İstanbul’un otomobil tarihinde II. Meşrutiyet’in ilanının ardından gelen göreli serbestlik ortamının önemli rolü vardır. İlk otomobil nizamnamesi 1909 yılında hazırlandı. Aynı yıl taksi işletmek için ilk başvuru yapıldı. Muzaffer Paşazade Fuad Bey Şehramaneti’ne verdiği dilekçede şehir içinde ve civarında işletmek için sürati saatte 15 kilometreden fazla olmamak ve dikkatle kullanmak kaydıyla “Oto Taksi” adını verdiği dört kişilik kira otomobilinin işletilmesine izin verilmesini talep ediyordu.1 Bu başvurunun nasıl sonuçlandığını ise bilmiyoruz.
1911 yılında Tütüncü Abdüsselâm Efendi’nin getirttiği iki otomobilin ilk taksiler olduğu sanılmaktadır.2 1913 yılında ise taksi olarak altı otomobil çalışıyordu. İlk taksi durağı İngiliz Sefareti’nin önünde bulunuyordu. İkinci durak ise Eminönü’nde açıldı. İlk taksi şoförleri olarak Kabataşlı Ahmet, Ayazpaşalı Tevfik, Beşiktaşlı İskender ve İsmail, Palabıyık İbrahim ve Tatar Ahmet beylerin adları geçer. Bunlardan Kabataşlı Ahmet ilk taksiler hakkında şöyle bilgi verir: “Biz İngiliz Sefareti’nin önünde beklerdik. Beşiktaş’a 6 ve Şişli’ye 4 kuruşa giderdik. Müşteri tekrar dönerse yarı ücret alırdık. En iyi şoför o vakit 8 kuruş yevmiye alırdı. Her gün 60 kuruş azami hasılât yapardık, akşam patrona 45 kuruş hasılât götürürsek bize 2 kuruş bahşiş verirdi.”3
Taksilerle Belediye arasındaki sorunlar, şehirdeki taksi sayısı arttıkça çoğaldı. 1926 yılında taksilerde taksimetre kullanılması zorunlu kılındı. Ardından çeşitli kısıtlamalar geldi. Hemen ardından Üsküdar Belediye Dairesi’nce iskele civarındaki otomobillerin meydanı işgal etmemesi için zorunlu bir bekleme yeri belirlendi. Gösterilen yeri beğenmeyen taksiciler buna tepki gösterdi ve 12 Temmuz 1926 günü kontak açmama kararı aldılar. Bu, taksicilerin ilk grevi kabul edilir. Belediye yolcuların mağdur olmaması için bölgeye otobüsler sevk etti ve kararından dönmedi. Durak yerinin değiştirilmeyeceğini, greve katılan şoförlerin de cezalandırılacağını açıkladı. Grev günü akşamı Belediye ile yapılan müzakereler sonucu şoförler çalışmaya ikna edildi ve bu grev İstanbul’daki ilk şoför grevi olarak tarihe geçti.4

TAKSİ GREVİ
Belediye ile taksiciler arasındaki çekişme takip eden yıllarda da sürdü. Dönemin gazetelerini tarayarak izlemeye çalışalım. 1929 yılının Mayıs ayında Belediye’nin belirlediği açış ücretine uymayan şoförler çoğalınca uyuşmazlık da arttı. Bir Belediye yetkilisi alınan kararları şöyle özetliyordu:
"Taksi ücretleri 1 Mayıs’tan itibaren tenzil edilmiştir [indirilmiştir]. Küçük taksilerde 40 yerine 20, büyüklerde 60 yerine 30 kuruş verilecektir. Gece zammı da kalkmıştır." Ama bazı taksiler bu kararın 15 Mayıs’ta yürürlüğe gireceğini söyleyerek müşterilerinden eski tarifeye göre para istemeye devam ediyordu. Belediye böyle durumlarda vatandaşların taksinin plaka numarasını alarak şikâyet etmelerini talep etti ve buna yeltenen taksilerin seferden alıkonacağını açıkladı. Uzlaşmazlık giderek arttı ve 1 Haziran günü taksi şoförleri otomobillerini garajdan çıkarmadılar. Gazeteler olayı “Şoför Grevi” başlığı ile duyurdu. Belediye sadece 5 şoförün greve katıldığını söylese de gazeteciler yaptıkları araştırma sonucu taksilerin %80 ila 90 oranında trafiğe çıkmadığını yazıyordu. Bu nedenle birçok kişi otomobil bulamamış, tramvaylarda izdiham olmuştu. Çalışmaya kalkan şoförler ise saldırıya uğramıştı. Taksim’de bir taksinin camının çerçevesinin kırıldığı, bazılarının lastiklerinin patlatıldığı haberleri gazetelerde yer aldı. Vakit gazetesi şehirde bulunan 985 taksiden 340’ının Mayıs ayı içinde taksimetrelerini yeni uygulamaya göre ayarlamalarına rağmen greve katıldıklarını belirtiyordu.
