal Marşı”nı birlikte okuyunca ağlarken görüyorum.
Sizin gibi şampiyon bir sporcu olmak için nelerden vazgeçmek gerekiyor? Siz nelerden vazgeçtiniz?
Sporculuk gerçekten çok zordur. Başlamak ve başarı elde etmek bazen hızlıca ortaya çıkar. Bazen de başladıktan sonra başarının gelmesi uzun yıllar sürer. Her iki durumda da dezavantajlar var. Hızlı başarı elde etmiş biriyseniz bu başarıyı sürdürülebilir kılmalısınız. Daha geç başarı elde edenlerdenseniz o hayaliniz gerçek olana kadar sebat etmeli, dayanmalı, sabretmelisiniz. Arkadaşlarınızdan, ailenizden, sosyal aktivitelerden uzak kalmayı göze alabilmelisiniz. Her sabah hava daha aydınlanmadan kalkmayı göze almalısınız. Yeri geldiğinde bir lokma bir şey yerken bile acaba diyetimi kötü etkiler mi düşünceleriyle yaşamayı öğrenmelisiniz.
Peki bir kadın sporcunun karşısına erkek sporculardan farklı olarak ne gibi sorunlar çıkıyor?
Fiziksel olarak güçsüz, duygusal olarak zayıf olduğumuzu düşünüyorlar ama çok yanılıyorlar. Bunların hepsi birer ön yargı. Çok ama çok başarılı, fiziksel atletik seviyesi zirvede, mental sağlığını demir gibi koruyabilen kadınlarımız var. Gücümüzle, zekâmızla, duygularımızı kontrol etme becerimizle herkese örnek oluyoruz.
Türkiye’de şampiyon bir kadın sporcu olmak ne anlama geliyor?
Çok kısaca özetleyeyim: Yukarıda bahsettiğim ön yargılarla karşılaşan küçük kızlar, genç kızlar hatta yaşça büyük kadınlar bizlere bakıyor ve diyorlar ki: “İşte aradığım cesaret ve ilham bu kızda. Nasıl da mücadele etmiş benim maruz kaldığım bu zorluklarla, nasıl da hepsini yıkıp geçmiş. Ben de yapacağım.” Benim için şampiyon bir kadın sporcu olmanın anlamı, o insanların güzel yorumlarında ve gözlerinde saklı.
Günlük ve yıllık rutininiz idmanlar, müsabakalar, özel hayat bakımından nasıldır?
Yılın çok büyük bir bölümünde, müsabakam olsun veya olmasın kamplarda oluyorum. Boksta kendini salma, bırakma gibi durumların cezasını sporcu çok ağır öder. Vücudunuzu bir hafta disiplinden uzak tutun, bir ay geriye gitmiş gibi olursunuz. Yıl içinde Dünya ve Avrupa Şampiyonası gibi büyük organizasyonlarımız oluyor. Bunun dışında da hazırlık turnuvaları ve bireysel kamplar oluyor. Tüm bunlardan artakalan zamanım olursa ailemle özlem gideriyorum.
YENİ ÖDÜL
Busenaz Sürmeneli, Buse Naz Çakıroğlu ile birlikte bu yılın Mustafa V. Koç Spor Ödülü’nü de kazandı. Konuşmasında, “Bugün burada olimpiyat madalyalı iki genç Türk kadını olarak, Atatürk’ün bizlere gösterdiği hedefe giderken elinden gelen en yüksek çabayı gösteren Cumhuriyet çocukları olarak bulunuyoruz. Aydınlık yarınlara yürümenin birden fazla yolu var. En önemli olanlarından biri ise spor. Biz, aldığımız madalyalarla yalnızca kişisel başarılarımızı taçlandırmış olmuyoruz.
Onca emek, deyim yerindeyse kan, ter, gözyaşının sonucu avuçlarımızda tuttuğumuz o madalya; bizi izleyen, bizi takip eden on binlerce insana da bir şeyler ifade ediyor” dedi.
ÇAĞLA BÜYÜKAKÇAY, MİLLÎ TENİSÇİ
Aynı işi yapıyoruz ve kesinlikle eşit davranılmayı hak ediyoruz
Sadece teniste değil, sporun pek çok dalında kadın sporcuların yükselişini siz içeriden bir isim olarak nasıl açıklıyorsunuz? Neden şimdi yaşanıyor bu yükseliş? Üstelik Türkiye genel olarak kadın özgürlüğü bakımından geriye doğru giderken…
Rol modellerin sayısının artmasının önemli bir payı olduğunu düşünüyorum, şu anda voleybolcuların rol model olması gibi. Onlar başarınca aileler bizim kızımız da yapabilir diye düşünüyor. Türkiye’nin eğitim sisteminde spor kültürünün olmaması, spora ve sporcuya bakış açısı açıkçası engelleyici olabiliyor. Spordan para kazanılmaz, spor bir meslek değildir gözüyle bakılıyor. Kadınlar olarak birbirimizden güç aldığımıza inanıyorum ben. Erkeklerde böyle bir şey var mı bilmiyorum ama branşlardan bağımsız olarak kadınlar birbirinden güç alıyor, birbirini olumlu etkiliyor. Voleybolcuların şampiyonluğu bana güç veriyor örneğin.
Şimdi siz erkek sporculardan bahsetmişken sorayım; kadın sporcularla erkek sporcuların motivasyon kaynakları, rekabetin ve başarının nasıl karşılandığı benzer mi?
Bence kadınlarla erkekler arasında ciddi farklar var. Tamamen farklı varlıklarız. Biz duygusal olarak çok daha baskınız ama bu özelliğin bence spora artı bir etkisi oluyor. Ben bunu hem erkek hem de kadın sporcularla çalışan antrenörlerin yorumlarından anlıyorum. Kadınların çok daha profesyonel olduklarını, işlerini çok daha fazla ciddiye aldıklarını, yapılması gerekenleri çok daha disiplinli biçimde uyguladıklarını anlatıyorlar. Erkekler biraz şansa bırakarak biraz yeteneklerine güvenerek gidiyor. Kadınlar şansa bırakmaktan hoşlanmıyor. Hep daha fazlası için zorlayarak çalışıyoruz. Erkekler çok daha rahat. Belki duygusal dünyaları daha rahat olduğundandır.
