"Başlangıç yalnızca bir eylem türü değil, aynı zamanda bir ruh hâli, bir çalışma şekli, bir tavır, bir bilinçtir" diyordu Edward Said. O yüzden başladığım metni çoktan bitirdim. İçinde bulunduğunuz bazı zamanlar sizi çok önceden çizilmeye başlanmış bir çemberin kapandığı o noktaya götürür. Ben de bu kentte ilk noktası 1975’in Ağustos’unda konulan o çemberi, 45 yıl sonra 2020 yılının Ağustos’unda kapattım. Kimileri buna göbek bağını kesmek de diyor. Akdenizli bir kente göç eylediğimin bir yılı çoktan geçmiş şu günlerinde; İstanbul’u, İstanbul’un şiirli zamanlarını ve kentin şair kadınlarını yeniden düşünmek ve düşlemek payıma düştü.
Anacağım her şair ile o mutlak yazgının hep birlikte bir yerindeyiz. Türkçe şiir antolojisinin şair adları içinde, geleneğin eril tahakkümüne rağmen çoğalan sayfalarında... Kentin farklı semtlerinde, farklı hanelerinde Virginia Woolf’un öğütlediği “kendine ait bir oda”yı yaratmanın mücadelesi içinde, patriyarkanın şiddetine rağmen; şiirden bir hayat, bize dayatılanlara kadınoluş’la bir müdahale ve yeni bir dil kurmanın –kendi dilini oldurmanın– ısrarında Necmiye Alpay’ın şiir üzerine yazılarına verdiği isim gibi: Beklediler Gitmedik diyenleriz...
Nesnelikten özneliğe
1990’lar bağımsız kadın hareketinin belirginleştiği, kadınlar için sokağın –kamusal alanın– her zamankinden daha fazla talep edilip örgütlendiği zamanları da gösterir. Feminist teorinin başat metinlerinin daha fazla dolaşıma girdiği, kadın kolektiflerinin çoğaldığı, dergilerin (Pazartesi dergisi vb.) ve kadınların özne olarak kurduğu, sivil oluşumların gündelik hayata ortak çıktığı mekânlar yarattığı (Amargi Kitabevi vb.) o yılların etkisi, edebiyatın en eril alanı olarak kayıtlı olan şiirde de değişimi hızlandırır şüphesiz.
Modern şiirimizin 1950’lerden 1990’lara taşıdığı şair kadınlar bir elin parmaklarını geçmezken, 1990’lar, özellikle sonları şair kadınların nicelik ve nitelik olarak iyiden iyiye varlıklarını hissettirdikleri ve Türkçe şiirin içine işleyen kadının nesne olma halinden özne oluşa geçişinin belirgin örneklerini veren yıllar olarak işaretlenir. 1950’lerin başlarında şiirleri yayımlanmaya başlayan, 1960’lı yıllarda artık görmezden gelinemeyecek varlıkları ve kitaplarıyla bugünün şair kadınları için öncü, ilham verici, yol açıcı gibi tamlamalarla anılan başta Gülten Akın olmak üzere; Muazzez Menemencioğlu, Türkân İldeniz, Melisa Gürpınar, Sennur Sezer’den sonra şiirde ısrarını sürdürememiş, şiir kanonunun imtiyazlı erkek çoğunluğu ve imajları karşısında belki vazgeçmiş nice şair kadının 1970’li, 1980’li yıllarda da –her şeye rağmen– yazdığını, şiir kitaplarını dar bir çevreye de olsa ulaştırabildiklerini, paylaştıklarını biliyoruz. Onlarla ilgili çok sınırlı kaynaktan edindiğimiz bilgiler bir yana, Ankaralı bir yayınevi olan Ayyıldız Yayınları tarafından yayımlanan, Bedihan Tamsöz’ün hazırlamış olduğu Osmanlıdan Günümüze Kadın Şairler Antolojisi (1994) o dönem için kadınların şiirdeki varlığını göstermek üzere ve yayımlandığı yıla kadar Tamsöz’ün deyişiyle "elde bulunan tüm kaynaklara başvurularak" derlenmiştir.
