Dünyanın halen işleyen en eski tersanesi: Haliç

Fotoğraf
Şafak Salman
16 Temmuz 2020 - 14:16

Pek çok kimse 1970’ler, ‘80’lerdeki İstanbul’u hatırlamıyor olabilir. Ama bugünün Haliç’ini bilirsiniz. O yüzden lütfen bir anlığına gözlerinizi kapatın: Perşembe Pazarı’ndan Azapkapı’ya doğru yürüdüğünüzü hayal edin. Solunuzda, Sokullu Mehmet Paşa Camii’nin yanında balık hali var. Onlarca balıkçı teknesi, kasa kasa balıklar... Karşı kıyıda Yağ İskelesi... Yolunuzu kesen ve Unkapanı’nı Taksim’e bağlayan Tarlabaşı Bulvarı henüz gidiş- dönüş iki şeritli bir cadde. Önünüzde ise Haliç Tersanesi’nin heybetli vinçleri ve kapısı duruyor. Unkapanı Köprüsü’nün diğer ucundan sebze halinin kalabalık sesleri geliyor... Cibali Tütün Fabrikası çalışıyor... Haliç Tersanesi’nin yanı başındaki Taşkızak ve Camialtı tersaneleri de işler durumda, çekiç sesleri geliyor... Silahtarağa Santrali hâlâ İstanbul’a elektrik veriyor...

İstanbul’un üretim merkezindesiniz... Tüm kokular ve sesler birbirine karışıyor...

Şimdi gözlerinizi açabilirsiniz.

Cibali Tütün Fabrikası 1995’te kapandı, bugün Kadir Has Üniversitesi olarak hizmet veriyor. Bir semte adını veren Yağ İskelesi tamamen yok oldu. Sebze ve balık halleri de yok. Silahtarağa Elektrik Santrali 1983’te kapandı, şimdi Bilgi Üniversitesi’nin ana kampüsü. 1986’da dönemin belediye başkanı Bedrettin Dalan, tarihî değer taşıyan 350 binayı yok ederek Tarlabaşı Bulvarı’nı açacak. Taşkızak ve Camialtı Tersaneleri 2013’te HaliçPort projesi için boşaltılıp tüm ekipmanları satılacak.

Gözlerinizi kapadığınızda tahayyül ettiğiniz manzaradan bugün elimizde kalan, o günlere ve yüzyıllar öncesine şahitlik etmiş, işleviyle korunmuş son yer Haliç Tersanesi. Uzun süre unutulan, unutturulan, eski hâlinin köhne bir gölgesi hâline getirilen tersaneden bugün yine çekiç sesleri yükselmeye başladı. İçeride yeniden başlayan bir hayat var.

565 yıllık tanıklık

Bir zamanlar Hasköy, Taşkızak ve Camialtı’yla birlikte Tersane-i Amire bütününün parçası olan Haliç Tersanesi, bugün o gelenekten geriye kalan son yer. Dünyanın hâlâ işler durumda olan en eski tersanesi. Tam 565 yaşında. II. Mehmed’in İstanbul’u imparatorluk başkentine dönüştürdüğünü, I. Selim döneminin altın yıllarını, 1571’de İnebahtı’da yok olan Osmanlı donanmasının beş ayda 150’den fazla kadırga inşa edilerek burada yeniden kurulduğunu, 1872’deki işçi grevlerini, 1919’da İstanbul’un işgalini gördü. 2000’lerin başında ise kaderine terk edildi.

Özelleştirme beklentisi içerisinde yıllarca yatırım yapılamadığı için altyapı açısından oldukça yetersiz duruma gelen Haliç Tersanesi, 2005’te İDO’ya tahsis edildi. İDO dönemindeki yenileme çalışmaları sonucunda, tarihî taş havuzlar, kapak ve köprü sistemleri çalıştırılabilir duruma getirildi. 1989’dan sonra kullanılmayan kızak sahası düzenlendi ve 20 yıl aradan sonra üç Haliç teknesi bu kızaklarda inşa edildi. 1 Ekim 2010’da Şehir Hatları’na tahsis edildi.

Azapkapı’daki heybetli kapısı uzun yıllardır kullanılmıyor. Kasımpaşa tarafındaki kapıdan giriyoruz içeri. Daha güvenlikten itibaren içerideki dinginlik dikkati çekiyor. 2020 kapının dışında kalmış, biz 1970’lere adım atmışız gibi. Zaman farklı akıyor burada sanki. Öfke ve telaş yerine uyum var. Herkes güleryüzlü. Denizle iç içe olmanın kazandırdığı bir şey belki. COVİD-19 salgını sebebiyle her zamankinden daha sakin olduğunu söylüyorlar.

