Müzik ruhun gıdası, her sıkıntının ilacıdır. İlk çağlardan günümüze insan önce doğanın sesi sonra da onun taklidi müziklerle avutmuştur kendini. İnsanlar müziği bulduktan sonra onsuz yaşayamamış, mutlu ya da kederli günlerinde müzik hep yanı başlarında olmuştur. Şenlikler, karnavallar, bayramlar hep müzikle kutlanmıştır. Gün gelmiş ağıt olup minör gamların hüznüne sığınılmış, gün gelmiş eğlence anlarında hareketli parçalarla dans edilmiştir. Bazen türkü olmuş bazen de marşlara dönüşmüştür.
Ses, müzik olarak melodi ve ritimler aracılığıyla ancak notaların ve enstrümanların varlığıyla bir yerden bir yere gidebiliyordu. İnsanlarla müzik arasındaki bağlantıyı ise müzisyenler kuruyordu. Önce kulaktan kulağa yayılan müzik, notanın bulunup kullanılmasıyla paylaşılabilir oldu. Oldu olmasına ancak müziğin çalındığı yerde olmayanlar bu imkândan yararlanamıyorlardı. Kayıt endüstrisi bilimsel anlamdaki buluşların yaygınlaşmasıyla tam da bu noktada devreye girerek müziğin yayılmasını ve ses üzerinden kültürler arasında yeni ilişkiler kurulmasını sağladı.
Artık insanların müzik dinlemek için sadece müziğin çalındığı yerde bulunmalarına gerek yoktu. 19. yüzyılın ikinci yarısında fonograflarla başlayan ve Edison ile tescillenen sesi kaydederek kalıcı hale getirme başarısı, günümüzde kayıpsız dijital formatların varlığıyla bambaşka boyutlara gelmiştir. Özellikle bilgisayarlar ve başta cep telefonları olmak üzere mobil cihazlarla sesin iletimi çok kolaylaşmış, insanlar mucizevi bir şekilde müziği dosyalar halinde, üstelik görüntülerle birlikte paylaşmaya başlamışlardır.
Uygarlık tarihindeki en önemli gelişme ise müziğin yaygınlaşarak evlere girmesiyle kültür tarihinin bir parçası olmasıdır. Önce mekanik gramofonlar, ardından taş plaklar, PVC bazlı plaklar, makara teypler, kaset teypler, CD’ler, DAT’ler ve günümüzde de dijital platformlar müziği farklı biçimde kulaklarımıza taşımıştır. Fakat arada öyle bir format vardır ki, iki ayrı kategoriyi içererek kendine önemli bir yer edinmiştir. Kartpostal plaklar bugün hâlâ pikaplara konarak dinlendiği gibi, üstlerinde yer alan fotoğraf ya da resimler nedeniyle de koleksiyonların kıymetli nesneleri olmayı sürdürmektedir.

Kartpostallar: Kayıp bir "merhaba"
Dünyada kartpostalın tarihi de oldukça eskidir. Matbaa teknolojileri ilerledikçe görüntüler klişeler aracılığıyla kaliteli bir biçimde ve seri olarak kartpostalların üzerinde yer almaya başladı. İnsanlar mektupların dışında birbirlerine ağırlıklı olarak doğa ve kent manzaraları, bazen de yaşamdan sahneler içeren farklı konularda kartpostallar göndermeye başladılar. Özellikle ofset tekniği bulunca renkli fotoğraflar gerçeğe yakın renk ve tonlarda basıldı.
Ülkemizde de yakın geçmişe şöyle bir baktığımızda, insanların birbirlerine kart göndererek bayramlarını, yeni yıllarını ve doğum günlerini kutladıklarını görürüz. Kartpostallar genelde yazının olduğu arka yüzüne pul yapıştırılıp çıplak olarak doğrudan gönderilir, bazen de tebrik kartı olarak ağzı kapatılmamış zarflara konulurdu. Kartpostalların posta giderinin mektuplara göre daha ucuz olması da insanların birbirlerine posta kartı göndermesini cazip kılardı. Kartpostalların üzerindeki çarpıcı fotoğraflar, karşı tarafı mutlu etmek için yüzlerce örneği arasından özenle seçilirdi. Bunlar arasında en çok da İstanbul fotoğraflarının yer aldığı kartpostallar ilgi çekerdi.
