İstanbul’un tam ortası neresidir? sorusunu bu şehirde yaşayanların tümü kendi doğup büyüdükleri veya çalıştıkları ilçeler, semtler, bölgeler, mahalleler üzerinden açıklayabilir. Ancak kimsenin itiraz edemeyeceği “merkezler” de vardır. Bunların başında herhalde Karaköy’deki Perşembe Pazarı gelir. Bu pazarda meyve sebze, yiyecek içecek satılmaz. Tam giyim kuşam da diyecektik ki, bir iç ses “orada durun” dedi:
Şantiyelerde, demir çelik atölyelerinde giyilen ayakkabılar, ceketler, pantolonlar, gömlekler, tişörtler, çoraplar bile burada mevcut.
Peki ne satılır bu pazarda?
Hırdavatın en ucuzundan en pahalısına ne ararsanız burada var. O kadar cazip ki ihtiyacını hissetmediğiniz ürünleri bile inceleyip alıcı olabiliyorsunuz. Sektör sektör devam edelim. Makine teçhizatları, gemi malzemeleri, metal ürünler, imalat alanıyla ilgili her şey, cıvatalar ve bağlantı parçaları, plastik ürünler, boya malzemeleri, iş güvenliği ve tekstil ürünleri gibi “dehşetli” zenginlik Karaköy’den Azapkapı’ya doğru Haliç’e paralel uzanıyor. Şehrin merkezindeki bu görkemli karmaşayı hak teslimi olarak Yaşayan Tanıklarıyla Karaköy adlı kitabında Gönül Kıvılcım şöyle anlatıyor:
"Karaköy’de İstanbul’u İstanbul yapan her şey var. Tarih, mimari, karmaşa, eskiyle yeninin iç içe geçmişliği ve gizem... Karaköy, İstanbul’un kalbidir!"
Bu kalbin atar damarını da hiç tartışmasız Perşembe Pazarı oluşturuyor. Haydi gelin hep birlikte bu atar damarın içinde kısa bir yaşayan tarih gezisine çıkalım.
İstanbul’un en karakteristik yerlerinden biri olan Perşembe Pazarı, bugüne dek çeşitli badireler atlatmış. Ve –şimdilik– varlığını; renkliliğini ve canlılığını koruyor. İnternet çağında bir şekilde İstanbul’da ticaretin merkezi olma iddiasını sürdürmeye devam ediyor. Bizim insanımızın görerek, eline alarak, tartarak ve mümkünse tadarak satın alma refleksini henüz kaybetmediğini söyleyebiliriz. İST’e de ev sahipliği ettiğinden midir bilinmez, Perşembe Pazarı’nın bizde ayrı bir yeri vardır diyebiliriz. Kaotik estetiğiyle benzersiz olan bölgeye bir de “içeriden” bakarak, esnafla sohbet ettik, tarihine ve bugününe tanıklık ettik.

İlk durağımız Aydınlar Ticaret, bölgenin işlek noktalarından Makbul İbrahim Paşa Camii’nin altında yer alıyor. Cadde’nin bu bölümü esnafın öğle yemeği ihtiyacını da karşılayan bir iki tezgâha ev sahipliği yapıyor. Caminin şadırvanı da tam burada. 1536 yılında yapılan, Pargalı İbrahim Paşa Camii adıyla da bilinen camii, Perşembe Pazarı’nın konuşlandığı bölgedeki tarihî yapılardan sadece biri. Aydınlar Ticaret’in başında bulunan Kamil Aydın Ünsoy, küçüklüğünden beri buralarda olduğunu, şu anki dükkânında kendi işini yapmaya başlamasının üzerinden neredeyse 40 sene geçtiğini söylüyor. İş güvenliği malzemeleri satıyor. “Baba mesleği. Babam 1951 yılında gelmiş buraya, açmış dükkânı” diyor.
Tarihi Kurşunlu Han
Fermeneciler’den yolun Yemeniciler Caddesi’ne kıvrıldığı noktada Hagop Altıntopuz’un dükkânı karşılıyor bizi. Hagop 32 yıllık cıvatacı, burayı bir sene önce bir başka esnaftan devralmış. Devamlı müşterileri olduğunu söylese de “internetten alışveriş”in küçükleri yuttuğuna dair gözlemini paylaşıyor o da. Yemeniciler Caddesi’nde görünürde bir dönüşümden bahsetmek mümkün değil, Fermeneciler’de olduğu gibi bir iki kafe, balıkçı ya da meyhane yok caddenin bu kısmında ama Hagop Altıntopuz, dönüşümün kaçınılmaz olduğu görüşünde ve bu durumdan pek de şikâyetçi değil. “Yavaş yavaş olacak, tabii ki olacak...” diyor: “Akşam 6’dan sonra buranın çehresi değişiyor, sanki daha güzel oluyor. Fena mı? Gençlik geliyor. Değişiklik her zaman iyidir.”
Kaynaklar, Kurşunlu Han’ın 16. yüzyılın ortalarında inşa edildiğini söylüyor. Sen Mişel Katedrali’nin kalıntıları üzerine inşa edildiği biliniyor. Katedral 1544-1550 yılları arasında tahrip olmuş, Sadrazam Rüstem Paşa da burayı Mimar Sinan’a teslim etmiş. Kurşunlu Han’ın ayrıca Rüstem Paşa Kervansarayı olarak anılması da bundan.
Kurşunlu Han’da faaliyet gösteren Hakkı Tülle, 46 senedir bu işi yapıyor. Dükkânında cıvata, bağlantı, vida gibi ürünler var. “Sonsuz ürün var” diyor adet ve çeşit sorduğumuzda. Han’da en az kırk dükkân olduğunu söylüyor.

