Balıkta bir dönemin sonuna mı geldik?

Fotoğraf
Serkan Eldeleklioğlu
18 Haziran 2020 - 14:13

Rumelihisarı’nda doğup büyüdüm. Gençliğim sahilde geçti. Balık, bölgenin vazgeçilmeziydi. Kendi kendine tutanlardan ufak teknesinde balık-ekmek satan ağabeylerimize kadar semtteki balık sohbeti hiç bitmezdi. Eş dost, akraba balık tutar, biz de yanlarına gider muhabbet ederdik. Evde sürekli balık olurdu. Anneannemin yaptığı buğulama ya da dedemle babamın balkonda kızarttığı istavritler… Yıllar böyle geçti ve bu arada çok şey değişti. Balık ekmek satan tekneler ortadan kayboldu, sonra oltasıyla sahile inenler azaldı, fakat bir şey hiç değişmedi: Boğazda balık kalmadı sohbetleri. Babam oltasıyla bizim için bir günde 3-4 tane lüfer tuttuğunu anlatır. “O zamanki gibi lezzetlisi artık yok” diye de ekler.

İstanbul ve balık aynı cümlede geçtiği anda aklıma gelen soru hep bu konuyla ilgili oldu. Bu sohbetlerdeki iddiaların aslı astarı var mıydı? Boğaz’da, İstanbul’da balık nüfusu ne durumda? Hangi türler yok oldu? Yoksa tüm bu söylentilerin kaynağı korku mu?

Balık Pazarı

Mantık çerçevesinde konuya yaklaşınca; küresel iklim değişikliği yüzünden denizlerde ısının yükselmesi, nüfus ve talebin artması gibi faktörleri göz önüne alınca, balığın azalması insana normal geliyor. Araştırmamda, balıkçılardan başladım soruları sormaya. Beşiktaş’taki balık pazarında aldım soluğu. 

Hava biraz kapalı ve henüz gündüz saatleri olduğu için kalabalık yok. Konuşmak, fikir beyan etmek istemeyenler ve “Ben anlamam!” diyenler çoğunlukta, hatta diğer tezgâhları göstererek “Bunlara da sorma, hiçbiri anlamaz!” diyor orta yaşını biraz geçkin bir balıkçı. Yine de ilk tezgâha doğru gidiyorum. Salim Cesur beş yıldır balıkçılıkla uğraşıyor ve bu kadar kısa sürede bile balıkların azaldığının farkına varmış. “Balık eskiye nazaran çok kısıtlı geliyor. Mesela, palamut geçen yıl çoktu fakat bu yıl hiç yok. Palamut bu yıl üremedi. Aslında Karadeniz ve Marmara’da balık var fakat talebin artması ve İstanbul dışındaki şehirlere gönderilmesi sebebiyle burada satılan balık azaldı” diyor Cesur.

 

Prof. Dr. Saadet Karakulak

Palamudun neden bu yıl üremediğini diğer balıkçılara da sordum, kimseden cevabını alamadım. Şehir efsanesine dönüşmüş palamudun bu yıl ürememesi, fakat kimse sebebini söyleyemiyor. Ya kontrolsüz avlanma sebebiyle balığın üremesine izin verilmemiş ya da deniz sıcaklığının artmasıdır diye düşüne düşüne soluğu İstanbul Üniversitesi Su Bilimleri Fakültesi’nde çalışmalarını yürüten Prof. Dr. Saadet Karakulak’ın odasında alıyorum. Balıkçıların çoğu korkulacak bir durum olmadığını söylerken, Saadet Hoca 2015’te verdiği röportajlarda yüzde 40’a varan azalmalar gördüğünü açıklamıştı.

