Türk sinemasının kiralık evleri

21 Şubat 2022 - 18:57

"Şu ölümlü dünyada hakkım yok mu benim böyle bir evde oturmaya?"

Yeşilçam’da Adile Naşit ve Ayşen Gruda’yı yan yana getiren çok film vardır, ama ikisini Kız Kulesi önünde, Salacak kayalıklarında canları sıkkın oturmuş peynirli sandviç yerken gösteren tek film var: 1986 yapımı Kiralık Ev isimli film bu. Ayşen Gruda annesine çantasında sandviç taşıdığı için burun kıvırıyor ve perhizde olduğu için de ekmeği boşverip sadece peyniri yiyor; Adile Naşit yemek işini masraf etmeden çözebildiklerine memnun, kızını tatlı yollu azarlıyor: "Fena mı yaptım işte yeyiver... Durup dururken niye masraf edelim?"

Canlarının sıkkın olma nedeni geçim sıkıntısı, günlerdir sokak sokak ev aramaları. Oturdukları iki katlı ahşap ev yıkılacak, evlerinin yanı başında çalışan bir vinç giderek kendilerine yaklaşıyor, zaman daralıyor, bir an evvel ev bulmaları şart. Gazete ilanlarını takipteler, emlakçılara da gidiyorlar, fakat daha çok gözleri apartmanların camlarında asılı kiralık ilanlarında rastgele geziyorlar şehri. Camlara bakmaktan boynu tutuluyor Adile Naşit’in, yürümekten beline ağrılar giriyor, akşamları eve döndüklerinde ayaklarını suya koyuyor hep.

Semt semt geziyoruz filmde ikisiyle biz de. 1980’lerin ortasında yapı stokunda hâlâ birbirlerine yaslanmış ahşap evler var, görünüyorlar hep film boyunca, dar sokaklarda. Apartmanların merdivenleri tırmanılıyor, yokuşlar iniliyor, çıkılıyor. İlginç bir serüven bu bazı açılardan, evlerin içine girilip çıkılıyor, etraflarında, bahçelerinde geziniliyor. Film, ilk yarım saatini sadece bu ev arama mücadelesine ayırarak, ara ara belgesel olmaya yakınlaşarak, anne kızın arasındaki ilişkiye, görüştükleri insanlarla kurdukları diyaloglara odaklanarak ama en çok ülkenin içinde bulunduğu bir tür kontrolsüzlüğe dikkat çekerek ilerliyor. Bu ev arama, emlakçılarla, ev sahipleriyle görüşme sahnelerinde kayda değer bir şeyler var. Bir, iki, üç... Gördükleri beşinci daire için ev sahibesi ile konuşurken deliriyorlar ikisi de, sakin ve olaysız bir delirme ama bu! Sanırım Ortaköy civarında olacak, deniz gören bir apartman dairesine giden anne kızın arasında, evi dolandıktan, bir süre camdan dışarıyı seyrettikten sonra şu konuşma geçiyor:

Adile Naşit - Ne dersin Ayşeciğim?
Ayşen Gruda - Bilmem, fena değil galiba.
Ev sahibi - Aman hanımefendi, fena değil de ne demek? Birinci sınıf lüks bir inşaat.
AG - Aman yok canım, daha neleri var? Allah sizi inandırsın, bizim şu anda oturduğumuz daire buraya fark atar.
Ev sahibi - E niye çıkıyorsunuz peki?
AG - E şey, fazla deniz görüyor, annemi de deniz tutar, ondan.
AN - Ya sormayın! Bir bulantı, bir baş dönmesi, dayanılır gibi değil. Hayır, vapurda oturayım daha iyi değil mi efendim?
AG - Mutfak da küçük.
AN - Aaa adamakıllı küçük. Bizim buzdolapları bile sığmaz kızım değil mi?
AG - Aman anne, atarsın bir ikisini olur biter.
AN - Ne diyorsun tutalım mı yani?
AG - Bilmem, nasıl istersen. Kararsızlık yoruyor beni...