Levon, Mehmet, Hayk
Kurşunlu Han’ın artık açılıp kapanmayan arka kapısına gelip de sağa dönünce yaşayan tarih diyebileceğimiz Levon Kuyumcuoğlu’nun fotojenik dükkânına geliyoruz. Burası butik bir torna tesviye atölyesi. Sadece tunç madeniyle çalışılıyor. Kendileri de bilmiyorlar kaç çeşit ürüne hayat verdiklerini. Levon Kuyumcuoğlu, soyadı kanunu çıkmadan önce Kuyumcuyan olan aile adlarını aynı anlama gelecek şekilde değiştirdiklerini söylüyor. 80 yaşının getirdiği bütün sorunların üzerinden atlayıp geçmiş Levon Abimiz. En az 15 yıl geriden geliyor fizik kondisyon olarak. Çalıştıkları torna tezgâhı 1900’lü yılların ilk yarısına ait teknolojiyle üretilmiş. Baba yadigârı. 80 yaşın üzerine bir de baba Jilber’in kıdemini koyunca Perşembe Pazarı’nın 150 yıllık geçmişine uzanabilirsiniz. Kuyumcuoğlu dükkânı fotojenisiyle de dikkat çekiyor. Turistik amaçla bölgeyi gezenler mutlaka burada fotoğraf molası veriyorlar.
Levon Usta’yı bize İnebolulu soğuk demirci Mehmet Kütüklü tanıştırmıştı. Onunla söyleşirken yanımıza gelip Mehmet Usta’nın yanağından sevgiyle babacan bir makas alıp gitmişti. Mehmet Kütüklü “Bu çarşının bütün esnafı eskiden Ermeniler, Rumlar ve Yahudilerden oluşuyordu. Sonra bizim babalarımız gelmişler Anadolu’dan onların yanında iş tutmuşlar” diyor.
Sonra devam ediyor: “Benim ustam Hayk Keşişyan bu dükkânın eski sahibidir. Ben mesleği ondan öğrendim. Babam Salih gemiciydi. Beni Hayk Usta’nın yanına o verdi. Allah razı olsun bana çok şey verdi. En sonunda da emekli olurken dükkânı devretti!”
Soğuk demirci Mehmet Usta’nın alanında uzman olduğu işi kepenk yapmak. İncelikleri olan bir zanaat. Herkesin ha deyince yapacağı bir iş değil. Metaforlara bile girmiş bir ürün kepenk... Sonu kötü biten bütün işlerde söylenir: Kepenkleri kapattı!