Herkes tarafından grevi başlattığı bilinen Otomobilciler Cemiyeti olayla hiçbir ilgileri olmadığını ama taksicilerin yanında olduklarını açıkladı. Yaptığı açıklamada benzin fiyatlarının arttığını, taksi sayısının da çoğaldığını, bu nedenle yapılan indirimin doğru bir uygulama olmadığını ileri sürüyordu. İlk gün greve katılmayan taksiciler de arkadaşlarına katılınca iş daha da büyüdü. Belediye gereken önlemleri aldığını, tramvay seferlerinin arttırıldığını, Kadıköy ve Üsküdar’dan getirilen 40 otomobilin sefere çıkarıldığını açıkladı. Milliyet gazetesi şoförlerin grevinin uzun süredir işsiz kalmış olan arabacıların (yani faytonların) yararına olduğunu ve şehirde görülen arabaların hızla arttığını yazıyordu. Akşam gazetesi de “Caddelerde çalışan arabalar çoğaldı” başlığını atarak bu gelişmeyi duyuruyordu. Bu arada otomobil sahipleri de araçlarının piyasaya çıkmadığı iki gün için şoförlere para ödememiş, şoförlerle patronları arasında da ihtilaf çıkmıştı. Bazı şoförler paraları ödenmezse başka bir iş tutacaklarını söylüyordu. Bu arada grevci şoförlerden altısı da tutuklandı. Ortalık iyice karışmıştı.

Belediye Başkanı Muhittin (Üstündağ) Bey en nihayet devreye girdi. İlk açıklaması oldukça sertti: "Birkaç sermayedar sefihane [zevk ve eğlence tutkunu] yaşamayı itiyat [alışkanlık] edinmişler. Beş on zavallıyı da kandırarak menfaatlerini idame için [devam ettirmek] için böyle hareket ediyorlar. Biz esaslı hesaplara istinaden verilen kararı değiştirecek değiliz. İster çalışsınlar ister çalışmasınlar. Zaten 500 saat şimdiye kadar tashih edilmiştir. Demek ki şoförler bu tenzili kabul ediyorlar.” Aynı gün Akşam gazetesine otomobil sahipleri ve şoförleri namına gelen dört imzalı mektup “Şoförler grev yapmış değillerdir” diye söze giriyordu. “Yapılan indirim yanlış bulunarak otomobiller garaja çekilmiştir. Bu uygulamamızda kanuna aykırı bir durum yoktur. Grev diye tarif edilen eylemle yaptığımızın bir ilgisi bulunmamaktadır. Çünkü biz amele değil mal sahibiyiz."
Gazeteler 5 Haziran günü “Dün Grev Sona Erdi” başlığını attılar. Taksiciler taksimetrelerini düzelttirmek için sıraya girdiler. Ama gazetelerde çıkan haberlere göz attığımızda, yeni tarifeyi hileli kullanan şoförler olduğunu, bazı şoförlerin de yakın yere gidecek müşterileri benzinleri olmadığını bahane ederek almadığını görüyoruz.
