Krizantem* mi kılıç mı?

06 Haziran 2021 - 10:44

Japon tarihçi Kojin Karatani’nin Tarih ve Tekerrür adlı kitabı ilk bakışta Japonya tarihi ve kültürüyle ilgiliymiş gibi gözükse de, okudukça kitabın esasen devletin ve sermayenin döngüsel doğasına dair Japonya’nın da ötesinde bir küresel tarihe ışık tuttuğunu anlarsınız. Karatani kitabın "Modern Japonya’nın Söylemsel Uzamı" başlıklı bölümünde Japonya’nın 20. yüzyılın ilk yarısında Batılı bir güç konumundaki bir ulus-devlete dönüşmesini resmederken modern devletin kurumlarının tesisi, ekonomik gelişimin sağlanması ve eşitsiz anlaşmaların gözden geçirilmesinden bahseder ve şu notu düşer:

"Hitler tarafından bir ‘Fest der Völker’ (Halklar Festivali) olarak kullanılan 1936 Berlin Olimpiyat Oyunları’nın akabinde, 1940’taki olimpiyatın düzenleneceği yer olarak Tokyo seçilmiş –hiç şüphesiz ‘Büyük Doğu Asya Ortak Refah Alanı’ gururla teşhir edilecekti burada– ama savaştan dolayı bu plan iptal edilmişti. Dolayısıyla, 1964 olimpiyatının Tokyo’da düzenlenmesinin Japonya için büyük bir siyasi anlamı vardı. Ayrıca, olimpiyat ile birlikte işlemeye başlayan Tokaido Şinkanzen tren hattı, aslında savaş sırasında askerî amaçlarla planlanıp hazırlanmış bir şeyin gecikmiş bir şekilde gerçekleştirilmesiydi."

Karatani’nin kitabının ismine ve notuna atıf yaparcasına Tokyo şehri, birebir aynı olmasa da bugünlerde benzer bir süreçten geçiyor. Tokyo 2020 Olimpiyat Oyunları, geçen yıl pandemi nedeniyle 2021 yazına ertelenince iki dünya savaşı esnasında iptal edilenler dışında planlandığı tarihte yapılamayan ilk olimpiyat organizasyonu unvanını aldı. 1940 öncesi oyunları iptal olunca 24 yıl sonra ikinci şansı yakalayan Tokyo şehri, 1964 oyunlarını İkinci Dünya Savaşı sonrası toparlanmasının sembolü ve bir kanıtı olarak görmüştü. Hatta o dönemki modernleşmeyi, kalkınmayı ve ülkenin yapısal dirilişini dünyaya anlatabileceğini düşündükleri Kon Ichikawa’nın yönettiği Tokyo Olympiad adlı harika bir belgesel de yaptılar. Ichikawa, belgeseli bir tanıtım aracından ziyade bir sanat eserine çevirince, bu yapım sinema tarihine en iyi belgesellerden biri olarak geçti. Fakat oyunları unutulmaz kılan asıl detay, kıtalararası canlı yayınlanan ilk olimpiyat olmasıydı. Tokyo, tüm dünyaya görüntülerin ulaşabilmesi bağlamında belki de ilk global spor olayıydı. Dağhan Irak’ın daha önce bir yazısında bahsettiği üzere, bu tarihten sonra spor, yerel ve yerinde takip edilen bir olay olmaktan tamamen çıktı ve tüm dünyaya satılabilir bir ürüne dönüşmeye başladı.

XXX

Tokyo 1964 ile Asya’daki ilk olimpiyat oyunlarını düzenleyen Japonya, II. Dünya Savaşı’nın hem ekonomik hem de toplumsal yaralarını sarmayı amaçlayıp bunu bir nebze de olsa başarmıştı. Uluslararası Olimpiyat Komitesi (IOC) 2013 yılındaki oylamayla beraber İstanbul’a karşı çetin bir yarışa giren Tokyo’nun 2020 Yaz Olimpiyat Oyunları’na ev sahipliği yapmasına karar vermişti. Tokyo 2020 Oyunları’nın da 2011’de gerçekleşen Fukushima depremi ve onun etkisiyle gerçekleşen nükleer santral felaketinin yaralarını saracağı konuşuluyordu. Organizasyon komitesi bu oyunları güç toparlama kavramıyla sembolize ediyordu. Zira Japonya Fukushima felaketi dışında bir süredir ekonomik durgunlukla da boğuşuyordu. Ama bu güç toparlama kavramı geçen yıl ortaya çıkan COVID-19 salgınıyla yeni bir boyut kazandı ve tam anlamıyla şu ismi aldı: "Recovery Olympics", yani Toparlanma Oyunları.