Siz en genç millî, grand slam oynayıp tur geçen ilk Türk kadın tenisçisiniz, ayrıca en yüksek dünya sıralamasına sahip Türk kadın tenisçisi olarak olimpiyatlara gittiniz… Tüm bu ilklere ve enlere sahip sporcu olmak için nasıl çalıştınız, nelerden vazgeçmek zorunda kaldınız?
Ben tenise sekiz yaşında başladım ama profesyonel olmak gibi bir amacım yoktu. Bu bazen rakiplerim karşısında dezavantajım da oldu. Onlar profesyonel olmak için başlamışlardı çünkü. O dönem ülkemizde zaten böyle bir altyapı yoktu. Ben sadece tenis oynamak istedim. Yıllar geçtikçe hem çok sevmem hem başarılı oldukça daha da iştahlanmam beni profesyonel sporcu olmaya yöneltti. Tenisle ilgili yapılmamış çok şey olduğunu gördüm. Bu yapılmamışları başarabilmek için motivasyon hissettim. Küçüklüğümden itibaren bizim yabancılara karşı oynayamadığımızı duydum. Sanki onlar bizden çok farklıymış gibi gözümüzde büyütüyoruz. Aşılması gereken böyle mental bir blokaj vardı. Genç yaşlarda dünya tenisine girince bu eşiği kendi içimde kabul etmedim. Sporcu olmak elbette çok büyük bir sorumluluk ve fedakârlık. Yaşıtlarınızın en büyük sorumluluğu ödevlerini yapmak, sınavlarda başarılı olmakken siz büyük bir maça çıkıyorsunuz, arkanızda duran insanlara ve kurumlara size yaptıkları yatırımın karşılığını vermeye çalışıyorsunuz, disiplini çok erken yaşlarda öğreniyorsunuz. Bunun bir insanın hayatına çok güzel getirileri var ama ciddi fedakârlıklar da gerektiriyor. Sabah sekizde başlıyor bu iş, akşama kadar çalışılıyor. Tıpkı sabah evden çıkıp akşam dönen çalışanlar gibi. 7/24 sağlığına, vücuduna, antrenmanına yüzde yüz konsantre olman gerekiyor. Ben bunları fedakârlık olarak görmedim, yaparken keyif aldım çünkü emek verdikçe karşılığını alıyordum. İlkleri başarmak, Türkiye’nin teniste var olabileceğini dünyaya göstermek, grand slam’lerde bir Türk olarak başarılı olmak, 2016’da olimpiyatlara gitmek… Bunları Türkiye adına başarmak benim için çok mühimdi. Genç sporculara bir parça ilham olabilirsem, onlara yol açabilirsem ne mutlu bana.
Bir sporcunun yetiştiği dönem, eğitim hayatının da en önemli yıllarına denk geliyor. Eğitim ve sporu Türkiye’de birlikte götürmek zor mu? Bunu mümkün kılan bir sistem var mı?
En büyük fedakârlıklardan biri bu zaten. İkisinden birini seçmek zorunda kalıyorsunuz. Yaşıtlarınız, arkadaşlarınız, sosyal çevreniz okula giderken siz antrenmana gidiyorsunuz. Biz eğitim yerine sporu tercih ettiğimizde yakın çevremiz bile aileme, “Siz ne yapıyorsunuz, spor sonsuza kadar gitmez, bu işten para kazanabilecek mi, eğitim daha öncelikli” diyordu. Türkiye’deki sistem genç sporcuları bir seçim yapmak zorunda bırakıyor. İyi bir sporcu olmak, uluslararası başarıları elde etmek için sabahtan akşama kadar çalışmak zorundasınız. Ben okula gideyim, çıkışta antrenmana giderim diyemiyorsunuz. Elbette 12 yaşımdan 17 yaşıma kadar ben de bunu yapmak zorunda kaldım. Sabah antrenmana, sonra okula, sonra tekrar antrenmana gidiyordum. Bu çok büyük bir yük. Üniversite dönemi geldiğinde bizim birçok yetenekli sporcumuz eğitimi tercih etmek zorunda kalıyor çünkü toplum böyle dayatıyor. Spora başlayan çocuklar en çok performans yaşına geldiklerinde yani 12-13 yaşında, bir de üniversiteye hazırlık döneminde sporu bırakıyor. Yurt dışında bu konuda biraz daha esnekler. Sporun eğitime entegre edildiği sistemler var.
Peki siz ne yaptınız, üniversite eğitiminden vaz mı geçtiniz?
Marmara Üniversitesi Spor Yöneticiliği Bölümü’ne girdim ama devam zorunluluğu nedeniyle maalesef eğitimimi sürdüremedim. Şimdi o orada beni bekliyor yani daha bitirilecek bir okulum var. Mesele sadece antrenmanlar değil, yılın 30 haftası turnuvalarda korta çıkıyorum. En büyük handikap bu seyahat zorunluluğu.
Tekrar en başa, kadın sporcu olmak meselesine döneceğim. Türkiye’de kadın olmak, kadın profesyonel olmak malum çok zor. Hep mücadele etmek, erkeklerle rekabete girmek, engelleri aşmak, en azından bunun için hep çabalamak gerekiyor. Kadın-erkek eşitliği bakımından spor camiasının daha adil olduğunu söyleyebilir miyiz? Sporda kadınların daha az adaletsizliğe uğradığını söylemek mümkün olabilir mi?
Evet, bence mümkün. Çok hoşuma giden bir söz var: Her yerde torpil olur ama sporda olmaz. Sadece kadın olduğunuz için sizi kimse o madalyadan mahrum bırakamaz. Belki gazeteler sizin yerinize bir erkeği baş sayfaya çıkarmayı tercih edebilir ama madalyanızı elinizden alamaz. Teniste erkekler eskiden daha fazla para ödülü alıyormuş. Sonra WTA’nın (Women’s Tennis Association – Kadınlar Tenis Birliği) kurucusu, feminist Billie Jean King ve arkadaşları bu meseleyle ilgili büyük bir isyan çıkarmışlar. Bu yıl kadın ve erkek para ödüllerinin eşit verilmesinin 50’nci yılı kutlandı. Biz de aynı işi yapıyoruz ve kesinlikle eşit davranılmayı hak ediyoruz. Tenis adına konuşacak olursam kadın ve erkek sporcu sayısının dengeli olması, eşitsizliğin daha da silinmesini sağlıyor.
Sizi örnek alan, tenisi çok seven ama zengin sporu imajından korkan, nereden başlayacağını bilemeyen 7-8 yaşlarında bir kız çocuğuna ne söylemek isterdiniz?