Sadece bizde değil tüm dünyada ciddi bir azalma söz konusu. Tekne boyları ve motor güçleri çok arttı. Eskiden balıkçılara ‘rastgele’ denirdi çünkü reisler deniz yüzeyindeki balık hareketlerini veya yunusları izleyerek balığın nerede olduğunu tahmin ederdi. Şimdiyse balığın nerede olduğunu gösteren radarlar var. Mevsiminde olmadığı için diplerde dolaşan balığı yemleme yaparak deniz yüzeyine çekiyorlar. Bunun dışında yasa dışı ve kural dışı avcılığın artışı balık stoklarını azalttı. Koyulan yasaklara uyulmayan bir avcılık yapıldığı için balık sürülerinde ciddi bir azalma gözlemliyoruz” diyor Karakulak. Marmara Denizi’nin hassasiyetini ise şöyle anlatıyor: “İstanbul, Türkiye balıkçılığı için en önemli yer çünkü göç eden balıkların yolunun üstü. Göçmen balıklar Ege’den Karadeniz’e üreme amaçlı giderler. Karadeniz, nehirlerden beslendiği için balıklar için önemli bir deniz. Karadeniz’de üreyen palamut, lüfer, istavrit sonra Ege’ye göç eder ve İstanbul Boğazı’nda sürekli av vardır. Haliç’e ‘Altın Boynuz’ denmesinin sebebi bol bulunan palamutlardır, fakat İstanbul’da artık pek palamut yok.

Oksijen azaldı, orkinos gitti

T.C. Tarım ve Orman Bakanlığı’nın Su Ürünleri İstatistikleri’nin gösterdiği av miktarları ciddi bir soruna işaret ediyor. 2000 ve 2019 yılları arasındaki oranları karşılaştırdığımızda miktarlardaki ciddi azalma aşikâr. 400 bin tondan 300 bin tona kadar düşmüşler. Gözlemlenen bir artış var şimdi, fakat onun da sebebi yetiştiricilik. 

Prof. Dr. Saadet Karakulak azalmanın sebeplerini sıralıyor. Fakat o kadar çok faktör var ki, sorunu sadece kontrolsüz avcılık veya küresel iklim değişikliğine bağlamanın mümkün olmadığını anlıyorum. Bir domino gibi birbirini tetikleyen olaylar sonucunda balıkçılık tehlikeye girmiş durumda. 

İstanbul’da arıtma sistemlerinin yetersizliği söz konusu ve derin deşarjın olduğu noktalarda deniz kirliliği ciddi bir biçimde arttı. Bazı balıkların toleransı yüksek olsa da bazı türler oksijen seviyesi konusunda çok hassastır. 1991’de başladığım yüksek lisans çalışmalarım sırasında Marmara’da orkinos yakalandığını görmüştüm, artık yok. Kılıç balığı 1970’lerde terk etmiş Marmara’yı. Bu türler oksijeni seven balıklardır. Önce Karadeniz’i sonra da Marmara’yı terk ederek Ege ve Akdeniz’e gitmişler. Ara Güler’in meşhur fotoğraflarından birinde küfesinde dev orkinos taşıyan balıkçıyı görmüşsünüzdür. İşte o balık artık burada yok” diyor. Gelincik ve İstanbul’un simge balıklarından uskumrunun da artık görülmediğini söylüyor Karakulak. 

Söz, dalyanlara geliyor. Bu konuda herkesin fikri farklı. Büyük tekne sahibi balıkçılar kendileri için av yasağı varken dalyanlar çalışabildiği için biraz tepkililer. Konuştuğum profesörlerden bazıları dalyanlar birkaç ailenin tekelinde olduğu için dalyanları sevmiyorlar. Saadet Karakulak dalyanları savunanlardan. Eski İstanbul fotoğraflarında sıkça karşımıza çıkan dalyanlar artık çok az. Şu an Sarıyer’de üç tanesi görülebilir. 

Evliya Çelebi’nin ve İstanbul Balıkçılık Başkontrolörü, İstanbul’da Balık ve Balıkçılık kitabının yazarı Karekin Deveciyan’ın kitaplarında çok bahsedilir dalyanlardan. Artık onlar da kalmadı. Dalyan, türü doğru ayarlandığında zararlı bir yöntem değildir. İtalya’da Sicilya Adası’nda, İspanya’da, Fas ve Tunus’ta aktif orkinos dalyanları var. Seçiciliği en iyi av aracı onlardır. Direkler ve direklere gerilmiş ağlardan oluşan dalyanlarda balık düzeneğin içine girer ve havuzda yüzmeye devam eder. Eğer avlanılmaması gereken bir türse veya boyutu avlanılmasına engel olacak kadar ufaksa, balıkçı onu denize geri salabilir. Trol veya gırgıra giren balık ise, türü veya boyu ne olursa olsun ölür. Bizde 15 Nisan itibariyle av yasağı başlar, gırgır ve trollere yasak gelir. Küçük balıkçı ava çıkabilir. Dalyanlar da ufak balıkçı sayıldığından büyük balıkçılar buna tepki gösterirler, ama dalyanlarla çok balık tutamazsınız zaten. Anca 1-2 ton. Japonya çevresinde 4980 tane aktif dalyan var” diyor Karakulak.