Kart göndermek hem haberleşmenin hem de karşılıklı özlem gidermenin en güzel yollarından biriydi. Bugün birbirlerine “Uzun zamandır beni aramıyorsun” diye serzenişte bulunanlar, o günlerde “Kartım eline geçmedi mi?” diye sorumluluğun bir kısmını da posta idaresine atarak incelikle sitemlerini yaparlardı. Hatta 70’li yıllarda uluslararası rakipleriyle satranç oynayan oyuncular birbirlerine hamle sayılarının yazılı olduğu kartpostallar gönderirlerdi. Elbette bu satranç karşılaşmalarının yıllar sürdüğünü söylemekte fayda var. İşte, haberleşmenin yazılı geçmişi akışın böylesine hızlanmadığı, zamanına göre içinde güzellikler taşıyan bir dönemdi.
O günlerden bugünlere çok şey değişti. İnsanlar iletişimlerini cep telefonlarından attıkları mesajlar ya da bilgisayarlarından yolladıkları mail’lerle gerçekleştiriyorlar. Üstelik uydular üzerinden ve kıtalar arası gerçekleşen bu iletişimin çok hızlı olduğunu biliyoruz. Eskisi gibi kartpostallara gereksinim yok. Çocukluğumuzun bayramları gibi Eminönü Meydanı’nı baştan aşağı kuşatan kartpostal satıcıları da yok artık. Kartpostalın en güzel yanı Türkiye’nin turistik yörelerini, tarihî yapılarını, doğal güzelliklerini fotoğraflar aracılığıyla göstermesiydi. Bu şekilde insanlar fotoğraflar üzerinden bilgilerini artırıyorlardı.

Hem göze hem kulağa hitap ediyor
Müzik kayıtlar aracılığıyla iletilmeye başladıktan sonra yaygınlaşmış ve bugünkü önemini kazanmıştır. İletişim araçlarının kayıtları yaymasıyla müzik korunmuş ve arşivler oluşturulmuştur. Kayıt bir teknoloji olduğu için gelişimi de bilimsel olarak ilerlemiştir. Müzisyenler sanatlarını besteler ve yorumlar aracılığıyla ilerletirlerken kayıtlarla da tarihte kalmayı garantilediler. Tıpkı şiirlerin, romanların kitaplarla ölümsüzlüğü yakalaması gibi müzikler de plaklarla, bantlarla ardından da dijital teknoloji üzerinden ses programlarıyla hayatımızın içinde oldular.
Günümüzde elektronik mekaniğin yerini aldı. Sesi elde edebilmek için fiziksel bir harekete gereksinim vardı. Bir davulun tokmağı davulun derisine belirli bir hızda vurmalıydı. Sesi elde edebilmek için parmakların piyano tuşlarına değmesi, gitarın perdelerine dokunması gerekiyor, gerisi müzisyenin ustalığına kalıyordu. Ve insan, sesin nasıl çıktığını gördüğünde müziği duyumsaması da zenginleşiyordu. Kaset teyplerde, plaklarda sesin kulaklarımıza ulaşması için nasıl bir süreçten geçtiğini görüyor, mekanik süreç ile analog teknoloji arasındaki kinetik ilişkiyi gözlemleyebiliyorduk. Stereo sesin bulunması ve hi-fi (orijinaline yakın ses kalitesi) endüstrisinin doğmasıyla odyofil kulaklar oluşuyor, dinleme eylemi âdeta bir ritüele dönüşüyordu.