'80'ler. Başbakan Turgut Özal. Gelir dağılımı eşitsizliği, bu yıllarda da mesele (Depo Photos)

Nihayetinde hızlı bir hesapla evin kirasını ve diğer masrafları aldığı üç aylığa bölen Adile Naşit, evi dört buçuk günlüğüne tutmaya karar veriyor. Biraz evden kovulmalarına benzeyen bir durum çıkıyor ortaya tabii. Bu evden önce gördükleri evlerden biri “kümesten bozma”ydı; bir diğeri ahşaptı, tahtaların arası görünüyordu; karşılayabildikleri tek ev, aylık 25 bin lira kirası olan Gebze’deki evdi; bir diğerinin sahibi aylık 180 bin lira kira, bir yıllık da peşin istiyordu. Peşinatı verdikten sonra iki sene evin duvarlarını yiyebileceklerini hesaplayan Adile Naşit, yukarıdaki konuşmada geçen “Vapurda oturayım daha iyi” noktasına kolay gelmiyor kısaca.

Tam bu günlerde hızlı bir değişim yaşanıyor Türkiye’de. Başbakan Turgut Özal. Enflasyon yüzde 40’lar civarında gerçekleşmiş bir sene evvel, gelir dağılımı eşitsizliği, hemen her dönem olduğu gibi, bu yıllarda da mesele. Bu dönem çekilmiş çok filme yansıyan, artık “ev sahibi terörü” diyebileceğimiz bir durum yaşanıyor ülkede ve 1986’yı takip eden birkaç yıl içinde durum daha da kötüleşecek.

Ben bu yazıda Yeşilçam’ın kiralık ev arayan, geçim sıkıntısı çeken, dar gelirli kahramanlarının başına neler geldiğini sorgulamak, yer aldıkları sahnelere dikkatle bakmak istiyorum. Adile Naşit ve Ayşen Gruda’nın yaşadığı yavaş çekim bir delirmenin izlerini hangi filmlerde bulabileceğimize, sinemamızda ulaşılmak istenen hayatların değil, yaşanan hayatların gösterildiği filmlere bakmak istiyorum.

Fakat bunlara gelmeden Kiralık Ev filmiyle ilgili son bir not: Adile Naşit ve Ayşen Gruda’nın karşısına iki adam çıkıyor, sürekli ev aradıkları filmin ilk yarım saati sonunda. Meğer onları da kurtaracak olan bu iki adammış, yaşadıkları sıkıntılar hep bunun içinmiş. Halbuki kurtarılmaya hiç ihtiyacı olmayan, başlarının çaresine bakabilecek iki kadın görüyoruz aslında. Film, sadece bu ev arama sahnelerinden ibaret olsa bir başyapıt olacakken, resme adamların girmesiyle olaylar tatsız bir yerlere sürükleniyor. İki kadının başından sonuna sadece ev aradıkları bir film elbette Yeşilçam’a uymuyor.

Zengin kadrolu Bizim Aile (1975) filminin afişi (Vadullah Taş Arşivi)

Aylık 480 Lira ile olacak iş değil!

Tam sayıyı bilmek mümkün değil belki, fakat sinemamızın başlangıcından günümüze dek 7000’e yakın ya da belki 7000’i biraz aşkın film çekildiği tahmin ediliyor. Bu filmlerde kiralık ev arayan karakter sayısı da hiç az değildir sanırım. Akla hemen gelenlerden biri, Metin Erksan’ın Acı Hayat filmi. Evlenme derdindeki Türkan Şoray ve Ayhan Işık ev bakıyorlar filmin daha en başında; ama beklentileri ve bütçeleri uymuyor birbirine, hayal kırıklıkları büyük oluyor. 1962 tarihli filmde büyük apartmanlar yükseliyor arka planda. Ayaküstü yaptıkları bir hesapla, nereden baksan en az 1000 lira olan bir apartman dairesinin kira bedelinin yanına bile yaklaşamayan gelirlerini konuşuyorlar. Yemeğin yanında elektrik, su, hava gazı gibi masrafları da hesaplayan Türkan Şoray şunu diyor: “Biz hiçbir zaman böyle yerlerde oturamayacağız!

Hayaldeki evin uzaklığı bir engel olarak işleniyor filmde, ikilinin ayrılıklarına giden yoldaki taşlardan biri olarak daha filmin en başında konuyor ortaya. Şoray’ın oynadığı Nermin’in gözü biraz yükseklerde, Mehmet’i oynayan Işık’ın aylık geliri 480 lira, pek olacak gibi değil!

