Dünden bugüne Yeşilçam çocukları

Fotoğraf
Agâh Özgüç Arşivi
28 Şubat 2021 - 14:14

23 Nisan Çocuk Bayramı’mız, Cumhuriyet Türkiye’sinin devrim özelliği taşıyan kazanımlarından biridir kuşkusuz. Kaldı ki Cumhuriyet kurucumuz Mustafa Kemal Atatürk de yaman bir çocuk dostudur. Ve ilk kez 1929 yılının 23 Nisan’ında milletçe ve de büyük coşkuyla kutlanarak yaşamımıza girer bu çocuk bayramı. Dünya tarihinde de bir ilk sayılır. Atatürk’ün çocuklara armağan ettiği bu ulusal etkinlikten yıllar sonra Birleşmiş Milletler Örgütü 1979’u “Çocuk Yılı” ilan eder. 1989’da ise “Çocuk Hakları Sözleşmesi” hazırlanarak devreye girer. Dünya çocuklarına sahip çıkan bu sözleşmede imzası olan ülkelerden biri de Türkiye’dir.

Çocuklar, çocuk karakterleri, çocuk öyküleri Türk sinemasında nasıl yer aldılar? Ve başlangıcından günümüze dek uzanan bu yüz yıllık tarihsel zaman aşımında nasıl yıldızlaştılar? Şimdi ona bakalım...

Yeşilçam çocukları: 1940'lar ve 1950'ler

Sinemamızın 1940’lı ve 1950’li yıllarına göz attığımızda, bütünüyle çocuk üzerine kurulmuş bir filmden söz edemeyiz; bırakın yıldızlaşmayı, bir yan hikâye oyuncusu olarak öne çıkmayı başarabilmiş bir çocuk oyuncudan da.

1930’lu yılların “tek yönetmen”i Muhsin Ertuğrul’un sinemasına bir dönüş yapsak da bu konuda ne değişecektir ki? Burada yine de dikkat çekici bir hatırlatma yapalım izninizle: Muhsin Ertuğrul’un yönettiği Aysel-Bataklı Damın Kızı adlı filmin jeneriğinde Ergun Köknar ismine rastlanır. Köknar, Cahide Sonku’nun oğlu rolündedir. Sinema tarihçisi Alim Şerif Onaran’a göre söz konusu filmin vizyona giriş tarihi Ocak 1934’tür. 1960’lı yılların ünlü aktörü Köknar’ın da doğum tarihi 1934 olduğuna göre, doğar doğmaz kamera karşısına emzikli bir “bebek oyuncu” olarak çıkarılması gerçekten ilginçtir.

Halit Akçatepe'nin çocuk yıldızlığı zamanları: Bir Dağ Masalı (1947)

Ergun Köknar gibi tiyatrocu bir aileden gelip 1970’li yıllarda Rıfat Ilgaz uyarlaması Hababam Sınıfı dizilerinde Güdük Necmi rolüyle ünlenen Halit Akçatepe de ilk kez beş yaşında kamerayla tanışır; Muhsin Ertuğrul’un 1940-1943 yapımı Nasrettin Hoca Düğünde adlı filmiyle.

1947’de Akçatepe’yi Turgut Demirağ’ın Reşat Nuri Güntekin uyarlaması Bir Dağ Masalı filminde görürüz. Harf İnkılabı sırasında geçen filmin bir sahnesinde kara tahta önündedir. Türkçe harfleri öğrenmeye çalışan bir Cumhuriyet çocuğu rolündedir.

1950’li yıllardaki çocuk oyuncu kullanımı, çoğunlukla dönemin kadın seyircisini ağlatan, mendil parçalatan aile facialarının öyküleri içine sıkıştırıldığından, bir karakter yapılanmasına dönüşemez. Çocuklar cilalanmış birer kenar süsü gibidir. Yasak aşklar uğruna terk edilen, ekonomik ya da başka nedenlerle zenginlere evlatlık olarak verilen ve kötü kalpli, kıskanç üvey anne şiddeti kurbanı, babasız evlerin babasız çocukları...