Şu anki balık sorununu bir diğer sebebi olarak, ilgili bakanlığın stok kontrolü veya iklim gözlemleri sonucuna göre acil kararlar veremiyor oluşuna bağlıyor konuyu: "En büyük eksiğimiz balıkçılık kaynaklarımızı bilmiyor ve acil kararlar veremiyor oluşumuz."

 

Saadet Karakulak

Orkinos konusunda uzmanlaşan Karakulak, Türkiye’nin de bağlı bulunduğu ICCAT’ın (Uluslararası Atlantik Orkinosu Koruma Komisyonu) nasıl karar verdiğinden bahsetmeye başlıyor. Dünyadaki orkinosların üreme ve tüketim oranlarına karar veren, hatta yeri geldiğinde iklim koşullarına bakarak belli kararları acilen verebilen bu kuruluş, balıkçılık yönetiminden sorumlu. “Deniz hukuku sözleşmesinde der ki, göçmen balıklar birçok ülkeyi ilgilendirdiği için balıkçılık yönetiminin uluslararası komisyonlarca yapılması gerekir. Ülkece tür bazlı ICCAT’a bağlıyız ve orkinos kotamızı bu kuruluş belirliyor. Denizlerde ne kadar stok var ve sürdürülebilir avlanmanın yapılması için hangi kurallara uymak gerekiyor, ne kadarını avlayıp ne kadarını denize geri salmalıyız gibi konularda kurallar koyuyorlar. Maalesef bizde ilgili bakanlığın kendi balık stoklarını bilmiyor oluşu en büyük eksiklik. Kota uygulamasına geçemedik. Eğer bir balıkçı maddî durumu iyiyse, tek bir tekneyle yetinmeyip birkaç tekne alıyor, ağ boylarını büyütüp derinleştiriyor, denize çıktığında bayramda bile avcılık yapıyor. Bakanlık hâlâ denetim altına alamadı. Oysa ABD, Kanada, AB ülkeleri gibi ülkeler balık oranlarına bakarak kota uygulamasına gidiyor; eğer stoklar azalma eğilimi gösteriyorsa, zaman yasağı koyabiliyor. Japonya bölge balıkçılarına bölge ve kota kuralı koyuyor” diyor ve devam ediyor: “Biz rakamsal verilere baktığımızda balık stoklarımızda azalma var diyemiyoruz ama balıkların boylarının her geçen yıl daha da küçüldüğünü net bir biçimde görebiliyoruz. Stokların azaldığının bir göstergesi olarak torik ve kofananın tükenmesini gösterebiliriz. Büyük boylu istavrit kalmadı.

Denizi, balığı ve balıkçıyı izleyerek ani kararlar verilemiyor oluşu herkese yük olarak geri dönüyor anlatılanlara göre. Ekolojik durumlarda da ani karar verilemiyor. Boğaz’da sıkça istilacı türlerle karşılaştığımızı konuştuğum balıkçılar da akademisyenler de anlattı. Saadet Hoca’nın anlattığına göre, geçen yıllarda İstanbul Boğazı’nda ortaya çıkan müsilaj olayı sıcaklık ve planktonun artmasıyla denizde sümüksü bir tabaka oluşturmuş. Balık o ortamda beslenemediği için Marmara’yı terk ederek balıkçılığı bitirmiş. Sonucunu ve olması gerekeniyse şöyle anlatıyor: “Bakanlığın o anda devreye girerek balıkçıyı denize çıkarmaması, mağduriyetini de gidermesi lazım. Yurt dışında ilgili kooperatifler çok gelişmiş durumda. Yeri geldiğinde balıkçıya destek olup zararını karşılıyorlar. Bizde böyle bir sistem yok. Bundan iki hafta önce Karadeniz’de çok hamsi çıktı. Tüm balıkçılar tuttu, ama bir tekne 4000 bin kasa tutmuş, kasası kalmayınca da tuttuğu ölü balıkları denize dökmüş. Böyle bir lükse sahip olmamak lazım. Balıklar azaldı derken böyle hayatî hatalar yapılmamalı. Avlanılan balık piyasaya sürüldüğünde fiyatları dengede tutabilecek düzlemde çalışmalar yapmak gerek.”