Gecekondudan apartman dairesine taşınmak da pek çok film karakteri için uğrunda çok şeylerin göze alındığı bir süreç sinemamızda. Ahşap evinden müteahhide satıldığı için çıkartılanlar, şehre gelip önce bir bekâr odasına sığınanlar, tapusu olmayan evlerini belediye yıkım ekiplerine teslim etmek zorunda kalanlar, hayallerini süsleyen yalılara, köşklere kestirme yollardan girmek için var gücüyle çabalayanların resmigeçidi biraz sinemamız aslında. Çok sayıda film için hikâyenin gidişatına yön verecek güçte bir temsil dünyası yaratıyor barınma sorunu Yeşilçam’da. Yine Adile Naşit’in 1975 tarihli Bizim Aile filminde müteahhit tarafından zorla çıkartıldıkları evlerinin bahçesinde ve ayazda sabah çayını demlerken, okula gitmek istemediğini söyleyen oğluna “Aaa neden, aç mıyız, açıkta mıyız?” diye sorduğu sahne geliyor bir de aklıma bunları yazarken. 1980’lerde barınma meselesi hikâyelere yön veren unsurlardan biri olmanın ötesine geçerek başlı başına bir konu olarak işlenmeye başlıyor. Bunun en öne çıkan örneklerinden biri kendine ev sahibi-kiracı ilişkisini konu edinen, adı da zaten Kiracı olan 1987 yapımı film.

Korku filmine benzeyen kiracılık

Sulhi Dölek’in aynı isimli romanından uyarlanan filmde kiracıyı Kemal Sunal oynuyor. Aslına bakarsanız bu denli klostrofobik bir film zor bulunur. Sürekli yeni açmazlar yaratan, hiçbirini çözmeden hikâyeye birbiri peşi sıra yeni sorunları ekleyen, karakterlerini (ve izleyiciyi de) hepten boğan bir film Kiracı. On yedi yıldır oturduğu evin sahibi ne yapıp edip çıkarıyor devlet memuru Kerim Kocaman’ı (Kemal Sunal) evinden. Ev ararken dolandırılan Kocaman, sonunda 90 bin lira kira karşılığı bir Hacı Bey’den yeni evlerini kiralıyor, 350 bin lira depozito, kayınvalidenin bilezikleri satılarak ödeniyor. Fakat yeni ev sahibi de kısa sürede hayatı dar ediyor Kocaman ailesine: Depodan kullanılan suyun idareli kullanımı için dairenin vanasını kapatıyor, çocukların gürültüsünden, apartman ve daire kapısının çarpılmasından şikâyet ediyor, eve gelen misafirlere karışıyor, evin kadınlarını taciz ediyor, adaba mugayir tavırlar gerekçesiyle evin tahliyesini talep ediyor, sigortaları gevşeterek elektriği kesiyor, sonunda da (bir klasik olarak) Almanya’dan gelen kızını bahane ederek evin tahliyesini istiyor. Kiracılığın zorluğu bir devlet memurunun dar gelirli hayatı içine yediriliyor filmde. İnsan ilişkileri umutsuz, ev sahibi ise mutlak erk sahibi olarak resmediliyor. Kiracıların elinde hiçbir güç bulunmuyor.

Sulhi Dölek’in aynı isimli romanından uyarlanan Kiracı'nın başrolünde Kemal Sunal var

Filmin sonunda bir buhran geçirerek başbakanın katıldığı bir toplu konut temel atma töreninde eylem yaparken buluyor kendini Sunal’ın canlandırdığı karakter; hakkını başbakan önünde arıyor, kiracıların yaşadığı zorlukların bir toplumsal sorun olarak ele alınmasını talep ediyor ve birden, hiç ummadığı bir biçimde ödüllendiriliyor. Kiracı olarak hayatta daha çok çekeceğine dair son bir mesajla da bitiyor film.

Döneme damgasını vuran pek çok unsurun yer aldığı filmde Kiracıları Koruma Derneği adı altında faaliyet gösteren dolandırıcılar, reklamcılar, giderek borca batan devlet memurları bir aile ve çevresi üzerinden ele alınıyor. Seyrederken bile tahammül edilmesi çok zor olan Hacı Bey tiplemesinin dindar muhafazakârlığına ve fırsatçılığına uzun uzun yer veriliyor. Kısa bir tiradı var Kemal Sunal’ın bu filmde.