Daha sonraki yıllarda da taksicilerle Belediye arasında sürtüşmeler devam etti. Taksiler tek tipleştirilmeye, belli bir renge boyanmaya, şoförlerin kasket ve bir örnek elbise giymelerine dair karar alınmak istendi. Dikiz aynaları kaldırılmaya çalışıldı. Hız kısıtlaması konuldu. Ama gelin biz 1929 yılında kalalım. Bu grevin edebiyatımıza nasıl yansıdığına hızlıca bir göz atalım.

“SESİNİ KAYBEDEN ŞEHİR”
Nâzım Hikmet taksi grevinin olduğu günlerde şehirdeki hareketlilikten oldukça etkilendi. Tamam, sokaklar durgunlaşmıştı ama gazetelerin attığı “taksi grevi” başlıkları ortamı iyice ısıtıyordu. “Sesini Kaybeden Şehir” şiiri işte böyle bir ortamda yazıldı.
Nâzım Hikmet o sıralar Sertellerin çıkardığı Resimli Ay dergisinde Musahhih (düzeltmen) olarak çalışıyordu. Dergide yazıları ve şiirleri de yayımlanıyordu. “Sesini Kaybeden Şiir” taksi grevinin hemen ardından, derginin Temmuz 1929 tarihli sayısında “İsimsiz Adamın Şiirleri serisinden” imzasıyla yayımlandı. Kemal Sülker şiirin dava sürecini şöyle aktarır: “Nâzım Hikmet’in grevle ilgili şiiri yayımlanınca Ağustos 1929’un ilk yarısında şiir kovuşturma konusu edildi ve basına yansıyan ilk haberlerde “şiirde komünistlik propagandası mevcut olduğu dolayısıyle” kovuşturma yapıldığı bildirildi. Sonra da davanın açılmasına savcılıkça karar verilerek dosya 3. Ceza Mahkemesi’ne gönderildi (16 Ağustos 1929). Ağustos ayında ise duruşmaya Nöbetçi 2. Ceza Mahkemesi’nin bakması gerekirken, Resimli Ay dergisinin sorumlu yazı işleri müdürü Behçet Bey’e tebligat yapılmadığı için 31 Ağustos günkü duruşma 7 Eylül 1929 tarihine ertelendi. O gün de dosya açıldığında Resimli Ay dergisi yazı işleri müdürü Behçet Bey’in hastalığına dair bir raporun mevcut olduğu görüldü, bu nedenle sanık mahkemeye gelememişti. Duruşma bu kez de 18 Eylül 1929 tarihine bırakıldı.”5 Kemal Sülker, şiirin cezalandırılmak istenmesinde, o dönemin bazı aydınlarının rolü olduğunu söyler. Giderek şiirdeki “üç adam”ın Yakup Kadri, Hamdullah Suphi ve Ahmet Haşim olduğunu da ileri sürer.
Şiirde Nâzım’ın imzası bulunmadığından, dava yazı işleri müdürüne açılmıştı. Nâzım Hikmet yazdığı şiirden dolayı kendisinin değil de yazı işleri müdürünün suçlanmasını doğru bulmuyordu. Ama Resimli Ay’ın avukatı İrfan Emin, şiirin kendisinin olduğunu açıklasa bile, Nâzım’la birlikte yazı işleri müdürünün de suçlanacağını söyleyerek, Nâzım’ın bir açıklama yapmasını önledi.