Ancak Tokyo organizasyonu sadece salgında değil öncesinde başka sorunlarla da boğuşmak zorunda kaldı. Mesela, ilk tasarlanan Tokyo 2020 logosunun Belçika’daki bir tiyatrodan aşırma olduğu iddia edilince logoyu değiştirmek zorunda kaldılar. Ama en büyük talihsizliği, başta belirlenen 7,5 milyar dolarlık genel bütçenin yıllar içinde yaklaşık 35 milyar dolara kadar çıkmasıyla yaşadılar. Siz bu satırları okurken bütçeye yeni kalemler ekleniyor bile olabilir. Zira pandemi nedeniyle bir yıl ertelenmesi 3 milyar dolarlık bir ek yük getirdi bile. Bu, ünlü mimar Zaha Hadid’in tasarladığı ilk Olimpiyat Stadı projesinden bu yana böyle devam ediyor. Yakın zamanda hayatını kaybeden Hadid’in 3 milyar doları bulan stat projesinden vazgeçilince, Japon mimar Kengo Kuma’nın tasarladığı stadyuma 2 milyar dolar harcandı. Atina, Pekin, Soçi, Rio derken birçok örnekte bütçelerin aşıldığı malum, ancak Japonya gibi planlama ve tutumluluk geleneğinin güçlü olduğu bir ülkede bile tüm inşaatların maliyeti planlananın çok üzerine çıkmış durumda. Bunun ana nedeni ise Japonya’nın doğası.

Japonya geniş ovalardan yoksun bir ülke, depremlere de neden olan faal yanardağların bulunduğu adalardan oluşuyor. Doğal kaynaklar bakımından da bu toprakların çok zengin olduğu söylenemez. Üstelik başta demir olmak üzere birçok önemli maden, petrol gibi zenginlikler buralara pek uğramamış. Teknoloji başta olmak üzere sanayi ve ekonomide çok gelişmiş olsalar da deniz ürünleri ve pirinç dışında başta besin olmak üzere birçok alanda hammadde sorunu yaşayan ve bu açıdan dışarıya bağımlı kalan bir Japonya mevzubahis. Bu da olimpiyat hazırlıkları kapsamında, olimpiyat köyünden farklı spor branşları için tesislerinin yapımına, dünya ekonomisinin de yaşadığı durgunlukla bütçeyi çok artırmış. Zira yapıların temel malzemeleri yurt dışından ihraç ediliyor. Murat Belge’nin Militarist Modernleşme kitabında da yazdığı gibi "doğanın nekesliği öteden beri Japonya’nın bir numaralı sorunu olmuştur." Hatta aynı kitapta Murat Belge ABD’li yazar Ruth Benedict’in tartışmalı meşhur Krizantem ve Kılıç adlı kitabından da bahseder. Benedict, kitabında Japonya’nın ABD’nin tarihi boyunca karşılaştığı “en yabancı” düşman olduğundan söz ediyor, ayrıca, Japonya’yı anlatmak için durmadan "ve aynı zamanda" kalıbını kullanmak gerektiğinden dem vuruyor. Örneğin Japonların çok nazik, terbiye kurallarına düşkün olduğundan söz edip ama aynı zamanda küstah ve kibirli olduklarını da ekliyor. Feodal dönem, samuraylar ve tanrı katında değer gören imparatorlar derken itaatkâr ama aynı zamanda "47 Ronin hikâyesine imza atacak kadar da isyankâr" olduklarından bahsediyor. Krizantem ve Kılıç da işte bu çelişkileri anlatmak için konulmuş bir isim.