Önemli sahneleri Nişantaşı’ndaki bir okulda çekilen 1952 yapımı Göçmen Çocuğu’nun tanıtımı, filmin afişinde “yüzden fazla okul çocuğunun yarattıkları içtimai ve terbiyevi ilk yerli çocuk filmi” şeklinde yapılır. Ve filmin yönetmeni Suavi Tedü de Türk sinemasının ilk “jönprömiye”si sayılır.

Ayşecik filminin sinema feneri, 1960

1960'larda çocuklar afiş tepelerinde

1960’lı yıllar deyince, biraz burada duralım isterseniz. Her açıdan, özellikle de “yıldız sineması”, yani starlaşma olgusunun zirve yaptığı altın yıllardır 1960’lar. İşte, çocuk oyuncuların yıldızlaşması bu dönemde gerçekleşir. Zeynep Değirmencioğlu’nun Ayşecik dizileriyle.

Senaryo yazarı Hamdi Değirmencioğlu’nun kızı Zeynep, 1956 yapımı Papatya adlı filmle ilk kez kamera karşısına çıkar. Henüz iki yaşındadır. 1958’deyse bir Kerime Nadir uyarlaması olan Funda’yla. Ne var ki bu filmlerin afişlerine baktığınızda Zeynep Değirmencioğlu ismini göremezsiniz. İsimsiz bir çocuk oyuncudur. Ancak 1960’lara gelindiğinde ismi afişlerin en tepesinde yer almaya başlar. Memduh Ün’ün çocuk romanları yazarı Kemalettin Tuğcu’dan sinemaya uyarladığı ve gişe rekorları kıran Ayşecik adlı filmiyle.

Korunma içgüdüsü taşıyan yaşları küçük çocuklar her ne kadar eğitilmeye ve yoğrulmaya hazır bir hamur gibi görünseler de onları kamera karşısında yönetebilmek kolay değildir. Bu gerçekten sabır ve ustalık işidir. Dönemin ünlü sinema yazarı Tuncan Okan bu ilk Ayşecik filmiyle ilgili çocuk oyuncu kullanımı konusunda şöyle der:

“... Rejisör Memduh Ün, değil kamera karşısında rol yapmak, doğru yürümeyi dahi beceremeyecek çağda olan bir kız çocuğunu takdirle karşılanmaya değer bir sabır ve anlayış ile idare etmiş.

Memduh Ün’den hemen sonra, aynı yıl Atıf Yılmaz da dizinin ikinci filmini yönetir. Ayşecik Şeytan Çekici adıyla. İlkinde Muhterem Nur’la oynayan Değirmencioğlu’nun karşısında anne rolüyle bu kez Belgin Doruk vardır. Hulki Saner’in yönettiği Ayşecik Ateş Parçası vizyona girdiğinde ise kıyamet kopacaktır. İstanbul Millî Eğitim Komisyonu kararıyla altı yaşından büyük çocuklara izlemeleri önerildiğinde, sinema yazarı Semih Tuğrul, “Ayşecik Ateş Parçası ve Eğitimcilerimiz” başlıklı yazısıyla ateş püskürecektir:

"Bu sayın kişiler, ilkokul çağındaki küçük çocukların Ayşecik serilerini seyrede seyrede birer Ayşecik mukallidi olmaya başladıklarını, boylarından büyük işlere özendiklerini hiç mi fark etmemişlerdir acaba?

Tüm bu övgü ve tepkilere karşın Zeynep Değirmencioğlu 1960-1970 yılları arasında daha da güçlenerek 16 Ayşecik filmiyle yeni bir rekora imza atar. Ve Değirmencioğlu, bu on yıllık dönemin bir numaralı çocuk yıldızıdır son tahlilde.

Ayşecik filmleri toplumsal etkileriyle yeni bir yol açmıştır Türk sinemasında. Bu aşamada yeni çocuk oyuncular, yeni tiplemeler birbiri ardına ortaya çıkar. Daha çok yardımcı, yani hikâye oyuncusu olarak kamera karşısına çıksalar da kimi tiplemesiyle kimi de temel öykü içinde bir karakter oluşturduğundan iz bırakır.