"Bir taraftan dolandırıldık, bir taraftan fiyatların yanına yaklaşılmıyor. Çocukların ayakkabıları iyice eskidi. Perihan durmadan insan içine çıkacak bir kılığının olmadığından yakınıyor. Benim de üzerime giyecek ikinci bir elbisem yok. Kemerleri sıkmak zorundayım. Dış borçlarımız hayli kabarık. İyi ama neyimizden kısıntı yapabiliriz? Sabun harcanmasın diye hiç yıkanmayalım mı? Kimse görmüyor diye iç çamaşırı giymeyelim mi? İşime yürüyerek gidebilir miyim? Dünyanın yolu! Buna ayakkabı dayanmaz. Yalın ayak gidersem bu sorun da ortadan kalkar. Kabul. İşime yalın ayak ve yürüyerek gideyim. Peki, Mercedes’lerle gidenler ne olacak? Onlar da yokuş aşağı giderken kontak kapatıp kendi paylarına düşen tutumluluğu gösterirler... Hiç zannetmiyorum!"

Ev peşinde koşarken “sakin ve olaysız deliren” Adile Naşit ve Ayşen Gruda’nın durumuna benzemiyor mu biraz onun da hali?

Seyyar satıcılık ve öğretmenlik

Kiracı filmindeki rolüne çok benzeyen başka bir filmi daha var Sunal’ın, onun da adı Öğretmen ve bu film de bir ev arayışıyla, emlakçıyla ve harabe halinde bir evin 50 bin lira kira bedeli karşılığı tutulmasıyla açılıyor. Bu film de 1988 tarihli, Kiracı filminde anlatılanlardan farklı bir ayrıntı yer alıyor ama: Kiralar artık Amerikan Doları ve Alman Markı üzerinden hesaplanıyor; Türk Lirası anlaşılan hızla değer kaybediyor bu yıllarda, enflasyon oranı yüzde 70’lere ulaşıyor. Bazı başka rakamlar vererek ilerlemek lazım belki burada durumun daha net anlaşılması için, bunu da filmin kahramanının ağzından yapabiliriz:

Atandığı okulda, ilk derste matematik anlatan Sunal, problem olarak öğrencilerine şunu soruyor:

Günde 1200 lira yol parası veren bir memur, bir ayda ne kadar yol parası verir? Cevap: 36 bin.
Şimdi 50 bin de kirayı ekleyin. Cevap: 86 bin.
- Aylık maaşı 141 bin lira olan bir memur ailesinin elinde yemek, giyim, çocuk bakımı ve diğer giderler için ne kadar kalır?

Cevabı tüm sınıf hep bir ağızdan veriyor: 55 bin lira öğretmenim!

Öğretmen filminde Kemal Sunal ek iş olarak işportacılık yaparken bir gün oğlunu da sokakta simit satarken görüyor. Çalıştıkları hızda gelen zamlar giderek sıkıştırıyor köşeye aileyi. 'Zam zam zam! Ne olacak bu zamların sonu?' diye soran karısına, 'Zam yeni bir ekonomik modelin adı, ülkemiz de zamhane' yanıtını veriyor bir sahnede.

Kiracı, 1987

Ev meselesi, geçim sıkıntısı, dar gelirli memurun yaşamı söz konusu olduğundan, bundan daha dokunaklı film bulmak da zordur açıkçası. Bir öğrencisinin desteğiyle ceviz ve simit satan, öğrencisinden seyyar satıcılık öğrenen bir öğretmen Sunal bu filmde. Öğrencileri Öğretmenler Günü’nde aralarında örgütlenip evine erzak götürme kararı alıyorlar, bu denli sevildiği için yılın öğretmeni seçiliyor, fakat ne yapsa ne satsa yetmiyor, bütçe hep açık veriyor. Topkapı Sarayı önünde sultan cariyesi bebekleri satıyor turistlere, temizlik malzemeleri, kazak, domates, balık, tebrik kartları satıyor; sonunda oğlunu da sokakta simit satarken görüyor bir gün. Çalıştıkları hızda gelen zamlar giderek sıkıştırıyor köşeye aileyi. "Zam zam zam! Ne olacak bu zamların sonu?" diye soran karısına, "Zam yeni bir ekonomik modelin adı, ülkemiz de zamhane" yanıtını veriyor Sunal bir sahnede. Tüm aile çalışır durumda ayakta kalmaya çalışırken, bir ev alma hayali kurabildikleri noktaya geldiklerinde de bir kooperatife tüm birikimlerini kaptırıyorlar. Bir çırpıda seyredilen bu çok sevimli ve acıklı film de aslında yine bir delirme anıyla kapanıyor. Fakat bu sefer durum ciddi gibi, Sunal’ı okulundan bir ambulans almaya geliyor.