Dergi editörü yahut da bir şair olarak “antoloji” hazırlayan erkeklerin –şimdiye kadar hem yaşamsal hem de ekonomik maliyeti açısından böyle bir çalışmaya niyetlenebilen şair kadınların olmaması da– şiirin toplumsal cinsiyet bağlamında nasıl verilerle dolu olduğunun önemli bir örneği sayılabilir. Buna ek olarak Amy Lowell’in cümlelerini de not düşelim:
"Genel olarak alındığımızda, tuhaf bir topluluğuz biz,
Biz şiir yazan kadınlar
Ve ne kadar az olabildiğimizi düşündüğümüzde,
daha da tuhaf gelir size..."
Görünmez Kentler kült eserinin yazarı Italo Calvino, 1983’te Columbia Üniversitesi’ndeki yüksek lisans öğrencileri için bir konferans verir. Uzun sayılmayacak konuşmasının satır aralarında şu cümleler geçer: "Kentler birçok şeyin bir araya gelmesidir: Anıların, arzuların, bir dilin işaretlerinin. Kentler takas yerleridir, tıpkı bütün ekonomi tarihi kitaplarında anlatıldığı gibi, ama bu değiş tokuşlar yalnızca ticari takaslar değil; kelime, arzu ve anı değiş tokuşlarıdır..." Neredeyse bütün eleştirmenler kitabın son cümlesine takıldılar: "Cehennemin ortasında cehennem olmayan kim ve ne var, onu aramak ve bulduğunda tanımayı bilmek, onu yaşatmak, ona fırsat vermek."

İstanbul'da kadın olmak
Bir megakent olarak İstanbul’un göç, yoksulluk, evsizlik, işsizlik vb. başlıkların dışında yapılan araştırmalarda bizim için çarpıcı sonuçlara çıkan biri var ki, o da “kadın dostu kent” söylemi. Kadınların can güvenliğinin iyiden iyiye yok sayıldığı bir dönemde, İstanbul Sözleşmesi’nin feshiyle erkek egemen sistemin dogmatik olanın erkeğe tanıdığı tüm “üstünlükle” cellatlar timine dönüştürdüğü bir ülkenin en büyük kentinde “kadın olmak”. Bunun bilincinde yaşamak ve yazmak...
Tüm bu şiddetin ortasında şair kadınların içine doğdukları tarihsel, kültürel, ideolojik ve toplumsal koşulları görmezden gelerek onları, şiirlerini değerlendirmek kimin için mümkün olabilir? Şair kadınların yaşamsal koşullarını, hayatta kalma ve yazma eylemi mücadelelerini; dişil deneyimin bitimsiz enerjisini birbirlerine aktarmadaki dolayımsız ilişkileri, farkına varmadan bütün o şiirleri ve “cehennemin ortasında cehennem olmayan kim ve ne var” onu anlamakta zorlanacaktır yaşayanlar ve okuyanlar. Bugüne kadar İstanbul güzellemesi yapan şiirlerde, bütün o teşbihlerde bize sunulan açık ve örtük dişiyi estetize edilen bedenin kadına aitliği üzerinden olağanlaştıran, mitlerden bu yana kadına atfedilen tüm rolleri şehrin ruhuna yerleştirmeye çalışan metinlerin sokağa inip sadece İstanbul’u yaşayanların değil, bir ülkenin belleğine kazınması tesadüf değildir. Çünkü İstanbul bir kadın değildir! Bu imgenin laneti hepimizin belasıdır.
