Para kazandığım ilk işimi yapalı yirmi yıl oldu. Web arayüz geliştiricisiyim ben. İşimi yapmak için bir bilgisayar ve internet yeterli. İşi yapmaya başladığım zamanlar henüz ergendim. Forumlarda ıvır zıvır işler bulmak mümkündü. Bu işlerle ufak tefek harçlığımı çıkartabildim. Ama biraz büyüyüp sıra derli toplu bir iş sahibi olmaya geldiğinde, henüz yenice olan sektör bana iş sağlamadı. Çünkü ben bir engelliyim, evden çalışmak zorundayım ve profesyonel hayatta bu kabul edilemezdi.
İş üretip becerimi geliştirdikçe, sektör de ilerledikçe bu şekilde çalışabilir oldum. Bu yirmi yılda kimi zaman ‘freelancer’ (bağımsız), kimi zamansa işçi olarak çalıştım. Ofise yalnızca zaman zaman sohbete gidiyorum. Hiç görmediğim ofislerim de oldu. Bizim sektörde uzaktan çalışma iyi kötü kabul görmüş bir durum artık. Pek çok arkadaşım işlerini kısmen ya da tamamen uzaktan yürütüyor. Buna karşılık, genele baktığımızda uzaktan çalışma hâlâ kabul edilemez gibi görünüyor.
Dünyayı olduğu gibi ülkemizi de esir alan, hemen hemen hepimizi evlerimizde karantinaya sokan koronavirüs salgını günlerinde; elli kat yerin altında, yüz elli kat yerin üstünde binalara kartla giriş çıkış yapmaya mahkûm çalışanlar dahi işlerini evden yürütmek zorunda kaldı. Sağlık esas olunca kimse de pek itiraz edemedi sanıyorum.
Benim ve dijital işler üreten çalışanların, şirketlerin hâkim olduğu uzaktan çalışma yönteminin aslında ne kadar kolay, uygulanabilir ve verimli olduğunun farklı sektörlerce de fark edildiğini görüyorum. Bugünkü bu zorunluluk hâlinin pek çok kişiyi eğiteceğine inanıyorum.
Sanırım en büyük endişe personelin çalışmalarını takip etme ve verimlilik üzerine. Oysa uzaktan çalışma ortamında trafikten, öğle molasından kaybedilen zaman çalışana kalıyor. Bu da kişiye aynı mesai süresinde daha çok uyku ve eğlence zamanı bırakıyor. Trafik sancısı, iş yetiştirme baskısı, ensede hissedilen yönetici baskısı kalkınca bir miktar sorumluluk sahibi çalışan kendi zaman yönetimiyle işleri daha verimli bir şekilde tamamlayabiliyor.
Çeşitli uygulamalarla (örn: Time Doctor) kimin, hangi işe ne kadar vakit ayırdığını takip etmek mümkün. Doğru bir kurgu ile çalışanları suistimal etmemek de mümkün. Herkes kendi verimliliğini ölçebilir. Yine de ücret/kişi-saat hesabı gerekmeyen durumlarda kimseyi bu baskı altına almayın.
Trello, BaseCamp gibi iş yönetim uygulamalarında gruplar halinde aynı iş üzerinde düzenli çalışılabiliyor. Bu tür uygulamalarda sıfır toplantı ihtiyacı ile o sırada kimin hangi işi yaptığını, işin hangi bölümlerinin tamamlandığını, zaman çizelgelerini ve daha birçok şeyi tek bir ekrandan kolayca takip etmek ve düzenlemek mümkün.
Karantina günlerinde birçok kişi cep telefonlarındaki video arama özelliğini bile yeni keşfetmiş gibi. Oysa profesyonel hayatta ücretli/ücretsiz bir dolu konferans uygulamasıyla toplantı yapmak mümkün. Skype, Google Meets, Microsoft Teams, Zoom gibi uygulamalarla onlarca kişi eş zamanlı sesli ve görüntülü iletişim kurabilir, bilgisayarınızdaki sunumları, hatta tüm ekranınızı paylaşabilir, ekrandaki sanal beyaz tahtaya çizimler yapabilir ve gerektiğinde her şeyi kayıt altında tutabilirsiniz.
Uzaktan çalışmanın dezavantajı da var elbette ama bu yazının konusu değil. Bu yazının konusu uzaktan çalışmanın avantajları da değil aslında. Bu can sıkıcı karantina günlerinde, kitlesel olarak âdeta yeni keşfettiğimiz uzaktan çalışma düzeninin aslında ne kadar mümkün ve verimli bir şey olduğunu özetlemek istedim sadece.
Ne yazık ki korona salgını sürecinde bardağın dolu tarafı bile boş. Yine de o boşlukta bizi ferahlatacak birkaç damla kalmışsa, bunlardan biri de uzaktan çalışma becerisidir. Umarım gelecek dönemde de sahip çıkarız.