Balıkçının derdi büyük

Saadet Hoca bilimsel verilerden yararlandığı gibi balıkçılarla da dirsek temasında çalışıyor. Dosyayı hazırlarken sabaha karşı saat üçte mezat görmek için uğradığımız Su Ürünleri Hali, Gürpınar’dan önce Yenikapı’daymış. Saadet Hoca, hal Yenikapı’dayken her gün fakülteden önce mutlaka uğrarmış. Dolayısıyla balıkçıların, teknelerin ve tayfaların ne gibi problemleri olduğunu biliyor. Zaten İstanbul’daki balık sorununda parmak batığı bir diğer önemli konu, balıkçıların çektiği maddî sıkıntı. “Balıkçılar para vererek tayfasını getirmek, mazot, kumanya sağlayıp ağ onarımı yapmak zorunda. Devletten yardım alamadığı için kabzımaldan borç alır ve satışından yüzde 18’i kabzımala verir. Borcu ödeyebilmek için günü kurtarmaya çalışır ve bunun sonucu denize saldırır. Tayfanın işçi olarak gösterilebilir olması gerek. Bazen masraflarını masraf olarak bile gösteremiyorlar. Bir yandan kesin kurallar ve yasaklar koyulurken, bir yandan da balıkçıya destek olunmalı. Devlet düşük faizli kredi verirse kabzımal sistemi bitirilebilir.”

 

İstanbul Boğazı

Denizler ısınınca göç yolları değişti

Küresel iklim değişikliği sadece bizim memlekette değil her denizde etkisini gösteriyor. Kutupların erimesi, bazı denizlerin sıcaklığının artması balıkçılığı hızla değiştiriyor. Bu ısı değişimleri okyanustaki su hareketlerinin de değişmesine sebep oluyor. Balık, akıntı sistemlerinden yararlanarak göç eden bir canlı. Üremesini de buna göre yapar. Karakulak, bizim denizlerden ve balıkların üreme sistemlerinden örneklerle durumu açıklıyor: “Bizim için önemli olan palamut, hamsi, istavrit ve lüfer yaz aylarında ürer. Geçen yıl doktora çalışması için Karadeniz’e çıkacaktık ama temmuz ayında denize açılacak uygun havayı bulamadık. Yağış çoktu ve bu yüzen kıyılar hem bulanıklaştı hem de soğudu. Kefken açıklarında deniz 8 santigrat dereceydi! Uygun üreme ortamı olmadığı için, balık açığa çıktı. Mesela, orkinos 25 dereceyi görmeden yumurtlamaz. Sıcaklık böyle olmalı ki, balık önce yumurtlasın, sonra da döllenme gerçekleşsin. Ondan sonra da yumurtadan çıkan yavrunun kıyılarda besin alarak büyümesi gerekir. Bu yıl palamut ve lüferin olmayışının sebebi budur. Önümüzdeki yıl da böyle olacak. Eylülde av sezonu açılır. Eylülden sonra havanın soğuması lazım ki balıklar göç öncesi iyi beslensin. Göçle birlikte büyük sürü oluşturunca balıkçılık başlar. Bu sefer aralık ayının ortasına kadar su sıcaklığı çok yüksekti. Balıklar sürü olup göç etmediği için denizde balık vardı ama yakalanamadı. Ancak aralık ayının ortasından sonra balıkçılık başladı. Balıkçılıkta mevsimler kayıyor.”