Kartpostal plak, görsellikle işitsellik arasında bir format olarak 70 yıl önce yaşamın içine girip benimsenmişti. Belki gördünüz belki de hiç denk gelmediniz. Bir mezatta çıkmıştı karşınıza ya da sahafta, belki de bir antikacıda rastlamıştınız ona. Bir şekilde elinize geçmişti ama ne olduğunu anlamamıştınız. Bir kartpostal üzerinde güzel bir manzara fotoğrafı, üzerinde de tam olarak işlevini kavrayamadığınız, dikkatle bakmayınca hata gibi duran dairesel çizgiler...
Sonra birisi size onun ne olduğunu söyleyince her şey değişmişti. Görüntü ile ses aynı kartpostalın üzerine ustalıkla yerleştirilmişti. Gerçekten de bilmeyenin tahmin edemeyeceği, öğrenildiğinde ise insanı hayret içinde bırakan bir buluştur kartpostal plaklar. Hem fotoğrafıyla gözlerimize hitap eden hem de üzerindeki müzikle kulağımıza seslenen sıra dışı bir efemeradır. Gereken tek şey, bu nadide parçaya sahip olduktan sonra onu çalacak, izleri üzerinde iğnesinin dans edeceği bir pikaptır. Evde klasik bir pikap varsa müziğini rahatlıkla dinleyebilirsiniz.
Taş plaklardan başlayıp ham maddenin ebonitten PVC’ye doğru dönüşerek aldığı yol, müzik endüstrisinin gelişmesine büyük katkı sağlamıştır. Plakların basılmasıyla müziğin dünyadaki dolaşımı artmıştır. Aslında birçok sanat fizik ve kimyadaki gelişmelerin sayesinde, malzemenin bilimsel anlamındaki yaygın kullanımlarıyla kitlesel yaygınlık kazanmıştır. Önceden 78 devirli üretilen plaklar, sonradan 33 devirlik uzunçalarlar, daha sonra da insanların daha hızlı ve ekonomik olarak sahip olacağı 45’lik plaklarla yeni bir dinleyici kitlesine yönelmiştir.
Kartpostal plakların boyları klasik kartpostallardan biraz daha büyüktür (21 cmx15 cm civarı). İzler kartpostalın üzerine kaplanmış şeffaf plastik tabakanın üzerinde yer alır. Ağırlıklı olarak kayıtlar 33 devirde dört beş dakika uzunluğundadır. Plak teknolojisinden farklı olduğu için kartpostallarda yer alan sesler elbette mükemmel değildir ama böyle bir nesnenin insanın elinde bulunması heyecan vericidir.

Batı dillerinde müzikli kart olarak ismi geçen bu kartpostalların plak olarak ilk bakışta algılanmamasının nedeni plaklar gibi daire biçimli olmamasıdır. Ağırlıklı Amerika’da 1950’li yıllarda, Avrupa’da ise 1960’larda kartpostal plaklar farklı alanlarda kullanılmıştır. Özellikle Amerika’da üstünde plak izleri olan, içinde ağırlıklı masallara yer verilen ve “sihirli” başlığıyla pazarlanan çocuk kitapları yapılmıştır. Kitapların adının olduğu bölüm üst kısma gelecek şekilde deliğinden geçirilerek platoya konuyordu. Kayıtta, kitaptan bölümler yer alıyor ya da ses efektleri (tren, kuş, rüzgâr, yağmur sesi) dinleniyordu. Bu kitaplar, öğretmen ve ebeveynlerin çocuk eğitimlerinde özellikle söz-ses bütünlüğünün sağlanması açısından önemli bir rol oynuyor.
Müziğin değişen çağı
Analog dönemde ve henüz kaset teypler günlük hayatın içine girmeden önce müzik dinlemek isteyen herkesin evinde bir pikap bulunuyordu. Reklam şirketleri müşterilerine etkili mecra olarak kartpostal plakları öneriyorlardı. Bu dönemde yer alan, Türkiye’de mezatlarda da görebildiğimiz değişik parçalara rastladık. Lufthansa havacılık şirketinin müzikle donatılmış Noel ve yeni yıl kartpostalları, bir yandan da Boeing 707 uçaklarının reklamını yapmaktaydı.