Rüya Gümüşata Kırık Çanaklar’da (1960)

Peki, kim bu 1960’lı yılların öteki çocuk oyuncuları? İşte şimdi, oynadıkları filmlerle sıralıyoruz:

Orhan Kemal’in aynı adlı romanından uyarlanan Suçlu’da Atilla Engin bir üvey oğul rolündedir. Rüya Gümüşata Kırık Çanaklar’da dedesi Salih Tozan’la karşılıklı oynayan sevimli bir torundur. Parla Şenol Benim Küçük Meleğim’de yankesicilik yapan bir kız çocuğunu canlandırır. Anne özlemi yaşayan Nur Erkut, Bir Yetimenin Hasreti’nde; baş belası yaramaz bir çocuk rolündeki Cin Ali, Cafer Çocuk Hırsızı’nda ve Nilüfer Koçyiğit, Metin Erksan’ın Çifte Kumrular’ında seyirci karşısına çıkar.

1962 yapımı Kayıp Kız Ayla ise gösterimi yasaklanıp dava konusu olan filmlerden biridir. Kaybolan sekiz yaşındaki kızın gerçek yaşam öyküsüne dayanan film, Aysel’in babasının açtığı dava sonucu vizyona giremez.

Bu ara Parla Şenol, Bana Annemi Anlat, Erkek Ali ve Babasız Yaşayamam adlı filmlerle büyük bir tırmanışa geçer. Afişlerin tepelerindedir. Fikret Hakan’ın önüne geçer. Eşref Kolçak’la da yan yana ve ismi aynı büyüklükte yazılır filmin afişine. Bir diğerinde ise çocuk oyuncu olarak Parla Şenol ismi filmin adının tam üstündedir.

1960-1970 yılları arasındaki Yılmaz Güney filmlerinde de çocuklar vardır. Ama yaşlarından ve boylarından büyük konuşmazlar. Değirmencioğlu ve Şenol gibi “yıldız” da değildirler. Onlara filmde yer verme biçimi açısından yaşları neyse o kadar doğal, o kadar çocukturlar: Hilal Esen, İkisi de Cesurdu’da, Hikmet Olgun, Haydutların Kanunu’nda, Hülya Şengül, Canlı Hedef’te ve Dilek Akçan, İbret’te. Filmlerindeki her çocuk fırtınalı ve trajik yaşamının bir parçası gibidir Yılmaz Güney’in. Özgürce ve coşkuyla yaşayamayıp içine bastırdığı babalık özlemi, film setlerindeki çocuk oyuncular karşısında ister istemez içsel bir yüzleşmeye dönüşür. “Çocuklar” ve “Yılmaz Güney” deyince, Nevzat Çalıkuşu imzalı bir yazıda şu satırlar yer alacaktı:

“... Mahalle arkadaşlarımdan biriyle Yeni Sinema’ya gitmiştik. O gün İkisi de Cesurdu adlı bir film oynuyordu. Filmin sonu oldukça duygusaldı. Bu duygusal sonun ardından ben de arkadaşım da şok geçirmiş gibiydik. Filmin sonunda “Ana, ana!” diye ölen mert kabadayının tesirine girmiştik. İlk defa karşılaştığımız o mert kabadayı rolündeki oyuncuya tutulmuştuk. İlkin adını ezberledik: Yılmaz Güney. Daha sonra gelecek filmlerini gözledik... Yılmaz Güney’i ilkin biz çocuklar sevmiştik. Minicik ellerimizle bizler alkışlamıştık onu..."

Dünyaca ünlü yönetmen Elia Kazan ise Güney’in Umut adlı filmini izlediğinde şöyle der:

"... Perdedeki adam, perdedeki aile için, onların gelecekleri için kaygılanmaya başladım. Film sona erdikten sonra da endişelenmeye devam ettim. Bu adama ne olacak diye düşündüm. Ya çocuklar? Çocuklarına ne olacak? Bizim çocuklarımıza, hepimizin çocuklarına..."