Yerleşim tarihi üç yüz bin, kültürel tarihi üç bin yıla kadar uzanan bu cânım şehir, şair kadınların kimliğinde, şiirlerinde yenilendikçe bu eril zihnin ağdalı imgesinden kurtulacaktır. 2010 senesinde Avrupa Kültür Başkenti olan İstanbul’un şiir haritasını çıkaran, bugün aramızda olmayan Varlık ve yasakmeyve dergilerinin genel yayın yönetmenliğini yaptığı dönemde Enver Ercan’ın hazırladığı Bizans’tan Günümüze İstanbul Şiirleri başlığındaki antolojide 154 şairin şiirleri yer almıştı. Geçtiğimiz sene İBB Yayınları'ndan çıkan Ahmet Bozkurt imzalı Şiirlerde İstanbul kitabında kesişen isimler olduğu kadar çağdaş şiirimizde gözden kaçan isimlerin olması, her iki çalışmanın başlangıcının tarihlendiği ve İstanbul’un bilinen en eski şairinin bir kadın olduğu gerçeğini bir kez daha gündeme getirmiş olmasını gölgelemiyor elbette: MÖ 300’lü yıllarda yaşayan Byzantion’lu Moiro, tragedya yazarı Homeros’un annesidir aynı zamanda. “Moiro” adı günümüz şiirini, özellikle şair kadınları yakından takip edenlerin aklındaki bir isimdir. Birkaç senedir Selcan Peksan, Fatma Nur Türk, Anita Sezgener, Ece Eldek ve Sevinç Çalhanoğlu tarafından çıkarılan (çevrimiçi yayımlanan) bir şiir fanzinidir. “Şiir temelli kolektif bir üretim alanı açabilmek, şiir yazan kadınların görünürlüğüne katkıda bulunabilmek, şiirimizi besleyecek metin, materyal ve kişilerle buluşmak, şiiri bir er meydanı olarak gören anlayışa itiraz etmek için” bir araya gelerek ve bu bilinçle İstanbul’un ilk şairini, "Ey ağaç perileri, ırmağın kızları/ pembe ayaklarıyla kuytu ormanın/ derinliklerinde koşuşan tanrıçalar!" dizeleriyle selamlarlar.

Şimdi biz de İstanbul’un modern Türkçe şiirinin öncü şair kadınlarına birer selam verelim. “İstanbullu olmak başka, İstanbul’u yaşamak başka” diyen reklam repliğini anımsayarak; aralarında İstanbul doğumlu olanlar kadar sonrasında –öncelikle eğitim için gelen– “insan yaşadığı yere benzer”in bir imgesine, şiirine dönüşen ve yaşadığı yeri dönüştüren, bugün aramızda olan ve anılarıyla bizde kalan şair kadınlarla ve onların dizeleriyle bitirelim.
Türkân İldeniz 1938 yılında Düzce’de doğar. İlkokulu ve ortaokulu Düzce’de okur ancak yaşadığı yerde lise olmaması sebebiyle eğitimine devam etmek üzere 1954’te İstanbul Kandilli Kız Lisesi’ne yazılır. O yıllar şiirlerinin yayımlanmaya başladığı yıllar olur aynı zamanda. Şiirleri Seçilmiş Hikâyeler, Varlık, Dost, Yelken, Hisar gibi dergilerde yayımlanır. 1958’de “Kadın Gazete’sinde Bir Bayan” başlıklı yazının sahibi olan Tahir Kutsi Makal yazısına şöyle başlar: "Nedendir bilmem, kızların, kadınların şiir yazmasını havsalam almaz. ‘İlhamları nedendir onların’ derim. İlham kaynağının kendine ilham veremeyeceği tabiîdir." Bu cümlelerin sahibi Makal birkaç ay sonra 1958 yılından kalan şiirleri değerlendirirken "Geçenlerde bir sanat dergisinde ‘yılın en güzel şiirini kim yazdı?’ diye sordular; Türkân İldeniz’in ‘devleri yakından gördüm hepsi cüce’ altbaşlıklı ‘Kaçak’ şiiri yılın en iyi şiiridir diye cevap verdim" diyecektir. Birkaç sene sonra İldeniz’in ilk kitabı Taşra Kızının Deliceleri (1966) yayımlanır ve kısa sürede ikinci baskısını yapar. Ardından yayımlanan Havva Çıkmazı (1967) ile şiirimizde ayrıcalıklı bir yere sahip olur. İstanbul Üniversitesi Hukuk Fakültesi’ndeki eğitimini yarıda bırakarak memurluğa başlayan İldeniz, evliliği süresince ve iki kız çocuğunu büyüttüğü yıllarda en son 1970’li yıllarda dergilerde şiirlerini yayımlar ve onlarca yıl, yazdığı şiirleriyle ara sıra görünür. Bu derin geri çekilişin ardından yarım yüzyılı geçmiş bir zamanda geçen senenin (2021) ağustosunda ilk kitabı ve dergilerde yayımlanmış ve gün yüzüne çıkmamış yeni şiirlerinden oluşan yeni kitabı Buz Altında Yanardağ yayımlandı. Birçok okur için bir buluşma olsa da genç okurlar için “Bunlar benim sultan yıllarım/ burcum böyle buyuruyor” diyen İldeniz ile sürpriz bir tanışma oldu bu. Türkân İldeniz kendi kuşağından bugün aramızda olan tek şair kadındır. Beşiktaş’ta bu bahar bir parkta güvercinlere, ağaçlara şiirler söylerken onunla karşılaşabileceğiniz aklınızda olsun.