Gerçekçi olmak lazım, tenis gerçekten masraflı bir spor. Ortalama gelire sahip bir aile zor yetişebiliyor. O nedenle ekonomik bakımdan destek gerekli. Kendimden örnek verecek olursam, erken yaşlarda başarıyı yakaladığım için ailem bana büyük yatırımlar yapmak zorunda kalmadı. Bunu kız çocuklarını motive etmek için söylüyorum. En başından “Tenis zengin sporudur, biz bu işe hiç başlamayalım” diye yaklaşmamak lazım. Eğer tenise sevginiz her şeyin üzerindeyse devam edin. Bazen veliler çocuklarından daha istekli olabiliyor. Bu doğru bir şey değil. Eğer çocuk, anne babası zorlamadan antrenmana gitmek için hevesliyse tenis ortamında zaman geçirmek için sabırsızlanıyorsa bu bir başlangıç noktasıdır. Elbette yeteneksiz olmaz ama çalışmayla birlikte gitmesi lazım. Tenisçi sayısının artmasına çok ihtiyacımız var.
İST’İN KAPAK YÜZÜ AZRA ÖZTÜRK (HENTBOLCU, CENT KOLEJİ VE U17 MİLLÎ TAKIM SPORCUSU)
Branşımın öz güvenli olmamda etkisi büyük
“16 yaşındayım, lise son sınıf öğrencisiyim.
Hentbol oynamaya 9 yaşında başladım. Ablam okul takımında hentbol oynuyordu, ablamı izledim ve ben de oynamak istedim. Okul takımının seçmelerine katıldım ve seçildim.
Branşımın en sevdiğim özelliklerinden biri sonucun hiçbir zaman önceden kestirilememesi. 10 sayı farktan geriye dönüp kazandığımız maçlar oluyor. Oynaması da izlemesi de çok zevkli. Çoğu branştan bir şeyler barındırıyor ayrıca.
Hentbolun bana kazandırdığı en önemli özellik sosyalleşmeme yardımcı olması. Hentbol sayesinde bir sürü yeni arkadaşım oldu. Takım sporu olduğu için empatiyi, yardımlaşmayı öğrendik. Öz güvenli olmamda da etkisi büyük. Yurt dışına gidip geldikçe farklı kültürleri gördüm, İngilizce konusunda da kendimi geliştirebildim.
Rutinimiz haftanın 5 günü antrenman bir günü maç şeklinde. Antrenman programlarımızı eksiklerimize göre her hafta hocalarımız hazırlıyor.
Şu anda ilk hedefim 2025 yılında oynayacağımız Dünya Şampiyonası’nda ülkemizi en iyi şekilde temsil edip şampiyon olmak. Ayrıca A Millî Takımımıza yükselmek ve yurt dışında oynamak… Yurt dışında oynamak istediğim takım ise Macaristan'ın Györ takımı. Örnek aldığım sağ oyun kurucusu Ana Gros da o takımda oynuyor.”
KÜBRA DAĞLI, DÜNYA ŞAMPİYONU TEKVANDOCU
Sporun cinsiyetle alakalı olmadığını umarım herkes anlar
Sizin ve sizin neslinizden başka sporcuların da başarılarıyla bu imaj biraz değişti ama tekvando hâlâ “erkek” bir spor olarak görülüyor. Bundan neredeyse 15 sene evvel 12 yaşında bir kız çocuğu olarak neden ve nasıl bu sporu seçtiniz?
Bizim ailemizde herkes sporcu diyebilirim. Aileden gelen bir şey oldu. Dedem herhangi bir branşla ilgilenmese de her sabah kendi oluşturduğu egzersiz rutinini yapardı. Babam genç yaşlarda boksa başlamış, amcam da kungfu ve tekvandoya gitmiş. Daha sonra işleri ilerletip amcam ve babam bir spor salonu açmaya karar vermiş. Buraya ben de kuzenimle birlikte yazılmaya ve tekvando öğrenmeye karar verdim çünkü bizden önce bu sporu yapanları izlediğimizde çok hoşumuza gidiyordu. Özeniyordum, kendimi onların yerine koyuyordum ama hiçbir zaman ne babam ne amcam gelin siz de başlayın dedi. Biz kendimiz karar verip gittik. İlk antrenmana girdiğimde kendimi çok iyi hissetmiştim. Öz güvensiz bir kız çocuğuyken bir şeyleri yapabildiğimi görünce çok seviniyordum. Ben bu kadar çok sevmişken tabii dışarıdan gelen sesler bambaşkaydı. “Kız kısmı spor mu yapar… Bacakların yamulur… Evde kalırsın…” Bunlar gibi birçok söz geliyordu bana ve aileme. Tabii biz bu sözlere karşı sağır olup sevdiğimiz şeylerin peşinden gittik. Sonuçları da çok şükür güzel oldu. Bunları söyleyenler, şimdi, “Helal olsun kadınların gücünü tüm dünyaya gösterdin” diyor. Bu algıyı biraz da olsa yıktığımı düşünüyorum (gülüyor).
Her sporun ayrı bir felsefesi, kişide geliştirdiği özellik var. Sizin tekvandoda sevdiğiniz yanlar neler? Sizde, karakterinizde neleri değiştirdi?
Tekvando sporcuda hem fiziksel hem de psikolojik olarak birçok etkiye sahip. İnsana hem bedenini hem de ruhunu terbiye etmeyi öğretiyor. Zaten “tekvando” kelimesinin sonundaki “do” ifadesi, ahlaki doğruluğa giden faziletli yol anlamına geliyor. Tekvando bana disiplinli olmayı öğretti. Azmettiğim zaman sonucunda çok güzel işler başarabileceğimi spor sayesinde öğrendim. Fiziksel olarak çok daha esnek, güçlü ve koordinasyon sahibi oldum. Zihinsel olarak ise birden fazla şeyi aynı anda düşünme becerisine kavuştum. Mental açıdan daha güçlüyüm. Pes etmemeye, üzerine gittiğimde her şeyin olabileceğine inanıyorum. Bu da bizi bir seviye ileriye atıyor.
Genel olarak spor, sporcu olmak bir kadına neler katar, onu nasıl geliştirir?
Spor yaparken vücudun salgıladığı dopamin ve artan kan basıncı sayesinde hem hafıza gelişiyor hem de yaratıcılık artıyor. Aynı zamanda daha sağlam bir vücuda sahip oluyorsunuz. Kendi adıma, bunlar öz güvenimi artırıyor. Öz güvene sahip bir kadın cesaretle, kendinden emin bir şekilde hareket eder. Bu da bir kadına, yaşamının her alanında fayda sağlar.