Çifte Kumrular, 1962

1960’lı yılların Türk sinemasında ne kadar çok çocuk oyuncu varmış! Atlamadan devam ediyoruz. Lale Oraloğlu’nun kızı Alev Oraloğlu Kötü Tohum’da, Ercan İnangiray Muradın Türküsü’nde, Nilgün Özhan ve Sadi Mutlu Aydedeye Gidiyoruz’da kamera karşısına çıkan çocuk oyunculardır. Çocuk eğitimi üzerine araştırmalar yapan pedagog Dr. Nuran Şener’in Türk Ticaret Bankası adına yönettiği Aydede’ye Gidiyoruz, bir düş dünyası üzerine kurulu ve gerçekten tam anlamıyla fantastik bir çocuk filmidir. Ne var ki Şener’in ikinci filmi ve Nilgün Utku’yla (yapımcı Ümit Utku’nun kızı) Sadi Mutlu’nun oynadığı Suçlu Çocuklar vizyona girdiğinde tepkiyle karşılanır.

1960’tan 1969 yılına dek Ayşecik tiplemesiyle bu on yıllık sürede rakipsiz bir çocuk yıldız olarak hep önde koşan Zeynep Değirmencioğlu artık genç kızlık dönemine girmek üzeredir. 1970 yapımı Ayşecik Sana Tapıyorum ve Ayşecik Yavrum türünden filmler inatla çekilse de bir sona gelinmiştir. Değirmencioğlu bundan böyle Gelinlik Kızlar, Kül Kedisi Sinderella gibi filmlerde oynayarak oyunculuğunu sürdürecektir.

Türk sineması 1970’lere doğru yol alırken hız kesilmez. Yerli film seyircisi yeni çocuk oyuncularla tanışacaktır. Ayrı Dünyalar’da Billur Kalkavan’la, Seninle Düştüm Dile’de Sedef Ecer’le, Fatoş Sokakların Meleği’nde Yeşim Okçugil’le, Gelin’de Kahraman Kıral’la, Sevgim ve Gururum’da Ömer Dönmez’le...

 

İlker İnanoğlu Yumurcağın Tatlı Rüyaları'nda Filiz Akın'la (1971)

1970'lerin "cik" ve "cak" çocukları

Ömer Dönmez, Zeynep Değirmencioğlu’nun amcaoğludur. Sinemaya ilk adımlarını 1960’ların ortalarında atan küçük Dönmez, akrabasının yolunda yürümeye çalışır. Değirmencioğlu’ndan ödünç alınarak isminin hemen yanına eklenen “cik” takısıyla bir Ömercik doğar Yeşilçam’da. Bu iki ünlü akraba çocuğunun bir araya gelip karşılıklı oynadıkları Ayşecik’le Ömercik adlı filmle bir dönem açılır, bir yarış başlar 1970’li yıllara girilirken.

Bu “cik”li ve “cak”lı çocuk yıldızlar döneminin oyuncularından biri, oyuncu Filiz Akın ile yapımcı Türker İnanoğlu çiftinin çocukları İlker İnanoğlu, diğeri ise yapımcı Berker İnanoğlu’nun oğlu Sezer İnanoğlu’dur. Yapımcı baba destekli her iki çocuk oyuncu beş yaşlarına girdiklerinde seyirci karşısına çıkarlar. İlker “Yumurcak” tiplemesiyle, yeğeni Sezer de Sezercik Yavrum Benim adlı filmleriyle.

İlker İnanoğlu Antalya Film Festivali’nde (1970) en iyi çocuk oyuncu seçilir. Ödüllü bir diğer çocuk oyuncu da yapımcı Ümit Utku’nun sekiz yaşındaki oğlu Menderes Utku’dur. Hem de iki kez Antalya Film Festivali’nden; 1971’de Afacan, 1973’te ise Afacan Harika Çocuk adlı filmlerdeki rolleriyle alır ödülünü. İlker İnanoğlu, Sezer İnanoğlu ve Menderes Utku, 1970’li yılların en öne çıkan çocuk oyuncularıdır. Bu üçlünün yanı sıra Ertem Eğilmez’in yönettiği Canım Benim’de tüm doğallığıyla farklı bir çocuk duyarlılığı sergileyen Kahraman Kıral’ı ayrı bir yere koymak gerekir.