Ülkemize giren ilk kartpostal plaklar 1950’li yılların sonunda İtalya Milano’lu müzik firması Ediphon’a aitti. Bu kartpostallar Ceylan Yayınları tarafından okuyucularına hediye edildi. Resim sanatına da önemli hizmeti olan bu kartpostalların ön yüzlerinde müzik izleriyle birlikte Paul Klee’den Toulouse-Lautrec’e kadar önemli ressamların resimleri bulunuyordu. Plak kartpostallar ilettikleri müziğin dışında dünya sanat tarihine hizmette bulunmayı sürdürüyorlardı.

Oldukça popülerlik kazanan bu endüstrinin varlık gösterdiği en önemli alan, ülke ve şehirlerin müzikleriyle birlikte fotoğraflarının da yer aldığı turizm sektörü oldu. İnsanlar turist olarak gittikleri ülkelerden bu kartpostalları satın aldılar. Hem o ülkenin müzikleri hakkında bilgilendiler hem de tarihî ve turistik alanların, doğal güzelliklerin fotoğraflarına sahip oldular. Fakat en önemlisi, cazibesinden dolayı, klasik kartpostallardan daha pahalı kartpostal plakları insanlar evde dinlemek ve koleksiyonlarına koymak için satın aldılar. (Kendi adıma bugüne kadar arkası yazılarak birine gönderilmiş kartpostal plak görmedim.)
Zaman içinde Türkiye’de de kartpostal plaklar çok sevildi. Şu an en genci 40 yaşını geçmiş olan bu büyülü nesneler sadece kişisel olarak değil, toplumsal tarihimizde de derin izler bıraktı. Başta İstanbul görüntüleri olmak üzere Türkiye’nin farklı şehirleri, tarihî ve turistik bölgeleri, dansları, gelenekleri, el sanatları, dinî inançları ve bu görüntülerle paralel müzikler; halk oyunları, ilahiler, kilise müzikleri, Karagöz ve Hacivat, Türk Sanat Müziği, şarkılar, türküler, horonlar, zeybekler hep bu plaklarda yer aldı. En önemli örneklerden biri üzerinde İstiklal Marşı ile Gazi Osman Paşa Marşı’nın birlikte yer aldığı parçadır. 27 Mayıs 1960’tan hemen sonra yapılan, Türk bayrağını göndere çeken askerlerin ve fonda da Anıtkabir’in fotoğrafının bulunduğu bu kartpostal plak İngilizce metinlerle hazırlanmıştır.
Ülkemizde yayınlanan örneklere baktığımızda, bu kartpostal plakların arkasında genelde iki firmaya rastlıyoruz. 33 devirde kaydedilen bu kartpostal plakların müzik şirketi geçmiş yıllarda çok önemli plakların prodüksiyonlarına imza atmış, Osmanbey’de bürosu olan Aras Plak. Kartpostalların baskısı Ekspres Matbaası tarafından gerçekleştirilmiş. Fotoğraflara göz atınca Haluk Doğanbey (Konyalı), Sabit Karamani ve Necdet Ayhan isimlerine rastlıyoruz. Tümü her şeyiyle Türk Malı olan bu plaklar 1980’li yılların sonlarına kadar güncel olarak kullanımda kalıyor.
Kartpostal plaklarla ilgili en önemli savlardan biri, bu nesnelerin başlangıcından itibaren casusluk amacıyla kullanılmış olduğu üzerinedir. Hatta bazı araştırmacılar böylesine çarpıcı bir buluşun nedenini ajanların sesle gizli belgeleri iletmek istemelerine bağlar. Her ne nedenle olursa olsun, günümüzün fotoğraf ve müzik tutkunlarına koleksiyonları için harika birer örnek bu parçaların tümü. Hele plağın yeniden gündeme geldiği 2000’li yıllardan bu yana giderek daha büyük önem kazanıyor. Meraklıları acele etsinler, mezatlarda fiyatları artıyor kartpostal plakların. En azından evinizde bir iki örneği olsun. İyi dinlemeler.