Sizce Türkiye’de kadın ve erkek sporcuların başarıları eşit derecede görülüp takdir ediliyor mu?
Ben sporcu olarak analiz ettiğimde, takdir meselesinin spor branşları arasında farklılık gösterdiğini düşünüyorum. Örneğin voleybol kadın sporu olarak görülüp daha çok destekleniyor. Bu sporda erkekler daha az destek alıyor ya da jimnastik yapan bir erkek sporcu tayt giydiği zaman yadırganıyor. Jimnastik kadın sporu olarak görülüyor ya da tekvandoda mesela kötü tekme attığımda “Kız gibi vuruyorsun”, iyi tekmeler atınca “Erkek gibi vuruyor ya, çok iyi” deniliyor. Bu sporu kızların iyi yapması yadırganıyor. O yüzden eşit şekilde görüldüğünü düşünmüyorum. Umarım sporun cinsiyetle alakalı olmadığını herkes anlar. Kadınların hayatlarına sporu aldıklarında daha mutlu, akıllı bireyler olabileceklerinin farkına varmalarını istiyorum.
ALP ULAGAY, SPOR YAZARI
Bu akşam kadın ve erkek millî takımlarının aynı saatte maçı olsa kadınlar daha fazla izlenir
Spor yazarı Alp Ulagay’a göre Türkiye’de kadın sporcuların başarısını belirleyen birkaç faktör var: Alana yapılan uzun vadeli yatırımlar, sabırlı ve uzun soluklu yönetim, sponsorların desteği ve kadınların baskı karşısında daha iyi motive olması bunların en önemlileri. Ulagay’a göre A Millî Kadın Voleybol Takımı’nın şampiyonluğu ülkeye de taze bir nefes aldırdı:
"Özellikle erkek futbolu Türkiye’de sporun enerjisini ve spora harcanan parayı emiyor. Ülkenin genel hâletiruhiyesini de yansıtan bir kavga dövüş var erkek futbolunda. Olumsuzlukların hepsinin bir yansımasını görmek mümkün. Plansızlık, gereksiz harcamalar, çekişmeler, hakaretler…
Oysa kadın sporu çok daha pozitif. Spor yapan kadınlar hedefine odaklanıyor ve o doğrultuda ilerliyor. Dış etkilerin odağını dağıtmasına izin vermiyor. Disiplinliler. Voleybol takımının başarısı bunun en iyi göstergesi ama bireysel sporlarda da böyle bir şey var. Kadın güreş ve kadın boks örneğin. Bu ikisi olimpik olarak çok genç sporlar ve Türkiye bu iki alanda çok başarılı. Hatta kadın güreşçilerimiz erkeklere kıyasla daha başarılı son dönemde.
Bu akşam A Millî Kadın Voleybol Takımı'yla Erkek Millî Futbol Takımı’nın aynı saatte maçları olsa, her ikisi de erişimi kolay kanallarda yayınlansa kadınlar daha fazla izlenir. Erkek futbolu çok başarısız, takım sempatik değil, iyi oynamıyorlar.
Voleybol, kadınlar için bir numaralı takım sporu Türkiye’de. Son birkaç yıl için değil, 20 yıldır böyle. Voleybol takımının son şampiyonluğundan sonra ailelerin kız çocuklarını bu alana daha çok yönlendireceğine kesin gözüyle bakıyorum.
Tabii bir de şu var; sporun kuralları yurt dışındaki kurumlar tarafından çok uzun yıllar önce konmuş, belirlenmiş. Çok tanımlı, kurallı bir alan ve orada doğrudan erkeklere karşı mücadele etmek zorunda da değilsin. Üstelik kuralların keyfî olarak bozulması, değiştirilmesi de söz konusu olamaz. Türkiye’deki kadınlar, o alanda daha özgürce, daha güvenli mücadele etmenin, oynamanın rahatlığını da yaşıyor bana kalırsa. Diğer bütün alanlarda bir erkek müdahalesi, eşitsizlik, ayrımcılık var. Hâlbuki sporda hem cinsiyetine göre zaten ayrılmış oluyorsun hem de mesleğinin alanına keyfî müdahale olamaz. ‘Filenin yüksekliğini artırıyorum, bundan sonra voleybol beş kişi oynansın veya boks yapan kadınlar eldiven takmasın’ denemez. Bu sayede kadınlar zihinsel olarak spor alanında daha rahat hissediyor sanırım ve bu nedenle daha başarılı oluyorlar. Erkeklerde zaten fütursuz bir rahatlık var, bu nedenle spor onlara özgürlük alanı gibi değil kısıtlandıkları bir alan gibi geliyor olabilir."
NEŞE GÜNDOĞAN, TÜRKİYE MİLLÎ OLİMPİYAT KOMİTESİ (TMOK) GENEL SEKRETERİ
Kadınların spora katılımının miladı Cumhuriyet’in kuruluşudur
Neşe Hanım öncelikle “spor ve kadın” parantezinde Türkiye’nin mevcut durumunun bir röntgenini çekebilir misiniz? Türkiye kendi geçmişiyle ve dünyayla kıyaslandığında nasıl bir yerde? Bunu hem kadın sporcu sayısı hem de bu sporcuların kalitesi, başarı durumu, dünya sıralamasındaki yeri bakımından soruyorum.
Türkiye’deki mevcut lisanslı sporcunun yaklaşık yüzde 40’ı kadın. Buna karşın, son yıllarda dünya şampiyonalarında kazanılan madalyaların yüzde 60’ını kadınlarımız elde etmiş durumda. Bu veriler bize iki şeyi gösteriyor: Türkiye’de kadınların spora katılımı son 20 yılda 30 katına çıkarken kadınların başarı yüzdesi erkek sporculardan daha yüksek... Kadın sporcuların uluslararası arenada özellikle son yıllarda elde ettiği başarılar ve buna bağlı olarak dünya sıralamasındaki yükselişleri, bizi önceye göre daha güçlü bir konuma taşıdı. Kadın sporcu sayısı ve kalitesi açısından bu ilerlemeleri olumlu ve önemli bulmakla beraber, dünyayla başka bir açıdan kıyaslandığımızda, 85 milyonluk bir ülkenin kadın sporcu sayısını ve olimpiyata katılım hakkı elde edenlerin sayısını olması gerekenden düşük olarak değerlendiriyorum. Bu alandaki potansiyelin tam anlamıyla gerçekleşmesi için daha fazla çaba, tüm spor dallarında sporla tanışan ve imkân sağlanan kız çocukları sayısının ülke genelinde artırılması, daha fazla finansal destek ve medya ilgisi gerekiyor. Kısacası, sporda ve teknik/idari yöneticilik gibi sporun her alanında cinsiyet eşitliği adına daha alınacak çok yolumuz olduğunu düşünüyorum.