Hülya Koçyiğit-Selim Soydan çiftinin yedi yaşındaki kızları Gülşah da 1976 yapımı Gülşah Küçük Anne filmiyle çocuk oyuncular yarışına katılır. Ve annesi Hülya Koçyiğit’le karşılıklı oynadığı bu filmin afişinde ismi annesininkinin de üstünde, tam tepededir.

Şimdi sırada kim vardır?

Ünlü oyuncu Cüneyt Arkın’ın oğlu Murat Arkın. 1979 yapımı Vatandaş Rıza’da babası ve annesiyle oynar. Filmin yönetmeni de babasıdır. Vatandaş Rıza aile boyu ilginç bir filme dönüşür.

Ozan Bilen, Oscar aday adayı ilk filmimiz Uçurtmayı Vurmasınlar'ın (1989) çocuk oyuncusu

1980'ler ve 1990'lar: Karakter yapılanmasına geçiş

Uzun bir yolculuktan sonra 1980’li yıllara geldiğimizde çocuk oyunculuğu konusunda oldukça farklı bir süreç yaşandığını görürüz. Yıllar öncesinin popülizme dayalı klişe tiplemeleri yerine yavaş da olsa çocuk oyuncuların giderek bir karakter yapılanmasına geçmeleri gerçekten dikkat çekicidir. Bu yeni dönem, daha nitelikli konular ve özellikle de yönetmen sinemasıyla gerçekleşir.

Örneklersek; konusu İstanbul’da amcalarını arayan kan davalı iki kardeş küçük çocuğun üzerine kurulu Yusuf ile Kenan, bu filmlerden biridir. Ömer Kavur’un yönettiği filmde Tamer Çeliker’le birlikte başrolü paylaşan Cem Davran, Antalya Film Festivali’nde (1979) en iyi çocuk oyuncu seçilir.

Özellikle de yurt dışı festivallerinde çeşitli ödüller alan Ali Özgentürk’ün 1979 yapımı Hazal ve 1981 yapımı At adlı filmlerinde Harun Yeşilyurt oynar. Hazal’da töre gereği annesi yaşındaki (Türkan Şoray) kadınla evlendirilen bir ağa çocuğu rolündedir. Genco Erkal’la oynadığı At’ta ise Yeşilyurt, taşralı yoksul babasıyla geldiği megakent İstanbul’da okuyabilme savaşı veren bir çocuğu canlandırır. 1983’te Yaşar Seriner’in yönettiği Çocuklar Çiçektir ve Zafer Par’ın yönettiği fantastik bir uzay filmi olan Badi’de hep çocuklar vardır.

Ama asıl çarpıcı bir film 1989’da yönetmen Tunç Başaran’dan gelir. Oscar aday adayı olarak gösterilen ilk Türk filmimiz Uçurtmayı Vurmasınlar’dır bu. 1991’de Lyon Çocuk Filmleri Şenliği’nde (Fransa) büyük ödülü kazanan filmin öyküsü kadınlar hapishanesinde geçer. Tutuklu mahkûm bir kadının dört yaşındaki oğlu rolünü beklenmedik bir duyarlılıkla sergileyen oyuncu Ozan Bilen’dir.

Antalya Film Festivali’nde (1989) en iyi çocuk oyuncu seçilen Bilen’in çok duygusal bir anısı vardır ki unutulmaz. Atatürk Kültür Merkezi’nin sinema salonunda düzenlenen gala gecesinde davetliler arasındadır, ailesiyle birlikte. Beyazperdede olanca dikkatiyle kendini izleyen Bilen, film arası koltuğundan merakla kalkar, yavaş adımlarla sahneye çıkar ve bir çocuk içgüdüsüyle hafifçe eğilerek beyazperdenin arkasına bakıp kendisini arar.