Stand-up'çı ve kaynakçı
Şimdi kapanan kepenklerden açılan zihinlere geçelim. Çarşıda “meşhur kaynakçı” diye bilinen Erol Durmuş ile tanışmak üzere Yemeniciler Sokağı’na yöneliyoruz. Kaynakçı işinin başında, iki müşterisi var sırada. İşi bitince yanımıza geliyor Erol Durmuş... “Trabzon, Çaykaralıyım” diyor. 11 yıldır Perşembe Pazarı’ndaki yerinde. Yani daha çok yeni. Önceleri Üsküdar’da, Fıstıkağacı’ndaymış. Sonra bir yurt dışı macerası olmuş. Geri döndüğünde Fıstıkağacı’ndaki yeri kardeşine devredip Perşembe Pazarı’na gelmiş. Erol Durmuş enerjik ve dikkat çekici bir karakter. Onunla mutlaka tanışmamızı öneren komşuları, Durmuş’un televizyon kanallarından gazetelere medyada çokça konu edildiğini söylemişlerdi. Nedenini anlamak hiç de zor değil. Kendisinden bahsederken; işini, hayatını anlatırken bir stand-up komedyenini andırıyor. Aforizmaları da cabası. “Bende dokuz tane meslek var. Doğalgaz var, tesisat var, kaynakçılık var. Ama en çok kaynakçılığı seviyorum, adam döveceğime kaynağı dövüyorum” diyor misal. Şöhretinden konu açılınca, “Bütün televizyonlar beni çekiyor. Yurt dışından da geliyorlar” diyor. Onun hakkında en çok neyi merak ediyorlar peki, ona ne soruyorlar? “Gençlerimize ne tavsiyelerde bulunursunuz, diye soruyorlar mesela” diyor ve stand-up moduna geçiyor. “Çalışmak, çalışmak, çalışmak. Akşam eve gittiğin zaman çocuklar ne diyor? ‘Baba, babacığım.’ Sabah ne diyorlar? ‘Baba, paracığım.” Bunu dememeleri için, yok dememek için çalışacaksın. Çalışacaksın, dana gibi yatarsan aç kalırsın!” Biri 22 diğeri 19 yaşında iki çocuğu var. Onlara mesleği öğretme, emanet etme arzusu yok çünkü okuduklarını söylüyor. “Saygı duyuyorum bu isteklerine” diyor.
Erol Durmuş, Perşembe Pazarı’ndaki ortamdan yana hoşnut: “Kendi işine bakan bir adamım. Sabah geliyorum, dükkânımı açıyorum. Kedilerime, martılarıma, köpeklerime mamalarını veriyorum. Gidiyorum, şadırvanı yıkıyorum. Sonra kedilerin mama kaplarını yıkıyorum. Ondan sonra gidiyorum camiye, müezzin yoksa müezzinlik yapıyorum” diyerek kamusal alanda ne kadar faydalı bir insan olduğunu eşsiz tevazuu içinde izah ediyor.

Perşembe Pazarı elbette bu kadar değil. Bu tarihi bölge için bir kitap, hatta bölümlerce devam edecek bir belgesel hazırlansa yine de az gelir. Özellikle 1980’lerle birlikte hâkim zihniyet haline gelen eski olan her şeyi yıkalım, yıkamadıklarımızı da yakalım anlayışından kendini az hasarla kurtarabilmiş Perşembe Pazarı bu haliyle de turistik özelliği kazanmış durumda. Karmaşa var, çok kalabalık çekiyor, mal indirenler, malzeme yükleyenler, Tersane Caddesi’nin trafiğini kesip “bi dakka abi” diyerek insanlara la havle çektiriyorlar. Ama bu hızlı bir devinimi ancak ileri teknolojiyle çekilmiş Hollywood filmlerinde görebileceğinizi de unutmamak gerekiyor. Perşembe Pazarı Karaköy’de sanatsal bir performans aktivitesiyle gündelik yaşamına devam ediyor. O yüzden bu yazının tepesine başlığı attık:
Kaotik güzellik Perşembe Pazarı!

Muhtar Verkin Hanım anlatıyor
Perşembe Pazarı’nın bulunduğu alanın resmi adı Arap Camii Mahallesi. Mülki idarenin ilk basamağında da çok zengin bir formasyona sahip olan muhtar Verkin Arıoba Kasapoğlu bulunuyor. Verkin Hanım yabancı dilde eğitim veren orta eğitim sürecini bitirdikten sonra Avrupa’nın değişik yüksek okullarında eğitim alıyor. Değişik ülkelerde yaşamak ona diplomalarla erişilemeyecek bir özellik kazandırıyor: Yedi dil konuşan bir muhtar! Bu yüzden onunla diyalog kurmak hiç de zor değil. Anlaşmak ise çok kolay! Verkin Hanım İstanbul’un merkezine çok yakışan bir muhtar olarak kabul ediliyor. Muhtarlık binası yok. Olsun Verkin Hanım var ya. Bizi ofis haline getirdiği evinde ağırlamasını unutmayacağız. Ama bu bir ayrıcalık değil. Muhtarlık bölgesinde işi olan herkesi home-ofis’inde kabul ediyor. Bunca kitlesel hayatın olduğu bölgede ise sadece 175 seçmene sahip. Bu da Perşembe Pazarı’na çok uygun kaotik bir gerçeklik olarak orta yerde duruyor.

Sayılarla Perşembe Pazarı
Hırdavat sektörü ---> 131 Firma, 443 Kişi
Makina teçhizat ---> 51 Firma, 133 Kişi
Gemi malzemeleri ---> 32 Firma, 64 Kişi
Metal sektörü ---> 31 Firma, 82 Kişi
İmalat sektörü ---> 23 Firma, 119 Kişi
Cıvata / bağlantı elemanları ---> 19 Firma, 46 Kişi
Plastik ---> 15 Firma, 36 Kişi
Boya malzemeleri sektörü ---> 13 Firma, 28 Kişi
İş görevlisi ve tekstil ---> 11 Firma, 37 Kişi
Gıda yeme içme ---> 13 Firma, 27 Kişi
Toplam istihdam ---> 1035 SGK ve BağKur’lu