A Millî Kadın Voleybol Takımı’nın şampiyonluğuyla geniş kitleler tarafından konuşulur oldu ama Türkiye’de sporcu kadınların başarı ivmesi ne kadar zamandır yukarı doğru gidiyor ve kilometre taşları neler? Bu ivmenin bir miladı, bir dönüşüm noktası var mı?
Ülkemizde kadınların spora katılımının miladı Cumhuriyet’in kuruluşudur. Cumhuriyet’le elde edilen, oy kullanma hakkı dâhil, kadın haklarındaki gelişmeler, kadınların sporda da yer almaya başlamasının önünü açan en önemli etken. Kadın sporcuların başarı ivmesinin yükselişindeki önemli kilometre taşları arasında devlet, yerel yönetim ve spor kulüplerinin tesis yatırımları, kulüp/ federasyon ortak vizyonları, altyapı geliştirme, sporcu eğitimi, başarılı kadın sporcu rol modelleri, medyada görünürlük artışı, artan sponsorluklar, destek programları ve uluslararası organizasyonlardaki başarılar sayılabilir. A Millî Kadın Voleybol Takımımızın olağanüstü uluslararası başarıları, bu ivmenin belirgin bir örneği olmakla birlikte tek örneği de değil. Güreşten boksa, tekvandodan modern pentatlona birçok sporda kadınlarımız, olimpiyatlar dâhil uluslararası organizasyonlarda büyük başarılar elde ediyor. Voleybol ve basketbol kadın millî takımlarımızın Londra 2012 Olimpiyat Oyunları’na katılım hakkı elde etmeleriyle kafilelerimizde rekor sayıda kadın sporcu sayısına ulaştık. Tokyo 2020 Olimpiyat Oyunları’ndan önceki tüm zamanlarda sadece beş kadın sporcumuz madalya kazanmışken Tokyo 2020’de bu sayı katlanarak 10’a vardı. Ancak bu gelişimin sürekli çaba, yatırım, destek ve teşvik gerektirdiği unutulmamalı. Cinsiyet eşitliği, finansal destek, altyapı gelişimi ve medya ilgisi gibi faktörler, ivmenin sürdürülmesi için kritik öneme sahip.
Peki kadın sporcuların erkeklerin önüne geçen başarısının formülü nedir?
Bu başarıların temelini iyi altyapı eğitimi, yetkin antrenör, doktor, psikolog, fizyoterapist, kondisyoner, beslenme uzmanı ve diğer teknik görevli destekleri, antrenman ve yarışma olanakları, teknik ve fiziksel gelişim, motivasyon ve destek gibi unsurlar oluşturuyor. Bunların yanında yetenek ve potansiyel, çalışkanlık ve disiplin, teknik ve taktik bilgi, fiziksel hazırlık, rekabetçilik ve mental güç gibi faktörlerin bileşimi sporcuların başarısını formüle eder ancak unutulmamalı ki her sporcu farklıdır ve kendi özgün yolunu takip eder. Bu faktörleri kendi potansiyeli ve hedefleri doğrultusunda bir araya getirir. Ayrıca sporcunun kendi yeteneklerini keşfetmesi ve geliştirmesinin teşviki de önemli. TMOK, kadın-erkek eşit olarak tüm bu faktörleri desteklemek ve güçlendirmek için çalışmakta ve katkı sunmakta. TMOK’un Cinsiyet Eşitliği Politika Belgesi, kadın sporcuların başarısını desteklemek için çeşitli stratejileri içeriyor. Bu stratejiler arasında kadın sporcuların temsilini artırmak, eşit kaynak tahsisinde bulunmak, cinsiyet eşitliği konusunda farkındalık yaratmak ve cinsiyet temelli ayrımcılıkla mücadele etmek de yer alıyor.
Türkiye’de kadın sporcuların başarılı olduğu belli başlı dallar var: Voleybol, boks, tekvando, güreş, bir parça da jimnastik. Bu dallarda neden başarılıyız veya diğer dallarda neden başarımız yok?
Kadın sporcularımızın belirli dallarda başarılı olmalarının arkasında kanımca iki temel faktör ve bazı ikincil etmenler yer alıyor. Temel faktörlerden birisi, tarihsel ve kültürel etkiler nedeniyle o sporun toplumdaki popülaritesi ve buna bağlı olarak o daldaki sporcu havuzunun sayısal büyüklüğü. Havuz ne kadar büyükse o daldaki lisanslı sporcu sayısı ve bunların başarılı olma olasılığı da o kadar yüksek olur. Ancak popülarite sadece tarihe dayalı olmak durumunda da değil, voleybolda olduğu gibi sonradan da yaratılabilir ve kız çocuklarımıza ilham olacak rol modelleri oluşabilir. Bu da bizi ikinci temel faktöre götürüyor: O spora yapılan planlı ve bilinçli yatırımlar. Diğer bir deyişle, federasyondan kulüplere kadar o spor dalından gelen, birikimli ve vizyon sahibi yöneticilerin varlığı ve bunların altyapı oluşturmada, kaliteli teknik ekipler kurarak altyapı gelişiminde ortaya koydukları planlı, istikrarlı ve etkin çalışmalar… Türk kadın sporcuların belirli dallarda başarılı olmalarının nedenleri arasında bu dallarda mevcut altyapı, antrenman fırsatları, teknik destek, ulusal ve uluslararası yatırım alma potansiyeli ve uluslararası rekabet avantajları gibi unsurlar da rol oynuyor. Diğer dallarda başarının daha az olmasının sebepleri arasında da kaynak, altyapı eksiklikleri ve uluslararası rekabetin yoğunluğu gibi etkenlerin yer aldığını düşünüyorum.
Sporcu kadınların durumunu sordum ama spor yöneticisi kadınların durumu nasıl Türkiye’de? Cam tavan meselesi tahmin ederim sizler için de geçerlidir.