Memduh Ün’ün Zıkkımın Kökü filmiyle, ödüllendirilen (1993) bir çocuk oyuncu da Emre Akyıldız olur. Handan İpekçi’nin Babam Askerde adlı filminde farklı çevrelerde yetişen üç çocuğun öyküsünü izleriz. Zülfü Livaneli imzalı Şahmeran, bir çocuk fantezisi içeren bir masal filmidir. Dedesinin anlattığı masallarla büyüyen çocuk rolünü Mehmet Balkız üstlenir.

Önce bir Türk-Alman ortak yapımı olan Gülibik’te ve ardından Nar Kırmızı adlı filmde oynayan Murat Güler ile Burçin Terzioğlu, 1980’li ve 1990’lı yılların çocuk oyuncularından. Elbette sırada başkaları da var. Yılların izini sürdüğümüzde
o küçük yaştaki çocukların yıldızlaşmasıyla değil, daha toplumsal içerikli konular eşliğinde oyunculuklarıyla öne çıktıkları görülecektir. Ve şimdi bu örneklere geçebiliriz.

1993’te Osman Sınav’ın gazeteci Bedii Faik’in anı romanından uyarladığı Yalancı’daki olaylar küçük bir çocuğun gözünden verilir. Dayısının etkisinde kalan küçük, onun gibi dünyaya gülümseyerek bakmayı ve sevmeyi öğrenmiştir. 1994’te Kadir Sözen’in yönettiği Soğuk Geceler, İstanbul gibi bir büyük kentte onurlu yaşam savaşı veren ve kendilerini bir kavganın içinde bulan dört çocuğun direniş öyküsünü anlatır. 1996’da Muammer Özer’in görüntülediği Hollywood Kaçakları filminde biri sinemacı olmayı, diğeri ünlü futbolcu Pele gibi yıldızlaşmayı düşleyen kan kardeş tiplemesi iki çocuğu görürüz.

1997’de Zeki Demirkubuz’un Masumiyet’inde ise baştan sona dek bir kız çocuğunun içten içe gelişen çileli yaşamını izleriz. Melis Tuna’nın canlandırdığı küçük Çilem, pavyonlarda konsomatrislik yapan bir kadının kızıdır. Konuşmaz. Sessizce izlemekle yetinir. Çünkü doğuştan sağır ve dilsizdir. 

1998’de Canan Gerede’nin Parçalanma’sında İrlandalı bir anneyle Türk bir babadan olma Ayşe ile Leyla adlı iki kız kardeşin iki kültür arasındaki çaresizlikleri öne çıkar. Maço baba, intikam duygusuyla kızlarını anne sevgisinden soğutur. Dinsel baskı sonucu kızlarını örtünmeye zorlar.

Bir yıl kadar sonra çekilen Tunç Başaran imzalı Abuzer Kadayıf, arabesk türü şarkıcılar dünyasına ağırlık verse de temel öykü içinde tinerci ve kapkaççı adlarıyla tanımlanan sokak çocuklarına da yer verir. Filmin başında, sosyoloji profesörü rolündeki Metin Akpınar’ın eşi tinerci çocuklar tarafından öldürülür. Profesör yine de onları sokaktan kurtarmak için bir çözüm yolu bulmaya çalışır. Tinercilere bilgisayar donanımlı bir rehabilitasyon merkezi açmak ister. Düşünü gerçekleştirmek için yeni bir ad ve türkücü kimliğiyle sahneye çıkar.

Büyük Adam Küçük Aşk, 2001

Yeni binyılın Yeşilçam çocukları

2000’li yıllara gelince...

Beş yaşındaki Dilan Erçetin devreye girer. O bildik yıldızlardan biri değildir. Afişlere ismi Şükran Güngör’den sonra yazılsa da bir çatışma sırasında annesi ve babası öldürülen Kürt kızı Hejar rolüyle öne çıkar. Handan İpekçi’nin Büyük Adam Küçük Aşk adlı filminde, evlerine yapılan bir polis baskınında dolabın içine girerek korkulu gözlerle çatışmayı izler. Sonra da kaçarak karşı daireye sığınır. Kürt kızı Hejar Türkçeyi konuşamasa da, karşı dairenin 70’li yaşlarındaki yargıç emeklisiyle aralarında unutulmaz bir sevgi bağı kurulur film boyunca. İyi de küçük yaştaki bir kız çocuğunun Ankara Film Festivali’nde umut veren kadın oyuncu olarak ödüllendirilmesine ne dersiniz?