Bu toplumsal tektipleştirme ne kadar doğru tartışılır ve dünya üzerinde sadece Japonlara özgü olmadığı malum, ancak elbette bir ada ülkesi toplumu olmanın getirdiği toplum bilimsel farklılıklar da mevcut. Mesela Japonlar 1600’lerde yaklaşık iki yüzyıl boyunca adayı tamamen dışarıya kapatıp bir izolasyon dönemi yaşıyorlar. Sonra "Meiji", yani Aydınlanma restorasyonu ile modern bir devlete dönüşmeye başlıyorlar.

Japonya’da aşılanma süreci çok yavaş ilerlemekte

Bu yazı yazılırken Tokyo Oyunları’nın açılışına, yani 23 Temmuz tarihine yüz gün kalmıştı ve organizasyonla ilintili farklı şekillerde çelişkiler ortaya çıkıyordu. Pandemi gölgesindeki organizasyonun genel akıbeti tartışılıyordu. Öyle ki, Japonya’da iktidardaki partinin genel sekreteri Toshihiro Nikai olimpiyat oyunlarının iptal edilmesinin bir seçenek olduğunu söyledi. "Olimpiyatlar yüzünden virüs yayılacaksa organize etmenin ne anlamı var?" diye soruyordu. Ancak organizasyon komitesi başkanı Seiko Hashimoto ertesi gün bunu yalanlayıp "Evet, çeşitli endişelerimiz mevcut ancak oyunları iptal etmeyi düşünmüyoruz" dedi. Tokyo Tıp Birliği’nin başkanı Haruo Ozaki de yetkilileri uyardı. "Salgının bu hızla devam etmesi durumunda organizatörler normal bir olimpiyat düzenleyemez" diyordu. Bunun nedeni, Japonya’da aşılanma sürecinin çok yavaş ilerlemesi ve son dönemde Covid pozitif vakaların artmasıydı. Henüz halkın yüzde biri bile aşılanmadı ve ayrıca yaza kadar da sürecin hızlanacağına dair bir belirti gözükmüyor. Tüm bu kötümser atmosferin ortasında yapılan kamuoyu yoklamalarına göreyse, Japonların yüzde 75’i Tokyo 2020’nin iptal edilmesini ya da en kötü bir kez daha ertelenmesini savunuyor.

Tokyo 2020 düzenlense bile Japonya dışından seyirciler olimpiyat izlemeye gidemeyecek. Ada tarihin tekerrür etmesi misali, olimpiyat döneminde izole edilecek. Ayrıca müsabaka alanlarına yerel seyircinin de çok sınırlı alınabileceği hatta oyunların tamamen seyircisiz düzenlenebileceği konuşuluyor. Tüm bu önlemlere karşın Paralimpik Oyunları’nı da hesaba kattığımızda dünyanın farklı yörelerinden yaklaşık 15 bin kişilik sporcu kafilesi ve yaklaşık 10 bin kişilik de basın ordusu Japonya’ya gidecek. Sağlık yetkilileri aşılanmanın da yetişmediği noktada bunun bir süper bulaştırma dalgası yaratabileceğinden korkuyorlar. Sporcuların her gün test olacağı ve bir rehber kurallar çerçevesinde izole edilecekleri konuşuluyor lakin sadece bir sporcuda bile COVID-19 virüsü bulunsa yaşanacaklardan endişe ediliyor.

Toplum sağlığı kısmı ikilemin bir yanıyken diğer tarafında bir de Japonya’nın yüklendiği ağır mali tablo söz konusu. Daha önce Montreal, Atina ve Rio de Janeiro gibi birçok olimpiyat ev sahibi kent ve ülke, organizasyondan zarar ettiği için akabinde ekonomik açıdan zor günler yaşadı. Dünya ekonomisinin gittiği yönün yanı sıra bunun ana sebeplerinden biri de IOC’nin daha önce olimpiyat televizyon yayın gelirlerinin yüzde onunu alırken artık üçte ikilik paya sahip olması. Bu da ev sahibi kentlerin bütçelerinde büyük bir daralmaya neden olup onları turistik seyirci gelirine muhtaç bırakıyor. Tokyo 2020’nin büyük ölçüde seyircisiz olacağını düşünürsek, bilet ve diğer turistik gelirlerden yoksun, batmaya aday bir olimpiyat oyunu organizasyonu ufukta beliriyor.