Cinsiyet ayrımcılığının bir boyutu olan ve kadın çalışanların mesleki başarılarına ve yeteneklerine bakmaksızın üst yönetim kademelerine terfilerinde karşılaştıkları engelleri ifade eden cam tavan kavramı sadece Türkiye’de değil tüm dünyada geçerli bir sorunsal. Spor bağlamında ele aldığımızda, yöneticilik, antrenörlük, hakemlik vb. alanlarda çalışan kadınların erkeklerle eşit koşullarda yarışmadıklarını, bu durumun federasyonlardan kulüplere kadar tüm spor kurumlarında yaygın olduğunu görüyoruz. Bu engelleri ortadan kaldırmaya yardımcı olacak önlemler alınmasını talep eden, başta Uluslararası Olimpiyat Komitesi (IOC) olmak üzere, uluslararası düzeyde birçok ses ve kotalar getirilmesi gibi inisiyatifler var. Kurumsal değerlerinden birisi de toplumsal cinsiyet eşitliği olan TMOK, bu çabalar içerisinde yerini almakta. TMOK bir yandan kendi kurumsal yapılanması içerisinde ve diğer spor kuruluşlarında liderlik ve karar alma pozisyonlarındaki kadın sayısını arttırmayı ve kadın yöneticilere daha fazla fırsat sunmayı teşvik ederken diğer yandan finansal kaynaklarını bu yönde sonuçlar elde etmeyi hedefleyen federasyon ve kulüpler gibi paydaşlarına tahsis etmekte.
TMOK, Avrupa Olimpiyat Komiteleri Birliği (EOC) ve 8 Avrupa ulusal olimpiyat komitesinin partnerliğinde “Sporda Daha Eşitlikçi Liderliğe Ulaşmak İçin Rehberlik (GAMES)” projesi uygulamalarını hayata geçiriyor. Bu bağlamda, yürürlüğe konulan “Cinsiyet Eşitliği Politika Belgesi” ve bu belgede yer alan ilkelerin işlevsel kılınması ve uygulaması için oluşturulan “Cinsiyet Eşitliği Eylem Planı 2023-2025”, sporda cinsiyet eşitliğini teşvik etme, kadınların sporun her seviyesinde temsilini artırma ve liderlik pozisyonlarında daha fazla yer almasını hedefleyen önemli bir taahhüt ve yol haritası niteliğinde. Daha şimdiden Yönetim Kurulumuzda yüzde 41, çalışanlarımızda yüzde 45, Sporcu Komisyonumuzda yüzde 50 kadın temsiline ulaşmış durumdayız. Beş idari birimimizden üçü kadın direktörlerce yönetiliyor. Durumun 2025’e kadar daha da gelişeceğinden eminim. Dolayısıyla cam tavan meselesinin TMOK için geçerli olduğunu pek söyleyemeyiz. Cam tavan sorunsalında son yıllarda bazı olumlu gelişmeler olsa da kadınların önündeki ciddi kariyer engelleri hâlen varlığını sürdürmekte. Bu durumu değiştirme amaçlı kurumsal politika ve uygulamalar tek başlarına yeterli olmaz. Aynı amaç ve düşünceyi taşıyan her kadının, bir aktivist olarak kendine düşen görevi, elinden geldiği kadar yaparak bu anlamda toplumu bilinçlendirmeye çalışması ve örnek olması gerektiğine inanıyorum.
Siz hem TMOK Genel Sekreteri hem de Dünya Olimpiyat Komiteleri (ANOC) Yönetim Kurulu üyesisiniz. Bu pozisyonlarda bir kadının bulunması kadın sporcuların önünü açıyor mu, olumlu etki yapıyor mu? Sporda yönetici kadınların artmasının kadın sporcuların üzerinde nasıl bir etkisi olur?
Genel olarak bu tür üst düzey karar alma pozisyonlarında kadınların bulunmasının olumlu etkiler yaratabileceği ve kadın sporcuların önünün açılabileceğine inanılıyor. Ben de kadın yöneticilerin, sporcuların ve teknik ekiplerin ihtiyaçlarına daha fazla dikkat çekerek farklı bakış açıları ve deneyimler sunarak kadın sporunun gelişimine katkıda bulunabileceklerine ve bunun da sporun daha adil ve cinsiyet eşitliği odaklı bir geleceğe doğru ilerlemesine yardımcı olacağına inanıyorum. Bu pozisyonlara ulaşan kadın yöneticiler hem genç kadın sporcular için rol model hâline gelebilliyor hem de onların kendi potansiyellerini gerçekleştirmelerine ilham veriyor. TMOK’un ilk kadın Yönetim Kurulu üyesi, daha sonra ilk kadın Genel Sekreteri ve Dünya Ulusal Olimpiyat Komiteleri Birliği (ANOC) Yönetim Kurulu üyesi olmamdan ziyade, TMOK’un bugün Türkiye’nin dört bir yanında binlerce kız çocuğuna spor yapma imkânı sağlaması, spor kültürü aşılaması, kadın sporcularımıza, antrenörlerimize ve yöneticilerine kendilerini geliştirebilmeleri için yarattığımız olanaklar, izlediğimiz politikalar ve cinsiyet eşitliğine dayalı destek programlarının yarattığı mirasın ilham kaynağı olması en büyük mutluluk.
PROF. DR. ERKUT KONTER, SPOR PSİKOLOJİSİ DANIŞMANI
Kadınlar korkularına teslim olmuyor
Cinsiyet farkının spor alanına nasıl yansıdığını, kadınlarla ilgili ön yargıları, araştırmaların neler aktardığını ve çok daha fazlasını Erkut Konter'e sorduk.
"‘Cins' ve 'cinsiyetle' ilişkili olarak araştırmacılar ya benzerlikler ya da farklılıklar üzerine odaklanır. Benzerliklere odaklananlar; erkek ve kadınların temelde benzer entelektüel ve sosyal davranışlara sahip olduklarını, farklılıkların biyolojiden çok toplumsallaşma sürecinden kaynaklandığını ileri sürer. Farklılıklara odaklananlarsa erkek ve kadınlar arasında tarihsel olarak biyolojik farklılıkların bulunduğuna dikkat çeker yani bu konunun öz varlığa dayalı bir sorun olduğunu savunur.
Bazı araştırmaların cinsiyetler arasında matematiksel yetenek, görsel-alansal yetenek, sözel yetenek ve saldırganlıkla ilgili farklılıklar bulmasına karşın bunların, biyolojik olmaktan çok sosyal ve sosyal psikolojik bir temele sahip olduğu gösterilmiştir.