2003’te Aydın Sayman-Ümit Cin Güven ikilisinin ortaklaşa yönettikleri Sır Çocukları ise çeşitli suçlara itilen evsiz barksız çocukların dünyasını konu alan dikkat çekici bir çalışmadır. Sarhoş üvey baba dayağından kurtulmak için evini terk eden, tiner bağımlısı olan ve sığındıkları kahvehane sahibinin tecavüzüne uğrayan çocuklar, filmin ana karakterlerini oluşturur. Ayrıca Umut Çocukları Derneği Başkanı Yusuf Kulca’nın da danışmanlık yaptığı filmle ilgili Atilla Dorsay şöyle yazacaktır:

"Kimsesiz çocuklar sorunu büyük bir iyimserlikle sorunun altında yatan acıyı, küçük bedenlerin ve ruhların korkunç yalnızlığını pek duyurmadan pembe bir tavırla işliyor film."

Çağan Irmak, Babam ve Oğlum filminin setinde Ege Tanman ile

2005’te Çağan Irmak’tan izlediğimiz Babam ve Oğlum’da, sokak çocukları tiplemeleri dışında daha farklı bir çocuk kimliğiyle karşılaşıyoruz. Bazı iç sorunlar nedeniyle yıllar önce birbirlerinden kopmuş bir aile arasında uzlaşma sağlamaya çalışan torunla. Barışçıl torunu çocuk oyuncu Ege Tanman canlandırıyor. Filmdeki torunun adı Deniz. Öykünün geçtiği yıllarda moda olan Deniz, Deniz Gezmiş’ten esinlenilmiş.

Uluslararası ödüllü film denilince hemen Semih Kaplanoğlu’nun sinema tarihimize Yusuf Üçlemesi olarak geçen 2010 yapımı Bal çıkar karşımıza. Berlin Film Festivali’nde Altın Ayı ile ödüllendirilen Bal’da ilkokul öğrencisi Yusuf rolünü canlandıran çocuk oyuncu Bora Altaş’tır. Ve filmin de ana kahramanıdır. Babası arılar ve bal peşinde koşarken Yusuf da Karadeniz’in gizemli ormanlarında doğayla iç içe, çocuksu bir yaşam sürecektir.

M. Çağatay Tosun’un Antalya Film Festivali Yarışması’na (2012) katılan Derin Düşünce filmi, gösterim sırasında tartışmaya yol açar. Tartışma jüri başkanı Hülya Avşar’ın karşı çıkmasıyla başlar. Nedeni, küçük oyuncu Yaren Aynuz’un yer aldığı filmin aile içi ensest bir ilişkiye göndermeler yapmasıdır. Oysa bu bağlamda asıl tartışılması gereken, dokunulması bile zor bir konunun sinemasal açıdan nasıl çekildiğidir.

2000’li yılların sonlarına doğru çocuk oyuncularla son izlediğimiz film, Cam Ulgay’ın yönettiği Ayla’dır. “Bu film, Kore Gazisi astsubay Süleyman Dilbirliği’nin gerçek hayat hikâyesidir” sunumuyla vizyona girer. Astsubay Süleyman rolünü üstlenen İsmail Hacıoğlu, bir başrol oyuncusu olarak öne çıksa da Koreli küçük kızın araya girmesiyle Ayla uzun soluklu bir sevgi filmine dönüşecektir. Koreli, savaş kurbanı, güleç yüzlü, sevimli küçük kız bir ormanlık alanda üst üste yığılmış cesetlerin arasından canlı olarak kurtarılır. Savaş süresince onu kurtaran Süleyman’ın koruması altında, Kore’deki Türk Birliği Karargâhı’nda Ayla adıyla yaşamını sürdürür. 60 yıl sonra o Türk subayla o Koreli kız bir baba-kız duyarlılığıyla karşı karşıya geldiğinde ne güzel yaşlanmışlardır... 5 milyon 287 bin bilet satışı sonucu 2017 yılında en çok iş yapan on filmden ikincisi oldu Ayla. Şu soruyla noktalıyoruz: Eğer bu filmi çok usta bir yönetmen çekmiş olsaydı, Ayla, nehir roman düzeyinde bir başyapıt olabilir miydi?