Beşiktaş Balık Pazarı’nda ilk konuştuğumuz balıkçı Salim Cesur “Balıklar üremedi” dediğinde aklıma gelen “İyi de neden?” sorusunun cevabı böylelikle cevaplanmış oldu. Balıklar genel itibariyle ortama ayak uydurabiliyorlar. Ama artık şartlar o kadar hızlı değişiyor ki, ayak uydurmaları çok zorlaşıyor. Sürdürebilir bir avcılık için en önemli etken balıkların değişime ayak uydurmasına izin veren bir yöntem benimsemek.

Yassıada çalışmaları mercanı bitirdi

Denizlerdeki oksijen eksikliği gibi kirliliğin artması da faunayı bozan büyük bir etken. Saadet Karakulak’ın söylediğine göre, Yassıada’daki yapılaşma ve Kurbağalıdere’nin pisliği Adalar çevresindeki mercan yataklarını neredeyse bitirmiş. “Arkadaşlarımız kalan mercanları Hayırsızada’ya kaydırdı ve orada yaşatmaya çalışıyor. Eskiden kırlangıç ve dil balıklarımız vardı ama onlar da artık görülmeyen türler arasında. Köpek balıkları çok ciddi tehlike altında. Bakanlığımız yedi cins köpek balığını koruma altına aldı. Bu bir ekosistemdir ve bozuldu. Ekosistemde ilk etkilenen balıklar orkinos, kılıç ve köpek gibi avcı balıklardır. Hepsi büyük balıklar. Bununla birlikte denizanalarının çoğaldığını gözlemleyebiliyoruz. Problemin kaynağı avcı balıkların sularda gezmemesi. Sistemde orkinos ve kılıç balığı olsaydı, denizanalarını yedikleri için böyle bir tablo olmayacaktı. Sahil şeritlerinin doldurulması da denizanalarının artış nedeni. Çünkü balık yuvaları bozuluyor, balıklar buraları terk ediyorlar. Böylece denizanaları için mükemmel bir ortam hazırlanmış oluyor, kontrolsüzce çoğalıyorlar. Artık Karadeniz ve Marmara’da denizcilerin ağına balık değil denizanası geliyor, Ege ve Akdeniz’de bu problem yok. Bu, Karadeniz ve Marmara’nın bozulduğunun göstergesidir” diyor Karakulak. 

Denizciliğimizin en önemli iki kaynağı Karadeniz ve Marmara. Avcılığın yüzde 75’i Karadeniz’de gerçekleşiyor, onu Marmara takip ediyor ve maalesef bu iki denizin de ekosistemi çok ciddi biçimde bozulmuş durumda. Gürpınar’daki su ürünleri haline gittiğimizde de konuştuğumuz balıkçılar bu soruna parmak basmıştı. Gece yarısı saat iki sularında hale ulaştığımızda hummalı bir çalışma gördük. Ciddi bir kalabalık var, kamyonlar dizilmiş, balıkçılar ellerinde kasalarla oradan oraya koşturuyor... Martılar da tepelerinde dönüp duruyor, kasalardan düşenler için resmen büyük bir mücadele dönüyor ortamda. Herkes bir şekilde ekmeğinin peşinde.

Su Ürünleri Hali’nde röportaj yapmak gerçekten çok zor; balıklarını bir an önce satmak için uğraşan balıkçılarla genelde röportaj vermeyi tercih etmiyorlar. Yine de arada konuşanlar çıkıyor. Burada da, Beşiktaş’ta duyduğum cümlenin benzeriyle karşılaştım birkaç kez: “Boğaz’daki balığın durumundan ben de anlamam diğerleri de...” Fakat bu işten anlayan birileri mutlaka olmalı! 

Herkes aynı kişiye yönlendirince, Özsandıkçılar Su Ürünleri’nin sahibi Turgay Özsandıkçı’yla konuşmaya başlıyoruz. Kendisi bu konuda pek çok röportaj vermiş. Ona göre Karadeniz’de ciddi bir sorun var. “Mevsimsel sebeplerle azaldı balık. Bu yıl geçen yıla göre bir ay geriden gidiyor. Babadan beri, yani 65 yıldır balıkçılık yapıyorum. Eskiden Hopa’da tanesi 1,5 kiloya kadar çıkan iri istavrit olurdu, ama Ermenistan Depremi’nden sonra yok oldu o balık. Uskumru, orkinos olurdu. Orkinos Boğaz’dan Karadeniz’e çıkardı, o da yok. Hamsi, Abhazya ve Gürcistan açıklarında üreme yapar ve büyüyüp geri gelirdi. Şimdi orada daha büyümeden avlanma yaptıkları için ciddi bir katliam var. Bizdeki 9 santim kotası orada 6 santime düşüyor. Burada çok ciddi para cezaları var, kimse bu cezalar varken o boyutta balığı tutmaz, ama Gürcistan ve Abhazya Karadeniz kıyılarında hamsiyi böyle avladı, bitirdi.”