Son yıllarda kadınlar için uygun olmadığı düşünülen birçok fiziksel aktivite ve spor daha kabul edilir bir duruma geldi. Örneğin atletizmde uzun mesafe koşuları, engelli koşular, futbol, boks, güreş, halter… Kadınlar özellikle bu tür spor dallarını yapamayacakları düşünülerek 1896’daki ilk Olimpiyat oyunlarına dâhil edilmemişlerdi. Bundan 50 yıl öncesine kadar basketbol gibi sporları bugünkünden çok farklı kurallarla oynuyorlardı. Egzersiz elbiseleri (uzun etekler, yüzme kıyafetleri vs.) hareket özgürlüklerini engelleyecek boyutlardaydı.
Cinsiyet ayrımcılığına dayalı düşünceler hem tarihsel süreç içinde çürütüldü hem de bilimsel araştırmalar tarafından destek görmedi. Örneğin, modern olimpiyat oyunlarının kurucusu Pierre de Coubertin ve onu takip eden diğerleri, kadınların engelli, 5.000 m, 10.000 m ve maraton koşamayacaklarını, bu dallarda biyolojik olarak yetersiz olduklarını düşündüler ve kadınların yıllarca deneyim elde etmesini ve gelişmesini engellediler. Daha sonra kadınların bunları başarıyla yapabilecekleri görüldü. Günümüzde kadınlar hemen hemen erkeklerin katıldığı bütün dallarda olimpiyatlara katılıyor. Kadınlara daha çok özgürlük ve sporlara katılma fırsatı verilirse erkeklerle aralarındaki performans farkları da daralır. Yasakçı anlayışlar, birçok konuda olduğu gibi kadınların hareket, fiziksel aktivite, oyun ve spor konularında da geri kalmalarına yol açıyor.
Erkeklerle kadınlar arasında biyolojik olarak gösterilen farkların çoğu psikolojik, sosyal ve kültürel olabilir. Örneğin doğduğu andan itibaren toplumsallaşma sürecinde erkekler kızlara göre daha geç kucağa alınır, daha uzun mesafelere gitmelerine izin verilir, üstlerini kirletmeleri daha normal görülür, itmeli ve çekmeli oyunlar oynamalarına fırsat verilir, daha çok geniş gruplu oyunlara, daha çeşitliliği ve pozisyonları olan aktivitelere, hareketlere ve oyunlara katılıp motor alanda daha çok fırsatlar elde ederler, daha yarışmacı oyunlar oynar ve daha az iş birliğine dayalı oyunları tercih ederler. Ödüle, sonuca, başarıya, kazanmaya daha çok önem verir; hareket, oyun ve spor katılımıyla ilgili daha az ön yargıyla karşılaşırlar.
Oysa kadınlar çeşitli ön yargılarla karşılaşır. Örneğin fazla atlayıp hoplamaları, hareket, oyun ve sporlara katılmaları engellenir. Çünkü dişiliğine, kızlığına, kadınlığına zarar geleceği, yumurtalıklarının hasar göreceği, kemiklerinin yamulacağı, çirkin ve gösterişsiz olacakları, kalın kasları olacağı, göğüslerinin zarar göreceği gibi ön yargılarla karşılaşır.
Gelişmiş bir ülke olarak değerlendirilen ABD’de bile erkeklerin kadınlara göre spora katılımları iki kat fazladır.
Ayrımcılıkla ilgili uzun süreli mücadeleler bu aralığın kapanmasına az da olsa katkı sağladı. Ancak okullarda ve diğer sportif hizmetlerde erkek sporlarına ayrılan pay kadar kadın sporlarına pay ayrılmadığı açık. Aileler erkek çocuklarına kız çocuklarına göre daha çok fırsat veriyor.
Cinsiyet rolleri; sosyokültürel normlar, toplumsallaşma süreci, kişisel özellikler ve yaşanan deneyimlerle şekillenir. Cinsiyet farklılıkları doğuştan gelen yetenek farklılıklarından çok cinsiyet rollerinin toplumsallaşma sürecinde ortaya çıkar. Örneğin araştırmalara göre kızlar erkeklere göre spor yeteneğiyle ilgili daha olumsuz değerlendirmelerle karşılaşıyor. Bu durum kızların spora daha az önem vermesine yol açıyor. Sporu, akademik alanlara kıyasla daha az yetenekli oldukları ve daha az önemli bir alan olarak görüyorlar. Büyükler, kızların yeteneğini erkeklerden daha düşük görüyor ve erkeklere kızlardan daha çok fırsat tanıyor. Öğretmenler matematik ve okumada cinsiyet farkına önem vermezken sporda erkekleri kızlardan daha yetenekli görüyor. Spor başarılarında erkekler kızlardan daha çok övgü ve onay görüyor. Sporun saldırganlık, yarışmacılık, kuvvetlilik, sertlik ve başarıya yönelimlilik doğasıyla, kadınlara toplumun yüklediği roller ve beklentiler birbirleriyle uyumlu değil.
Kadınların aleyhine medyada olan ayrımcılık; ayrılan alan ve sayfalarda, yer verilen fotoğrafların sayısında, sportif yeteneğin vurgulanmasında, seks çağrışımlı takma isimler, semboller ve kelimelerin kullanılmasında açıkça görülüyor.
Kızlarımıza, kadınlarımıza daha çok katılım fırsatları sağlamalıyız. Son zamanlarda kadınların spordaki başarıları erkeklere de cesaret veriyor. Kadın atletlerden Jordan Hasay de bir zamanlar şöyle söylemişti: ‘Cesaret, korkmadığınız anlamına gelmez; cesaret, korkunun sizi durdurmasına izin vermemeniz anlamına gelir.’ Kadınlar korkularına teslim olmuyor, gelecek korkularına teslim olmayanlarındır."
49 yıl önce dünya şampiyonu olan voleybolcu kızlarımız:
Bolu Kız Öğretmen Okulu Voleybol Takımı
Yıl 1974… Büyük bölümü Trakyalı çiftçi ailelerden gelen kız öğrenciler, öğretmen olmak ülküsüyle Bolu Kız Öğretmen Okulu’nda yatılı okumaktadır. Bolu Kız Öğretmen Okulu, binası NATO’ya tahsis edilince kapatılan İzmir Kızılçullu Köy Enstitüsü’nün devamı niteliğindedir. 1952’de kapatılan Kızılçullu’nun öğretmenlerinin ve öğrencilerinin bir bölümü, Bolu’ya gönderilmiştir. Bolu’da enstitü geleneği devam ettirilmekte, okulun bahçesinde yetiştirilen sebzeler mahalleyle paylaşılmaktadır.