Bunlar yetmiyormuş gibi tüm bu girift çelişki yumağının ortasında Tokyo Organizasyon Komitesi Başkanı Yoshiro Mori ve kreatif direktör Hiroshi Sasaki cinsiyetçi söylemleri nedeniyle istifa ettiler. Son dönemde pandeminin katalizör etkisiyle beraber sadece Tokyo 2020’nin değil, Olimpiyat Oyunları’nın genel açıdan anlamı, değeri ve mirası tartışılıyor. Ev sahibi kentlerin ekonomik iflası, kültürel dönüşümü ve yoksul kesimlerinin yaşadığı sosyo-ekonomik travma, IOC’nin “fazla” güçlendiğine yönelik eleştirilerle birleşiyor. Bugünlerde ise Tokyo 2020’nin seyircisiz dahi olsa televizyon izleyicisi için düzenlenmesi, bu tartışmayı iyice alevlendiriyor. Artık şehirler maddi külfetin artması endişesiyle olimpiyat adayı olmaktan imtina ediyorlar.

Burada en ihmal edilmemesi gereken kesimlerden biri de hayatları boyunca sporun bu en büyük sahnesinde yer almayı ve yarışmayı hayal eden, dört yıllık döngülerle buna kendini adayarak çalışan sporcular. Biz bile tüm bu belirsizliğin ortasında Tokyo 2020’den bahsederken programa yeni eklenen 3x3 basketbol, pist bisikleti Madison, karate, spor tırmanışı, sörf, beyzbol gibi branşlardan söz etmekten uzak kalıyoruz. Bir yandan da tüm bu kaygı dolu belirsizlik psikolojisini bertaraf etmek istercesine geçen ay, 1936’dan beri gelenekselleşen olimpiyat meşalesi koşusu felaket bölgesi Fukushima’dan başladı. Bölgeye giden gazeteci Dave Zirin’in yazdığına göre, bölge nükleer felaketin ardından altyapı başta olmak üzere hiçbir alanda henüz tam toparlanmış değil. Bu nedenle bölge sakinleri Fukushima’ya harcanması gereken paranın olimpiyatlara ayrılmasına oldukça tepkili. Öyle ki, Japonlar, küresel salgın dahil olmak üzere bir yığın felaketin ardından düzenlenmesi muhtemel bu ilk olimpiyatların “lanetli” olduğunu konuşuyormuş.

Elbette tüm bu derin ikilemin ortasında kalan Japonlar başta olmak üzere herkes merak ediyor: Pandemi sürerken düzenlenen ilk olimpiyat olan Tokyo 2020 için hangi tarih tekerrür edecek: "Krizantem" mi "kılıç" mı? Endişe fırtınasının ortasında deneyimlediğimiz üzere, bunu ancak gemi kıyıya biraz daha yanaştığında anlayacağız; yani zamanı geldiğinde.

*Kasımpatı
2020 Olimpiyat Oyunları
Olimpiyat
Olimpiyat Oyunları
Tokyo
Tokyo 2020 Olimpiyat Oyunları
Caner Eler
Sayı 006

BENZER

İstanbul’a dair herkesin sevdiği en az bir şey var. Ben de şehrin her tarafını sarmalayan denizi seviyorum...
Tarihî zenginlikleri edebiyata kadar yansıyan Esenler, Anadolu’daki büyük bir nüfusun İstanbul’a yerleştiği dönemde bu nüfustan payına düşene kapılarını açmış, ilerleyen yıllarda göçmen, mübadil ve sığınmacıları da kucaklamış bir ilçe. 2010’lardan itibaren ilçenin yoksul nüfusunun Esenyurt’a, varlıklı nüfusunun ise Başakşehir’e yöneldiğini görüyoruz. Nedenini, nasılını gözlemler ve görüşlerle aktardık.
Kendilerini her ne kadar kahraman, civanmert olarak tanımlasalar da yağmacılık, soygunculuk gibi menfi icraatlardan geri kalmayan İstanbul kabadayılarının Yeniçeriler ve Kapıkulu ocakları içerisindeki “zorba” unsurlarla başlayan tarihinin kırılma noktalarını yazdık.