Bir denizin sorunu her denizin sorununa dönüşüyor böyle böyle. Halde konuştuğum bir başka isim olan İsmail Durmuş, 20 yıldır balıkçılık yapıyor. Denize açılmıyor ama 20 yıldır halde alım satımla uğraşıyor. İşe ilk girdiği zaman var olup şu anda hiç görmediği balıkları sorduğumda, “20 yılda tür olarak yok olduğunu gözlemlediğim çok balık var. Kırlangıç, eşkina, karagöz, levrek çıkardı eskiden, artık hiç çıkmıyor. Mesela, şu anda balık halinde ne çok mezgit var! Eskiden mezgitin yüzüne bakılmazdı, şimdi diğer balıklar artık bulunamadığı için mezgit satıyor. Geçen yıl palamut çok vardı, o da bu yıl tek tük.

 

Balıkçı Necla Yazıcı

Boğaz’da bolluğun sonu

Tüm Sarıyer’in Necla Reis diye bildiği Necla Yazıcı beş yaşından beri denize çıkıyor. Tam 47 yıldır. İstanbul’daki balık popülasyonunu ondan daha iyi kimseden öğrenemeyiz belki. Önce balıkçı olan babasıyla denize çıkmaya başlamış, sonraları kayınpederiyle açılmış. Kürek çekerek balık tutmayı öğrenmiş. Bunları öğrenirken de, babası ve kayınpederinden balığın göç yollarına, hangi tarihlerde İstanbul Boğazı’nın neresinde hangi balığı tutabileceğine dair bilgileri dinleyip not tutmuş. Uzun yıllar bu notlara göre balık tutmaya devam etmiş.

Balığın tüm tekniklerini, nerede ne zaman ağ atılacağını babamdan öğrendim. Babam bir tek trakonya ve iskorpit balıklarını zehirli oldukları için elletmezdi” diyor Necla Reis. Verdiği bilgiler çok değerli çünkü neredeyse 50 yıldır aynı noktalarda balık tutuyor. Röportajımızda bu balıklarla hâlâ karşılaştığını, fakat iskorpiti artık çok az gördüğünü belirtiyor: “Gördüğüm iskorpitler de çok ince, boylarının bu denli küçülmesi yavaş yavaş yok olduklarını gösteriyor bence. Balık alarm veriyor” diyor. Eskiden babasıyla balığa çıktığı zamanlardan şöyle bir anıyla devam ediyor: “Babam ağ attığında ağın açık ucuna mutlaka torik, palamut ve kırlangıç vururdu. O kadar çok tutardık ki, komşulara verir, kedilere dağıtırdık tuttuğumuzun bir kısmını.

Şimdi o bolluğun yanından geçemediğimiz gibi, bu işten ekmek kazanamaz hale gelmiş herkes... 

Necla Reis’e rakamları soruyorum. Eskiden ne kadar tutuluyordu, şimdi ne kadar? “Bu yıl 1-2 kez çıkabildik denize, çıktığımızda da boş ağ çektik. Yengeç bile vurmuyor artık ağ. Balık varsa yengeç gelir, balık yoksa o da yok. 1980-85 arası 50 kilo, hatta şanslıysak 100 kilo balık tutardık. 1980-90 yılları arasında en az 10 kiloluk kasalardan 10-15 kasa tekir balığı satardık. 1990’lı yıllardan itibaren durmadan ciddi bir düşüş yaşanıyor. Şimdi akşama kadar uğraşıp 5-10 tane tutuyoruz. En büyük sorun da restoranların çok ucuza alıyor olmaları. Onlar da parayı döndüremedikleri için bize para veremiyorlar. Kabzımallar almak istemiyormuş gibi davranıp burun kıvırıyor, sonra fiyat düşürmek için uğraşıyorlar.” 