Okulun beden eğitimi öğretmeni Gülsen Garipoğlu’dur. Eşiyse dönemin İl Spor Müdürü Saip Garipoğlu’dur. Gülsen Hanım, yetenekli kızlardan bir voleybol takımı kurar. Bugün Gülsen Hanım hayatta değil ancak kendisiyle aynı dönemde beden eğitimi öğretmenliği yapan ve basketbol takımından sorumlu olan Hikmet Manaz, o günleri çok iyi hatırlıyor:
“Kızların hepsi yatılı okuduğu için gece gündüz antrenman yapma imkânı vardı. Sekiz ayları okulda geçer, anne-babalarından çok bizi görürlerdi. İyi bir spor salonumuz bulunuyordu. Kızlar boş vakitlerini hiç boş geçirmediler, hep çalıştılar. Turnuvalar sırasında küçük bütçelerle yolculuk yapar, tasarruf etmeye çalışırdık. Gideceğimiz yerde yatılı okul, devlet misafirhanesi var mı diye önceden araştırır, konaklama ve yemek ihtiyacını böyle yerlerde karşılamaya dikkat ederdik. Devletin bize sunduğu imkânları değerlendirdik ve o cevherleri işledik.”
Hikmet Manaz’ın basketbol takımının da şampiyonlukları olur.
Voleybol takımı 1974 yılında, önce il, sonra gruplar arası müsabakaları kazanarak Gaziantep’te yapılan Türkiye Şampiyonası’nın finallerine kadar yükselir. Final maçında, Hasanoğlan Öğretmen Lisesi Voleybol Takımı’nı da yenip üç defa üst üste Türkiye şampiyonu olur. O yıl, Dünya Liseler Arası Voleybol Şampiyonası İzmir’de yapılacaktır. Yaz tatilini kısa tutup öğrencileri Bolu’da dünya şampiyonasındaki müsabakalara hazırlamak için kampa alırlar.
İzmir’de şampiyonanın açılış töreninin yapıldığı Atatürk Spor Salonu, tıklım tıklım seyirciyle doludur. Türkiye takımı salona girdiğinde, önce şaşkınlık, sonra sessizlik olur. Oyuncuların boylarının, diğer takım oyuncularına göre çok kısa kalıyor olması, tüm seyircide hayal kırıklığı yaratmıştır. Yarım dakika sonra, seyirci tekrar tezahüratına başlar. Üç günün sonunda Bolu Kız Öğretmen Okulu, finalde İsrail takımını 3-2 yenerek Liseler Arası Dünya Şampiyonu olur.
O dönem takım kaptanlığı da yapan pasör Türkan Şen Kaya, bugün Kırklareli’de yaşıyor: “Ben 1973’te Hollanda’ya giden takımda da oynadım, iki yıl takım kaptanlığı yaptım. Kütahya’da en teknik oyuncu seçildim. Takıma orta birdeyken beden eğitim öğretmenimiz Gülsen Hanım tarafından seçildik. Öğrencilerin çoğunluğu Trakya’dandı. Babam köyde yaşamasına rağmen altı kız bir erkek, tüm çocuklarını okuttu.
Şampiyonluğumuzla da hep gurur duydu. Yatılı okulda disiplin önemliydi, boş zamanlarımızda hep spor yaptık. Kardeş gibi birbirimize bağlıydık. Altı numaralı formayla oynuyordum. O yılın mezunları şampiyonluğun ödülü olarak mecburi hizmette kendi iline atandı. Ben de Kırklareli’ne döndüm ve sınıf öğretmeni oldum. Daha sonra hizmet içi eğitim alarak ortaokullara beden eğitimi öğretmenliği yaptım. İki oğlum var, ailem, okul arkadaşlarım bana hâlâ şampiyon diye hitap eder.
Bu yaz Sultanların şampiyonluk maçını Altınoluk’ta halkla birlikte büyük ekranda izledim. İzlerken o kadar heyecanlandım ki etrafımdakiler heyecanımın nedenini sordu. Kimsenin 49 yıl önceki şampiyonluktan haberi yoktu. O zamanlar bir tek Hayat Spor dergisinde haberimiz çıkmıştı. Televizyonda da çok kısa bir haber olmuştuk.”
Takımın smaçörü Sevim Mutluer, 10 yaşında gittiği yatılı okul günlerini mutlulukla hatırlıyor: “Ben Kırklareli’nin Terzidere köyündenim. Şimdi Tekirdağ’da yaşıyorum. Okulu ikinci sırada kazanmıştım. Kayıt yapılırken ağlayarak ayrıldık ailelerimizden, sonra okul arkadaşlarımızla aile gibi olduk. Benim biraz boyum vardı, Gülsen Hocam hemen takıma aldı ve bizi çok güzel yetiştirdi. Üç numaralı formayla oynuyordum. Etütlerden kalan zamanlarda hep antrenman yaptık. Önce yıldızlar takımı, sonra gençlik takımı olduk.
Okuldan bir saat çarşı iznine çıktığımızda, halk bizi yürüyüşümüzden bile tanırdı. Şampiyonaya hazırlanırken İl Spor Müdürlüğü’nün kapalı salonunda çalıştık. Okuldan salona üzeri kapatılmış bir kamyonetle giderdik. Cemse gibi bir şeydi, kasasına sıralar konmuştu.
Hepimiz köy çocuğuyduk, yazın tatilde köye dönünce tarlalarda çalışırdık. Babam takımda olduğumu duyunca ‘Kızım biz seni okumaya gönderdik, sen top koşturmayı mı öğrendin’ demişti. Şimdiki Türkiye olsa babam benimle gurur duyardı. Gaziantep, Antakya, İstanbul, Ankara, İzmir, Kastamonu, Yozgat… Bu illeri hayatımda ilk kez turnuvalar sayesinde gördüm. Mezun olduktan sonra bize sahip çıkan olmadı, hiçbirimiz voleybola devam edemedik, takım da dağıldı.”
Şampiyonlara, Bolu’ya dönüşlerinde birer pilli radyo, kitaplar ve saç maşası hediye edilir. Bolu Kız İlköğretmen Okulu da 1982 yılında kapatılır.