"Uzağı göremiyoruz, yakın daha da uzakta
Bir kuralla yaşadıksa, öldük başka kuralla"
Taşra Kızının Deliceleri
Melisa Gürpınar, 1941’de İstanbul’da doğdu. İktisadi ve Ticari İlimler Akademisi’nde yükseköğrenimini sürdürürken, İstanbul Belediye Konservatuarı Tiyatro Bölümü’ne devam etti ve tiyatro eğitimini Londra’da sürdürdü. Gürpınar bir şair olarak tiyatrodan asla kopmadı. Son kitabı Güzel Acılar Ülkesi’nin (2014) yayımlanmasından birkaç gün önce elim bir kaza sonucu aramızdan ayrıldı. İlk kitabı Umut Pembeleri’nin (1962) yayımlanmasından sonra edebiyatın farklı alanlarında eserler verdi. İstanbul’un Gözleri Mahmur adlı şiirsel bir anlatımla manzume olarak kaleme aldığı bir öyküler toplamı olan kitabıyla Halil Kocagöz Şiir Ödülü’ne; 2003 yılında yayımlanan Ada Şiirleri ile Cevdet Kudret Edebiyat Ödülü’ne ve en son 2011 Yunus Nadi Şiir Ödülü’ne değer görülen Gürpınar’ın Bütün Şiirleri 2022 yılında okurla buluşmak üzere yayıma hazırlanıyor.
"insan isterse
tanrısıyla buluşabilir
bir söz üstünde
bir taş içinde
bir raksta yükselir
yaratır kendini yeniden tanrının biçiminde
Tanbûri Cemil Bey de durgun ve mahzun
haliyle
arar gibiydi ağlayan elleriyle sazının telinde”
İstanbul’un Gözleri Mahmur
Sennur Sezer, 1943 yılında Eskişehir’de dünyaya gelir. Ailesiyle İstanbul’a yerleştikten sonra 1959’da İstanbul Kız Lisesi’nden ayrılıp öğrenimini yarıda keser ve Taşkızak Tersanesi’nde çalışmaya başlar. İlk şiirleri henüz lise öğrencisiyken yayımlanan Sezer’in ilk kitabı Gecekondu 1964 tarihini taşır. Aktif politik bir hayatın öznelerinden biri olarak hayatı boyunca sınıfsal mücadelenin içinde yer alır, Emek Partisi’nin kurucuları arasında olur. Şiir dışında birçok çalışmada da imzası olan Sezer, yazar eşi Adnan Özyalçıner ile onlarca ortak çalışmayı da edebiyata kazandırır. "Ağrımasa bilir miydim yüreğimin yerini" dediği kadar; işçi ve emekçilerin alanlarda bir ağızdan söylediği şiirlerin de sahibidir. Birçok şiir ödülüne değer görülen Sennur Sezer, en son şiir kitabı İzi Kalsın’dan (2011) sonra Pen Şiir Ödülü’nü alır. 2015’te, Ankara’da Barış ve Emek için 10 Ekim’de bir araya gelenlerin arasında patlayan bombalarda hayatını kaybedecek onlarca yoldaşından habersiz 7 Ekim’de aramızdan ayrılır.
"(...)
Annem zayıftı dal gibi/ Ben öksürüyordum
Tavuklarımız yoktu/ Anlamam sanıyorlardı
‘Et’ demişti doktor ‘her gün’
Şehrin dışındaydık/ yollar karlıydı
Odaya kapan kuruluydu
Kar yağıyordu eleğin üstüne pencereden
Kuşlar zayıftı açtı/ Çok soğuk vardı
O kış her gün çorbayla/ Beyaz etler pişirdi annem
‘Ben tavuk yaptım kızıma’/ Sertti, tuzsuzdu lokmalar,
yağsızdı
Anneler istemese yutulmazdı
Yıllarca kuş besledi annem
(...)"
“Annem ve Kuşlar”*
* Şiirin ve Umudun Yorulmaz İğnesi Sennur Sezer kitabından, Evrensel Basım Yayın, 2010.