Atölyeleri geçip kıyıya doğru ilerliyoruz. İlki 18. yüzyılın sonunda İsveçli mühendisler tarafından inşa edilen ve yıllardır aynı teknikle çalışan kuru havuzlardan birinde Kıyı Emniyet’in botu, diğerinde Şehir Hatları’nın Prof. Dr. Alaeddin Yavaşça vapuru var. İkisi de onarım ve bakım için burada. Kargir olarak inşa edilen ilk kuru havuzun inşaatında, İstanbul Boğazı’ndaki taş ocaklarından çıkartılan mavi devonien kalkerleri kullanılmış. Taşların örülmesinde su altında sertleşme özelliği olan ve İtalya’dan getirtilen puzolan (volkanik kül) ile kireç karışımından oluşan puzolan harcı uygulanmış. Kuru havuzların numaraları Azapkapı’dan Kasımpaşa’ya doğru sırasıyla 1, 2, 3 olarak gidiyor.

Yenilendikten sonra 23 Nisan’da sefere başlaması planlanan ancak salgın nedeniyle ertelenen Barış Manço vapuru, içindeki yeni çocuk oyun alanları ile pırıl pırıl demirli duruyor. Alt güverteye bisikletliler için park yeri de eklenmiş. Prof. Dr. Fuat Sezgin vapurundan çekiç, balyoz, makara, işçi sesleri geliyor. Bir bölümü dış cepheyi yenilerken bir bölümü makine dairesinde...

Paşabahçe vapuru

Az ileride, yorgun bir İstanbul hayaleti olarak Paşabahçe vapuru yatıyor. 1952 İtalyan yapımı bir dev. Yaşı tutanlar onu Kabataş-Adalar hattında çalışırken hatırlar. Ben 1990’larda Kadıköy- Eminönü hattından bilirim Paşabahçe’yi. Filonun en büyük gemisi olduğundan, sabahın en yoğun 08.15 seferini o yapardı. İstanbul Üniversitesi öğrencileri üst güvertede, ahşap kaplı “1. mevki bahçesi”nde buluşurduk. Vapura son anda yetişenler ayakta kalırdı, o kadar kalabalıktı eskiden Şehir Hatları vapurları. Paşabahçe 2010 Şubat’ında Haliç Tersanesi’ne bakıma alındı, 2011’de Beykoz’da nikâh salonu olarak kullanıldı. Geçen yıl sökülmek üzere ihaleye çıkarılınca kamuoyundan gelen tepkiler sonrası İBB’nin girişimleriyle jilet olmaktan kurtuldu. İki yıl sonra yeniden Boğaz sularında süzüleceğini bilmemize rağmen son halini görmek yürek burkuyor. Ahşap kaplamalarından iz bile kalmamış, her yeri pas içinde... Sanki 68 yıllık ömrü bir gecede içinden geçmiş, onu yiyip bitirmiş gibi.

Prof. Dr. Fuat Sezgin Vapuru

Onlarca yıl önce vapurları inşa eden ustalar bugün tamiratlarını yapıyorlar

1986’da Haliç’te inşa edilen Moda vapuru, geçen ay burada bakımı yapıldıktan sonra yeniden denize indi ve onarımını da 34 yıl önce onu yapan ustalar gerçekleştirdi. Yıllardır aynı hastayı takip eden, hatta doğumuna şahitlik etmiş hekimler gibiler. Hangi vapurun neresinde ne var, ezbere biliyorlar.

Bugün Haliç Tersanesi’nde 100 kişi çalışıyor. Büyük bölümü tersanenin 1982’de, darbeden sonra kapatılan okulundan mezun olmuş, ömrünü burada geçirmiş. Okul binası, bugün tersane arazisinin kara tarafındaki sınırında bulunan Haliç Tersanesi Kapıüstü Mescidi. Çocuk yaşta girmişler tersanenin kapısından. Emekli olduktan sonra da taşeron olarak çalışmaya devam ediyorlar. Çünkü vazgeçilmezler, çünkü gemilerin neresinde ne olduğunu ezbere bilen, yapımında bulunmuş ustalar hepsi. 1940’ların sonu, ‘50’lerin başında Marshall Yardımı’yla gelen ve hâlâ kullanımda olan makinelerin dilinden onlar anlıyor.