Dava görülmeye başlanınca hâkim Kudretullah bu şiirle ne demek istendiğini yazı işleri müdürü Behçet Bey’e sordu. Behçet Bey’in cevabı şöyleydi: “Bu şiir alelade bir şiirdir, anlatmak istediği mısralarda bellidir. Sessizliği tasvir etmektedir.” Avukat İrfan Emin ise özetle şiirin İstanbul’da yapılan taksi greviyle ilgili olduğunu, grev nedeniyle şehrin sesini kaybetmesinin anlatıldığını ve savcının iddia ettiği gibi şiirde komünistlik propagandası yapılmadığını söyledi. Davanın kararı 21 Eylül günü yapılan duruşmada alındı. Hâkim “Sesini Kaybeden Şehir” şiirinde grev suçunun övüldüğünü ve halkın yasalara uymaması amacıyla kışkırtma bulunduğunu, bu nedenle Behçet Bey’in 10 gün hapsine ve 10 lira para cezasına çarptırılmasına ve bu cezanın ertelenmesine karar verdi.
Dava iki kez temyize gitti. Kararda ısrar ediliyordu. Sonunda dosya Yargıtay Genel Kurulu’na gönderildi. Davanın açılışından altı ay sonra kesin karar hükme bağlandı. “Sesini Kaybeden Şehir” beraat etmişti. Ama şehir daha çok grevlere tanıklık edecek, şairimiz sesini yükseltmeye devam edecekti... Hiç durmadan...
"SESİNİ KAYBEDEN ŞEHİR"
Adedi devir
sıfır.
Şehir
sustu.
Kenetlendi nokta nokta şehrinin
asfalt – beton çenesi:
bin dokuz yüz nokta nokta senesi
nokta nokta
ayında…
Cadde boş.
Bir uçtan bir uca koş.
Cadde boş
bomboş
cebim gibi…
Kesildi akmıyor su…
Ne bir motor uğultusu
ne dönen bir tekerlek var.
Rüzgâr:
sürüklüyor asfaltta Mister Ford’un adını:
duvarlardan kopan renkli bir ilân kâadını
kaldırımda savuruyor…
Üç adam.
Üç adam duruyor:
Birincinin kolunda kırık bir
keman var,
ikincinin başında silindir
sırtında frak,
üçüncü kıllı bir maymun gibi çıplak…
Sokak.
Sokakta ıslık çalarak
enseni kaşıya kaşıya.
geç karşıdan karşıya.
Yok ezilmek korkusu…
Ne bir motor uğultusu
ne dönen bir tekerlek var…
Rüzgâr:
çatıyor git gide kara kaşlarını.
Kesmiş düdük sesleri köşe başlarını.
Üç adam…
Üç adam duruyor
ve bir sarhoş türküsünü söyliyerek
topuklarını yere vuruyor…
Caddenin ortasında bağırıp durmayın,
topuklarınızı yere vurmayın,
NAFİLE
asfaltı getiremezsiniz dile!!
NAFİLE
konuşmaz sesini kaybeden şehir:
okşamazsa eğer
ONLARIN
ceplerinde kilitlenen elleri
bakır telleri…
Üç adam
Üç adam duruyor:
birincinin kolunda kırık bir
keman var,
ikincinin başında silindir
sırtında frak,
üçüncü kıllı bir maymun gibi çıplak…
Üç adam
kayboluyor karanlıkta sallanarak….
Nâzım Hikmet
* Şiir, Nâzım’ın kitabının ilk baskısındaki biçimini koruyarak yazıldı.
DİPNOTLAR
1 Erhan Afyoncu, Coşkun Yılmaz (2020): Osmanlı İstanbulunda Otomobil, İstanbul: Türkiye Turing ve Otomobil Kurumu, s. 265
2 Erhan Afyoncu, Coşkun Yılmaz (2021): Otomobilim Uçar Gider, İstanbul: Türkiye Turing ve Otomobil Kurumu, s. 97
3 “İstanbul’da İlk Otomobil ve İlk Şoför”, Son Posta, 22 Temmuz 1932.
4 Erhan Afyoncu, Coşkun Yılmaz (2021): Cumhuriyet İstanbulunda Otomobil, İstanbul: Türkiye Turing ve Otomobil Kurumu, s. 158-9
5 Kemal Sülker (1987): Nâzım Hikmet’in Gerçek Yaşamı, C. 2, İstanbul: Yalçın Yayınları, s. 45-6.