Kaynakça

Agâh Özgüç, Tuncan Okan’dan Haftanın Filmleri, Horizon Yayınları, Ocak 2018, s. 78-80.

Alim Şerif Onaran, Muhsin Ertuğrul’un Sineması, Agora Yayınları, 1981, s. 182-183.

Atilla Dorsay, Sabah gazetesi, 22 Aralık 2002.

Elia Kazan, “Tanımadığım Fakat Hayran Olduğum Bir Sanatçı Üzerine”, Milliyet Sanat dergisi, Nisan 1974.

Erdoğan Sevgin, “Bu da mı Çocuk Filmi?”, Ses dergisi, Nisan 1974.

Metin Öztürk, Yılmaz Güney Gerçeği (Nevzat Çalıkuşu’nun önsözünden), Su Yayınları, 10 Şubat 1977.

Semih Tuğrul, “Ayşecik Ateş Parçası ve Eğitimcilerimiz”, Hür Vatan gazetesi, Aralık 1962.

“Lüks Koltuktaki Adam” köşesi (Sezai Solelli), Yıldız dergisi, 15 Kasım 1952, s. 99.

Agâh Özgüç
Yeşilçam
Çocuk Yıldızlar
Çocuk
Ayşecik
Ömercik
Yumurcak
İlker İnanoğlu
Filiz Akın
Uçurtmayı Vurmasınlar
Babam ve Oğlum
Bal
Sayı 005

BENZER

Biraz da tüm dünyayı kendine müptela eden Japon mangalar sayesinde olsa gerek, son yıllarda çizgi roman verimli olduğu ve takdir gördüğü bir dönem yaşıyor. Şimdiye dek Türkiye’nin çeşitli illerinde çizgi romancılık üzerine açılan kurslar, programlar olmuştu olmasına fakat “sanat” kategorisine sokulmasına hep şüpheyle yaklaşılan çizgi roman ilk kez ve nihayet “akademili” oldu.
İstanbul’un son yıllarda Orta Asya, Suriye ve Afganistan’dan aldığı göç, kentin coğrafyasına her şeyiyle yansıyor. Göç, ister iradi ister zorunlu gerçekleşmiş olsun, yeni bir yerde yeni bir yaşam inşa etmeye çalışan insanlar doğal olarak kendilerini cemiyetin parçası gibi hissetmeyi de umuyorlar. Tıpkı geride bıraktıkları memleketlerinde olduğu gibi. Uygur, Özbek, Arap, Türkmen ve Afgan restoranlarının yayılımı ve artışı bize bir şeyler anlatıyor. İstanbul, metropollerin doğasında olan çeşitliliğe ve renge adım adım kavuşurken, buraya göç eden topluluklar kendini “evlerindeymiş gibi” hissetmenin bir yolunu bulmuşa benziyor.
Hiç tren uğramayan gar olur mu? İstanbul’un bir zamanlar Avrupa ve Anadolu’ya açılan iki kapısı, Sirkeci ve Haydarpaşa garları tam yedi yıldır trene hasret. Oysa mimari ve tarihî bakımdan son derece kıymetli olan bu yapılar, Paris’in Gare du Nord’u, Washington’ın Union Station’ı, Londra’nın St. Pancras’ı kadar önemli, görkemlidir. Amerikan Time dergisi, 2016’da dünyanın en güzel tren garları listesi hazırlamış, seçkiye Sirkeci ile Haydarpaşa’yı da dâhil etmişti. Her ikisinin de sonunu getiren, neo-liberal politikalar ve bu politikalara paralel geliştirilen “mega” projeler oldu.