Tersane Müdürü Sinan Erdinç de 1974’ten bu yana Haliç Tersanesi’nde. O yıl okula girmiş, 1977’de çalışmaya başlamış. “Okulla tersane bir bütündü. Sabahtan okula gidip teori öğrenir, öğleden sonra burada pratiğini görürdük. Okulun ihtilalde bileti kesildi. Bu okul sektörün kalbiydi. Hâlâ 60-70 yaşında çalışan ustalar varsa oradan mezundur. Türkiye’deki beş tersanenin ustalarını yetiştirirdi. Ben de borucu olarak başlamıştım” diye hatılıyor. 

Tersanede yöneticiler dışında hemen herkesin bir lakabı var. Onlardan biri de “Maçkalı” İsmail Yılmaz. Makine atölyesinde görev yapan Maçkalı da 1974’ten bu yana Haliç’te. “Çalışmaya başladığımda aynı atölyede beş ayrı İsmail vardı. Trabzon Maçkalı olduğum için karışmayalım diye ustam takmıştı bu ismi” diyor.

"İzmirli" Mehmet Usta

Uzun yıllardır yalnızca bakım-onarım işleri yapılan tersaneden en son 2009’da 42 metre uzunluğunda üç yolcu motoru inşa edilip suya indirildi. “Tekneler yapıldı ama gemi sanayi olarak en son 1994’te Mavi Marmara ile Karadeniz gemileri üretildi. Vapur olarak ise Fahri Korutürk ile Emin Kuloğlu...” diyor Sinan Erdinç. “Camialtı Tersanesi’nde İskenderun gemisinin donatılmasında çalıştım, en zevk aldığım iş oydu. Polonyalılarla çalıştık o zaman, müthiş bir teknolojileri vardı. Gemiyi yapmakla onarmak çok farklı işler. Onarmak çok meşakkatli ve tehlikeli. Ama biz artık vapurların neresinde ne var ezbere biliyoruz.

Kiminle konuşsanız “1990’ların başında görecektin sen burayı” diyor. O zamanlar bin işçi çalışırmış tersanede. Yıllardan beri açılmayan Azapkapı kapısından yüzlerce işçi girip çıkarmış. Yine Sinan Erdinç anlatıyor: “1994’te yaşandı kırılma noktası. Tansu Çiller bir gün ‘Dört tersaneyi kapattım’ dedi. O sırada biz Mavi Marmara ile Karadeniz’i donatıyorduk. İşler bıçak gibi kesildi. Kolumuz kanadımız kırıldı ama bak hâlâ buradayız. Camialtı’nda müthiş bir arşiv vardı, bir kısmını kurtarmayı başardık."

1990'lardaki ekipten 30 kişi hâlâ Haliç Tersanesi’nde çalışıyor. Eskiden döküm atölyesi faalken kendi pervanelerini dökerlermiş. Fırın da 1990’lı yıllarla birlikte sönmüş, bir daha yanmamış. Bacası sessizce yükseliyor. 2019 Ağustos’unda göreve gelen Genel Müdür Sinem Dedetaş, tüm bu sessizliği değiştirmeye kararlı görünüyor.

Şehir Hatları Genel Müdürü Sinem Dedetaş

Şehir Hatları Genel Müdürü Sinem Dedetaş: “Tersane elimizde kalan son kale”

Gemi Mühendisleri Odası Başkanı’yken AVM olmaktan kurtarmak için mücadele ettiğiniz tersanenin sorumlusu oldunuz. Ne hissediyorsunuz?

Eşsiz bir his. Zaman zaman ben de hâlâ hayret ediyorum. Bir dönem yerinde kalsın diye çabaladığım tersanenin karar vericisi olmak benzersiz bir duygu ve çok da büyük sorumluluk. 2013’te açıklanan soylulaştırma projesi kapsamında özelleştirilmesi söz konusuydu. Gemi Mühendisleri Odası olarak Haliç Dayanışması’na kurumsal destek vermiştik. Bugün o projelerin hepsi iptal oldu; Başkanımıza buranın bir endüstri ve kültür mirası olarak korunması gerektiğini anlattık. Üretim odaklı kamusal alan olarak yeniden planlaması konusunda hem kir olduk. Osmanlı ve Cumhuriyet döneminin yaşayan mirası Haliç Tersanesi. Dünya üzerinde yaşayan en eski tersane burası. 1455’te Tersane-i Amire bir bütün; Taşkızak, Camialtı ve Haliç tersanelerinden oluşuyor. Biri taşındı, diğeri ne yazık ki AVM-otel projesine verildi. Haliç, elimizde kalan son kale. Burayı tersane vasfıyla yaşatmak ve insanlara da açmak gerekiyor. Hede miz tersaneyi çalışır halde tutarken bir kenarda da denizcilik müzesi gibi kültür yapıları oluşturmak. Mekânlar çok etkileyici.