Bir film neyle tamamlanır?

Türkiye’de bir çatı altında toplanmış derli toplu bir sinema arşivi bulunmuyor. Bu yazıda bahsettiğim tüm filmler YouTube’da muhtelif hesaplar tarafından yayınlanıyor; kimi kişilere, kimi de film şirketlerine ait hesaplar bunlar. Belki bu hizmetin hemen görünmeyen bir faydası var. Filmlerin altına yorumlar yazıyor insanlar, filmin çekildiği zamanları yaşayanlar ile çekiminden çok sonra doğanların bir arada söz sahibi oldukları ortak alanlar açılıyor. Bu yazıda anlatılan üç film için de yazılan yorumlara göz gezdirdim. Kiracı için ortak ses, 1987’den bu yana pek az şeyin değiştiği yönündeydi; Öğretmen filminin altında, öğretmenlerin geçinemediği yılların ardından bir de üstüne şimdilerde ataması bile yapılmayan insanlar oldukları yazıyordu. Her iki filmin de güçlü ortak noktası olan Kemal Sunal övgülerini kenara koyarsak, ikisi de seyircisinde hâlâ karşılığını buluyor gibiydi. Güldürmesiyle ünlü Sunal’ın bu sefer iç kararttığı belirtilse de yorumlarda dar gelirlilerin sıradan hayatlarını defalarca perdeye yansıtmış Sunal’ı hiç tereddütsüz kucaklıyor gibi duruyordu seyirci.

Yazının başında yer alan Kiralık Ev filminin yorumları ise sayıca daha az. Çok küçük bütçeyle çekildiği her halinden belli bu film için de “hiçbir şey değişmemiş” yönündeki yorumlar öne çıkıyor. Ben de bu satırları aslında önümüzdeki ay ev kiramın ne oranda, hangi ölçüte göre artacağı, ev sahibiyle ne yaşayacağımıza dair karışık duygular içinde yazıyor, yorumlarda yer alan devamlılık konusuna için için katılıyorum. Bazen, tarih tekerrür bile etme zahmetine girmeden bir uzun film gibi akıyor ülkemizde, tek şerit halinde, hiç kopmadan, asla sona ermeden hep aynı filmi izliyoruz gibi bir his. Belki bunun adını koyamadığımız için, filmin uzunluğu karşısında yaşadığımız hayretten kıpırdayamıyoruz. Olabilir mi?

Sinema
Yeşilçam
Türk Sineması
Acı Hayat
Türkan Şoray
Ayhan Işık
Metin Erksan
Adile Naşit
Ayşen Gruda
Kemal Sunal
Bizim Aile
Kiracılık
Ekonomik kriz
Sayı 009

BENZER

Edebiyat, doğayı sever. Edebiyatçıların çoğu yazmak için kendine bir tenhalık krallığı kurar; bazen sohbeti seçilmişler arasında, bazen çamlar altında. Adalar semti her daim İstanbul’un tenhalığı olmuş, sanatçıları kendine çekmiştir. Büyükada, Heybeliada, Burgazadası ve Kınalıada’da yaşamış ünlü edebiyatçılarımızın izini sürdük sokaklarda ve satırlarda.
İBB’nin bu yıl dört güne yaydığı 29 Ekim kutlamaları gözlere, kulaklara ve kalplere hitap ediyor.
Mimariden folklora, müzikten spora farklı konu başlıklarında şehrin yüzlerce yıllık birikiminin peşinde bir dergi İST. Bundan sonra da hem zamanı yakalayıp hem geçmişin örtük perdesini aralayan yazılarla, dosya konularıyla ve birbirinden kıymetli arşiv fotoğraflarıyla İstanbulluluk ruhunu geleceğe taşımaya devam edeceğine inanıyorum.