Necla Reis konuşurken eskiden Sarıyer’de küçük bir balıkçılar çarşısı olduğunu ve orada mezat şeklinde balık alıp sattıklarını anlatıyor. “Böylelikle küçük ölçekli balıkçı da kabzımala muhtaç olmadan para kazanır, halk da ucuz balık yiyebilirdi” diye anlatmaya devam ediyor.

Necla Reis’in anlattıkları arasında en çok ilgimi çeken konu, bundan belki 40 yıl önce babasından öğrendiği balığın rotasını not alması oldu. Bu, en çok işimize yarayacak bilgi neticede, tam olarak konumuz bu hatta. Acaba bu göç yollarında mevsimsel ve rota olarak bir kayma var mı? 

En fazla notu tekir için tuttum. Miktarlarda zaten çok ciddi bir azalma var. Yılın hangi zamanı hangi noktaya ağ atarsam balığı tutarımın bilgisi var, ama şimdi o zamanlarda o noktalara gittiğimizde balık bulamıyoruz. Tarihler de iyice kaydı.

Balık herkese baktı ama o günler geride kaldı

Beş kardeşten biri olan Necla Reis’in tüm ailesi balıkla geçinmiş, baba tüm çocuklarını balık tutup satarak okutabilmiş. Necla Reis de çocuklarını balık satarak okutmuş fakat artık balığın o bereketli günleri çok geride kalmış. Necla Reis devam ediyor anlatmaya: “Şu an istesem de torunumu okutamam. Bana 2012’den borcu olan lokanta var. Balıktan para dönmüyor. Buraları bitiren etkenlerden biri de kaçak filolar. Üreme alanlarını gırgırlarla talan ediyorlar. Dibi kazıya kazıya bitirdiler. Yumurtlama zamanında kurulan dalyanlar da çok zararlı. Yumurtalayacak olan torikleri yakalayınca milyonlarca palamuttan oluyor deniz. Hamsi ve çaça da bitti; bunlar yem olan balıklardır. Onlar bitince büyük balık yok oluyor. Diğer taraftan, Boğaz’daki üçüncü köprünün pisliği de o bölgede ağ attığımız yerleri balçığa çevirdi.” 

Balık
Boğaz
İstanbul
İstanbul Boğazı
Prof. Dr. Saadet Karakulak
Sarıyer
Necla Yazıcı
Necla Reis
Sayı 001

BENZER

Erzurumlu Necmettin’in Çatalca’nın Dağyenice Köyü’ndeki bir garip mezara varan hikâyesi; 22 bin 663 şehidin hikâyesinden farklı değil. Bu şehitlerin hikâyesini bilen pek az insan vardır memlekette. Çünkü girmediğimiz İkinci Dünya Savaşı’nın siroz, zatürre, bronşit, çiçek, verem, tüberküloz, sıtma, böbrek yetersizliği, karın zarı iltihabı, kan zehirlenmesi, menenjit, üremi, kalp sektesi, aşırı kilo kaybı, enfeksiyon, organ yetmezliği, apandisit, felç, umumî zayiat; eşkıya ile çatışma; gemi batması ve hatta uçak düşmesi sebebiyle kaybettiğimiz şehitleridir onlar.
Moda’da bir lokanta işleten yaşlı, top kafalı ve iri bir tekir olan Tekin’in yazarımızla iletişimi seviye atlıyor, hikâyenin devamına buyrun…
İlk seferine 4 Ekim 1883 tarihinde Paris’te o zamanki adıyla Strasbourg Garı’ndan başlayan ve 94 yıl boyunca Avrupa’da trenle seyahatin en ünlü durağı olan Orient Ekspres, o günlerde “yürüyen saray” olarak adlandırılıyordu. Ancak saraylarda görülebilecek bir lüks ve görkem eşliğinde yolcuların konforunu önceleyen Orient Ekspres –bizdeki ismiyle Şark Ekspresi– yolcuları ve yolculuk hikâyeleriyle kısa zamanda bir efsaneye dönüşmüştü…