Göreve gelmeden evvel en son ne zaman girmiştiniz Haliç Tersanesi’ne?

Hiç girmemiştim. Yasaktı, almıyorlardı içeri.

Peki kapısından ilk girdiğinizde nasıl bir yer buldunuz? Kafanızda hayal ettiğiniz bir imaj olmalı... Tahayyülünüz ile bulduğunuz arasında fark var mıydı?

Sizden önceki dönemde tersanenin kullanılmamasına yönelik birtakım kararlar alınmış. Yaklaşık son bir senede de o plan doğrultusunda hareket edilmiş. Kendim de meslekten geldiğim için bir tersane yapısı nasıl olur, üretim araçları nelerdir, organizasyon yapısı nedir bildiğimden, buradaki boşlukları sorma ihtiyacı duyuyorum. Aldığım cevap hep ‘Biz taşınacağız...’ oluyor. Yenikapı’da bir yer gösterilmiş Şehir Hatları’na. Gönülden vazgeçmemişler aslında, içeride çalışanlar direnmiş, ama bir vazgeçme ruh hali hâkim olmuş. Buranın hâlâ ekonomik değeri var. Tuzla’da üç havuzu olan tersane yok. Türkiye’de böyle bir endüstri, alan yok. Biz burayı ciddi anlamda işletebiliriz, tersanecilik para kazandıran bir sektör.

Tersane aynı zamanda İstanbul’un 50-100 yıl önce neye benzediğini yansıtan son yer...

Öyle... Kafamızdaki projeyi gerçekleştirdiğimizde burası muhteşem bir yer olacak. Önümüze beş yıllık bir takvim koyduk. İçerideki yapılar restore edilecek. Tersane maksimum kapasite ile minimum alanda çalışacak biçimde toparlanacak. Geriye kalan alanda müzeler, kültür etkinlikleri olacak. 1800’lerden beri aynı teknikle gemi havuzlanıyor, görülmeye değer bir şey. Birinci havuzu ve ahşap atölyesini içine alan bölgeyi, birinci faz olarak iki yıl içinde ziyarete açmayı planlıyoruz. Marshall Yardımı’yla gelmiş makineler hâlâ kullanılıyor. Hayatımda dik torna görmemiştim, burada var. Tersaneyi İstanbulluya ne kadar açarsak, o kadar tanıyacaklar; insan tanımadığı bir yere sahip çıkmaz.

Tüm bu saydığınız endüstri mirasını kullanmayı bilen ustalar hâlâ çalışıyor mu burada?

Büyük bölümü emekli olmuş. Şimdi yeni bir proje ile eski nesil ile yeni nesli bir araya getirmek, o el verme denen geleneği sürdürmek istiyoruz. Tersane eskiden bir okuldu, burada çalışacak ustalar tersanenin okulundan mezun oluyordu. O okuldan mezun ustalarımız hâlâ var. Tersane müdürümüz de oradan mezun. Onlardaki tasarruf geleneği çok hoşuma gidiyor. Her parçayı yeniden değerlendirmeyi biliyorlar. Ustalarımız özveriyle çalışıyor ama tabii yaşlılar, okul özelliğini yeniden kazandırmak istiyoruz. Bu amaçla kapılarımızı stajlara yeniden açtık. Üniversite ve lise öğrencileri staja gelecek. Paşabahçe vapurunun yenilenme sürecine onları da dahil edeceğiz. Burada vapurlar inşa etmiş olanlarla Paşabahçe’ye hiç binmemiş olanlar birlikte çalışacak.

Sinem Dedetaş

Göreve gelişinizden bu yana tersanedeki canlılık ne kadar arttı?

Yüzde 95... Moda vapuru üç senedir burada bakım bekliyordu. Barış Manço ise bir seneyi aşkın beklemişti, hemen bakımını yapıp çıkardık. Moda vapuru içindeki çocuk oyun alanlarıyla 23 Nisan’a hazırdı ama salgın yüzünden erteledik. Onu suya indirmek çocuklarla anlamlı olacak. Dışarıdan iş almaya başladık, Kıyı Emniyet’in iki botu bakımdan geçiyor.

Burada İstanbul’un en eski iki kurumu bir arada çalışıyor. Şehir Hatları’yla ilgili planlarınız neler?

Şehir Hatları’na büyüme vizyonu koyduk. İstanbul’da deniz ulaşımının payını artıracak, pastayı büyüteceğiz. Elimizdeki lo eski, sürekli bakım yapıyoruz. Elbette nostaljik ve kültürel değerlerinden dolayı bu vapurları koruyacağız. Ancak israf yapmadan, kimin parasını harcadığımızı unutmadan lomuzu yeni gemiler ile büyütmeye de çalışacağız. İskelelerimizi yaşamın içine katacak planlarımız var. Şu anda iskelelerde şehrin kültür sanat hayatına ilişkin bir şey yok. İnsanlar evine giderken tiyatro oyunlarından, konserlerden haberdar olabilir, kültür kurumları stantlar açabilir. Yeni Kadıköy İskelesi’nde bu planları kısa zamanda hayata geçireceğiz.

“Vapur” giderek az kullanılan bir kelime oldu. Şehir Hatları anonslarında bile gemi deniyor. Siz ne diyorsunuz; vapur mu gemi mi?

İkisini de diyorum. Gemi meslek alışkanlığı, ama vapur aslında onlar. İkisi de sempatik ve yakın geliyor bana. Teknik olarak gemi ama İstanbul için vapur. Doğrusu vapur demek.

İstanbul ulaşımı uzun zamandır denize göre planlanmadığından, yolcu sayısını yükseltmek de zor olmalı. Eskiden Anadolu banliyö hattının ilk durağı Haydarpaşa’ydı ve bir iskele ile Avrupa yakasına bağlanırdı. Şimdi trenler Haydarpaşa’ya uğramıyor. Beşiktaş denizcilik için bir merkez ama buraya bağlanan bir metro-tramvay hattı yok. Kabataş yıllardır dev bir şantiye... İnsanlar artık turistik sebeplerle biniyor vapura. Martılara simit atmak, Boğaz manzarasıyla selfie çekmek için... Şehir Hatları nostaljik bir şeye dönüştü...

Denizin payını artıralım, yeni hatlar açalım derken karaya entegrasyonunu sağlamayı kastediyorum zaten. Karaya dönük bir ulaşım bakışı var mevcut durumda. Hepimizin evinin yakınında bir otobüs durağı vardır ama vapur iskelesi yok. İnsanlara denizi kullandırmak için önce iskeleye ulaşmasını sağlamak lazım. Yeni yapılan Alibeyköy raylı sistemiyle bağlantılı yeni hatlar açacağız örneğin.

Tersane ile ilgili hayaliniz nedir?

Haliç markalı bir model geliştirmek... Haliç Tersanesi’nde üretilip dünyaya satılacak bir iç su teknesi... Çünkü iç su tecrübemiz çok fazla. Yaşayan en eski tersanenin kendi markasını üretmesi muhteşem olurdu.

Haliç Tersanesi
Paşabahçe Vapuru
Barış Manço
Şehir Hatları
IBB
Sinem Dedetaş
Sayı 002

BENZER

Türkiye sinemasının emektarlarından; gazeteci, yazar ve arşivci Agâh Özgüç, geçtiğimiz nisan ayında aramızdan ayrıldı. İST için de ilgiyle takip edilen yazılar kaleme alan sevgili Agâh Özgüç’ün değerini ve önemini dostu Ali Can Sekmeç’in kaleminden okuyor ve onu bir kez daha saygıyla anıyoruz.
Melhame-i Kübra yani “büyük ve kanlı savaş”. Mustafa Kemal Atatürk Sakarya Meydan Muharebesi’ne bu tanımlamayı yakıştırmıştı. 22 gün ve gece sürecek olan bu hesaplaşma Millî Mücadele’nin en kritik safhası, her iki taraf için de savaşın dönüm noktasıydı. Prof. Dr. Şaduman Halıcı, Yunan komutanların hatıralarına dayanarak 100. yılında Sakarya Meydan Muharebesi’ni kaleme aldı.
İstanbul’un sokaklarını, vapurlarını şehrin diğer sakinlerinden farklı ruhla hisseden, farklı gözle gören bir müzisyen Evrencan Gündüz. Babası Asım Can Gündüz’ün ona genç yaşındayken hediye ettiği ilk gitarıyla insanların karşısına geçip müzik yaptığı ilk yer de bu sokaklardı.